19. !f İstanbul 2019: Bağımsız Filmler Festivali’nden Öneriler

İlk olarak 2002’de düzenlenmeye başlayan !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, bu yıl 18. kez seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Ama nasıl? Hatırlayacaksınız geçtiğimiz yılın sonlarında festivalin marka sahibi CGV MARS Grubu festivalin kurucuları ve 17 yıldır direktörlüğünü yapan Serra Ciliv ile Pelin Turgut’u görevden almış ve festivali bir belirsizliğe sürüklenmişti.

Festival Şubat 2019’da düzenlenmemiş ve MARS grubu çok da net olmayan bir ifadeyle mayıs ayı gibi düzenlenebileceğini bildirmişti. Sonrasında sinema tarihimize ‘patlamış mısır savaşları’ olarak geçen sinema sahipleri ve yapımcılar arasında yaşanan gelir dağılımındaki tartışmalar yüzünden CGV MARS’ın başı epey ağrıdı. Geçtiğimiz temmuzda yürürlüğe giren yeni sinema yasası ile bu savaş yapımcılar lehine sonuçlanmış gibi gözükse de, aynı anda devlet sansürünün daha da artmasına sebep olan maddeler de içeren bu yasa yüzünden uzun vadede kimin kaybeden olacağını göreceğimiz bir sürece girdik. Festivale gelecek olursak, !f İstanbul en nihayetinde İstanbul’da 13 Eylül itibariyle kaldığı yerden devam edecek. Festival direktörlüğü görevini de Mustafa Altıoklar’ın kızı, Kısakes Kısa Film Festivali kurucularından Arya Su Altıoklar üstleniyor.

!f istanbul 2019
!f İstanbul 2019

Festival seçkisine gelecek olursak, maalesef daha önceki yıllarda olduğu gibi beni heyecanlandıran bir seçki olduğunu söylemem zor. Daha çok yeni yönetmenlerin ilk işlerinin olduğu bu programda naçizane tavsiyelerim ve izlemeyi düşündüğüm filmler şu şekilde:

Canción Sin Nombre / Song Without a Name

Melina Leon’un yazıp yönettiği filmde 1980’de Peru’daki siyasi kriz ortasında kaybolan kızını bulmaya çalışan bir annenin hikayesi. Cannes, Münih, Kudüs film festivallerinde gösterilen film Güney Amerika sinemasına meraklı olanlar için birebir.

Tehran: City of Love

Eski vücut geliştirme şampiyonu, kilolarından dolayı özgüven eksikliği hisseden sekreter, cesaretini kaybetmiş dindar bir şarkıcı.. İran’da aşka inancını yitirmiş ama yine de peşinden koşan üç ayrı insanın hikayesinin anlatıldığı film özellikle İran sineması severler için kesinlikle kaçırılmaması gereken bir yapım.

Chained for Life

Gerçek hayatta nörofibromatozisi hastalığına bağlı yüz deformasyonundan muzdarip, 2013 yapımı Skin Under Skin filminde de rol alan Alan Pearson’un başrolünde olduğu filmde sinemadaki güzellik kavramı üzerine yoğunlaşan bir dramatik yapım.

Forman vs. Forman

Geçen yıl kaybettiğimiz Çek yönetmen Milos Forman’ın hayatına anlatan bu belgesel, bu yılki seçkide en çok merak ettiğim film diyebilirim. One Flew Over the Cuckoo’s Nest / Guguk Kuşu ve Amadeus filmleri ile En İyi Yönetmen Oscar ödülünü iki kez kazanan Forman’ın bu filmleri dışında benim en sevdiğim filmi 1999 yapımı Andy Kaufman’ın hayatını anlattığı Man on the Moon filmi. Belgeselin yönetmeni de en sevdiğim belgesel sinemacılardan Helena Trestikova. Yıllar önce Documentarist İstanbul Belgesel Günleri kapsamında filmleri gösterilmiş ve söyleşisine katılma imkanım olmuştu.

Making Waves: The Art Of Cinematic Sound

Sinema sanatı her ne kadar görsel bir sanat olarak görülse de hakkı verilmeyen bir yönü de ‘işitsel’ tarafıdır. Bana göre perdeye yansıyan ‘şey’in gerçek gücünü ortaya çıkaran onun görsel gücünün ötesinde duyduğumuz gücüdür. Sinema sektöründe ses yaratma sanatçılarının yaratım sürecine nasıl dahil olduklarını hep merak etmişimdir.

Nuestro Tiempo

Cannes Film Festivali’nde 20017’de Stellet Licht ile Juri Özel Ödülü, 2012’de Post Tenebras Lux ile En İyi Yönetmen ödülü kazanan Arjantinli sinemacı Carlos Reygadas’ın son filmi Nuestro Tiempo. Geçen sene de Cuarón’un Roma’sının Altın Aslan aldığı Venedik’te yarışma bölümünde yarışmıştı.

The Dead Don’t Die

Festivalin en ağır topu Jim Jarmush’un Bill Murray, Adam Driver, Tilda Swinton, Steve Buscemi, Danny Glover’lı The Dead Don’t Die filmi kesinlikle. İmkanınız varsa görülmesi gereken bir yapım.

Varda par Agnès

Geçtiğimiz mart ayında 90 yaşında kaybettiğimiz Agnès Varda’nın kendi sanat yolculuğunu anlattığı film kesinlikle ve kesinlikle kaçırılmaması gereken bir belgesel. Varda’yı uzun uzadıya anlatmak gereksiz, kendisi geçtiğimiz yüzyılda sinema sanatına damga vurmuş ama maalesef sinema tarihinde hakkı tam verilmemiş bir yönetmen. Mart ayında Agnès Hakkında Her Şey programı ile Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en geniş retrospektifini izlemiştik. Hatta kaderin bir cilvesi bu belgeselini Varda’nın öldüğü gün 29 Mart’ta CKM’de izlemiştim. Unutamam, film başlamadan önce Sinematek yöneticisi Jak Şalom’un anma konuşması oldukça duygusaldı.

Saf

Nisan ayında İstanbul Film Festivali kapsamında izlediğim, hatta festivalde izlediğim en iyi film diyebileceğim Ali Vatansever’in Saf filmini kaçırmamanızı tavsiye ederim. Şu an yaşadığımız dünyanın güncel konuları kentsel dönüşüm ve mülteci sorununu hikayesine çok iyi harmanlayıp, güçlü oyunculuklarla daha da güçlendiren bir film.

Bu bahsettiğim filmler dışında seçkideki diğer merak uyandıran About Endlessnes, Les Miserables, Peri: Ağzı Olmayan kız, Lara, The Souvenir gibi filmleri de değerlendirebilirsiniz. Kült ve efsane filmler bölümünde de Derviş Zaim’in 96 yapımı Tabutta Rövaşata’sının sinema perdesinde yaratacağı etkiyi oldukça merak ediyorum, yine aynı şekilde David Lynch’in Blue Velvet’inin de…

17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nden Benim Önerilerim

Sonunda heyecanla beklediğim !f İstanbul zamanı geldi. Festivalde gösterime girecek olan filmlerin fragmanlarını izledikten sonra, izlemek istediğim filmleri liste haline getirmek istedim. Keyifli okumalar!

theMagger’dan !f İstanbul 2018 önerilerine de buradan ulaşabilirsiniz.

Müzisyenler, sanatçılar, yazarlar… Önemli kişiler hakkında çekilen belgeselleri izlemeye bayılıyorum. Bu sebeple !f Müzik bölümünden, ilk gözüme çarpan David Bowie belgeseli oldu. Bu tarz belgeseller genelde ülkemizde gösterime girmedikleri için, film festivalleri izlemek için çok iyi bir fırsat oluyor. Hatta İstanbul Film Festivali’nde izlediğim J.D.Salinger’in hayatından kesitler sunan belgesel hala favorilerim arasında!

David Bowie’nın klasikleri arasına giren Modern Love şarkısını da her dinleyişimde, Frances Ha filminde Greta Gerwig’in New York sokaklarında koştuğu o sahne aklıma geliyor…

Greta Gerwig demişken, festivalin Gala bölümüne baktığımda Greta Gerwig’in senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı Lady Bird, ilgimi dikkat çeken yapımlardan biri oldu. Bence Greta Gerwig yönetmen koltuğunda nasıl bir iş ortaya çıkarmış merakı için bile izlenir. Kendisinin oynadığı filmleri her zaman severek izliyorum.

Lady Bird’de karşımıza çıkacak olan Saoirse Ronan, Brooklyn filmindeki performansı ile son zamanlarda izlemeye bayıldığım oyuncular arasında. Brooklyn filmi hakkındaki yazımı theMagger’da buradaki linkten okuyabilirsiniz.

Gala bölümünde alternatif olarak Dark River’ı izleyeceğim. Bir büyüme hikayesini anlatan film, Clio Barnard’ı yönetmen koltuğunda izleyeceğim ilk filmi olacak. Yukarıdan fragmanını seyredebilirsiniz.

Yine Gala bölümünde önereceğim bir diğer film ise Brad’s Status. Başrolde oynayan Ben Stiller’in filmlerini izlemeyi pek sevmezdim; ancak The Secret Life of Walter Mitty ile bu önyargım ortadan kalkmıştı. Brad’s Status’un fragmanını izledikten sonra da, çok sempatik bir filmin bizi beklediğini hissettim.

Keş!f bölümündeki filmlere bakarken Drift gözüme çarpanlardan biri oldu. Fragmanını izlerken aklıma Maidentrip filmi geldi. Maidentrip, dünyayı tek başına yelkenlisiyle beraber turlayan Hollandalı bir kızın denizde geçirdiği süreyi anlatıyor. İçinden deniz geçen filmlere bayılıyorum. Bana her zaman seyahat ederken aldığım hissi hatırlatıyor.

Son olarak !f Oyun bölümünde önereceğim film, Pendular (Aşk Sarkacı). Brezilyalı bir yönetmenin elinden çıkan film dansın ve sanatın bir çiftle özdeşleştiği yaşamı gözler önüne sereceğe benziyor. Bir zamanlar hayatımda olan dansı, belki de filmi izledikten sonra tekrar hayatımın içine alacağım.

Herkese şimdiden iyi festivaller!

Emre Eminoğlu’nun Alternatif !f İstanbul 2018 Önerilerini de okumayı ihmal etmeyin. 

Keş!f Zamanı: İsrail, Brezilya ve Türkiye’den Bağımsız Filmler

14. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali yarın başlıyor!
theMagger olarak festivalin en ilham verici, en güzel keşiflerle dolu bölümü Keş!f’i yakından takip ettik ve bu bölümde yarışan filmleri yorumladık. Adı üstünde, festivalin yeni yönetmenler keşfetmeye en elverişli bölümü olan, üstelik ilk ya da ikinci filmlerini çekmiş olan bu yönetmenlerden birini ödüllendiren bir yarışma bölümü olma özelliği taşıyan Keş!f, benim de !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde en sevdiğim bölümlerden biri oldu her zaman. Bu yıl Keş!f’ten izlediğim ilk üç film sırasıyla İsrail, Brezilya ve Türkiye’den oldu…

Haganenet | Nadav Lapid, Fransa, İsrail

haganenet
Haganenet / The Kindergarten Teacher (2015, Nadav Lapid)

Festival programı açıklandığından beri en merak ettiğim filmer arasında yer alan Haganenet, bir anaokulu öğretmeninin yetenekli öğrencisi ile olan ilişkisine odaklanıyor. Söz konusu yetenek şiir. Beş yaşındaki Yoav’ın zaman zaman adeta transa geçerek dikte ettiği dizeler, pek de beş yaşından bir çocuktan duymaya alışkın olduğunuz türde değiller. Anaokulu öğretmeni Nira da bunun farkına vardığı anda, her gün biraz daha saplantıyla, her gün bir parça daha coşkuyla Yoav’ı desteklemek, onun başarılı ve tanınan bir şair olabilmesi için elinden geleni yapmak istiyor. Filmi izlerken kimi zaman bir “altın yumurtlayan tavuk” hikayesi gibi okudum olanları, kimi zamansa sağlam bir sanat ve/veya toplum eleştirisinin karşısında buldum kendimi. Hagananet sanatçının kimliğinin sanat eserinin değeri üzerindeki etkisini, sanatçının toplum içindeki (gittikçe küçülen) değerini ve biraz daha doğrudan bakacak olursak bir çocuğun yeteneğinin nasıl kontrol edilebileceğini (ya da edilip edilemeyeceğini) tartışıyor. Yönetmenin ilk uzun metrajı Policeman‘i izlemedim, fakat hem yönetmen hem de senarist kimliğiyle Nadav Lapid’in hikaye anlatımını ve eleştirisini izleyicinin gözüne sokmadan yapabilişini oldukça takdir ettim.

Ventos de Agosto | Gabriel Mascaro, Brezilya

ventos de agosto
Ventos de Agosto / August Winds (2015, Gabriel Mascaro)

Yaşam ve ölüm… İlk birkaç dakikasında Ventos De Agosto farklı toplumsal sınıflardan bir kadın ve bir erkeğin ilişkisinin hikayesini, inişlerini-çıkışlarını anlatacakmış gibi gelecek size de. Fakat filmin tek derdi var: yaşam ve ölüm. Ana karakterlerin yaşamıyla ilgisi olan ya da olmayan birkaç sahneden Brezilya’nın bu sahil kasabasındaki yerlilerin ölüme olan bakışının çok farklılaşabildiğini ve özellikle ‘denizin’ insanların ölüm ve yaşam algılarında nasıl bir etki yarattığını görüyoruz. Deniz verdiklerini alıyor, deniz aldıklarını vermek istemiyor ve hatta deniz nefes alarak yaşamaya devam ediyor. İnsanlar gelip geçiyor ve zamanı geldiğinde ölüyor; bazen onyıllar sonra tek bir kemik parçasından hatırlanabilecek, bazen birkaç gün sonra tüm hatıralardan silinmiş olabilecek şekilde. Ölüler şekil değiştiriyor; bir noktaya kadar çürüyecek, bir noktadan sonra oldukları gibi kalacak şekilde. Ventos De Agosto‘nun en büyük sürprizi, bir ilk film olmasına rağmen ne kadar güçlü hisler uyandırdığı, doğayı ne kadar güçlü bir şekilde, denizi ve ölümü adeta birer karakter gibi nasıl kullandığı… Yönetmen ve senarist Gariel Mascaro’nun yine kendi elinden çıkan görüntüler ve filmin oldukça başarılı ses tasarımının da bu gücü yaratmadaki etkisinin büyük olduğunu da eklemek gerek.

Toz Ruhu | Nesimi Yetik, Türkiye

toz ruhu
Toz Ruhu (2015, Nesimi Yetik)

Toz Ruhu da bir ilk film. Toplumsal normların kadınlara yüklediği bir mesleği icra eden bir adamın, gündelikçi Metin’in hikayesini anlatıyor. Bu adamın aynı zamanda hayallerinin peşinden İstanbul’a geldiğini ve onların peşini halen bırakmadığını anlıyoruz: arabesk şarkıcısı olmak istiyor Metin. Film boyunca Metin’in mesleği, hayalleri, yaşam tarzı ya da kişiliği nedeniyle yargılanılmasına fakat Metin’in bunlar olmuyormuş gibi renkli ve umut dolu yaşamına devam etmesine tanık oluyoruz. Bir de insanların onu ihtiyaçları olduğu için kullanmalarına, işleri görülene kadar aralarında sıcak bir ilişki olduğu yanılsamasını yaşamasına izin verişine… Geçtiğimiz Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film dahil üç ödül alan bu yerli yapımdan iki önemli replik kaldı aklımda: Biri Metin’e şöhret basamaklarını bu kadar hızlı inmemesi gerektiğinin söylenmesi; diğeri ise ona yöneltilen “Umurlarında mısın sanıyorsun?” sorusu. Fakat Tansu Biçer’in oyunculuk (ve hatta şarkıcılık) yeteneğinin bıraktığı izin yanında bunların lafı bile olmaz. Toz Ruhu Türkiye’deki cinsiyet ve mesleklere biçilen rolleri ve toplumun bu kalıpların dışına çıkıldığındaki tepkilerini iyi gözlemlemiş, fakat bunu çok da yaratıcı bir şekilde anlatamamış bir film. Tansu Biçer ise kesinlikle filmin en büyük şansı olmuş.

Sundance’ten Dünyaya: Ödüllü Bağımsız Filmler

Amerikan Bağımsız Sineması’nın kalesi niteliğindeki Sundance Film Festivali’nin dünyadaki film festivalleri arasındaki özel yeri ve önemi tartışılmaz. Üstelik son birkaç yıldır, Sundance Film Festivali’nde jüri ve seyircinin beğenisini kazanan bir bağımsızın başarı öyküsüne yıl boyunca devam etmesine, büyük stüdyo yapımlarına meydan okumasına tanık olmaya da alıştık.

golden globes – whiplash
Whiplash

Evet, 2014’ün ‘o bağımsızı’ Whiplash filmini seyrettik. Hem de Perşembe günü açıklanan Oscar aday listesine 5 dalda adını yazdırdıktan hemen sonra…

Genç yönetmen Damien Chazelle’in imzasını taşıyan Whiplash, Andrew adında bir konservatuar öğrencisinin müziğe olan tutkusunu, bu tutkunun hırsa dönüşümünü ve bu hırsı uç noktalara taşımakta caz orkestrası çalıştırıcısı Fletcher’ın şeytani rolünü anlatıyor.

elfilm.com-whiplash-316291
Whiplash

Davulunun başında sabahlamaktan çok daha fazlasını yapan, ömründe maruz kalacağı en şiddetli psikolojik baskıya ve hakaretlere boyun eğiyor ve başarıya giden yolu bagetleriyle kazıyor Andrew. J.K. Simmons, Fletcher rolünde, sezonun tüm Yardımcı Erkek Oyuncu ödüllerini hak ederek topladığı, kariyerinin en iyi performansını veriyor. 2014’ün ilk aylarında Sundance Film Festivali’nin hem büyük ödülünü hem de seyirci ödülünü kazanan Whiplash, şu anda En İyi Film, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi  Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Kurgu ve En İyi Ses Miksajı dallarında Oscar için yarışıyor.

Son yıllarda, Whiplash gibi, adını ilk kez Sundance Film Festivali’nde duyduğumuz 10 filmi bir araya getirdik:

Sundance Film Festivali: Ödüllü Bağımsız Filmler

Kumiko, the Treasure Hunter | David Zellner, 2014

2014 Sundance Film Festivali Jüri Özel Ödülü

Genç bir Japon kadın, Coen Kardeşler’in Fargo filminin VHS kasedine saklanmış bir kopyasını bulur ve bunun bir hazine haritası olduğunu düşünür. Japonya’dan Minnesota’nın karlı topraklarına uzanan bu macerada başrolde ünü Babel (2006) filmi sayesinde ülkesini aşmış oyuncu Rinko Kikuchi yer alıyor.

IMDb Puanı: 6.6/10

Dear White People | Justin Simien, 2014

2014 Sundance Film Festivali Jüri Özel Ödülü

Dört siyahi öğrencinin bir Ivy League üniversitesinde yaşadıklarını konu alan, başarılı sosyal gözlemlere ve iğneleyici bir mizaha dayanan Dear White People, yılın en başarılı bağımsız komedilerinden biri olarak anılıyor.

IMDb Puanı: 6.1/10

Fruitvale Station | Ryan Coogler, 2013

2013 Sundance Film Festivali Büyük Ödülü & Seyirci Ödülü

Geçen yılın en başarılı bağımsızı kabul edilen Fruitvale Station, 31 Aralık 2008 gecesi bir polis kurşunuyla öldürülen genç siyahi ABD’li, 22 yaşındaki Oscar Grant III’ün kabusa dönüşen yılbaşı gecesini anlatıyor. Michael B. Jordan, Melnoie Diaz ve Octavia Spencer’ın performanslarıyla dikkat çektiği film, maalesef gerçek olaylara dayanıyor ve yaşananlar farklı şehirlerde, farklı isimlerle tekrarlanmaya devam ediyor.

IMDb Puanı: 7.5/10

The Spectacular Now | James Ponsoldt, 2013

2013 Sundance Film Festivali Jüri Özel Ödülü

Tim Tharp’ın romanından uyarlanan ilk-gençlik hikayesi, iki liseli gencin tanışmalarının ardından başladıkları ve pek de tahmin edilmeyen yönlere giden ilişkilerini konu alıyor. Amerikan Bağımsız Sineması’nın yükselen yıldızları Miles Teller ve Shailene Woodley’in başrollerini paylaştığı film, geçtiğimiz yılın en sevilen bağımsızlarından.

IMDb Puanı: 7.1/10

Upstream Color | Shane Carruth, 2013

2013 Sundance Film Festivali Jüri Özel Ödülü

2004 yılında ilk filmi Primer ile gönlümüzü çalmış Shane Carruth’un 2013 yapımı filmi Upstream Color, bir gece hipnotize edilerek hırsızlık yapmaya zorlanan ve uyandığından hayatının alt üst olduğunu fark eden bir kadının; kendisi ile benzer deneyimler yaşamış bir adamla tanışmasını konu alıyor. Drama, gizem ve bilimkurgu türlerinin kesiştiği noktada yer alan filmin başrollerini Amy Seimetz ve Frank Mosley paylaşıyor.

IMDb Puanı: 6.7/10

Beasts of the Southern Wild | Benh Zeitlin, 2012

2012 Sundance Film Festivali Büyük Ödülü & Seyirci Ödülü

İlk filmi ile Oscar adaylığı elde ederek bağımsız sinema için önemli bir zafer elde eden genç yönetmen Benh Zeitlin’in filmi, bir tiyatro oyunundan beyazperdeye uyarlanmış. Hushpuppy lakaplı küçük bir kız ve babasnın doğanın içinde, kent yaşamından uzakta yaşadığı komüniteyi baraj suları altında kalmamak için terk etmek zorunda kalışlarını konu edinen filmde, insan ve doğanın ilişkisi oldukça simgesel bir şekilde kullanılıyor.

IMDb Puanı: 7.3/10

Smashed | James Ponsoldt, 2012

2012 Sundance Film Festivali Jüri Özel Ödülü

En büyük ortak noktaları alkolizm olan evli bir çiftin ilişkilerine odaklanan Smashed, bu ilişkinin içlerinden birinin alkolü bırakmaya karar vermesi ile nasıl bir yöne gittiğini anlatıyor. Listemizde aynı zamanda The Spectacular Now ile yer alan James Ponsoldt’un Sundance’teki ilk başarısında ona oyuncular Mary Elizabeth Winstead ve Aaron Paul eşlik ediyor.

IMDb Puanı: 6.8/10

The Sessions | Ben Lewin, 2012

2012 Sundance Film Festivali Jüri Özel Ödülü

Acıklı bir hikayeyi oldukça mizahi bir dille anlatan ve gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan The Sessions, doğuştan engelli ve fazla ömrü kalmadığının bilincinde bir adamın ölmeden önce cinselliği tatmak isteyişi üzerine şekilleniyor. Bu isteği için bir seks terapistinin yardımına ve bir rahibin öğütlerine başvuran Mark’ı John Hawkes başarılı bir şekilde canlandırırken, ona Helen Hunt ve William H. Macy eşlik ediyor.

IMDb Puanı: 7.2/10

Like Crazy | Drake Doremus, 2011

2011 Sundance Film Festivali Büyük Ödülü & Jüri Özel Ödülü (Felicity Jones)

İki başarılı genç oyuncuyu, Felicity Jones ve Anton Yelchin’i buluşturan Like Crazy, biri İngiliz biri ABD’li iki üniversite öğrencisinin yasal ve bürokratik prosedürler nedeniyle ayrılmak zorunda kaldığı sancılı dönemi anlatıyor. Aşklarının tüm bu sorunlara ve kilometrelerce uzaklığa değip değmeyeceğini sorgulayan iki kişinin hikayesinde ünlü oyuncu Jennifer Lawrence da rol alıyor.

IMDb Puanı: 6.7/10

Tyrannosaur | Paddy Considine, 2011

2011 Sundance Film Festivali Jüri Özel Ödülü

İngiliz oyuncu Paddy Considine’in ilk yönetmenlik denemesi olan film, İngiliz bağımsız sinemasının son yıllardaki en iyi örneklerinden biri. Daha önce theMagger’da Keşif Sineması bölümümüzde de yer verdiğimiz bu özenle işlenmiş bağımsız, Joseph adındaki şiddete eğilimli adamın, kocasının şiddetine maruz kalan Hannah ile tanışarak hayatını değiştirmesini konu alıyor.

IMDb Puanı: 7.6/10

İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Dünyadaki Film Festivalleri

Yepyeni Bağımsız Filmler: !f 2014 Günlükleri

13-23 Şubat tarihleri arasında devam eden 13. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’ndeki izlediğim filmlerden notlar bu yazıda…

Cutie and the Boxer (1)

Cutie and the Boxer (ABD, Zachary Heinzerling)

En İyi Belgesel dalında Oscar adayları arasında yer alan “Cutie and the Boxer”, aynı zamanda her ikisi de sanatçı olan ve yıllardır New York’ta yaşayan bir çifti konu alıyor.

Cutie and the Boxer (5)
Cutie and the Boxer (2013, Zachary Heinzerling)

40 yılı aşkın evliliklerinde birçok problemle karşılaşan, fakat halen birbirine aşık ve birlikte olan Ushio Shinohara ve Noriko Shinohara çifti, New York’ta yaşayan iki sanatçı… Film boyunca 80 yaşındaki Ushio ve 58 yaşındaki Noriko’nun eserlerini, bu eserlere yansıyan ortak yaşamlarını izliyor, aşkın tüm zıtlıklara rağmen iki insanı bir araya getiren ve ikisini bir arada değiştirip geliştiren bir güç olduğunu anlıyorsunuz. Aynı zamanda Chelsea’nin ve Chelsea galerilerinin fon oluşturduğu bir New York’ta gezebiliyor, sanat eserlerinin yapım ve alım-satım sürecine dair bilgiler edinebiliyorsunuz.

Cutie and the Boxer (2)
Cutie and the Boxer (2013, Zachary Heinzerling)

İki sanatçının ve uzun yıllardır süren aşklarının hikayesini başarılı bir kurguyla anlattığı hikayesinin yanında, canlı renkleri ve iyi seçilmiş müzikleri ile görsel ve işitsel olarak da tatmin edici bir film “Cutie and the Boxer”. Henüz diğer adayları izlememiş olsam da En İyi Belgesel kategorisinde yer almayı kesinlikle hak ediyor. Yalnızca sanatı ya da bir sanatçının hayatını belgeleyen bir belgesel olmakla sınırlamıyor çünkü kendini. Aşk hakkında, iki insanın birbirini nasıl değiştirdiği ve bu değişikliklerin nasıl kendilerini ve sanatlarını etkilediğini gösteriyor.

Shirley: Visions of Reality (Avusturya, Gustav Deutsch)

Shirley-Visions of Reality  (1)

Festivalin birbirinden ilginç gözüken sanat begeselleriyle dolu “Sanat Hayat İçindir” bölümünü incelediğimde, en sevdiğim ressamlar arasında saydığım Edward Hopper’ın eserlerinden ilham alan bir film görmek beni heyecanlandırmıştı. Ne var ki, “Shirley: Visions of Reality”, okuduklarımdan sandığımın aksine bir belgesel değildi; üstelik !f için gerçekten kötü bir başlangıç yapmama neden olan sorunlu bir kurmaca filmdi. Sorunlarının temeli Avusturyalı bir yönetmenin Amerikalı bir ressamın tablolarındaki Amerikalı bir kadını anlatmaya çalışması mıydı emin değilim. Fakat ressamın 13 tablosunda gözüken Shirley’nin episodik ve kurmaca hikayesi gerçekten soğuk, mesafeli ve sıkıcı… Ressam hakkında hiçbir şey öğrenmeyişimiz bir yana, bazen hayallerine bazen hayal kırıklıklarına bazense tiyatro aşkına tanık olduğumuz bu kadının yaşadığı anlar arasında bir bütünlük kurmak çok zor. Aynı zamanda filmin senaristliğini, kurguculuğunu ve prodüksiyon tasarımcılığını üstlenmiş yönetmenin başarılı olduğu tek alan prodüksiyon tasarımı. Film başlar başlamaz Edward Hopper’ın tablolarının içinde hissetmenizi sağlayan dekorlar, renkler ve objeler dışında filmi izlemenizi gerektirecek hiçbir sebep yok bana kalırsa.

Concussion (ABD, Stacie Passon)

Concussion (2)
Concussion (2013, Stacie Passon)

!f’i takip etmeye başladığım 2006 yılından beri festivalin en sevdiğim bölümlerindendir Gökkuşağı. Adındaki renklilik yalnızca LGBT karakterlerle ilgili filmlere yer verişinden değil, 4-5 filmlik bölümde her zevke, her renge hitap eden bir film bulunmasından kaynaklanıyor bence. Bu yıl programıma eklediğim iki Gökkuşağı filminden ilki olan “Concussion”, hikayenin belli bir cinsel yönelime bağlı kalmaksızın okunabilir olmasından dolayı ortalamının üzerinde bir filmdi. Lezbiyen, evli ve çocuklu bir çiftten Abby’nin hissettiği cinsel boşluğu ve açlığı karısı ile dolduramaması sonucunda fahişelerle birlikte olmaya, hatta hemen sonrasında düzenli olarak bizzat fahişelik yapmaya başlamasının ardındaki duygu ve sebepleri izliyor; bir insanın bedeniyle neler yapabileceği ve bunun ahlaki boyutu üzerine derinlemesine düşünme imkanı buluyoruz. Filmin başrolündeki Robin Weigert çok iyi oyuncu. Filmde beni rahatsız eden ve eksikliğini hissettiğim tek nokta ise şu: “Concussion”, adını Abby’nin filmin hemen başında başına aldığı darbeden alıyor. Sembolik olarak Abby’nin bu darbenin ardından değişimini görmemiz bekleniyor. Diğer yandan bu darbenin filmin hemen ilk sahnesi oluşu, Abby’nin karısı Kate ya da çocukları ile olan ilişkileri konusunda hiçbir ipucuna sahip olmamamıza neden oluyor. Yine de Stacie Passon’un ilk filmi “Concussion”, yılın benzer temalı François Ozon filmi “Jeune et jolie” ile kıyaslanacak denli başarılı.

El vals de los inútiles (Şili & Arjantin, Edison Cajas)

The Waltz of Useless Mass  (3)
El vals de los inútiles (2014, Edison Cajas)

Şili ve Arjantin ortak yapımı bu belgeselimsi yapım, 2011 yılında Şili’de yaşanmış bir halk hareketini gözler önüne seriyor. Devletin özel okullara verdiği desteğe ve paralı eğitimden yana oluşuna karşı çıkan öğrenciler ve halkın karşılaştığı orantısız polis şiddeti, ve yaptıkları yaratıcı eylemler ile  kamusal alan işgalleri anlatılıyor filmde. Ülkemizde yaşanmakta olan toplumsal değişikliklerle olan paralellikleri fark ettiğimizde, filmin evrensel bir boyutu olduğunu görüyorsunuz. Kamera çoğunlukla bir lise öğrencisini, geri kalan zamanlarda ise Pinochet diktatörlüğüne karşı hareketlerde rol almış orta yaşlı bir tenis öğretmenini takip ediyor. Filmin amatör bakış açısı ve gerçekçi tekniği kendinizi Şili’deki toplumsal hareketin bir parçası hissetmeniz için çabalasa da; hikayesizliği ve birbiri ardına kaydedilmiş görüntüleri, beni kendine çekemedi.

Swim Little Fish Swim (ABD & Fransa, Ruben Amar & Lola Bessis)

Swim Little Fish Swim  (4)
Swim Little Fish Swim (2013, Ruben Amar & Lola Bessis)

New York’un sanat ortamında kendilerini göstermeye çalışırken aileleri ve sanatları arasında kalan bir kadın ve bir adamın kesişen hayatlarını anlatıyor “Swim Little Fish Swim”. Bu iki sanatçıdan biri olan 19 yaşındaki video sanatçısı Fransız Lilas’ı canlandıran Lola Bessis, aynı zamanda filmin iki yönetmeninden biri. Filmin indie, hipster gibi kavramlarla tanımlanabilecek havası, sonuna kadar yüzünüzde bir gülümsemeyle izlemenizi sağlıyor. Diğer yandan şarkılarıyla, karakterlerinin birbirleriyle ilişkileriyle ve sanatçı tiplemeleriyle farklı, alternatif olabilen filmin senaryosundaki sıradanlıklar ve klişe sınırlarını zorlayan finali tüm bunlarla ters düşüyor.

short term 12 poster

Short Term 12 (ABD, Destin Cretton)

2013 boyunca birçok uluslararası festivali dolaşan ve birçok bağımsız film listelerinde yılın en iyileri arasında yer alan bir yapım oldu “Short Term 12”. Ödül sezonuna girdiğimizde Brie Larson’un performansını konuşur olduk.

short term 12

Yardıma ve ilgiye muhtaç, çoğunluğu aile şiddeti nedeniyle ailelerinden alınmış çocukların yaşadığı bir kuruma görevli olan 20’li yaşlardaki Grace’in çocuklarla empati kurdukça kendi psikolojisi ve kendi geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Yönetmen Destin Cretton’un kendi kısa filminden uyarladığı “Short Term 12”, aile içi şiddetin açtığı psikolojik yaraları ve bıraktığı izleri hem çocuk hem de yetişkin karakterlerinde görmemizi sağlıyor.

short term 12
Short Term 12 (2013, Destin Cretton)

“Short Term 12”, oldukça karakter odaklı bir senaryoya sahip. Tamamı Grace’in etrafında dönen filmin ihtiyacı olan en önemli şey, bu karakteri anlayabilecek ve başarıyla canlandırabilecek bir oyuncuymuş. Ve Brie Larson sayesinde bunu yakalamış, başarılı olmuş. Bakımevindeki çocukların her biriyle olan inandırıcı yakınlığı ve diyaloglarında da, sadece Grace olarak da çok şey başarıyor Larson. Film, gözyaşı döktüren ve gülümseten sahneler arasındaki dengeyi de çok iyi sağlamış. Son yıllarda birbirinin kopyası olmaya başlamış filmler nedeniyle beni çokça hayalkırıklığına uğratan Amerikan bağımsız sinemasını neden sevdiğimi hatırlattı bana.

Test (ABD, Chris Mason Johnson)

test
Test (2013, Mason Johnson)

!f’in Gökkuşağı bölümünde bu yıl izlediğim ikinci film (ilki “Concussion”dı) “Test” oldu. 1985 yılında San Francisco’da geçen filmin ve karakterlerinin odağında, söz konusu onyılın kabusu olan AIDS korkusu var. Hastalığın henüz nasıl bulaştığının, etkilerinin ne olduğunun ve hatta nasıl teşhis edilebileceğinin dahi bilinmediği yıllarda bu bilinmezliğin yarattığı korkunun eşcinsel bireyleri nasıl etkilediğini anlatıyor “Test”. Hastalığın bir eşcinsel hastalığı olarak nam salması nedeniyle korkusunun yanında çilesini de eşcinseller çekiyor. Başroldeki Scott Marlowe (Frankie), henüz adını hiç duymamış olmamıza rağmen çok başarılı bir oyuncu. Filmin en önemli özelliği ise orijinal koreografileri… Frankie ve yakınındaki insanların bir dans kumpanyasındaki dansçılar oluşu nedeniyle filmde birçok dans sahnesi yer alıyor. Provalar ve sahne performanslarını detaylı ve derinlemesine izlerken karakterlerin arasındaki ilişkileri ve karakterlerin psikolojilerini de çözümleme fırsatı buluyoruz. Koreografi o denli önemli ki, filmin sonundaki kredilerde yönetmen ve yapımcıların adlarının hemen arkasından koreografın (Sidra Bell) adını görüyoruz. Walkman ve kasetlerden dinlenen müzikler filme iyi bir 80’ler atmosferi katıyor. Frankie’nin duyguları, korkuları ve endişelerine göre değişen renk ve ışıkla görüntü yönetmenliğinin de katkısı büyük. “Test”in !f 2014’ün en iyileri listemde yer alacağı kesin.

The Dirties (Kanada, Matt Johnson)

dirties
The Dirties (2013, Matt Johnson)

Sinemada beni en çok çekmeyi başaran temalardan biri, çocukların ya da ergenlerin şiddetle olan ilişkisini ve bunun sebeplerini sorgulayan, anlatan filmlerdir. Gus van Sant’ın “Elephant”ı ve Michael Haneke’nin “Das Weisse Band”ı da bu konudaki favorilerimdir. Kanada yapımı “The Dirties”, kolayca silahlara ulaşabilen ve bu ‘avantajını’ okulda bir katliam yapmak için kullanan çocukların/ergenlerin anlatıldığı filmlere bir yenisini ekliyor. Gerçekten amatörce çekilmiş olan filmin çıkış noktası, lisede sinema dersi alan ve tüm okul tarafından dışlanan, ezilen, aşağılanan iki arkadaşın dersleri için çektikleri kısa film. Matt ve Owen, okuldaki zorbalara haddini bildiren iki dedektifi canlandırdıkları film sınıfta gösterildiğinde, zorbaların eline alay konusu olmak için daha fazla koz vermiş oluyorlar. Bu da Matt’in psikolojisinin karanlık tarafa kaymasına, ikilinin arasının bozulmasına ve gerilimin artmasına neden oluyor. Farklı bir gerçeklik yaşamaya başlayan Matt, okulun planlarını ele geçiriyor ve kolaylıkla ulaşabildiği silahları bir çantaya dolduruyor. Belki benim türe olan ilgimden kaynaklanıyordur; fakat filmin başındaki uyarılar nedeniyle yaşananların gerçekliğini de, kamerayla ikiliyi izleyen üçüncü bir kişinin varlığını da uzun süre sorguladım, bu nedenle de zevkle, heyecanla izledim. Klasik hikaye anlatımından uzak olduğu için kolay izlenen bir film olmasa da, Matt ve Owen’ın temsil ettiği öğrenci psikolojisini çok iyi anlamış bir film var karşımızda. Bunun nedeni de tabii ki yönetmenin kendini canlandıran Matt olması.

The Spectacular Now (ABD, James Ponsoldt)

the spectacular now
The Spectacular Now (2013, James Ponsoldt)

“(500) Days of Summer”ın senaristlerinden bir film “The Spectacular Now”. Ayrıca başrollerde son dönem gençlik filmlerinin yükselen erkek oyuncusu Miles Telller ile “The Descendants”ta George Clooney’den rol çalan Shailene Woodley var. Bu iki bilgiyi okuduğumda kötü bir film izleyebileceğim aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Fakat buhranlı Amerikan banliyö yaşamı, alkolik lise öğrencileri, hayallerinden korkan ve bu korkuyu kötü birer örnek olan ebeveynlerinin başrısızlıklarıyla ilişkilendiren karakterlerle dolu bu filmi tanımlayabilecek tek sözcük ‘sıkıcı’.

Tim’s Vermeer (ABD, Teller)

tims vermeer
Tim’s Vermeer (2013, Teller)

Sanat ve bilimin iç içe geçebilmesi, bir ‘Rönesans Adamı’ olmak kavramı Da Vinci’ye özgü, Rönesans’ta kalmış olgular değil. “Tim’s Vermeer” özetle bunu anlatan, son zamanlarda izlediğim en ilginç belgesellerden. Tim Jenison, elini attığı her işi başarabilen, her makinenin nasıl çalıştığını kolayca kavrayabilen, yeni makineler icat edebilen, her türlü yazılımı kullanabilen bir dahi. Başta televizyon yayını teknolojileri alanında olmak üzere bu yeteneğini ve yeteneğinin kazandırdığı parayı yeni icatlar yapmak için kullanmış. En çok merak ettiği şeylerden biri, sanat tarihçilerinin bir cevap bulamadığı Vermeer’in kullandığı teknik ve en çok istediği şeylerden biri, bir Vermeer tablosu yapmak. Hayatı boyunca hiç resim yapmamış olsa bile… Film, bilimi kullanarak hiçbir sanatsal yeteneği olmayan bir insanın nasıl sanat eserlerine imza atabileceğini canlı canlı kanıtlıyor, sanata ve bilime ilişkin çok ilginç bilgiler veriyor. Belgesel izlemeyi seviyor, sanata ve/veya bilime ilgi duyuyorsanız kesinlikle kaçırmamalısınız.

Dom Hemingway (İngiltere, Richard Shepard)

dom hemingway
Dom Hemingway (2013, Richard Shepard)

Jude Law’u bir antikahraman olarak izlemeyeli ne kadar oldu (ya da hiç oldu mu) bilemiyorum. Prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapan, fakat adını muhtemelen 2014 yılı içerisinde ABD’de vizyona girmesiyle sık sık duyacağımız “Dom Hemingway”, 12 yıl hapiste kaldıktan sonra geride bıraktığı boktan yaşama geri dönen bir adamı anlatıyor. Dom Hemingway’in cinsel organına yaptığı uzun bir güzellemeyle, görkemli bir monologla başlıyor film. Hapisten çıktıktan sonra ise boşandığı karısı ile evlenen adamı dövmek, hapse girmesine neden olan patronuna sövmek, kendisinden nefret eden kızı ile arasını düzeltmeye çalışmak ve alkol-seks-uyuşturucu ile özlemini gidermekle uğraşıyor Dom Hemingway. Çok iyi yazılmış bir kaybeden hikayesi dinliyor, Londra sokaklarını izliyoruz. Ve tabii ‘değişik’ bir Jude Law…

filth

Filth (İngiltere, Jon S. Baird)

“Filth”in adını ilk kez İngiliz Bağımsız Film Ödülleri’nin (BIFA) aday listesinde görmüştüm. En İyi Yönetmen, Erkek Oyuncu, Yardımcı Erkek Oyuncu, Yardımcı Kadın Oyuncu ve Yapım kategorilerine aday gösterilen (ve daha sonra James McAvoy’un En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandığı) film, aynı zamanda bir Irvine Welsh romanı uyarlaması. Danny Boyle’un 90’larda çektiği “Trainspotting”i yakın geçmişte izleyip oldukça beğenen biri olarak filmi listeme almak için hiç düşünmeme gerek kalmadı.

?????
Filth (2013, Jon S. Baird)

Filmin Olayı: İskoç polis teşkilatında dedektiflik yapan Bruce Robertson, uyuşturucudan telefon sapıklığına dek her türlü pisliğe batmış, karısından arkadaşlarına etrafındaki herkese bir an bile düşünmeden ihanet eden, filmin/romanın adından da anlaşılacağı gibi tam bir “pislik”. Terfi zamanı geldiğinde, seçimin kendisinden yana yapılması adına tüm bu pislik halini ve ikiyüzlülüğünü gösteren bu anti-kahramanın birkaç haftalık dibe çöküşünü tüm çıplaklığıyla izlediğimiz bir film “Filth”.

???????
Filth (2013, Jon S. Baird)

Yeraltı edebiyatı kadar, tiyatro ve sinema uyarlamaları da fiziksel, psikolojik ve ahlaki bir şoka uğratır her zaman. “Filth” de tam olarak böyle bir film. 90’larda Danny Boyle’un bir Irvine Welsh romanına “Trainspotting” ile yaptığını Jon S. Baird “Filth” ile günümüzde yapmış. Karşılaştırmadan duramadığımız bu iki film arasında “Filth” de öncülü kadar iyi bana kalırsa. James McAvoy’un performansı ise “Trainspotting”in Ewan McGregor’unun bir, hatta birkaç adım önünde sanki. Yönetmenin kara film, komedi, drama ve deneysel film arasnda gidip gelen ve dengeyi çok iyi sağlayan başarısı en zorlu anlarında bile hikayeden hiç kopmamanızı sağlıyor. Filmi sevmeniz için Bruce kadar “pislik” bir anti-kahramana sempati duymanıza gerek kalmıyor. Shirley Henderson, Eddie Marsan, Imogen Poots ve Jamie Bell’in performansları da filmi heyecan verici kılan diğer unsurlardan. Filmin benim için tek olumsuzluğu, ağır İskoç aksanının katlanılmazlığı…

Dallas Buyers Club (ABD, Jean-Marc Vallée)

AMF_7243 (307 of 376).NEF
Dallas Buyers Club (2013, Jean-Marc Vallée)

“C.R.A.Z.Y.”, “Young Victoria” ve “Café de Flore” ile favori yönetmenlerim arasına girmeyi başaran Québecli yönetmen Jean-Marc Vallée, bu yıl iki oyuncusunun geçirdiği fiziksel değişim ve sergilediği oyunculuklar sayesinde Oscar yarışının önemli filmlerdinden biri olmayı başaran “Dallas Buyers Club” ile karşımıza çıktı. Film için, 80’lerin sonu ve 90’ların başında insan sağlığı açısından en büyük kabus olan AIDS ile mücadele etmeye çalışan insanların trajedisini anlatıyor diyebiliriz. Teksaslı bir elektrik mühendisi Ron Woodroof rolünde izlediğimiz Matthew McConaughey, hayatta kalma mücadelesine bir de ilaç endüstrisi ile mücadeleyi ekliyor. Bu zorlu yolda polisle, ilaç endüstrisi düzenlemeleriyle, doktorlarla, vergi memurlarıyla ve çok daha fazlasıyla karşı karşıya geliyor. Yanında ise çoğunluğu eşcinsel ya da transeksüel bireyler olan diğer AIDS hastaları var. Matthew McConaughey ve Jared Leto, geçirdikleri fiziksel değişimle yetinmeyerek oyunculuk yetenekleri ile de parlıyorlar. Filmse yalnızca fiziksel değişime uğramış oyuncularla anlatılan gerçek bir hikaye olmaktan çok daha fazlasını başarılı senaryosu ve kurgusuyla yapıyor. Filmin adaylık elde ettiği 6 daldan 3’ünde (En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı) iddialı olduğunu düşünüyor, “Dallas Buyers Club”ı yılın en iyileri arasına ekliyorum.

Mavi Dalga (Türkiye, Zeynep Dadak & Merve Kayan)

Mavi Dalga  (4)
Mavi Dalga (2014, Zeynep Dadak & Merve Kayan)

!f 2014’ün Keş!f yarışmasındaki tek yerli yapım olmasının dışında, festivalin iki yıl önceki Sundance senaryo geliştirme atölyesine seçilen filmlerden olma özelliği de taşıyor. Bu yıl Berlin Film Festivali’nde Türkiye’yi temsil eden filmlerden biri de olan “Mavi Dalga”, arada kalan gençliği çok iyi anlayıp, bunu (çok değil) iyi bir şekilde perdeyi aktarmayı başaran bir ilk-film. Lise eğitimlerini Balıkesir’de sürdüren dört arkadaşın hayat, gelecek ve büyükşehire dair hayalleri, korkuları, arzuları ve sıkışıp kalmışlıkları var “Mavi Dalga”da. Senaryo sürecinde yönetmenle birlikte çalışmış genç oyuncuların metne ve metnin aktarmak istediği duygulara olan hakimiyeti ve seçilen başarılı müzikler filmin güçlü yanları. 7 Mart’ta Başka Sinema programına dahil olacak film izlenmeli.

Finding Vivian Maier (ABD, John Maloof & Charlie Siskel)

Finding Vivian Maier (3)
Finding Vivian Maier (2013, John Maloof & Charlie Siskel)

Benim açımdan !f 2014’ün en ilham verici filmiydi “Finding Vivian Maier”. Film, John Maloof adlı genç bir tarihçinin, bir müzayededen yok pahasına satın aldığı bir koli fotoğrafın peşinden giderek, yaşamı boyunca 100.000’i aşkın fotoğraf çekmiş ve adı hiç duyulmamış bir fotoğrafçıyı, Vivian Maier’ı ölümünün ardından sanat tarihine kazandırmasını belgeliyor. Maloof, kısa süre önce yayınlanan bir ölüm ilanının ardından Maier’a ulaşmak konusunda hayalkırıklığına uğrasa da, onun depolardaki eşyalarının, kolilerinin ve kutularının tamamına ulaşarak eşsiz bir fotoğraf ve video koleksiyonuna sahip oluyor. Tüm yaşamını çocuk bakıcılığı yaparak geçirmiş bu gizli-sanatçının çalıştığı tüm ailelerle görüşüyor, Maier’ın neler hissettiğini, nasıl bir insan olduğunu, karanlık yönlerini, nerelerde yaşadığını, hangi isimleri kullandığını ve en önemlisi neden fotoğraf çekip, neden çektiklerini kimseye göstermediğini araştırıyor. “Finding Vivian Maier” için bir proje, bir belgesel ya da bir bilimsel araştırma demek mümkün. Fakat tüm bunların ardında iyi bir biyografi ve duyguları halen tam olarak bilinmeyen bir insan var.

Miele (İtalya, Valeria Golino)

Honey (1)
Miele (2013, Valeria Golino)

İlk gösterimi Cannes Film Festivali’nde yapılan “Miele”, Valerio Golino’nun ilk filmi. “Bal” takma adıyla çalışan Irene’nin tüm yakınlarından sakladığı işi, ölümcül hastalığa sahip insanlara kendilerinin ve ailelerinin rızasıyla para karşılığında ötanazi yapmak. Film kısaca yaşam ve ölüm hakkını sorguluyor, bunu yaparken insanları yaşama bağlayan şeyleri düşündürtüyor. Irene’nin uğradığı her evde farklı bir hayatın kalıntılarını buluyor, Irene’nin kendisine baktığımızdaysa bambaşka duygulara rastlıyoruz. Müstakbel müşterilerinden Carlo Grimaldi ile kurduğu dostluğun bize ve Irene’ye anlattıkları, vaat ettikleri üzerinde uzun uzun düşünmeyi gerektiriyor. Diğer yandan filmin “Ölümünüzün soundtrack’ini seçme şansınız olsaydı, bu hangi şarkı olurdu?” sorusunu sorması da güzel ve düşündürücü bir detay.

Nymphomaniac (Danimarka, Lars von Trier)

Nymphomaniac (4)
Nymphomaniac (2013, Lars von Trier)

Lars von Trier, “Melancholia”nın ardından, oldukça fazla cinsellik içeren, hatta sansürlü ve sansürsüz iki kurgusu olacağını en başından beri bildiği uzun bir film çekeceğini duyurduğunda herkes gibi ben de heyecanlanmıştım. İki bölümden oluşan “Nymphomaniac”ın !f’te sansürsüz olarak gösterime gireceğini duyduğumda ise ilk bilet aldığım film olacağı belliydi. İki bölümü ardarda izlemek için festivalin son günlerini beklemek de yerinde bir karardı sanıyorum.

İki film, (kendisini bir nymphomaniac olarak tanımlayan) seks bağımlısı Joe’nun, bir gece boyunca tüm hayatını, zevklerini, hatalarını ve yaşadıklarını bölümler halinde yaşlı bir adama anlattığı bir bütünden oluşuyor. İnsan bedeninin ve seksin derinlemesine bir tartışması olarak da yorumlanabilecek “Nymphomaniac”, Joe’nun hikayesini sürekli olarak tarihi, felsefi, toplumsal ve bilimsel açıklamalarla kesen Seligman’ın yorumlarıyla kesiliyor. Filmin zengin oyuncu kadrosu ve altmetinleri onu kusursuzlaştırıyor.

Öncelikle toplam süresi 4 saati aşan film birçok Lars von Trier filminde olduğu gibi bölümlere ayrıldığından ve karşımıza çıkan karakterle sürekli kendini yenilediğinden, kesinlikle sıkıcılaşmadan izleniyor. Son Lars von Trier filmlerinde olduğu gibi görkemli, epik ve klasik müziğin fon oluşturduğu bir açılış sahnesi bekleyenleri, bu kez yine etkileyici olmayı başaran fakat daha farklı bir açılış bekliyor. Filmi tek bir parça halinde değerlendirmek gerekli, zira ikinci bölümü tek başına seyretmek fazla anlamlı olmayacağı gibi, ilk bölümün sonunda da ikinci bölümün teaserları gösteriliyor. Filmi çok beğenmiş olsam da, birkaç kişiden duyduğum “power point sunumu” benzetmelerine de katılmak zorundayım. Seligman’ın hikayeye müdahale ettiği açıklamalı bölümler ve hemen hemen her sözcüğü için kullanılan yerli ya da yersiz görseller filmi yer yer akademik bir ortama taşıyor. Joe’yu canlandıran Charlotte Gainsbourg’dansa Joe’nun gençliğini canlandıran Stacy Martin’in oyunculuğundan etkilendiğimi; filmin en başarılı oyuncusunun (ve sahnesinin) Uma Thurman (ve Uma Thurman’ın rol aldığı sahne) olduğunu söyleyebilirim. Filmdeki cinselliğin kesinlikle rahatsız etmediğini ve hiçbir cinsellik içeren detayın gereksiz ya da yersiz olmadığını da söylebilirim.

!f Notları

Kaze tachinu / The Wind Rises (Japonya, Hayao Miyazaki)

yoko_out
Kaze tachinu / The Wind Rises (2013, Hayao Miyazaki)

Uzakdoğu sinemasına da animelere de mesafeli hatta önyargılı yaklaşan biriyim. Anime ustası Hayao Miyazaki’nin son filmi olacağını açıkladığı, En İyi Animasyon dalında Oscar için yarışan “Kaze tachinu”nun, bu mesafeyi ve önyargıyı ortadan kaldırmak için iyi bir fırsat olacağını düşünmüştüm, fakat ol(a)madı. Objektif yaklaşmak gerekirse, Japon tarihi ve endüstrisi için önemli bir ismin biyografisini işleyen ciddi bir konusu var filmin. Çok iyi müzikleri, çokça emek harcanmış kaliteli çizimlere eşlik ediyor. Fakat en dramatik anları bile mübalağalı mimiklerle karikatürize eden animelere ısınmam konusunda bu ciddi hikaye de işe yaramadı. Miyazaki filmlerine aşık olanların ya da anime sevenlerin kaçırmaması gereken bir yapım “Kaze tachinu”. Bu dalda daha önce ödüllendirilmiş Miyazaki’nin son filmiyle Oscar alması da “Frozen”ı alt edebilirse mümkün olabilir. Yine de kişisel olarak, bu türe bir daha ne zaman şans verebilirim, bilemiyorum.

Under the Skin (İngiltere, Jonathan Glazer)

under the skin
Under the Skin (2013, Jonathan Glazer)

2004’te izlediğim ve beni büyüleyen “Birth”ten beri Jonathan Glazer’ın sıradaki işini merakla bekliyordum. Michel Faber’in romanından uyarlanan ve Scarlett Johansson’un tamamını omuzlarında taşıdığı “Under the Skin” ise benim için bir hayalkırıklığı, kötü bir deneyim, hatta açıkça söylemek gerekirse bir kabus oldu. Tamamı karanlığa boğulmuş sinematografisi, anlaması güç sahneleri, derinlerde saklı altmetni ile bir sinema filminden çok güncel sanat galerilerinde tüplü televiyonlarda gösterilen soyut bir video havasındaydı “Under the Skin”. Avcıyken av olmayı, insani duyguları ve güdüleri, “insan olmak” kavramını güçlü metaforlarla sunmaya çalışıp 108 dakikalık bir karabasan olmakla sonuçlanan bir deneyimdi.

The Double (İngiltere, Richard Ayoade)

The Double (1)
The Double (2013, Richard Ayoade)

Çok iyi eleştiriler alan 2010 yapımı “Submarine”i henüz izlemesem de, Richard Ayoade’nin yeni filmi “The Double”ı !f programıma eklemiştim. Jesse Eisenberg, Jesse Eisenberg ve Mia Wasikowska’nın başrollerini paylaştığı film modern bir Dostoyevski uyarlaması. Adeta görünmez bir adam gibi yaşayan, hoşlandığı kadın, patronu ya da sokaktaki adam tarafından fark edilmeyen bir insanın trajikomik hikayesini anlatıyor film. Bir gün, kendisinin bir kopyası olsa da herkes tarafından görünür birinin hayatına girmesiyle her şey sarpa sarıyor. Çaresizliği de, öfkesi de, fark edilme isteği de artıyor. Yönetmen, filmi günümüz plaza insanlarına da uyarlayabilecekken, distopik  ve zamansız/mekansız bir ortama uyarlamayı tercih etmiş. Hikayesi, söylemi ve oyunculukları ortalamanın çok üzerinde seyreden filme ısınamamdaki tek sebep bu tercih sanırım.

!f 2014 Top5

11 günde izlediğim 21 filmin ardından benim için !f 2014’ün en iyileri (belirli bir sıralama olmaksızın, alfabetik olarak) şu 5 filmi oldu:

  • Dallas Buyers Club
  • Filth
  • Finding Vivian Maier
  • Nymphomaniac
  • Short Term 12

En İyi 10: 12. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali

14-24 Şubat tarihleri arasında düzenlenen 12. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde bu yıl 10 günde 24 film izledim ve favori bölümüm bu yılın yenilerinden “Oyun” oldu. Bu !f’in en iyileri bana göre şöyleydi:

10. ZERRE (Yön: Erdem Tepegöz, Türkiye) – Keş!f

zerre
Zerre (2013, Erdem Tepegöz)

Geçtiğimiz Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi İlk Film ve En İyi Yönetmen ödüllerinin sahibi olan “Zerre”, Tarlabaşı’nda yıkılmak üzere olan bir apartman dairesinde annesi ve kızı ile yaşayan, karınlarını zor doyururken bir de sigortasız çalıştığı işinden atılan Zeynep’in yaşam mücadelesini anlatıyor. Başı ya da sonu olan bir hikaye yerine, kahramanının hikayesinden bir kesit sunmayı tercih eden yönetmenin sinemasının yanında başrol oyuncusu Jale Arıkan‘ın mükemmel performansı da konuşulmaya değer.

9. SAFETY NOT GUARANTEED (Yön: Colin Trevorrow, ABD) – Oyun

safety not guaranteed
Safety Not Guaranteed (2012, Colin Trevorrow)

İkisi stajyer üç dergi çalışanı, ilginç bir gazete ilanının ardındaki adamı bulma göreviyle şehir dışına yolculuğa çıkarlar. İlanı veren kişi, zaman yolculuğuna çıkacağını ve ona eşlik edecek birini aradığını, can güvenliği garantisi veremediğini ve başvuranların yanlarında kendi silahlarını getirmeleri gerektiğini yazmıştır. Colin Trevorrow‘un ilk filmi, son zamanlarda izlediğim en sıcak ve samimi Amerikan bağımsızı. İlk film, iyi senaryo, iyi yazılmış karakterler ve düşük bir bütçe… Zaten Amerikan bağımsız sinemasını bunlardan başka ne için seviyoruz ki?

8. IRON SKY (Yön: Timo Vuorensola, Finlandiya) – Karanlık & Köşeli

iron sky
Iron Sky (2012, Timo Vuorensola)

Filmin en önemli artısı, kendini ciddiye almaması ve sizden yalnızca eğlenmenizi beklemesi. Film, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra uzaya giderek Ay’ın karanlık yüzünde bir koloni kuran, yıllardır ari ırkı yaratıp, kusursuz uzay gemileri geliştirip Dünya’yı işgal edecekleri günü bekleyen uzay Nazileri ve yeni-Führer’le donatılmış bir alternatif evrende geçen fantastik bir komedi. Dünya düzenini ve politikasını sivri diliyle eleştiren ve zekice detaylarla dolu filmin efektleri ve prodüksiyon tasarımı da oldukça başarılı.

7. CELESTE & JESSE FOREVER (Yön: Lee Toland Krieger, ABD) – Galalar

celeste & jesse forever
Celeste & Jesse Forever (2012, Lee Toland Krieger)

Film sevimli bir Amerikan bağımsızı ve sıradan bir Hollywood romantik komedisi olmak arasındaki ince çizginin üzerinde duruyor. 6 yıldır evli olan trend analisti Celeste ve grafik tasarımcı Jesse, boşanmış olmalarına rağmen aynı çatı altında yaşamaya, sürekli birlikte vakit geçirmeye ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyorlar. Fakat farklı insanlarla çıkmaya başladıklarında bu durumun mümkün olup olmadığını sorgulamaya başlıyolar ve karşımıza ne romantikliği ne de komediyi abartan bir film çıkıyor. Filmin bonusu Ari Graynor‘ın başrol oyuncuları Rashida Jones ve Andy Samberg‘den rol çaldığı, eğlenceli açılış sahnesi.

6. THE QUEEN OF VERSAILLES (Yön: Lauren Greenfield, ABD) – Sev & Değiştir

queen of versailles
Queen of Versailles (2012, Lauren Greenfield)

Hepimizin tanık olduğu 2008 ekonomik krizini oldukça içeriden anlatan bir belgesel “The Queen of Versailles”. Aslında ABD’nin en büyük evini, Versailles Sarayı’nın bir kopyasını Orlando’da inşa ettirmekte olan devremülk kralı, milyarder Siegeller ve tamamlandığında 8500 metrekareye yakın bir büyüklüğe sahip olacak olan yeni evleri ile ilgili bir belgesel olacakken, çekimler sırasında krizin çıkması ile bambaşka bir boyut kazanan bir belgesel… Zengin insanların hayatını, zenginliğin akılalmaz boyutlarını, krizin kaynağını ve olası çözümlerini, zenginlerin krizden nasıl etkilendiğini ve “ne kadar zengin olunabilir ki?” sorusunun cevabını bulabiliyorsunuz filmde.

5. SEVEN PSYCHOPATHS (Yön: Martin McDonagh, İngiltere) – Galalar

seven psychopaths
Seven Psychopaths (2012, Martin McDonagh)

2008′de ilk filmi “In Bruges” ile gönülleri fetheden Martin McDonagh, ikinci filminde Tarantino’nun izinden gitmiş. Tarantinovari bir diyalog eşliğindeki açılış sahnesi ile başlayna “Seven Psychopaths”, merkezine yeni bir film yazmaya çalışan senarist Marty’i alıyor ve yazmaya çalıştığı filmde (ve hayatında) yer alacak (alan) psikopatlarla tanıştırıyor. Yönetmenlik açısından “In Bruges” kadar olamasa da muhteşem senaryosu ve Colin Farrell‘den Woody Harrelson‘a Tom Waits‘ten Christopher Walken‘a ünlü isimlerle dolu oyuncu kadrosu ile öne çıkıyor film.

4. JOSHUA TREE, 1951: A PORTRAIT OF JAMES DEAN (Yön: Matthew Mishory, ABD) – Gökkuşağı Filmleri

joshua tree, 1951: a portrait of james dean
Joshua Tree, 1951: A Portrait of James Dean (2012, Matthew Mishory)

Ardında yalnızca 3 film bırakıp 24 yaşında ölen, fakat şöhreti günümüze kadar gelen efsanelerden James Dean’in 1950′lerin başındaki yıldız olma yolculuğunu izliyoruz filmde. İlk filmini çeken Matthew Mishory‘nin estetik duygusu, filmi baştan sona büyüleyici hale getiriyor. 2009′da Tom Ford’un ilk filmi “A Single Man”de izlediğimiz o baştan çıkarıcı renklerin yerini siyah-beyaz bir film alsa da, film aynı derecede gizemli, büyülü ve seksi. Her detayıyla… Dönemi, James Dean’i, Hollywood dünyasını, yaşamın zorluklarını, anı yaşamanın tadını anlatan filmin “Küçük Prens”ten yaptığı alıntılar ve eseri benimseyiş şekli bile onu daha güzel kılmaya yetmiş bence. Y

3. ANTIVIRAL (Yön: Brandon Cronenberg, Kanada) – Oyun

antiviral
Antiviral (2012, Brandon Cronenberg)

Filmin yönetmeni, David Cronenberg’in -filmi izledikten sonra en az babası kadar yetenekli bir yönetmen olduğunu anladığım- oğlu Brandon Cronenberg. Yakın gelecekte geçen filmde, ünlülerin hastalıklarını pazarlayan ve virüslerini satan bir klinik ve bu kliniğin teknisyeni Syd var. Yönetmenin gözlem gücü, kan kırmızı ve steril beyaz arasında yarattığı estetik tezat, biyoteknolojinin popüler kültür ile birleştiğinde neler olabileceğinin kötümser bir öngörüsü… Tüm bunlar minimalist bir bilimkurguda bir araya gelince gerçekçi ve korkutucu bir film çıkmış ortaya.

2. SPRING BREAKERS (Yön: Harmony Korine, ABD) – Galalar

spring breakers
Spring Breakers (2012, Harmony Korine)

Film, merkezine bahar tatilinde Florida’ya gidebilmek için gereken parayı bulmak için hırsızlık yapan, özgürlüklerini ve tatillerini elde ettikten hemen sonra da kendilerini alkol ve uyuşturucu dolu bir partinin ardından hapiste bulan dört genç kızı alıyor. Onları hapisten kurtaran uyulturucu satıcısının hayatlarına girmesiyle birkaç günlük tatilleri ‘özgürlük’ kavramının sınırlarını zorladıkları bir hayat deneyimine dönüşüyor. Daha önce hiçbir filmini izlemediğim Harmony Korine Y-kuşağını çok iyi analiz etmiş: Ne istediğini bilmemek, istediğini sandıklarıyla karşılaştığında korkmak/kaçmak, sürekli ‘özgür olmak’ isteyip kendisini hapsedenin ne olduğunun farkında bile olmamak, şiddet içerikli video/bilgisayar oyunlarının şiddeti normalleştirmesi, eğlenmenin alkol/uyuşturucu demek olması, soyunarak kendini ifade ettiğini sanmak… Bir de James Franco‘nun muhteşem ve şaşırtıcı performansı var tabii…

1. THE IMPOSTER (Yön: Bart Layton, İngiltere) – Oyun

the imposter
The Imposter (2012, Bart Layton)

Teksaslı aile, 13 yaşındaki sarışın-mavi gözlü oğulları Nicholas Barclay ortadan kaybolduktan üç yıl sonra İspanya’dan bir telefon alıyorlar: Nicholas bulundu! Heyecanla İspanya’ya uçan abla, ardından Madrid’in Amerikan konsolosu, ardından Barclay ailesinin tamamı, ardından Amerikan medyası ve son olarak FBI yetkilileri, kimliksiz ve Nicholas olduğunu söyleyen bu çocuğun Nicholas olduğuna inanıyor, durumu onaylıyorlar. Karşılarındakinin kahverengi gözlü, esmer tenli, Fransız aksanlı, 23 yaşındaki bir adam olması onları uzunca bir süre şüphelendirmiyor bile. “Yok artık!” dediyseniz, çok şaşırtacak, sinirden güldüren bir belgesel bekliyor sizi. Her an ağzınızı daha da açık bırakan gerçekler ve her an farklı bir açıdan bakmanıza neden olan şüphe ve iddialarla izletiyor kendini. Sürükleyici ve hayrete düşürücü, çok çok iyi bir belgesel.

Frances McDormand Filmleri: Bağımsız Sinemanın Yıldızı

Yapımcılığını da üstlendiği Nomadland sayesinde üçüncü ve dördüncü Oscar ödüllerini kazanan Frances McDormand, 80’lerden bu yana rol aldığı bağımsız yapımlardaki unutulmaz performanslarıyla, film setlerinde ve film endüstrisinde eşitliği savunduğu aktivist kimliğiyle ve sade, güleryüzlü, esprili kişiliğiyle Hollywood’un en iyi kadın oyuncularından biri…

1957’de ABD’nin Illinois eyaletinde dünyaya gelen Frances McDormand, kariyerine bir tiyatro oyuncusu olarak başlamış ve tiyatroyla devam etmek istemiş olmasına rağmen, 1984 yılında evlendiği Joel Coen‘in teklifiyle ilk sinema rolünü, Coen Kardeşler’in ilk filmi olan Blood Simple‘da almış. O günden sonra sinemadan hiç kopmayan, aksine 80’lerden günümüze gittikçe bu bağı daha da sıkılaştıran oyuncu, başta Coen Kardeşler ve Wes Anderson olmak üzere Amerikan bağımsız sinemasının birçok önemli yönetmeniyle işbirlikleri yaptı. İlk Oscar ödülünü 1996’da yine bir Coen Kardeşler filmi olan Fargo ile kazanan McDormand, 2017’de Three Billboards Outside Ebbing, Missouri ile ikinci Oscar ödülünü kazandığında salondaki tüm kadınları ayağa kaldıran ve sinema sektöründeki cinsiyet ve fırsat eşitliğine dikkat çeken konuşmasıyla tarihe geçti. Üstelik hemen iki yıl sonrasında, bir kadın yönetmenin, Chloé Zhao‘nun filmiyle hem yapımcı hem de oyuncu olarak iki Oscar ödülü daha kazandı. Oyunculuk yeteneği, sade yaşamı, aktivizmi ve kocaman gülümsemesiyle Frances McDormand, bugün Meryl Streep ile birlikte yaşayan en büyük kadın oyunculardan biri…

McDormand, Nomadland’in ardından 2021’de iki projeyle karşımıza çıkmaya devam edecek. Oyuncu, Wes Anderson imzalı, bir Fransız şehrindeki Amerikan gazetesinde geçen The French Dispatch filminin kalabalık oyuncu kadrosunda yer almanın yanı sıra, Joel Coen‘in bu kez tek başına yönetmen koltuğunda oturduğu, Shakespeare uyarlaması The Tragedy of Macbeth‘te başrolleri Denzel Washington ile paylaşıyor.

Frances McDormand Filmleri

Nomadland (2020, Chloé Zhao)

Pandemi gölgesinde geçen 2020-2021 sinema sezonunu neredeyse tek başına sırtlayarak tüm sahne ışıklarını bağımsız sinemanın üzerine çevirten Nomadland, ekonomik krizde her şeyini kaybettikten sonra bir modern çağ göçebesine dönüşen Fern’ün hikayesini anlatıyor. ABD’nin batı eyaletleri arasında, yollarda geçen film, Frances McDormand‘ın performansı ve Chloé Zhao‘nun kurmaca ile belgeselin sınırlarını belirsizleştiren yönetmenlik stiliyle öne çıkıyor. Fern ve yollarda tanıştığı, karşılaştığı insanlar, Amerikan kapitalizminin sonuçlarına dair gerçek hikayelere dokunuyor. Son yılların en şiirsel, en büyüleyici yol filmini mutlaka izleyin!

IMDb Puanı: 7.4/10

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017, Martin McDonagh)

Irkçı ve kaba polis karakterinin bağışlanarak kutsandığı, politik doğruluktan bilinçli olarak uzak senaryosu nedeniyle uzun süre tartışılan Three Billboards Outside Ebbing, Missouri, 2017’nin en iyi filmlerinden biri olmanın yanında Frances McDormand‘ın da en iyi performanslarından birini barındırıyor. Tecavüz edilip yakılarak öldürülen kızının cinayetinin bir türlü aydınlatılamamasına isyan eden bir annenin kasabanın şerifine ve halkına savaş açışını anlatan filmde McDormand’ın yanı sıra Sam Rockwell ve Woody Harrelson da güçlü performanslar sergiliyor. Dünya ve ABD gündeminden beslenen bu sürükleyici hikâyeyi kaçırmamalısınız!

IMDb Puanı: 8.1/10, Top250: #153

Hail, Caesar! (2016, Coen Kardeşler)

İzleyenleri Hollywood’un altın çağına, 1950’lerin büyük prodüksiyon şirketlerinin devasa setlerine ve büyük bütçeli yapımların, yıldız oyuncuların dünyasına sürükleyen Hail, Caesar!, dönemin ışıltılı dünyasını Coen Kardeşler‘e özgü bir mizah anlayışıyla harmanlıyor. Komedi dersi veren diyaloglar, klasik Hollywood filmlerine referanslar, görkemli bir prodüksiyon tasarımı ve hatta müzikal sekanslarla dolu filmde George Clooney‘den Ralph Fiennes‘a, Scarlett Johansson‘dan Tilda Swinton‘a, Frances McDormand‘dan Channing Tatum‘a birçok yıldız rol alıyor.

IMDb Puanı: 6.3/10

Olive Kitteridge (2014, Lisa Cholodenko)

Bir film olmasa da, HBO’nun en iyileri arasında yer alan, Frances McDormand‘ın devleştiği, dört bölümlük mini-dizi Olive Kitteridge‘ı listeye eklememek olmazdı. Bir matematik öğretmeni olan Olive Kitteridge’in 25 yıllık evliliği boyunca eşiyle, oğluyla ve New England’da yaşadıkları kasabanın halkıyla olan ilişkilerini konu alan ve evliliğe, aşka, hayata, ölüme, yaşlılığa, gençliğe, depresyona, kuşak farklarına ve aileye dair birçok noktaya dokunan dizi, Elizabeth Strout‘un on üç kısa hikayeden oluşan kitabından uyarlanmış.

IMDb Puanı: 8.3/10

Moonrise Kingdom (2012, Wes Anderson)

New England’daki küçük bir adada geçen bu Wes Anderson filmi, yazını geçirmek üzere bulunduğu izci kampından kaçan Sam ve onun planına uyarak evden kaçan Suzy’nin birlikte çıktığı çocukça ama maceralı yolculuğu konu alıyor. Doğanın içinde, büyüklerden kaçarak kendilerini çocukluk aşkının güzel hislerine bırakan bu iki çocuğun saf aşkını anlatan film, sizi çocukluğunuzdaki günlere ve ilk aşkınızla yaşadığınız anılarınıza götürecek. Moonrise Kingdom, yetenekli genç oyuncularının yanı sıra Frances McDormand‘dan Bruce Willis‘e, Edward Norton‘dan Tilda Swinton‘a birçok ünlü ismi bir araya getiren güçlü kadroya sahip.

IMDb Puanı: 7.8/10

Burn After Reading (2008, Coen Kardeşler)

Birbirinden ünlü oyuncuları hiç görmediğiniz hallerde görmenizi sağlayan hikayesi ve karakterleriyle dikkat çeken bu filmde Coen Kardeşler dahil herkes, adeta kendisiyle dalga geçiyor! CIA sırlarının kayıtlı olduğu bir diski spor salonunda unutan bir ajan, bu diski satmaya çalışan spor eğitmenleri ve onların peşine düşen diğer ajanlar… Oldukça eğlenceli ve bir hayli absürt bu filmde George Clooney, Frances McDormand, John Malkovich, Tilda Swinton ve Brad Pitt başrollerde yer alıyor.

IMDb Puanı: 7.0/10

North Country (2005, Niki Caro)

1984 yılında açılan ve kazanılan gerçek bir davanın yarı-kurgusal hikayesini anlatan North Country, ABD’nin ilk cinsel taciz davasını merkezine alıyor. Eveleth Mines şirketinde çalışan bir kadın madenci olan Josey Aimes karakteri, aslında gerçek davacı Lois Jenson’a dayanıyor. Ailesi ve işini bir arada idare etmeye çabalarken engeller karşısında durmaya çabalayan Josey’i Charlize Theron canlandırırken, filmde ona Frances McDormand, Sissy Spacek, Richard Jenkins, Jeremy Renner, Sean Bean ve Woody Harrelson gibi yıldızlar eşlik ediyor.

IMDb Puanı: 7.3/10

Laurel Canyon (2002, Lisa Cholodenko)

Birçok müzisyen, oyuncu ve bohem yaşam süren kişiyi bir araya getiren Laurel Canyon’a dair bu film, evini adeta bir stüdyoya çevirmiş plak yapımcısı Jane ve müzik grubuyla single’ları için çalışan gitarist sevgilisinin yaşamının Jane’in oğlunun gelişiyle nasıl değiştiğini anlatıyor. Frances McDormand, Christian Bale ve Kate Beckinsale gibi oyuncuları buluşturan bağımsız film, McDormand‘ın daha sonra Olive Kitteridge adlı mini-dizide birlikte çalışacağı Lisa Cholodenko‘nun imzasını taşıyor.

IMDb Puanı: 6.4/10

Almost Famous (2000, Cameron Crowe)

Almost Famous, 2000’lerin en iyi gençlik filmlerinden ve en iyi müzik filmlerinden biri. 1970’lerin başında, 15 yaşındaki müzik meraklısı bir lise öğrencisi olan William, Rolling Stone dergisinde yazmaya başlıyor ve üstelik gerçek yaşını gizlediği için Stillwater adlı rock grubuna turnelerinde eşlik etmek ve turnenin ardından onlarla ilgili bir yazı hazırlamakla görevlendiriliyor! Yönetmen Cameron Crowe’un gençliğinden oldukça esinlendiği filmde Billy Crudup, Frances McDormand ve Kate Hudson, hafızalara kazınacak performanslar sergiliyor.

IMDb Puanı: 7.9/10

Fargo (1996, Joel Coen)

Başarılı, sert ve hamile bir polis memuru olan Marge Gunderson ve iki sakar, beceriksiz kötü adamın hikayesini anlatan Fargo’nun başından sonuna her şey ters gitmeye devam ediyor ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor – tıpkı birçok Coen Kardeşler filminde olduğu gibi… Yıllar sonra bir antoloji dizi için ilham kaynağı olacak bu 90’lar klasiği, başrol oyuncusu Frances McDormand‘a ve senaristleri Coen Kardeşler‘e ilk Oscar ödüllerini kazandırmıştı.

IMDb Puanı: 8.1/10, Top250: #176

Adam Driver Filmleri: Bağımsız Sinemadan Yıldız Savaşları’na

Hayatımıza Girls dizisinin Adam’ı olarak giren 1983 doğumlu Adam Driver, neslinin en yetenekli oyuncularından biri. Henüz 10 yıllık kariyerine Coen Kardeşler’den Martin Scorsese’ye, Jim Jarmusch’tan Steven Spielberg’e birçok usta yönetmenle işbirliği sığdıran Driver, Amerikan bağımsız sinemasının en önemli isimlerinden Noah Baumbach’ın birçok projesinde de yer aldı, Star Wars evreninin üçüncü üçlemesindeki Kylo Ren rolüyle ana akım izleyiciye de kendini tanıttı. O, kendi görüntü ve ses kayıtlarını izlemekten nefret etse de, biz onu izlemeye bayılıyoruz! İşte en sevdiğimiz Adam Driver filmleri…

En İyi Adam Driver Filmleri

Marriage Story | 2019, Noah Baumbach

2019’da birçok iddialı, orijinal film projesine imza atan Netflix’in en sevilenlerinden biri, Noah Baumbach imzalı Marriage Story. Adam Driver ve Scarlett Johansson‘un evliliği bitmek zorunda kalan bir çifti canlandırdığı film, günümüz şartlarında ayrılmanın ve boşanmanın ne kadar zor olduğunu, toplumsal baskı ve beklentilerle nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Senaryosu, çok konuşulan kavga sahnesi ve Adam Driver’ın müzikal performansıyla etkilediği bar sahnesi gibi akılda kalıcı anlarla dolu Marriage Story, izleyebileceğiniz en dürüst ve en güzel ilişki hikayelerinden biri.

IMDb Puanı: 8.3/10

İlginizi çekebilir: Netflix Film Önerileri

The Dead Don’t Die | 2019, Jim Jarmusch

Jim Jarmusch‘un kendine özgü mizah anlayışını yansıttığı bu zombi komedisi, hem kendisiyle hem de türün klişeleriyle her fırsatta dalga geçmeyi başaran ve ünlüler geçidi bir oyuncu kadrosuyla ilgi çeken bir yapım. Bill Murray ve Adam Driver‘ın başrolünde yer aldığı ve küçük, sakin bir kasabanın güvenlik güçlerini canlandırdığı filmde, zombi istilası şiddetlendikçe tanıştığımız tuhaf karakterlerin ve izlediğimiz absürt olayların sayısı da gittikçe artıyor.

IMDb Puanı: 6.5/10

The Report | 2019, Scott Z. Burns

Gerçek olaylardan uyarlanmış bu politik gerilim, 11 Eylül sonrası ABD’de CIA’in yasaları çiğnemek, kanıtları yok etmek ve sırları saklamak için uyguladığı şok edici yöntemleri araştıran bir senatör ve çalışanının cesurca ortaya çıkardıklarını konu alıyor. Adam Driver ve Annette Bening‘in performanslarıyla dikkat çeken The Report, 2019 Sundance Film Festivali’nin en çok konuşulan filmlerinden biri olmuştu.

IMDb Puanı: 7.2/10

BlacKkKlansman | 2018, Spike Lee

1970’lerde Colorado Polis Departmanı’nın ilk siyahi polis memuru görevine getirilen Ron Stallworth’un gerçek hikayesinden yola çıkan BlacKkKlansman, ırkçı grup Ku Klux Klan’ın içine sızmayı ve daha büyük suçlar işlemelerini engellemeyi başaran bu adamın trajikomik macerasını anlatıyor. Ona yardım edense klanın nefretinin muhattabı bir diğer etnik gruba mensup, Yahudi bir polis memuru oluyor. Geçmişte ve günümüzde çok ciddi ve çok ağır sonuçları olmuş ırkçılığa mizahın gücüyle ve dönemin renkleriyle optimist bir açıdan yaklaşan Spike Lee‘nin En İyi Uyarlama Senaryo Oscar ödüllü bu filmi, etkileyici finalinde gerçekleri yüzünüze vuracak.

IMDb Puanı: 7.5/10

İlginizi çekebilir: 2018’in En İyi Filmleri

Silence | 2017, Martin Scorsese

Usta yönetmen Martin Scorsese’yi New York sokaklarında geçen ve gangster hesaplaşmalarına odaklanan filmleriyle tanıyor olabilirsiniz fakat 1997 yapımı Kundun’u izlediyseniz onun ve sinemasının ABD’den çok uzaklarda da aynı güçte hikayeler anlatabildiğini biliyorsunuzdur. Scorsese’nin yıllar sonra Uzakdoğu’ya döndüğü Silence, 17. yüzyılda Avrupa’dan Japonya’ya giderek kayıp bir rahibin peşine düşen iki misyoner rahibin hikayesini anlatıyor. Andrew Garfield, Adam Driver ve Liam Neeson‘ın başrollerinde yer aldığı film, felsefi derinliği ve olağanüstü görselliğiyle dikkat çekiyor.

IMDb Puanı: 7.2/10

Paterson | 2016, Jim Jarmusch

Jim Jarmusch‘un edebiyattan ilham alan bu tatlı filmi, New Jersey’nin Paterson şehrinde yaşayan, Paterson adlı, şiir meraklısı bir otobüs şoförünün hayatında bir haftayı konu alıyor. Paterson’ın günlük yaşamı, rutini ve hisleri ufak detaylarla değişirken, bu detaylarda gizli şairane anlar ve hafifçe gülümseten bir mizah size eşlik edecek. Tabii Adam Driver’ın doğal oyunculuğu da…

IMDb Puanı: 7.4/10

Star Wars: The Force Awakens | 2015, J.J. Abrams

Lucas Entertainment ve Disney’in arasındaki alışverişin sonuçlanması sonucu Star Wars evrenine yeni filmler eklenmesi kesinleşir kesinleşmez havalara uçan Star Wars hayranları, yeni bir üçlemenin ilk filmiyle heyecana boğulmuştu. J.J. Abrams‘ın ilk üçlemenin nostaljisini ve ikinci üçlemenin teknolojisini birleştirdiği The Force Awakens, olanların yıllar sonrasında yeni bir mücadele başlatıyor ve bizi yepyeni karakterlerle tanıştırıyor. Güçlerini yeni yeni keşfetmeye başlayan Rey ve Finn, usta pilot Poe Dameron ve karanlık tarafa sempati duyan Kylo Ren bunlardan yalnızca birkaçı… Onları sırasıyla Daisy Ridley, John Boyega, Oscar Isaac ve Adam Driver‘ın canlandırdığı filmde, ilk üçlemenin duayen oyuncuları Harrison Ford, Mark Hamill ve Carrie Fisher da arzıendam ediyor.

IMDb Puanı: 7.9/10

Hungry Hearts | 2014, Saverio Costanzo

New York’ta tanışan ve âşık olan genç bir çiftin hayatları ve ilişkileri, ansızın hayatlarına giren bir bebek ve ölüm-kalım meseleleriyle büyük sınavlar vermek zorunda kalıyor. İtalyan yönetmen Saverio Costanzo‘nun bu tuhaf ilişki dramı, başrol oyuncuları Adam Driver ve Alba Rohrwacher‘e Venedik Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini kazandırmıştı.

IMDb Puanı: 6.4/10

Inside Llewyn Davis | 2013, Ethan Coen & Joel Coen

Coen Kardeşler sinemasının tüm gülümseten ve hüzünlü özelliklerini özümsemiş bu müzik filmi, 1960’ların West Village’ının sokaklarında dolaşırken New York’un o dönemki ruhunu yakalıyor ve bizi yalnız, başarısız ve mutsuz bir müzisyenin yaşamından içeri sokuyor. Oscar Isaac‘in performansı, soluk renkleri, esprili şarkı sözlerine sahip olsa da dokunaklı olmayı başaran müzikleri ve Carey Mulligan‘dan Justin Timberlake‘e Adam Driver‘dan John Goodman‘a uzanan oyuncu kadrosuyla Inside Llewyn Davis , keyifle izleyeceğiniz, melankolik bir film.

IMDb Puanı: 7.5/10

Frances Ha | 2012, Noah Baumbach

New York’ta kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, dansçı olma hayalleri kursa da bunu gerçekleştirecek olgunluğa bir türlü ulaşamayan Frances’in gözlerimizin önünde büyüdüğü bu film, hayatın gerçekleriyle yüzleşmenin ve gerçek anlamda yetişkinliğe ermenin ne kadar zor olabildiğini hatırlatıyor. Siyah-beyaz estetiği, Greta Gerwig‘in performansı ve hayatın içinden senaryosuyla Frances Ha, büyümek zorunda kalmış ya da büyümeye çalışan tüm çocuk kalmışların izlemesi gereken bir film.

IMDb Puanı: 7.4/10

İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’nun Frances Ha incelemesi…

Oscar Adayı Filmler: En İyi Film Adaylarını Keşfedin

96. Akademi Ödülleri adayları 23 Ocak’ta açıklandı, kazananları ise 10 Mart’taki törende öğreneceğiz. Oscar töreni öncesinde eksiklerinizi kapamak, en azından En İyi Film adaylarını izlemek hem gecenin detaylarına daha iyi hakim olmanızı hem de ödül sezonu takipçileriyle arayı mümkün olduğunca kapatmanızı sağlayacak. İşte toplamda 71 adaylıkları bulunan, En İyi Film dalında Oscar adayı filmler…

Oscar Adayı Filmler: En İyi Film Adayları

American Fiction | Cord Jefferson

5 adaylık: Film, Uyarlama Senaryo, Erkek Oyuncu (Jeffrey Wright), Yardımcı Erkek Oyuncu (Sterling K. Brown), Orijinal Müzik

Cord Jefferson’ın ilk uzun metrajlı filmi, ABD’de siyahların yaşamlarını beyazlara pazarlayarak kazanç elde eden edebiyat dünuyasını tiye alıyor. Thelonious “Monk” Ellison adlı yazar, bu durumu eleştirmek için ait olmadığı trajik bir yaşamı takma isimle kaleme alınca, tüm ilgiyi üzerine çekilmiş olarak buluyor.

American Fiction‘ı Jeffrey Wright’ın başı çektiği yetenekli oyuncu kadrosu, güçlü mizahı ve edebi referansları için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.6/10

Anatomy of a Fall | Justine Triet

5 adaylık: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Sandra Hüller), Kurgu

Yılın Altın Palmiye ödüllü filmi, gerçeğin nasıl ve kim tarafından anlatıldığına göre değişebileceğini gösteriyor. Alpler’deki evlerinin üst katından karlara çakılarak hayatını kaybeden eşini öldürmekle suçlanan bir yazarın mahkeme süreci, bu düşüşün onun eseri olup olmadığını farklı perspektiflerden anlatıyor.

Anatomy of a Fall‘u Sandra Hüller’in olağanüstü performansı, ustaca film kurgusu ve olay örgüsü ile gerçeklik algınızla oynama yetisi için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

Barbie | Greta Gerwig

8 adaylık: Film, Uyarlama Senaryo, Yardımcı Kadın Oyuncu (America Ferrera), Yardımcı Erkek Oyuncu (Ryan Gosling), Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Orijinal Şarkı, Orijinal Şarkı

Greta Gerwig, tüm zamanların en ünlü oyuncaklarından Barbie’nin dünyasının kapılarını aralayarak feminist bir öykü anlatıyor. Mükemmel dünyası ve tozpembe rutininin ortasında bir gün uyandığında kendini gerçekliği, yaratılışını ve ölümlülüğü sorgularken bulan Barbie, peşine takılan Ken ile insanların dünyasına yolculuk edip geri döndüğünde dünyanın dertlerini ve en çok da erk meselelerini o tozpembe dünyaya taşımış oluyor.

Barbie‘yi geçmişte gerçekçi olmayan güzellik standartları nedeniyle eleştirilmiş bir oyuncağı feminist bir destana dönüştürebildiği, yaratıcı görsel tasarımı ve filme eşlik eden eğlenceli şarkıları için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 6.9/10

The Holdovers | Alexander Payne

5 adaylık: Film, Orijinal Senaryo, Erkek Oyuncu (Paul Giamatti), Yardımcı Kadın Oyuncu (Da’Vine Joy Randolph), Kurgu

Amerikan bağımsız sinemasının vazgeçilmezlerinden Alexander Payne, son yılların en yürek ısıtıcı Noel filmlerinden biriyle geri dönüyor. Farklı sebeplerle evlerine ya da ailelerinin yanına dönemeyen ve Noel tatilini yatılı okulda geçirmek zorunda kalan bir grup öğrenci ve onlarla kalan bir öğretmen ile bir mutfak işçisi, tatil boyunca sıkı bir bağ oluşturuyorlar.

The Holdovers‘ı Paul Giamatti, Da’Vine Joy Randolph ve Dominic Sessa üçlüsünün doğal ve etkili performansları ile akıcı senaryosu için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.0/10

Killers of the Flower Moon | Martin Scorsese

10 adaylık: Film, Yönetmen, Kadın Oyuncu (Lily Gladstone), Yardımcı Erkek Oyuncu (Robert De Niro), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Orijinal Müzik, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Orijinal Şarkı

Yaşayan en büyük yönetmenlerden Martin Scorsese, favori oyuncuları Robert De Niro ve Leonardo DiCaprio’yu aynı filmde buluştururken, Lily Gladstone’u dünyaya tanıtıyor. 1920’lerin Oklahoma’sında Osage yerlilerine ait topraklar ve güç kaynakları, beyazların sistematik cinayetleriyle el değiştiriyor.

Killers of the Flower Moon‘u Scorsese’nin kusursuz yönetmenliğine tanık olmak, yakın tarihin kirli sayfalarına dair daha fazlasını öğrenmek ve Amerikan yerlilerinin kültürünü daha iyi kavramak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.7/10

Maestro | Bradley Cooper

7 adaylık: Film, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Carey Mulligan), Erkek Oyuncu (Bradley Cooper), Görüntü Yönetimi, Makyaj ve Saç Tasarımı, Ses

Bradley Cooper, bu Leonard Bernstein biyografisinin yapımcılığını, senaristliğini, yönetmenliğini ve başrolünü üstleniyor. Klasik müzik dehası, besteci ve orkestra şefi Bernstein ve eşi Felicia Montealegre ile olan ilişkisi, yıllara yayılan bir hikayede beyaz perdeye taşınıyor.

Maestro‘yu kusursuz bir işçiliğe, Bernstein müziklerinin yeniden yorumlama şekline ve Bradley Cooper’ın dönüşümüne tanık olmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 6.6/10

Oppenheimer | Christopher Nolan

13 adaylık: Film, Yönetmen, Uyarlama Senaryo, Erkek Oyuncu (Cillian Murphy), Yardımcı Kadın Oyuncu (Emily Blunt), Yardımcı Erkek Oyuncu (Robert Downey Jr.), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Orijinal Müzik, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Makyaj ve Saç Tasarımı, Ses

Christopher Nolan, epik filmlerine bir yenisini, bu kez bir biyografiyle ekliyor. II. Dünya Savaşı’nı sona erdiren atom bombasını keşfeden Julius Robert Oppenheimer’ın yaşamını konu alan bu Nolan-vari biyografi, savaşın yıllar sonrasında yargılama sürecini de derin diyaloglarla işliyor.

Oppenheimer‘ı müzik, görüntü ve efektlerindeki kusursuzluk ve Cillian Murphy’nin başı çektiği oyuncu kadrosunun başarılı performansları için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.4/10

Past Lives | Celine Song

2 adaylık: Film, Orijinal Senaryo

Celine Song, ilk uzun metrajlı filminde Kore’den ABD’ye uzanan bir aşk hikayesi anlatıyor. Nora, yıllar sonra New York’ta çocukluk aşkı Hae Sung ile bir araya geldiğinde geçmişi anımsıyor, eşi Arthur ve onun arasında nostaljik, romantik ve huzurlu bir yolculuğa çıkıyor.

Past Lives‘ı bağımsız sinemada yeni bir yönetmenin yükselişine tanık olmak, eski aşklarınızı anımasamak ve yılın toksiklikten en uzak erkek karakteri Arthur’la tanışmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.9/10

Poor Things | Yorgos Lanthimos

11 adaylık: Film, Yönetmen, Uyarlama Senaryo, Kadın Oyuncu (Emma Stone), Yardımcı Erkek Oyuncu (Mark Ruffalo), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Orijinal Müzik, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Makyaj ve Saç Tasarımı

Yunan Tuhaf Dalgası’ndaki stilini ve sinema dilini uluslararası boyuta taşımayı başaran Yorgos Lanthimos, yine oldukça tuhaf bir Frankenstein hikayesi anlatıyor. Viktorya dönemi Londra’sında çılgın bir bilim insanının yarattığı yetişkin bedenindeki Bella, bedenini, cinselliği, felsefeyi ve toplumu keşfederken, dünyaya başkaldırıyor.

Poor Things‘i Emma Stone’un muhteşem performansı, Lanthimos tuhaflığındaki görsel dünyası ve müzikleri ve aynı adlı romanı başarıyla sinemaya taşıyan kusursuz uyarlaması için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.3/10

The Zone of Interest | Jonathan Glazer

5 adaylık: Film, Uluslararası Film (Birleşik Krallık), Yönetmen, Uyarlama Senaryo, Ses

Jonathan Glazer, Holocaust’a dair hiçbir görüntüye yer vermeden, kan dondurucu bir Holocaust filmine imza atıyor. Bir Nazi subayı ve ailesi, Auschwitz toplama kampının bitişiğindeki evlerinde rüya gibi bir yaşam inşa ediyorlar.

The Zone of Interest‘i bulabileceğiniz en özgün Holocaust filmini kaçırmamak için, ses tasarımı ve müzikleri sayesinde tüylerinizin diken diken olmasını deneyimlemek için ve bir yıl içinde iki filmde birden etkileyici performanslar veren Sandra Hüller için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.7/10

95. Akademi Ödülleri: Oscar Adayı Filmler

All Quiet on the Western Front | Edward Berger

9 Adaylık, 4 Ödül*: Film, Uluslararası Film* (Almanya), Uyarlama Senaryo, Görüntü Yönetimi*, Orijinal Müzik*, Prodüksiyon Tasarımı*, Makyaj ve Saç, Görsel Efektler, Ses

1930’lar ve 1970’lerde iki kez sinemaya uyarlanan, Remarque imzalı ünlü roman Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, bu kez Almanya yapımı bir Netflix orijinal filmi olarak karşımıza çıkıyor. Film, I. Dünya Savaşı’nda büyük bir hevesle, yakın arkadaşlarıyla birlikte orduya yazılan ve cepheye giden genç bir askerin dehşet dolu ve travmatik deneyimini üst düzey bir teknik yetkinlikle anlatıyor. En İyi Uluslararası Film Oscar yarışında da Almanya’yı temsil eden Im Westen nichts Neues, sezon boyunca düşük bir tanıtım bütçesiyle elde ettiği adaylıkların ve kazanmaya başladığı ödüllerin ardından diğer Netflix yapımları arasından sıyrılmayı ve platformun önceliği olmayı başardı.

All Quiet on the Western Front‘u savaşın korkunçluğunu ve anlamsızlığını anlamak, teknik anlamda başarılı bir savaş filmi izlemek ve Hauschka imzalı müzikleri için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

Avatar: The Way of Water | James Cameron

4 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Prodüksiyon Tasarımı, Görsel Efektler*, Ses

James Cameron’ın gişe rekorları kıran, üç boyutlu sinema teknolojilerinde çığır açan 2009 yapımı filmi Avatar’ın devamı yıllar sonra karşımıza çıkıyor. İnsanların Pandora’ya ulaşmasının ve gezegeni büyük bir yenilginin ardından terk etmesinin ardından yeni ailesiyle yaşayan Jake Sully, yıllar sonra yeni teknolojiler ve silahlarla geri dönen insanlara karşı, bu kez ailesiyle birlikte savaş veriyor. Yanına bu kez deniz kabileleri ve balinaları da alarak…

Avatar: The Way of Water‘ı James Cameron’ın görsel efektler teknolojilerine yeni katkılarının sonuçlarını görmek, Pandora’nın büyülü dünyasına geri dönmek ve Titanic’i hatırlamak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

The Banshees of Inisherin | Martin McDonagh

9 Adaylık: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Erkek Oyuncu (Colin Farrell), Yardımcı Kadın Oyuncu (Kerry Condon), Yardımcı Erkek Oyuncu (Brendan Gleeson), Yardımcı Erkek Oyuncu (Barry Keoghan), Kurgu, Orijinal Müzik

İrlanda asıllı yönetmen Martin McDonagh, ilk filmi In Bruges’ün ardından dördüncü filminde bir kez daha filmin oyuncuları Colin Farrell ve Brendan Gleeson’ı bir araya getiriyor. Inisherin adlı kurmaca bir adada geçen film, yakın iki dosttan birinin aniden diğeriyle konuşmamaya karar vermesi üzerine yaşananları anlatıyor. Bundan yüz yıl öncesinden geçen film, insan ilişkileri anlamında güncelliğini koruyor, varoluşu ve dostluğu sorguluyor.

The Banshees of Inisherin‘i İrlanda manzaralarına hayran kalmak, tüm oyuncu kadrosunun muhteşem performanslarını görmek ve varoluşu sorgulamak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

Elvis | Baz Luhrmann

8 Adaylık: Film, Erkek Oyuncu (Austin Butler), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Makyaj ve Saç, Ses

Popun Kralı Elvis Presley’nin biyografisi, Moulin Rouge! ve The Great Gatsby gibi hem görsel hem de işitsel birer şölene dönüşen filmlerin yönetmeni Baz Luhrmann’a emanet ediliyor. Genç ve yetenekli oyuncu Austin Butler’ın canlandırdığı Elvis Presley’nin yaşamı, yirmini yüzyıl ABD’sine dair birçok ipucu verirken, onun müziğini, onunla özdeşleşmiş müziğin köklerini ve onun etkisinde kalanları derinlemesine düşünmeyi sağlıyor.

Elvis‘i Austin Butler’ın Elvis Presley’e dönüşümüne tanık olmak, iyi müzikler eşliğinde göz kamaştırıcı bir gösteri izlemek ve Elvis şarkılarını hafızanıza kazımak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.3/10

Everything Everywhere All at Once | The Daniels

11 Adaylık, 7 Ödül*: Film*, Yönetmen*, Orijinal Senaryo*, Kadın Oyuncu* (Michelle Yeoh), Yardımcı Kadın Oyuncu* (Jamie Lee Curtis), Yardımcı Kadın Oyuncu (Stephanie Hsu), Yardımcı Erkek Oyuncu* (Ke Huy Quan), Kurgu*, Orijinal Müzik, Kostüm Tasarımı, Orijinal Şarkı

Her sahnesinde, hatta bazen her karesinde farklı bir evren vadeden The Daniels imzalı film, türler arası gidip gelişleri, çoklu evren fenomenini işleyişi, yaratıcılığı ve hızlı temposuyla bugüne kadar izlediğiniz hiçbir filme benzemeyen bir deneyim sunuyor. Michelle Yeoh’nun canlandırdığı, Çin’den göç ettiği ABD’de ailesiyle birlikte bir çamaşırhane işleten oldukça sıradan bir göçmen olan Evelyn, vergi denetimi sırasında evrenin kapılarının açılmasıyla adeta bir süper kahramana dönüşüyor. Farklı evrenler arasındaki gidip gelişler, duygusal bir roller-coaster’a dönüşüyor.

Everything Everywhere All at Once‘ı günceli yakalamak, beyninizi çalıştırmak, dikkat egzersizleri yapmak, türlerarası bir gösteriye tanık olmak ve yılın en iyi filmini kaçırmamak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.0/10

The Fabelmans | Steven Spielberg

7 Adaylık: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Michelle Williams), Yardımcı Erkek Oyuncu (Judd Hirsch), Orijinal Müzik, Prodüksiyon Tasarımı

Günümüz sinemasının en büyük ustalarından Steven Spielberg, kendi ailesi ve çocukluğundan esinlenen bir filmle sinemaya ilanıaşk ediyor. 1950’lerde New Jersey’de yaşayan Fabelmanlar’ın yaşamı California’ya taşındıktan sonra değişirken, ailenin oğlu Sammy Fabelman hayatındaki güçlüklerin üstesinden sinemaya olan aşkıyla geliyor.

The Fabelmans‘ı Spielberg sinemasının köklerine dair daha fazla bilgi sahibi olmak, Michelle Williams’a bir kez daha hayran kalmak ve aile bağlarınızı değil belki ama sinema aşkınızı güçlendirmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.6/10

TÁR | Todd Field

6 Adaylık: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Cate Blanchett), Kurgu, Görüntü Yönetimi

Bir anda klasik müzik dünyasının en ünlü kurmaca karakterine dönüşen, Cate Blanchett’in bedeninde hayat bulan orkestra şefi ve besteci Lydia Tár, hırslı, güçlü, yetenekli bir kadın olarak varlığıyla büyülüyor. Fakat kendisine yöneltilen suçlamalar, bir anda dünyasını ve sanatını bir savaşa sürüklüyor. In the Bedroom ve Little Children’ın ardından uzun süreli bir sessizliğe bürünen Todd Field’ın yıllar sonra gelen filmi, estetiği, müzikleri ve gerilimli tonuyla etkiliyor.

TÁR‘ı güncel tartışmalara dair beyin jimnastiği yapmak, Cate Blanchett’in nefes kesen performansıyla koltuğunuzda dikilmek ve klasik müziğe doymak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.5/10

Top Gun: Maverick | Joseph Kosinski

6 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Uyarlama Senaryo, Kurgu, Görsel Efektler, Ses*, Orijinal Şarkı

1986 yapımı Top Gun’ın yıllar sonra gelen devam filminde Tom Cruise, usta pilot Maverick akademiye geri dönüyor – bu kez bir eğitmen olarak. Asi savaş pilotu, en az kendisi kadar asi öğrencileriyle Amerikan Ordusu’nun disiplinli sistemini zorlarken, film öncülünün nostaljisini en iyi şekilde yaşatıyor ve yeni bir görevle aksiyon dolu sahneler sunuyor.

Top Gun: Maverick‘i 80’ler nostaljisi yaşamak, Tom Cruise’un dinmek bilmeyen enerjisine tanık olmak ve muazzam görsel efektler ve ses tasarımıyla havalanmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.3/10

Triangle of Sadness | Ruben Östlund

3 Adaylık: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo

Force Majeure ve The Square gibi filmleriyle sınıfsal fark ve toplumsal cinsiyet kavramları üzerine hicivlere imza atan iki Altın Palmiye ödüllü yönetmen Ruben Östlund’un yeni filmi, yine aynı sularda yüzüyor. İkisi de modellik ve influencer’lıkla geçimini sağlayan genç bir çiftin ilişkilerini, davet edildikleri süper lüks gemi seyahatini ve kabus dolu olduğu kadar komik bir gecenin ardından düştükleri ıssız adada alaşağı olan toplumsal dinamikleri konu alan film, bol kahkaha vadediyor.

Triangle of Sadness‘ı sınıf çatışmaları üzerine düşünmek, ilişkilere dair kendi deneyimlerinizi anımsamak ve karnınız ağrıyana kadar gülmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.4/10

Women Talking | Sarah Polley

2 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Uyarlama Senaryo*

Miriam Toews’in başarılı romanı, güçlü bir oyuncu kadrosuyla sinemaya uyarlanıyor. Modern toplum düzeninin dışında izole bir yaşam süren bir tarikatın kadınları, komünitenin erkeklerinin toplu ve sistematik tecavüzlerine karşı birlik olarak gizli bir oylama yapıyor, hiçbir şey yapmamak, kalıp savaşmak ve terk etmek arasında bir seçim yapmaya çalışıyorlar. Sarah Polley’nin filmi, Rooney Mara, Claire Foy, Jessie Buckley ve Frances McDormand gibi oyuncularıyla da, kadınların bireysel ve ortak hikayeleriyle, etkileyici bir feminist harekete dönüşüyor.

Women Talking‘i bir roman uyarlaması nasıl olmalo sorusunun yanıtını almak, güçlü kadınların etkileyici hikayelerinden etkilenmek ve dayanışmanın gücünü hatırlamak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.1/10

94. Akademi Ödülleri: Oscar Adayı Filmler

Belfast | Kenneth Branagh

7 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Özgün Senaryo*, Yardımcı Erkek Oyuncu (Ciarán Hinds), Yardımcı Kadın Oyuncu (Judi Dench), Ses, Özgün Şarkı

oscar adayı filmler - belfast
Belfast (2021, Kenneth Branagh)

1960’larda Belfast’ta dünyaya gelen İrlandalı oyuncu, yönetmen ve senarist Kenneth Branagh, kendisi için oldukça kişisel bir hikayeyi beyaz perdeye taşıdı bu yıl. Yönetmenin siyah-beyaz çektiği Belfast filmi, 1960’ların sonunda Belfast sokaklarındaki ateşli ve tehlikeli mezhep çatışmalarının ortasında bir büyüme hikayesi anlatıyor ve bir çocuğun gözünden ailesinin ve içinde yaşadığı toplumun bocalamalarını ve çektikleri zorlukları yansıtıyor. Jamie Dornan, Caitriona Balfe, Ciarán Hinds ve Judi Dench‘li kadrosu, sezonun güçlü toplu performanslarından birine imza atıyor. Toronto’da kazandığı İzleyici Ödülü’nün ardından En İyi Film Oscar ödülü için favoriye dönüşen film, bu etkiyi ödül sezonu boyunca koruyamadı.

Belfast‘ı sizin geçmişinize ve hikâyenize dair olmasa da hissedeceğiniz nostaljisi ve kişiselliği, tribünlere oynadığı duygu yüklü anları ve küçük oyuncu Jude Hill’in performası için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.3/10

CODA | Sian Heder

3 Adaylık, 3 Ödül*: Film*, Uyarlama Senaryo*, Yardımcı Erkek Oyuncu* (Troy Kotsur)

oscar adayı filmler - coda
CODA (2021, Sian Heder)

2014 yapımı Fransız komedisi La famille Bélier‘nin hikayesini Fransız kırsalından alıp, neredeyse birebir şekilde Massachusetts’e taşıyan CODA, ailesinin tüm diğer üyeleri işitme engelli olan Ruby’nin müzik tutkusunu konu alıyor. Tüm yaşamı boyunca ailesine destek olurken, onların kendisine bağımlı hale gelmesine de istemeden neden olan Ruby’nin müzik okuluna gitme isteği, tam da bu yüzden ailesini korkutuyor. Film, özgün versiyonunu izlememiş olanlar için dokunaklı ve yürek dağlayan hikayesiyle gönül fethetmeye devam ediyor. CODA, Sundance Film Festivali’nde Büyük Ödül’ü kazanarak ve Apple TV+ tarafından satın alınarak sağlam adımlarla başladığı ödül sezonu yolculuğunda son günlerde atağa geçerek, En İyi Film Oscar ödülü için en güçlü adaylardan biri haline geldi.

CODA‘yı gerçek hayatta da işitme engelli olan oyuncular Marlee Matlin ve Troy Kotsur’un performansları ve tatlı şarkıları için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.0/10

Don’t Look Up | Adam McKay

4 Adaylık: Film, Özgün Senaryo, Kurgu, Özgün Müzik

oscar adayı filmler - don't look up
Don’t Look Up (2021, Adam McKay)

The Big Short ve Vice gibi, toplumsal ve politik meseleleri ana akım sinemaya yakın bir dille ve yüksek tempolu bir kurguyla anlatarak kendine özgü bir stil yaratmış olan Adam McKay, Netflix orijinali ilk filminde günümüzde bilime inanmayan bir kitlenin yarattığı tehlikeli görüşleri tiye alıyor. Aşı karşıtlığı, küresel ısınma ya da iklim aciliyeti gibi konularda bilime inanmayı reddeden politikacılar, medya ve farklı grupların at gözlüklerine dikkat çekmek için dünyaya çarpmak üzere olan bir meteor metaforunu kullanıyor. Bir noktadan sonra gökyüzünde belirgin bir şekilde gözükmeye başlamasına rağmen kalabalık bir kitle tarafından varlığına inanılmayan bir meteorun dünyaya çarpmasından önceki kaos, trajikomik anlar ve esprili diyaloglarla ve tabii yıldız bir oyuncu kadrosuyla ekrana taşınıyor.

Don’t Look Up‘ı tıkır tıkır işleyen kurgusu, Hollywood’un en ünlü isimlerini soktuğu haller, Ariana Grande’nin film için yaptığı muhteşem şarkı ve tabii bol bol gülmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.2/10

Drive My Car / Doraibu mai kâ| Ryûsuke Hamaguchi

4 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Uluslararası Film* (Japonya), Yönetmen, Uyarlama Senaryo

oscar adayı filmler - drive my car
Drive My Car (2021, Ryûsuke Hamaguchi)

Haruki Murakami’nin “Kadınsız Erkekler” adlı kitabında yer alan aynı adlı öyküden uyarlanan Drive My Car, geçtiğimiz yılki Cannes Film Festivali’nden En İyi Senaryo ödülüyle ayrılmıştı. Yakın zaman önce eşini kaybetmiş bir tiyatro yönetmeninin yeni oyunun hazırlık süreci boyunca kendisine tahsis edilen şoförüyle olan dostluğu, oyunun hazırlıkları ve bu dönemde hayatındaki farklı insanlarla diyalogları üzerinden ilerleyen film, 3 saatlik süresine ve neredeyse filmin üçte birine kadar belirmeyen açılış jeneriğine rağmen, yüklediği duygular ve hissettirdikleri sayesinde kolayca izleniyor. Japonya’nın En İyi Uluslararası Film kategorisindeki adayı olan film, En İyi Film dahil üç farklı kategoride daha yarışıyor olmasıyla, o kategorinin kazananı olacağını garantilemiş gibi.

Drive My Car‘ı Murakami anlatısını sinemaya uyarlamadaki başarısı, sessizlikten beslenen güçlü anları ve duygusal olarak oldukça yoğun diyalogları için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.7/10

Dune| Denis Villeneuve

10 Adaylık, 6 Ödül*: Film, Uyarlama Senaryo, Kurgu*, Görüntü Yönetimi*, Özgün Müzik*, Prodüksiyon Tasarımı*, Kostüm Tasarımı, Makyaj ve Saç Tasarımı, Görsel Efektler*, Ses*

oscar adayı filmler - dune
Dune (2021, Denis Villeneuve)

Frank Herbert‘ın bilim kurgu klasiği, yıllar önce David Lynch tarafından sinemaya uyarlansa da, Denis Villeneuve çok daha büyük bir bütçe, çok daha sansasyonel bir kadro ve çok daha gösterişli bir görsellikle Dune’u yeniden sinemaya uyarlayacağını duyurduğunda tüm dünya heyecanlanmış, fakat bu heyecan pandemi nedeniyle bir hayli askıya alınmak zorunda kalmıştı. Timothée Chalamet‘nin başrolünde yer aldığı bu “seçilmiş kişi” hikayesi, değerli bir baharatla zenginleşmiş kumları en büyük kaynağı olan çöl gezegeni Dune’un kaderinin soylu bir ailenin oğlunun ellerine bırakılmasını konu alıyor. Filmin En İyi Film kategorisinde şansı olmasa da, sanatsal ve teknik dallardaki başarısı sayesinde Oscar gecesinden eli bir hayli dolu ayrılacağı kesin.

Dune‘u yarattığı büyüleyici görsellikteki evren ve detayları, Hans Zimmer’in müzikleri ve görsel efektlerdeki yetkinliği için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.1/10

King Richard | Reinaldo Marcus Green

6 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Özgün Senaryo, Erkek Oyuncu* (Will Smith), Yardımcı Kadın Oyuncu (Aunjanue Ellis), Kurgu, Özgün Şarkı

oscar adayı filmler - king richard
King Richard (2021, Reinaldo Marcus Green)

Serena ve Venus Williams kardeşlerin ayrıcalıklı beyazlarla özdeşleşmiş tenis sporunda yıldızlaşmasının hikayesini, babalarını merkeze alarak anlatan King Richard, En İyi Film adayları içerisinde en popülist ve ana akıma en yakın filmlerden biri. Klasik bir biyografik film anlatısı izleyen, oyuncu performansları ve kurgusuyla öne çıkan film, En İyi Film Oscar ödülü için en güçlü adaylardan biri olması bir yana, muhtemelen başrol oyuncusu Will Smith‘e ilk Oscar’ını kazandıracak.

King Richard‘ı motive edici ve ilham verici bir hikaye dinlemek ve taklitten uzak güçlü performanslara tanık olmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.5/10

Licorice Pizza | Paul Thomas Anderson

3 Adaylık: Film, Yönetmen, Özgün Senaryo

oscar adayı filmler - licorice pizza
Licorice Pizza (2021, Paul Thomas Anderson)

Kendisinden hep epik hikayeler, hırslı karakterler ve büyük çatışmalar izlemeye alıştığımız Paul Thomas Anderson, bizi kendi çocukluğunun da geçtiği 1970’lerin Hollywood’una götüren, oldukça kişisel bir filmle çıktı karşımıza bu yıl. Üstelik başrollere erken kaybettiğimiz, vazgeçilmez oyuncularından Philip Seymour Hoffman’ın oğlu Cooper Hoffman ve Haim grubuyla tanıdığımız Alana Haim gibi tanınmamış yüzleri yerleştirerek. Licorice Pizza, on beş yaşındaki bir erkek çocuğu ve kendisinden on yaş büyük olmasına rağmen büyük bir tutkuyla aşık olduğu bir genç kadının yıllara yayılan aşk ve dostluk hikayesini anlatıyor. Paul Thomas Anderson‘ın sineması, tabii ki ilk gençliğin saf aşkını da en güçlü yanlarıyla ele alarak etkileyici bir film ortaya çıkarıyor.

Licorice Pizza‘yı ilk aşkınızı hatırlamak, o aşkın karında kelebekler uçurtan, kıskandıran, özleten ve hırslandıran anlarını yeniden yaşamak ve iki yeni oyuncuyla tanışmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.5/10

Nightmare Alley | Guillermo del Toro

4 Adaylık: Film, Görüntü Yönetimi, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı

oscar adayı filmler - nightmare alley
Nightmare Alley (2021, Guillermo del Toro)

Guillermo del Toro, her zamanki gotik atmosferini bu kez 1940’ların New York’una, karnavallar, medyumlar ve mistik insanlarla dolu bir filme taşıyor. Bradley Cooper, Rooney Mara ve Cate Blanchett‘in başrollerini paylaştığı bu roman uyarlaması, sözcüklerle arası pek de iyi olmasa da konuştuğu anda etkileyen, manipülasyon ustası bir genç adamın, bu özelliğini ve psikoloji bilgisini kullanarak hırslarına yenik düştüğü bir medyuma dönüşmesini konu alıyor. Özellikle set ve kostüm tasarımıyla dikkat çeken Nightmare Alley, yılın en karanlık filmlerinden biri.

Nightmare Alley‘i prodüksiyon tasarımındaki başarısı ve psikolojiyi incelikle anlatısının bir parçası haline getirişine tanık olmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.1/10

The Power of the Dog | Jane Campion

12 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen*, Uyarlama Senaryo, Erkek Oyuncu (Benedict Cumberbatch), Yardımcı Kadın Oyuncu (Kirsten Dunst), Yardımcı Erkek Oyuncu (Jesse Plemons), Yardımcı Erkek Oyuncu (Kodi Smit-McPhee), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Özgün Müzik, Prodüksiyon Tasarımı, Ses

oscar adayı filmler - the power of the dog
The Power of the Dog (2021, Jane Campion)

Netflix’in dağıtımını üstlendiği bu kara western, toksik erkekliği acımasızca eleştiriyor. Evlenen kardeşinin ailesiyle birlikte sahip oldukları çiftliğe geri dönmesiyle birlikte çiftlikteki gücü elinde barındıran Phil’in bu yeni durumun acısını ailesinden çıkarmasını anlatan film, Montana kırsalına gizem ve gerilim taşıyor. Film, Benedict Cumberbatch, Kirsten Dunst, Jesse Plemons ve Kodi Smit-McPhee‘den oluşan oyuncu kadrosunun harikulade performanslarıyla öne çıkıyor. Ödül sezonuna Jane Campion‘a Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülü kazandırarak başlayan The Power of the Dog, sezonun en çok ödüllendirilen filmi olmasına rağmen, ana akıma ve izleyicinin duygularına daha çok hitap eden CODA, King Richard ve Belfast gibi rakipleri karşısında zaferini kesinleştiremeyebilir.

The Power of the Dog‘u western türündeki bir filmde toksik erkekliğin nasıl da ezilebildiğine inanmak, Jane Campion’un yönetmenlikteki başarısına tanık olmak, her biri birbirinden akılda kalıcı oyuncu performansları ve Jonny Greenwood’un müzikleri için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 6.9/10

West Side Story | Steven Spielberg

7 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Yardımcı Kadın Oyuncu* (Ariana DeBose), Görüntü Yönetimi, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Ses

1950’lerde New York şehrinin batı yakasındaki dönüşümü ve burada yaşayan iki farklı etnik kimliğe sahip gruplar arasındaki gerilimi konu alan ünlü Broadway müzikali 1961 yılında beyaz perdeye taşınmış ve En İyi Film dahil 10 Oscar ödülü kazanmıştı. Başyapıtlarla dolu kariyerinde ilk kez bir müzikale imza atan Steven Spielberg, kökleri Romeo ve Jülyet hikayesine dayanan bu müzikali, günümüze çok daha uygun bir hale getirerek, yine müzikal ve görsel anlamda ortaya gösterişli bir iş çıkararak yeniden çekti. Başta Ariana DeBose ve Mike Faist olmak üzere genç ve yetenekli oyuncu kadrosuyla West Side Story, klasik versiyonunun ötesine geçebilen nadir yeniden-uyarlamalardan.

West Side Story (2021, Steven Spielberg)

West Side Story‘i son yıllarda Steven Spielberg’ün elinden çıkmış en iyi işi kaçırmamak, dünyanın en ünlü müzikallerinden birinin günümüz dünyasına uygun bir şekilde nasıl uyarlandığını görmek, ışığı, müziği, koreografiyi kullanışına hayran kalmak ve tabii ezbere bildiğiniz şarkıları mırıldanmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.4/10

93. Akademi Ödülleri: Oscar Adayı Filmler

The Father | Florian Zeller

6 Adaylık, 2 Ödül: Film, Uyarlama Senaryo*, Erkek Oyuncu* (Anthony Hopkins), Yardımcı Kadın Oyuncu (Olivia Colman), Kurgu, Prodüksiyon Tasarımı

Fransız senarist ve oyun yazarı Florian Zeller‘ın Paris’te sahneye konan başarılı oyununun sinema uyarlaması olan The Father, güz festivallerinde izleyici karşısına çıkmasına ve o an konuşulmaya başlamasına karşın, pandemi şartlarında Türkiye’de de dünyada da izleyiciyle buluşmakta bir hayli zorlandı ve gecikti. Yine de En İyi Film dahil birçok kategoride Oscar adaylığı etmeyi başardı. Film, Anthony Hopkins‘in olağanüstü bir performansla canlandırdığı bir adamın zihninin oynadığı oyunlara meydan okuma çabasını konu alıyor. Etrafındaki insanların yüzlerinden evindeki eşyaların yerlerine, kendisine anlatılan hikayelerdeki detaylardan yaşanan olayların sırasına kadar her şey zihninde karmakarışık olan Anthony’nin bu mücadelesine filmin kurgusu ve prodüksiyon tasarımı da büyük ölçüde katkıda bulunuyor.

oscar adayı filmler - the father
The Father (2020, Florian Zeller)

The Father‘ı kendine özgü sinema dilini yaratabilen bir tiyatro uyarlamasının nasıl olabileceğini görmek, Anthony Hopkins‘in oyunculuğuna bir kez daha hayran kalmak ve adeta nefes alan prodüksiyon tasarımının yanıltmacalarına kanmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.3/10

Judas and the Black Messiah | Shaka King

6 Adaylık, 2 Ödül*: Film, Özgün Senaryo, Yardımcı Erkek Oyuncu* (Daniel Kaluuya), Yardımcı Erkek Oyuncu (Lakeith Stanfield), Görüntü Yönetimi, Özgün Şarkı*

Pandemi nedeniyle 2021’in ilk aylarında gösterime giren filmlerin de değerlendirmeye alındığı 2020-2021 ödül sezonunda, öne çıkan 2021 yapımı, Shaka King imzalı Judas and the Black Messiah oldu. Film, siyah mücadelesi adına en önemli örgütlerden/partilerden olan Black Panther Partisi’nin Illinois teşkilatının lideri Fred Hampton’ı merkezine alıyor. Hampton’ın peşine düşen FBI’n ufak bir suç nedeniyle tutuklanan siyah genç Bill O’Neal’i ajan olarak kullandığı olaylar, Fred Hampton’ın yakalanması ve öldürülmesiyle sonuçlanıyor. (Tarih, en büyük spoiler’dır.) Filmin iki başrol oyuncusu Lakeith Stanfield ve Daniel Kaluuya, tartışmalı bir şekilde, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde aday gösterildi.

oscar adayı filmler - judas and the black messiah
Judas and the Black Messiah (2021, Shaka King)

Judas and the Black Messiah‘ı siyah sinemanın en güncel örneğiyle tanışmak, genç yaşta FBI tarafından öldürülen aktivist Fred Hampton’ın hikayesine aşina olmak ve harikulade performanslara tanık olmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.6/10

Mank | David Fincher

10 Adaylık, 2 Ödül*: Film, Yönetmen, Erkek Oyuncu (Gary Oldman), Yardımcı Kadın Oyuncu (Amanda Seyfried), Görüntü Yönetimi*, Özgün Müzik, Prodüksiyon Tasarımı*, Kostüm Tasarımı, Makyaj ve Saç Tasarımı, Ses

Çağımızın usta yönetmenlerinden David Fincher, Hollywood’un altın çağını konu alan, üstelik siyah-beyaz bir filmle hayranlarını şaşırttı. Fincher’ın babasının senaryosunu yazdığı Mank, dönemin ve sinema tarihinin en önemli filmlerinden Citizen Kane‘in senaryosunun yazım sürecini konu alıyor ve Hollywood stüdyoları ile Amerikan siyasetinin kapalı kapılar ardındaki ilişkisine yoğunlaşıyor. Gary Oldman‘in senarist Herman Makiewicz‘i canlandırdığı film, birçok gerçek ismin karakterlere dönüştüğü bir zaman makinesi niteliğinde.

oscar adayı filmler - mank
Mank (2020, David Fincher)

Mank‘i dönemin estetiği ve ince işlenmiş senaryosu sayesinde Hollywood’un altın çağına doğru bir yolculuğa çıkmak, klasik Hollywood filmlerinin perde arkasında yaşananlara dair fikir sahibi olmak ve dönemin stüdyolarının kusursuz bir işçilikle yeniden inşa edildiği setlere hayran kalmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.0/10

Minari | Lee Isaac Chung

6 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Özgün Senaryo, Erkek Oyuncu (Steven Yeun), Yardımcı Kadın Oyuncu* (Youn Yuh-jung), Özgün Müzik

Bir yıl önce Güney Kore filmi Parasite’ın ve yönetmeni Bong Joon-ho’nun tarih yazmasının ardından, 2020-2021 ödül sezonu da Asya kökenli sinemacılar için iyi bir yıl oldu. Minari, ABD’ye göç etmiş Güney Koreli bir ailenin yeni bir hayat kurma, yeni ülkelerine adapte olma, fakat bunu yaparken kendi benliklerini ve köklerini de koruma çabalarını konu alıyor. 1980’lerin ABD kültürünü Koreli bir ailenin gözünden yansıtmaktaki başarısı bir yana Minari, gücünü oyuncu performanslarından ve oyuncularının birbirleriyle olan uyumundan alıyor.

oscar adayı filmler - minari
Minari (2020, Lee Isaac Chung)

Minari‘yi yılın en iyi bağımsız yapımlarından birini kaçırmamak, bol bol duygulanmak ve başta Steven Yeun ve büyükanne rolündeki Youn Yuh-jung olmak üzere uyumlu oyuncu kadrosuna hayranlık duymak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.6/10

Nomadland | Chloé Zhao

6 Adaylık, 3 Ödül*: Film*, Yönetmen*, Uyarlama Senaryo, Kadın Oyuncu* (Frances McDormand), Kurgu, Görüntü Yönetimi

Nomadland, 2020-2021 ödül sezonunun en başarılı, en fazla ödüllendirilen filmi; yapımcı, yönetmen, senarist ve kurgucu kimlikleriyle Chloé Zhao, tarihin tek bir filmle en çok ödüllendirilen sinemacısı ve aynı filmle dört kategoride birden Oscar adaylığı elde eden ilk kadın sinemacısı oldu. Batı ABD yollarında geçen ve ekonomik krizin sonrasında işini, evini ve hatta kasabasını kaybeden orta yaşlı bir kadın olan Fern’ün peşine takılan Nomadland, göçebe yaşamı kapitalizmin mecbur kıldığı yaşam şekliyle karşı karşıya getiriyor. Yollarda tanıştırdığı, çoğunluğu amatör oyuncularıyla film, mutluluğun, yaşama sevincinin ve tatmin duygusunun sağlanmasının tek yolunun kapitalizmin öğrettiği yol olmadığını söylüyor.

oscar adayı filmler - nomadland
Nomadland (2020, Chloé Zhao)

Nomadland‘i yılın en iyi bağımsız filmini kaçırmamak, Chloé Zhao‘nun kurmaca ve belgeselin sınırlarını belirsizleştiren sinemasını yakından tanımak ve Frances McDormand‘ın doğal ve içten oyunculuğundan etkilenmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.5/10

Promising Young Woman | Emerald Fennell

5 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Özgün Senaryo*, Kadın Oyuncu (Carey Mulligan), Kurgu

Yılın en büyük sürprizlerinden biri olan Promising Young Woman, ilk filmini yazan ve yönetmen Emerald Fennell‘ın imzasını taşıyan bir intikam hikayesi. Üniversiteden en yakın arkadaşının uğradığı cinsel saldırı ve sonrasındaki intiharının şokunu atlatamadığı için ayrılan Cassie, tecavüz kültürünü normali haline getirmiş erkekleri tuzağına düşürmeye ant içmiş bir misyonere dönüşüyor filmde. Bilinçli bir şekilde politik doğruluktan uzak, sahip olduğu cheesyliğinin farkında ve bunu çok iyi kullanan film, renkleriyle, müzikleriyle, kostümleriyle ve tabii Carey Mulligan‘ın oyunculuğuyla yılın en iyilerinden birine dönüşüyor.

oscar adayı filmler - promising young woman
Promising Young Woman (2020, Emerald Fennell)

Promising Young Woman‘ı intikam türündeki filmleri bu kez bir kadın perspektifinden görmek, kostümlerinden müziklerine tümüyle estetik bir bütüne tanık olmak ve Carey Mulligan‘ın en iyi performansını kaçırmamak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.5/10

Sound of Metal | Darius Marder

6 Adaylık, 2 Ödül*: Film, Özgün Senaryo, Erkek Oyuncu (Riz Ahmed), Yardımcı Erkek Oyuncu (Paul Raci), Kurgu*, Ses*

Birçok stüdyo filminin pandemi nedeniyle izleyiciyle buluşamadığı ve bir sonraki yıla ertelendiği sezonun, bağımsız yapımlara yaradığını söylemek mümkün. Bunun en iyi örneklerinden biri de Sound of Metal‘ın başarısı. Film, kız arkadaşıyla birlikte bir metal müzik ikilisi olarak kendine ortalama bir müzik kariyeri inşa etmekteki bir davulcunun işitme duyusunu aniden yitirmesini ve sonrasındaki değişimini konu alıyor. Riz Ahmed’in performansı ve karakterinin geçirdiği dönüşümle akıcı, ilgi çekici bir yolculuğa ve pandemi gölgesinde geçen bu sinema yılının en büyük sürprizlerinden birine dönüşüyor. Filmin asıl sürprizi ise 70’li yaşlarında kariyerine büyük bir ivme kazandıran Paul Raci oluyor.

oscar adayı filmler - sound of metal
Sound of Metal (2020, Darius Marder)

Sound of Metal‘ı sessizliğin sesine tanık olmak, engelli bir bireyin yaşadıklarıyla empati kurmayı öğrenmek ve yılın en iyi kurgusu ve ses tasarımına göz atmak / kulak vermek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

The Trial of the Chicago 7 | Aaron Sorkin

6 Adaylık: Film, Özgün Senaryo, Yardımcı Erkek Oyuncu (Sacha Baron Cohen), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Özgün Şarkı

Yüksek tempolu, zekice yazılmış diyaloglarla örülü senaryoların usta ismi Aaron Sorkin, yönetmenliğini de üstlendiği ikinci filmi The Trial of the Chicago 7 ile tarihin fazla konuşulmamış davalarından birini güçlü bir oyuncu kadrosuyla yeniden gündeme taşıyor. Film, birbirleriyle hiçbir ortak eylemi olmayan yedi aktivistin bir arada yargılandığı bir davayı ve bu davada onlara yöneltilen asılsız ve haksız suçlamaları, aylarca süren bir davayı konu alıyor.

oscar adayı filmler - the trial of the chicago 7
The Trial of the Chicago 7 (2020, Aaron Sorkin)

The Trial of the Chicago 7‘ı günümüzde halen yol kat etmemiş adalet sistemini sorgulamak, kalabalık oyuncu kadrosunda kimin oyununu beğeneceğinizi şaşırmak ve Aaron Sorkin’in senaristlikteki dehasını bir kez daha tescil etmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

İlginizi çekebilir: Oscar Ödüllü Yabancı Filmler, Oscar Ödüllü Belgesel Filmler

Geçen yıllarda listeye girmeyi başaran, En İyi Film dalında Oscar adayı filmler ise şöyleydi:

92. Akademi Ödülleri: Oscar Adayı Filmler

1917 | Sam Mendes

10 Adaylık, 3 Ödül*: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Görüntü Yönetimi*, Orijinal Müzik, Prodüksiyon Tasarımı, Makyaj ve Saç Tasarımı, Görsel Efektler* Ses Kurgusu, Ses Miksajı*

Geç vizyon tarihi nedeniyle son ana kadar ödül sezonunda ne derece etkili olacağı kestirilemeyen 1917, önündeki tüm engellere rağmen En İyi Film ödülü için iddialı iki filmden birine dönüşmeyi başardı. Sam Mendes‘i de ödüle dönüştürdüğü tek adaylığından 20 yıl sonra tekrar En İyi Yönetmen yarışına sokan film, adı üzerinde, 1917 yılında, yani I. Dünya Savaşı’nın en şiddetli olduğu dönemde cephede geçen bir savaş filmi. İngiliz ordusunun Alman ordusunun bir tuzağına düşmesini engellemek ve yüzlerce askerin hayatını kurtarmak için bir haberi ulaştırmakla görevlendirilen iki asker, canları pahasına koşmaya, tarafsız bölgeyi ve tehlikeli alanları aşmaya başlıyorlar. Yönetmenlik, görüntü yönetimi, kurgu ve görsel efektlerin el ele verip iki uzun plandan oluşuyormuş gibi gösterdiği bu nefes kesen yolculuk, yılın en heyecan verici sinema deneyimlerinden birine dönüşüyor.

1917‘i Saving Private Ryan‘dan beri çekilen en iyi savaş filmini kaçırmamak, filmin tek sekans gibi gözüken Roger Deakins imzalı görüntüleri ve Thomas Newman imzalı müziklerinin büyüsüne kapılmak ve diken üstünde 2 saat geçirerek savaşın yaşattığı tüm duyguları tatmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.3/10, Top250: #108

Ford v Ferrari | James Mangold

4 Adaylık, 2 Ödül*: Film, Kurgu*, Ses Kurgusu*, Ses Miksajı

En İyi Film adayları arasında şansı beşki de en az olanı olsa da, burada yer almayı hak eden Ford v Ferrari, mühendislik ve yarış pilotluğu konusunda uzman ve gözükara iki ismin, Carroll Shelby (Matt Damon) ve Ken Miles’ın (Christian Bale) hikayesini anlatıyor. 1966 yılındaki Le Mans yarışı filmin zirvesine otursa da, Ford v Ferrari‘yi sürükleyici ve heyecan dolu hale getiren şey, filme adını veren Ford ve Ferrari takımları arasındaki rekabetten çok bu ikili ve geleneksel ve kurumsal bir kafaya sahip şirket yöneticilerinin içerideki rekabeti oluyor.

Ford v Ferrari‘yi nefes kesen yarış sahneleri, iki ayrı rekabeti konu alan sürükleyici çekişmeleri, Matt Damon ve Christian Bale‘in farklı ama uyumlu oyunculuk stilleri ve ses tasarımı ile kurgudaki başarısı için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.1/10, Top250: #200

The Irishman | Martin Scorsese

10 Adaylık: Film, Yönetmen, Uyarlama Senaryo, Yardımcı Erkek Oyuncu (Al Pacino), Yardımcı Erkek Oyuncu (Joe Pesci), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Görsel Efektler

Kendisiyle aynı dönemde işler üretmeye başlayan ve aynı seviyede efsaneleşen birçok yönetmenin aksine sinema sanatının geçirdiği evrimi, izleyicinin tüketim alışkanlıklarının değiştiğini kabullenen Martin Scorsese, dijital platformları kucaklayarak Netflix ile bir işbirliğine imza attı. Üç saat aşkın süresi, dev bütçesi, yıldız oyuncuları ve o yıldız oyuncuları filmin büyük çoğunluğunda farklı yaşlara döndüren görsel efektleriyle ortaya çıkardığı iş, The Irishman oldu. Scorsese sinemasının temel taşlarından gangsterlerin ve New York sokaklarının başrolde olduğu filmde Jimmy Hoffa cinayetine giden, onyıllar süren bir dostluğun ve ortaklığın hikayesini izliyoruz. Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci‘nin bir araya geldiği film, farklı dönemleri yansıtan ruhu ve özellikle de kurgudaki başarısıyla öne çıkıyor.

The Irishman‘i sinema sanatının yaşayan en büyük ustalarından birinin son filmini kaçırmamak, çağa ayak uydurarak dijital platformlarla barışan ustaların nasıl işler ortaya çıkardığının kanıtlarını görmek, Scorsese sinemasının temel taşlarıyla yeniden buluşmak ve Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci gibi yıldızları yan yana görmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

Jojo Rabbit | Takia Waititi

6 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Uyarlama Senaryo*, Yardımcı Kadın Oyuncu (Scarlett Johansson), Kurgu, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı

Ödül sezonu açısından en önemli ödüllerden biri olan Toronto İzleyici Ödülü, birçok filmin Amerika kıtasındaki ilk gösteriminin yapıldığı Toronto Film Festivali’nin izleyicisi tarafından seçilen bir filme veriliyor ve çoğu zaman En İyi Film dalında Oscar adaylığının, hatta ödülünün habercisi oluyor. Ödülün bu yılki sahibi olan jojo Rabbit, konusu ve biçimiyle fark yaratıyor. II. Dünya Savaşı yıllarında Almanya’da geçen film, hayranı olduğu Adolf Hitler’i kahramanı ve hayali arkadaşı yapmış olan küçük Jojo’nun hikayesini anlatıyor. Annesinin tavan arasında Yahudi bir genç kadını sakladığını öğrenen Jojo, bu sırla yaşamaya alıştıkça içindeki küçük ırkçı ve faşistle yüzleşiyor, değişiyor. Roman Griffin Davis‘e Scarlett Johansson, Sam Rockwell ve Thomasin McKenzie‘nin eşlik ettiği filmde yönetmen Taika Waititi de sinema tarihinin en komik Hitler performansını sergiliyor.

Jojo Rabbit‘i II. Dünya Savaşı’nı konu alan bir filmde kahkaha atabileceğinize inanmak, Taika Waititi‘nin dünyasına ve dehasına bir kez daha hayran olmak, genç oyuncularının performansları karşısında şaşırmak ve yılın en renkli ve keyifli filmlerinden biriyle buluşmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.9/10

Joker | Todd Phillips

11 Adaylık, 2 Ödül*: Film, Yönetmen, Uyarlama Senaryo, Erkek Oyuncu (Joaquin Phoenix)*, Kurgu, Görüntü Yönetimi, Orijinal Müzik*, Kostüm Tasarımı, Makyaj ve Saç Tasarımı, Ses Kurgusu, Ses Miksajı

Festival sezonunun en büyük sürprizlerinden biri, Todd Phillips‘in Joker uyarlamasının Venedik Film Festivali‘nde Altın Aslan kazanması oldu belki de… Kariyerine The Hangover serisi gibi ciddiye alınmayan komedilerle başlayan Todd Phillips, karanlık ve derinliğin dozunu yükseltmeye karar veren DC sinema evreninde uzun yıllar konuşulacak bir filme imza attı. Joker’in ortaya çıkış hikayesini, karakterin özünü, travmalarını ve dönümünü kavrayarak anlatan film, Joaquin Phoenix‘in hem fiziksel hem de ruhsal olarak zorlayıcı performansıyla şok etkisi yaratıyor. Joker, 92. Akademi Ödülleri’nde en fazla adaylık (11) alan film olmayı başardı.

Joker‘i fazlaca renklendirilmiş ve eğlenceye odaklanmış çizgi roman uyarlamalarına bir alternatif bulmak, çizgi roman evreninin en popüler kötüsünün bir insan olarak portresine bakmak ve tabii ki Joaquin Phoenix‘in Joker’e dönüşümüne tanık olmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.4/10, Top250: #62

Little Women | Greta Gerwig

6 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Uyarlama Senaryo, Kadın Oyuncu (Saoirse Ronan), Yardımcı Kadın Oyuncu (Florence Pugh), Orijinal Müzik, Kostüm Tasarımı*

İki yıl önce Lady Bird ile sadece bağımsız sinemaya değil ödül sezonuna da umut verici bir giriş yapan ve Akademi tarihinde En İyi Yönetmen adaylığı elde eden beşinci kadın olan Greta Gerwig, Little Women‘da yanına birçok genç yıldızı ve yetenekli oyuncuyu topluyor, edebiyat tarihinin kadınlar için ilham verici eserlerinden birini bir kez daha sinemaya uyarlıyor. Filminde ve uyarlamasında sadece romana adını veren March kardeşlerin hikayesini anlatmakla kalmayan Gerwig, yazar Louisa May Alcott‘un romanını yayınlatmak için verdiği cesur ve kararlı mücadeleye değiniyor, dönemin dayattığı evlilik ütopyasına dair kendi söylemek istediklerini de söylüyor. Filmde başrolde izlediğimiz Saoirse Ronan‘a, Florence Pugh, Emma Watson, Eliza Scanlen, Timothée Chalamet, Laura Dern ve Meryl Streep eşlik ediyor.

Little Women‘ı daha önce defalarca sinemaya uyarlanmış bir kaynakla nasıl yaratıcı ve yeni bir film çekilebileceğini görmek, kardeşliğe ve kadınlığa dair sımsıcak bir dönem filmi izlemek, çağımızın en iyi genç oyuncularını bir arada görmek ve söz konusu Akademi Ödülleri olduğunda kadın yönetmenlerin ve kadınlara dair filmlerin nasıl hala ikinci plana itilebilerek haksızlığına uğradığını kendi gözlerinizle görebilmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

Marriage Story | Noah Baumbach

6 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Orijinal Senaryo, Erkek Oyuncu (Adam Driver), Kadın Oyuncu (Scarlett Johansson), Yardımcı Kadın Oyuncu (Laura Dern)*, Orijinal Müzik

En İyi Film adayları arasındaki Netflix filmleri bu yıl iki tane… Ödül sezonu yolculuğuna Venedik Film Festivali’nde başlayan Marriage Story, Amerikan bağımsız sinemasının en iyi hikaye anlatıcılarından Noah Baumbach’ın imzasını taşıyor. Tiyatro sahnelerinde tanışmış ve aşık olmuş, çocuklarıyla mutlu bir yaşam süren ve her şeye rağmen birbirlerini çok seven Charlie ve Nicole, boşanmaya karar verdiklerinde, severek ayrılma süreçleri toplumun ve bürokrasinin dayatmaları nedeniyleçok daha gergin, öfkeli ve şiddetli bir hal alıyor. Adam Driver ve Scarlett Johansson‘un başrollerinde kariyerlerinin en iyi performanslarını sergiledikleri filmde Laura Dern ve Alan Alda da kısa rolleriyle akıllara kazınıyorlar.

Marriage Story‘i yılın en buruk, en hayatın içinden aile hikayesinin karşısına geçmek, Adam Driver ve Scarlett Johansson‘ın oyunculuklarıyla büyülenmek, kendinizin ya da ailenizin hayatından izler bulmak ve biraz da gözyaşı dökmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.9/10

Once Upon a Time… in Hollywood | Quentin Tarantino

10 Adaylık, 2 Ödül*: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Erkek Oyuncu (Leonardo DiCaprio), Yardımcı Erkek Oyuncu (Brad Pitt)*, Görüntü Yönetimi, Prodüksiyon Tasarımı*, Kostüm Tasarımı, Ses Kurgusu, Ses Miksajı

Hollywood’a dair Hollywood filmleri ve sinemaya dair sinema yapan filmler daima Oscar yarışına bir adım önde başlar. Bu kural, Once Upon a Time… in Hollywood için de bozulmadı – heleki yönetmen ve senarist koltuğunda Quentin Tarantino gibi bir isim, başrollerde Leonardo DiCaprio ve Brad Pitt gibi iki yıldız varken… Hollywood’un Altın Çağı’na damga vuran Sharon Tate cinayeti ve Manson tarikatının saldığı dehşete dair bir film olsa da sinemayı, oyunculuğu ve Hollywood setlerini ön plana çıkararak ne hakkında olduğunu belki de son sahnelere kadar gizleyen bir film Once Upon a Time… in Hollywood. Gözden düşmekte olan bir yıldız oyuncu ve dublörünün yaşadıkları ya da yaşamlarından kesitler aracılığıyla film setlerine, Hollywood bulvarlarına, partilere konuk olduğumuz bu renkli, ışıltılı ve gösterişli film, Tarantinoesk şiddet sahneleri açısından da elini korkak alıştırmıyor.

Once Upon a Time… in Hollywood‘u Quentin Tarantino sinemasına referans olmuş filmleri ve dönemi hatırlamak, Leonardo DiCaprio ve bilhassa Brad Pitt‘in oyunculuğu karşısında heyecanlanmak, Hollywood’un altın çağına dair hikayeler dinlemek ve kadınların sinemadaki temsili üzerine düşünmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.6/10

Gisaengchung / Parasite | Bong Joon-ho

6 Adaylık, 4 Ödül*: Film*, Uluslararası Film*, Yönetmen*, Orijinal Senaryo*, Kurgu, Prodüksiyon Tasarımı

Şaşırtıcı yolculuğuna bahar aylarında Cannes Film Festivali‘nde Altın Palmiye’yi kucaklayarak başlayan Gisaengchung / Parasite, bugüne kadar dünya sinemasına Salinui chueok / Memories of a Murder, Madeo / Mother ve Snowpiercer gibi filmler armağan etmiş Bong Joon-ho’nun imzasını taşıyor. Güney Kore filmi, Altın Palmiye’nin ardından dolaştığı tüm festivallerde olağanüstü yorumlar aldıktan sonra, altyazı okumak konusunda kronik bir sıkıntısı olan ABD seyircisinin dahi gönlünü fethederek ABD’de en çok gişe yapan yabancı dildeki filmlerden biri olmayı, çokça konuşulmayı, Oscar şanslarını yükseltmeyi başardı. Akademi tarihinde tek bir adaylığı dahi bulunmayan Güney Kore’ye sadece En İyi Uluslararası Film değil, En İyi Film dahil 6 kategoride adaylık getirdi. Tümü işsiz Kim ailesi ve varlıklı Park ailesinin türlü oyunlarla iç içe geçtiği ve sınıf çatışmasının mizahla, polisiyeyle ve hikaye anlatıcılığının zirvesiyle yoğurulu hikayesini anlatan Parazit, En İyi Film ödülüne uzanan ilk yabancı dilde film olmaya çok yakın.

Parasite‘ı sinemanın ne olduğunu hatırlamak, Güney Kore sinemasının büyüsüne kapılmak, ustaca kurgulanmış bir hikaye ile hiçbir an ne olduğunu bilemeden daima şaşırmak ve ilerledikçe janr değiştiren bir filmle çokça eğlenmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.6/10, Top250: #30

91. Akademi Ödülleri: Oscar Adayı Filmler

Black Panther | Ryan Coogler

7 Adaylık, 3 Ödül*: Film, Orijinal Müzik*, Prodüksiyon Tasarımı*, Kostüm Tasarımı*, Ses Kurgusu, Ses Miksajı, Orijinal Şarkı

Black Panther, sadece yılın en çok gişe yapan filmi olmakla kalmadı, En İyi Film dalında Oscar adayı olan ilk süper kahraman filmi ve çizgi roman uyarlaması ünvanını da kazandı. Sıkı bir kamuflaj altında zengin, teknolojik ve refah dolu bir yaşam süren Wakanda halkının yeni lideri T’Challa, ailesi ve dostlarının hem insanlık hem de ülkeleri karşısındaki tehditlere karşı savaştığı film, izleyici karşısına çıktığı andan beri sadece bir çizgi roman uyarlaması olarak görülmedi. MARVEL’ın en büyük başarısı, beyaz ve erkek olmasına alıştığımız süper kahramanlara dair ezberleri bozdu ve büyük bir coşkuyla karşılandı. Popüler filmlerin ödüllendirileceği yeni bir Oscar kategorisine ihtiyaç olup olmadığı tartışmalarının alevlenmesinin de sebebi olduğu söylenebilecek film, Ryan Coogler‘ın vizyoner yönetmenliği, güçlü bir siyahi oyuncu kadrosu ve Afrika estetiğini MARVEL dünyasıyla harmanlayan işçiliğiyle yılın en iyilerinden olmasa bile en önemli filmlerinden biri…

Black Panther’ı milyonlara ilham vererek toplumsal bir fenomene dönüşen siyahi süper kahramanla tanışmak ve her detayıyla büyüleyen sanatsal ve teknik işçiliğine hayran olmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.3/10

BlacKkKlansman | Spike Lee

6 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Uyarlama Senaryo*, Yardımcı Erkek Oyuncu (Adam Driver), Kurgu, Orijinal Müzik

Do the Right Thing ve Malcolm X gibi filmlerle siyahi Amerikan sinemasının ustaları arasında yer edinen Spike Lee, geçtiğimiz yıla Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü kazanarak iyi bir başlangıç yapmıştı. BlacKkKlansman, ABD’de ırkçılığın (şimdikinden bile) revaçta olduğu 1970’lerde geçen gerçek olaylara dayanıyor. Colorado Springs polis teşkilatının ilk siyahi memuru olan Ron Stallworth ve Yahudi kökenli ortağı Flip Zimmerman, şiddet yanlısı ırkçı grup Ku Klux Klan’ın içine sızmayı başararak grubun planladığı bazı suçların önüne geçiyorlar. Spike Lee’nin filmi, rengarenk bir palet, funky müzikler ve mizahın öne çıktığı senaryosuyla bugün halen Amerikan toplumunun kanayan bir yarası olan ırkçılığa dair akılda kalıcı bir anlatı sunuyor.

BlacKkKlansman‘ı, ırkçılığa dair tuhaf, komik ama gerçek bir olaya şaşırıp kalmak, Spike Lee‘nin şimdiye kadarki en başarılı filmini kaçırmamak ve en az babası Denzel Washington kadar yetenekli bir oyuncu olacağının sinyallerini veren John David Washington‘la tanışmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.5/10

Bohemian Rhapsody | Bryan Singer

5 Adaylık, 4 Ödül*: Film, Erkek Oyuncu* (Rami Malek), Kurgu*, Ses Kurgusu*, Ses Miksajı*

Yılın en çok tartışılan filmi olduğunu söyleyebileceğim Bohemian Rhapsody, eleştirmenlerin ve sinefillerin saf öfkesi ve düşük notlarıyla karşılaşmasına rağmen, endüstri ve genel izleyici tarafından yere göğe sığdırılamadı, ödüllere boğuldu. Rami Malek‘in Queen’in efsanevi solisti Freddie Mercury’i taklit ettiği film, yıldız solistin cinsel yönelimine dair  “aman tadımız kaçmasın” tutumundaki homofobisi, kötü kurgusu, tren enkazını andıran senaryosu ve hakkındaki cinsel saldırı davaları sürerken setteki saldırgan tavırları nedeniyle kendi filminden kovulan yönetmeni Bryan Singer ile neresinden tutsanız “En İyi Film” ünvanına uzak kaçıyor. Unutulmaz Queen şarkılarını bir arada dinleme ve eşlik etme fırsatı için şans verebileceğiniz film, Freddie Mercury’nin gruba katıldığı yıllardan Londra’daki efsanevi Live Aid konserine kadarki yaşamına odaklanıyor.

Bohemian Rhapsody‘i ödül sezonu boyunca baştacı edilen bir filmin ne kadar kötü olabileceğini kendi gözlerinizle görmek için değil belki ama Queen’e olan saygınız nedeniyle izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.0/10

The Favourite | Yorgos Lanthimos

10 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu* (Olivia Colman), Yardımcı Kadın Oyuncu (Emma Stone), Yardımcı Kadın Oyuncu (Rachel Weisz), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı

Yunan Yeni Dalgası denince aklımıza tek bir isim geliyor: Yorgos Lanthimos. Yönetmen son yıllarda ülkesinin dışına çıkarak çektiği The Lobster ve The Killing of a Sacred Deer filmleriyle Yunanca dışında da yeteneğini ve yaratıcılığını sergileyebildiğini kanıtlamıştı. The Favourite, İngiltere hükümdarı Kraliçe Anne’in gözdesi olmak için türlü entrika ve oyunlarla birbirini ezmeye çalışan iki kadın ve kraliçenin sarayın kapalı kapıları ardında yaşadıklarını zeki bir şekilde ortaya koyuyor. Olivia Colman, Rachel Weisz ve Emma Stone‘un performansları, filmin en güçlü yanı. Bana göre yılın en iyisi olan film, toplumsal cinsiyet normlarını dikkate almayışıyla da gönlünüzü fethedecek.

 The Favourite‘ı bir kostümlü drama ya da dönem filminin ne kadar yaratıcı ve eğlenceli olabileceğine inanmak, birbiri için yaratılmış kadar uyumlu üç oyuncunun bir filmi nasıl sırtlayabileceğini görmek ve Yorgos Lanthimos‘un oyunbazlığını bir kez daha takdir etmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.5/10

Green Book | Peter Farrelly

5 Adaylık, 3 Ödül*: Film*, Orijinal Senaryo*, Erkek Oyuncu (Viggo Mortensen), Yardımcı Erkek Oyuncu* (Mahershala Ali), Kurgu

2018 sinema yılı, sanıyorum ki son yıllardaki en tartışmalı, kavgalı ve kutuplaşmalarla dolu yıl. En İyi Film adayları arasındaki bir diğer film – ki ödüle uzanacak kadar iddialı – Green Book da birçok ayrı özelliğiyle tartışılmaya devam ediyor: Komedi kökenli yönetmen Peter Farrelly‘nin cinsiyetçi ve tacizci şakaları, senaristlerden Nick Vallelonga’nın ırkçı tweetleri, filmin ana karakterinin yanlış yansıtılması, tamamı beyazlar tarafından yapılan bir filmin siyahilerin maruz kaldıkları konusunda ders verme çabası… Fakat yine de izleyen herkesin gönlünü çalmayı başaran akıcı ve nüktedar bir senaryosu, izlemeye doyamadığınız karakterleri ve oyuncuları, sürükleyici bir anlatımı var Green Book‘un. Siyahi bir piyanistin İtalyan kökenli şoförüyle ırkçı eyaletlerde çıktığı konser turnesini anlatan bu yol hikayesinde ana karakterleri canlandıran Viggo Mortensen ve Mahershala Ali, yılın en iyi performanslarından ikisini veriyorlar. Filmin üzerine biraz düşününce neyin yanlış olduğunu anlayabildiğiniz sürece, hem tartışmalarda taraf olabilmek hem de keyifli vakit geçirmek için bu filmi kaçırmayın derim.

Green Book‘u (varsa) içinizdeki sindirilmiş ırkçılığı derinlere gömüp kendinizi iyi hissetmek ve üzerine fazla kafa yormadığınız sürece aşırı eğlenmek ve cana yakın karakterleriyle tatlı bir yolculuğa çıkmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.2/10, Top250: #125

Roma | Alfonso Cuarón

10 Adaylık, 3 Ödül*: Film, Yabancı Dilde Film*, Yönetmen*, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Yalitza Aparicio), Yardımcı Kadın Oyuncu (Marina de Tavira), Görüntü Yönetimi*, Prodüksiyon Tasarımı, Ses Kurgusu, Ses Miksajı

Children of Men‘den Gravity‘e birçok başyapıta imza atmış Meksikalı yönetmen Alfonso Cuarón, 1970’lerin Meksiko şehrinde geçen çocukluğundan aldığı ilham ve nostalji aşkıyla, fazlasıyla kişisel ama bir o kadar da kusursuz bir film ortaya koydu bu yıl. Şehrin Roma adlı mahallesinde yaşayan bir aile ve hizmetçilerinin bir yılına odaklanan Netflix filmi Roma, hem Meksika’nın adayı olarak En İyi Yabancı Dilde Film dalında hem de en büyük kategorideki Oscar adayları arasında yer aldı. Alfonso Cuarón filmde sadece yönetmen koltuğunda oturmakla kalmıyor aynı zamanda senarist, yapımcı, kurgucu ve görüntü yönetmenliğini de üstleniyor.

Roma‘yı yılın en çok konuşulan filmine yabancı kalmamak, Netflix’in şimdiye kadarki en başarılı filmini kaçırmamak ve her anlamda kusursuz bir yönetmenliğin ne olduğunu görmek için izlemelisiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=fp_i7cnOgbQ

IMDb Puanı: 7.7/10

A Star Is Born | Bradley Cooper

8 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Lady Gaga), Erkek Oyuncu (Bradley Cooper), Yardımcı Erkek Oyuncu (Sam Elliott), Görüntü Yönetimi, Ses Miksajı, Orijinal Şarkı*

2000’ler öncesinde birkaç kez beyazperdeye yansıyan bu müzikal aşk hikayesi, bu kez günümüze en uygun haliyle karşımıza çıktı. Bradley Cooper‘ın yönettiği ilk film olan, aynı zamanda başrolleri Lady Gaga ile paylaştığı A Star Is Born, ünlü bir country şarkıcısının tesadüfen keşfettiği bir müzisyenin hem kariyerini yükselişe geçirdiği hem de onunla aşk yaşamaya başladığı tanıdık olay örgüsüne rağmen hepsi film için Bradley Cooper, Lady Gaga ve Lukas Nelson tarafından yazılmış şarkılarıyla hikayeye yeni bir soluk katıyor.

A Star Is Born‘u Bradley Cooper‘ın iyi yönetmenlik yapabildiğine ve iyi şarkı yazabildiğine şaşkınlıkla şahit olmak, Lady Gaga‘nın beyazperdeye yakışıp yakışmadığına karar vermek, her biri birbirinden unutulmaz ve iyi orijinal şarkılarını dinlemek ve defalarca izlediğiniz bir hikayenin farklı bir şeye dönüşebildiğini görmek izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.6/10

Vice | Adam McKay

8 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Erkek Oyuncu (Christian Bale), Yardımcı Kadın Oyuncu (Amy Adams), Yardımcı Erkek Oyuncu (Sam Rockwell), Kurgu, Makyaj ve Saç Tasarımı*

2015’te The Big Short ile mortgage krizi üzerine eğlenceli bir ekonomi dersi veren Adam McKay, bu kez Viceta yakın tarih ve ABD politikasını aynı formülle anlatmak için kolları sıvıyor. Bu hınzır, oyunbaz ve eğlenceli anlatım, yönetmenin önceki filmindeki kadar işe yaramasa da George W. Bush döneminin başka yardımcısı Dick Cheney‘nin ne kadar önemli bir figür olduğunu, o dönem televizyonlarda izlediğimiz birçok olayın arkasında hangi gerekçelerin yattığını ve daha birçok detayı size sıkıcı olmayan, gülümseten bir şekilde öğretiyor. Christian Bale her zamanki gibi fiziksel bir dönüşüme uğrayarak canlandırdığı karakteriyle bir olmuş, ona Amy Adams, Sam Rockwell, Steve Carell gibi oyuncular eşlik ediyor. Filmin en büyük başarısının kurgu ve makyaj dallarında olduğunu söylemek mümkün.

Vice‘ı yakın tarihin en karanlık dönemlerinden birinin perde arkasını eğlenceli bir anlatımla öğrenmek, Christian Bale‘in oyunculuğuna bir kez daha hayran kalmak ve politik bir filmin nasıl bir komediye dönüşebildiğini görmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.2/10

90. Akademi Ödülleri: Oscar Adayı Filmler

Call Me by Your Name | Luca Guadagnino

4 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Uyarlama Senaryo*, Erkek Oyuncu (Timothée Chalamet), Orijinal Şarkı

Benim için 2017’nin en iyisi olan Call Me by Your Name, André Aciman’ın aynı adlı romanının uyarlaması. 80’lerde Kuzey İtalya’nın huzur verici, yaz mahmurluğunun etkisi altındaki bir kasabasında Amerika’dan gelmiş bir ailenin 17 yaşındaki oğlu ve bu aileyi yaz stajı için ziyaret eden bir yüksek lisans öğrencisi arasındaki aşkı anlatıyor roman ve film. Hepimizin bir şekilde tattığı o saf duyguları, hayal kırıklıklarını, karın ağrılarını, baş dönmelerini, iç yangınlarını, gündüz düşlerini, ıslak rüyalarını ve göz yaşlarını doğal ve içten bir şekilde verdiği yetmiyor, bir de tüm bunların üzerine İtalya’nın güzelliklerini ekliyor.

Call Me by Your Name’i, bir yıldızın doğuşuna tanıklık edip Timothée Chalamet ile tanışmak, Michael Stuhlbarg’ın monoloğuyla göz yaşlarına boğulmak ve ilk aşık olduğunuzda hissettiklerinizi hissetmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.9/10

Darkest Hour | Joe Wright

6 Adaylık, 2 Ödül*: Film, Erkek Oyuncu (Gary Oldman)*, Görüntü Yönetimi, Prodüksiyon Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Makyaj ve Saç Tasarımı*

Darkest Hour, II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümetinin değişerek Winston Churchill’in siyaset sahnesine geri dönüşünü ve ülkeyi bu zor dönemde nasıl yönettiğini anlatıyor. Savaşı görmediğimiz bir savaş filmiyle kostümü olmayan bir Joe Wright kostümlü draması arasında bir yerlerde… Filmin yıldızı o denli Gary Oldman ki, gözleriniz ne başka bir oyuncuyu ne de filmin azımsanamayacak sayıdaki hatalarını görecek. Eğer The Iron Lady ve Lincoln filmlerinden en az birini sevdiyseniz, duayen bir oyuncunun politik bir figürü ağır makyaj altında canlandırışını bazı şeyleri görmezden gelerek takdir edebileceksiniz demektir. Beklentilerimizin üzerinde adaylık elde edişine bakılırsa Akademi’nin bir hayli beğendiği filmin bunlardan en az ikisini ödüle çevirmesi olası.

Darkest Hour’ı Gary Oldman’ın dönüşümüne şaşırıp kalmak, Christopher Nolan’ın Dunkirk filmini izlemeden önce biraz tarih dersi çalışmak ya da izledikten sonra denizin diğer kıyısında neler yaşandığını daha iyi anlamak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.4/10

Dunkirk | Christopher Nolan

8 Adaylık, 3 Ödül*: Film, Yönetmen, Kurgu*, Görüntü Yönetimi, Orijinal Müzik, Prodüksiyon Tasarımı, Ses Kurgusu*, Ses Miksajı*

The Dark Knight Üçlemesi, Inception ve Interstellar gibi filmleriyle günümüzün büyük bütçeli bilimkurgularında harikalar yaratan yıldız yönetmen Christopher Nolan’ın 2017’deki filminin ne olacağını duyduğumuz anda, çok geç kalmış o ilk En İyi Yönetmen Oscar adaylığını kapmak için geldiğini anlamıştık. Nolan, bilimkurgu sularından Manş Denizi’nin sularına atlamaya ve Akademi’nin en çok sevdiği konulardan birine, II. Dünya Savaşı’na el atmaya karar vermişti. Dunkirk, savaş sırasında İngiliz ordusunun karşılaştığı en büyük zorluklardan birini konu alıyor. Düşman ve deniz arasında sıkışıp kalan binlerce askerin nasıl kurtarıldığının kahramanca öyküsü, Nolan’ın elinde tabii ki bir teknik şova dönüşüyor.

Dunkirk’ü bir an bile düşmeyen temposuna kapılmak, sinema filmlerinde ses işçiliğinde çıtanın tam olarak nereye yükseldiğini duymak ve Hans Zimmer’in olağanüstü müziklerini dinlemek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.8/10

Get Out | Jordan Peele

4 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo*, Erkek Oyuncu (Daniel Kaluuya)

Birçok kategoride kazanacakları tahmin etmek oldukça kolay olsa da, En İyi Film cephesinde durum bir hayli zor bu yıl. Dört ayrı yapımın büyük ödüle uzanma ihtimali var ve hepsini destekleyici bir fikir üretmek mümkün. Bunlardan biri de Get Out. ABD’de siyahilere karşı olan ırkçılığı alıp, iyi bir senaryoyla psikolojik gerilimi kademe kadame yükselten iyi bir filme dönüştüren Jordan Peele, ilk yönetmenlik deneyiminde büyük bir başarı yakaladı. Get Out’un başrolünde Black Mirror’ın ilk sezonundan tanıyabileceğiniz Daniel Kaluuya var. Karanlık ve doğaüstünün ön planda olduğu gerilim filmlerinden farklı, yaratıcı bir film karşımızdaki.

Get Out’u günümüz ABD’sindeki ırkçılık konusunun (ve porselen kaşıkların) nasıl bir gerilim filmi unsuru olarak başarıyla kullanılabildiğini görmek, türün sınırlarını zorlayan bir film izlemek ve komedyen kimliğiyle fazla ciddiye almamış olabileceğiniz Jordan Peele’e bu ilk filminin ardından bakışınızı değiştirmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.7/10

Lady Bird | Greta Gerwig

5 Adaylık: Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Saoirse Ronan), Yardımcı Kadın Oyuncu (Laurie Metcalf)

En İyi Film seçilme şansı az da olsa mevcut filmlerden biri Lady Bird, kadın sinemacılar için önemli bir yıl olan 2017’nin en iyi film adayları arasında bir kadın tarafından yönetilmiş tek film. Özellikle Noah Baumbach ile oyuncu ve senarist olarak yaptığı işbirlikleriyle tanıdığımız Greta Gerwig’in yönettiği ve Saoirse Ronan’ın adeta kendisinin geçmişini canlandırdığı film, yılın doğallığıyla öne çıkanlarından. Film, 2000’lerin başında, Sacramento’dan ayrılma ve üniversite okuma hayalleriyle yaşayan, ailesinin maddi durumunun buna pek de imkan vermediği, kendini ‘Lady Bird’ olarak tanıtan 17 yaşındaki Christine’i anlatıyor. Greta Gerwig, Akademi tarihinde En İyi Yönetmen kategorisinde adaylık elde eden (sadece) beşinci kadın oldu.

Lady Bird’ü zaten oyuncu ve senarist kimliği sayesinde halihazırda hayranı olduğunuz Greta Gerwig’e biraz daha hayran olmak, 2000’lerin başına ve/veya lise yıllarınıza geri dönerek nostaljik anlar eşliğinde duygulanmak ve günümüz sinemasında anne-kız ilişkisini en iyi yansıtan filmlerden birini kaçırmamak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.4/10

Phantom Thread | Paul Thomas Anderson

6 Adaylık, 1 Ödül*: Film, Yönetmen, Erkek Oyuncu (Daniel Day-Lewis), Yardımcı Kadın Oyuncu (Lesley Manville), Orijinal Müzik, Kostüm Tasarımı*

Boogie Nights, Magnolia ve There Will Be Blood gibi ‘büyük’ filmlerin yönetmeni Paul Thomas Anderson, destansı anlatımlarının ve tuhaf karakterlerinin arasına bu yıl bir yenisini ekledi. Phantom Thread, basitçe 1950’lerin Londra’sında oldukça popüler bir moda evinin sahibi olan tasarımcı Reynolds Woodcock’un yaşamının hayatındaki iki kadınca nasıl yönlendirildiğini anlatıyor. Ablası Cyril ve sevdiği kadın Alma arasındaki savaşın tek piyonu olan Reynolds’ın hikâyesinde metod oyuncusu Daniel Day-Lewis bir kez daha rolünü fazlasıyla ciddiye alıyor. Phantom Thread’i benim için yılın en iyi filmlerinden biri yapansa bu ciddiyetin üzerine kostümler ve müziklerin etkisinin eklenmiş olması. Adaylar açıklandığında beklediğimizden çok daha fazla kez adını duyduğumuz film, gönül ister ki ödül töreninde de aynı şekilde şaşırtsın.

Phantom Thread’i Paul Thomas Anderson sinemasına bir kez daha aşık olmak, kostüm ve müziklerin bir filme nasıl katkıda bulunabileceğini görmek ve Vicky Krieps ile tanışmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.5/10

The Shape of Water | Guillermo del Toro

13 Adaylık, 4 Ödül*: Film*, Yönetmen*, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Sally Hawkins), Yardımcı Erkek Oyuncu (Richard Jenkins), Yardımcı Kadın Oyuncu (Octavia Spencer), Kurgu, Görüntü Yönetimi, Orijinal Müzik*, Prodüksiyon Tasarımı*, Kostüm Tasarımı, Ses Kurgusu, Ses Miksajı

Baştan söyleyeyim, The Shape of Water bence yılın hak etmediği bir ilgiyle ve hayranlıkla karşılanan, ödüllendirilen ve ödüllendirilmeye devam eden filmlerinden biri, belki de birincisi. Dile kolay, 13 dalda adaylık… Hatta makyaj ve görsel efekt oyverenleri tarafından da aday gösterilseydi Akademi tarihinde bir rekor kıracak ve bugüne kadar 15 adaylığa ulaşmış ilk film olarak anılacaktı. Soğuk Savaş döneminde ABD’deki bir laboratuvarda geçen filmde, doğaüstü bir yaratık ve dilsiz bir hademenin romantik ilişkisini izliyoruz. Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun o en çok da Pan’ın Labirenti’nden tanıdığımız büyülü dünyasının kapılarını bir kez daha açıyor açmasına ama sözü geçen filmdekinin aksine bunu büyük bir politik doğruculuk, suya sabuna dokunmayan bir kolaya kaçma ve Hollywood’laşmış, hatta Disney’leşmiş bir üslupla yapıyor. Yine de -özellikle de görsel anlamda- iyi bir film izlediğinizi hissettiriyor size. İyi oyunculuklar, iyi bir tasarım, iyi müzikler var filmde. Vaktinizi boşa harcadığınızı kesinlikle hissetmeyeceğiniz ama eğer ki Guillermo del Toro’nun sıkı bir takipçisiyseniz hayal kırıklığına uğrayabileceğiniz bir film sadece. En büyük iki ödül için en iddialı film konumunda olması, The Shape of Water’ı belki de bu listedeki en öncelikle izlenecek film yapıyor.

The Shape of Waterı Guillermo del Toro’nun görsel dünyası ve hayalgücüyle tekrar buluşmak, yılın en çok konuşulan filmlerinden birine yabancı kalmamak, tuhaf ve doğaüstü noktalarına rağmen saf, çocuksu ve masalsı bir dünyaya adım atmak için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 7.3/10

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri| Martin McDonagh

7 Adaylık, 2 Ödül*: Film, Orijinal Senaryo, Kadın Oyuncu (Frances McDormand)*, Yardımcı Erkek Oyuncu (Woody Harrelson), Yardımcı Erkek Oyuncu (Sam Rockwell)*, Kurgu, Orijinal Müzik

Dünyanın neresinden izleyicilerin ya da eleştirmenlerin yorumlarına bakacak olursanız olun, bu film söz konusu olduğunda büyük bir ikiye bölünmüşlüğün varlığını fark edeceksiniz. Bunun en büyük nedeni, politik doğruluktan bilinçli bir uzaklığa sahip olan senaryosu ve yine bu senaryonun bir parçası olarak, bir yardımcı karakterin tüm ırkçılığına ve yanlışlarına rağmen bağışlanarak kutsanması. Three Billboards Outside Ebbing Missouri, daha önce In Bruges ve Seven Psychopaths filmleriyle senaristliğine hayran kaldığım Martin McDonagh’ın imzasını taşıdığı için heyecanlandırmıştı beni ve beklentilerimi hiç de boşa çıkarmadı. Filmi beğenen, hatta yılın en iyilerinden olduğuna hemfikir olan taraftayım yani. Tecavüz edilip yakılarak öldürülen kızının cinayetinin bir türlü aydınlatılamamasına isyan eden bir annenin kasabanın şerifine ve halkına savaş açışını konu alan film başta Frances McDormand ve Sam Rockwell olmak üzere yetenekli oyuncuların gövde gösterisine dönüşüyor. Dünya ve ABD gündeminden beslenen hikâyesi, gerçekten de bir senaryo dersi eşliğinde perdeye yansıyor.

Three Billboards Outside Ebbing Missouri’yi en çok konuşulan ve en çok tartışılan filmlerinden birine yabancı kalmamak, en ufak role sahip olanı bile harika bir performans çıkaran oyuncu kadrosuna hayran olmak ve Martin McDonagh’ın yılın en iyi senaryolarından birine imza attığını kabul etmek için izlemelisiniz.

IMDb Puanı: 8.1/10, Top250: #153

The Post | Steven Spielberg

2 Adaylık: Film, Kadın Oyuncu (Meryl Streep)

En İyi Film adaylarından hiç eksiğim kalmasın diyorsanız, 90’larda kalmış bir anlayışla çekildiği, sinema adına hiçbir yenilik vadetmediği için benim hiç hazzetmediğim Steven Spielberg filmi The Post. Gerçek olaylardan uyarlanan ve başrollerde Meryl Streep ve Tom Hanks‘i izlediğimiz film, Vietnam Savaşı yıllarında ABD tarihini değiştiren Pentagon Belgeleri’ni yayınlayan Washington Post gazetesinin cesur ekibine odaklanıyor.

IMDb Puanı: 7.2/10

Oscar adayı filmler

Bütün Kızlar Toplandık: Merkezinde Kadın Karakterler Olan Filmler

Odak noktasına tüm yönleri ile ele alınan kadın karakterlerin yer aldığı filmlere vakit ayırmaya ne dersiniz? Her kadının en az bir kere (ya da bilemedik beş kere) izlemesi gereken filmlerin bazılarının toplandığı bu listenin tadını çıkarmanızı diliyorum. Not: Listeye Barbie’yi eklemedim. İyi seyirler!

img_8276-5
The Virgin Suicides | Fotoğraf: IMDB

Merkezinde Kadın Karakterler Olan Filmler

The Virgin Suicides | 1999

Alışılmışın dışında kadın karakterlere yer verilen hatta bu karakterlere sadece yer vermekle kalmayıp ana odak olarak sunan filmlerin yer aldığı bir liste hazırlanırken listeye klasik bir Sofia Coppola filmi ile başlamak oldukça uygun olur diye düşünüyorum. 

Amerikalı Jeffrey Eugenides’ın kitabından uyarlanan bu film beş kız kardeşin hayatlarına odaklanıyor. Katolik bir ailede büyüyen, yaşları 13-17 aralığında olan bu kızların hikayesi komşu oğlanların anlatımı ile bizlere sunuluyor. Her ne kadar birbirinden farklı genç kadınları konu alan bir hikaye olsada erkek bakış açısı ile anlatıldığı için filmde karakterlerin aksiyonlarında nedensizlik hissetmemiz kaçınılmaz. 

Filmin oyuncu kadrosunda yer alan isimlerden bazıları Kirsten Dunst, Josh Hartnett, James Woods, Kathleen Turner şeklinde sıralanabilir. Müzikleri Fransız müzik ikilisi Air tarafından bestelenen bu filmi izledikten bir süre sonra grubun müzikleri ile beraber filmde geçen diğer şarkıları dinlemeden duramayacağınız konusunda uyarımı yapmak isterim. Kusursuz bir film denince aklıma gelecek filmlerden olan bu filmi izlemediyseniz en kısa sürede bu filmi izlemenizi öneriyorum.

Girl, Interrupted | 1999

Başrolünde Winona Ryder ve Angelina Jolie’nin yer aldığı James Mangold tarafından yönetilen bu film Ryder tarafından canlandırılan Susanna’ın kendi isteği ile akıl hastanesine girmesini ama oradan kendi isteği ile çıkamaması sırasında yaşadıklarını anlatıyor. Bu süre zarfında Jolie tarafından canlandırılan sosyopat Lisa başta olmak üzere Polly, Georgina, Daisy ve Janet gibi kendine has hikayelere sahip karakter ile tanışan Susanna’nın hikayesini izlerken etkilenmemek mümkün değil. Jolie karakterini canlandırdığı süre boyunca Ryder ile sahne çekimleri dışında hiç görüşmemiş çünkü Ryder’ı kişisel olarak tanırsa filmde canlandırdığı karakterin gerçekçiliğinden uzaklaştıracağını düşünmüş.

Susanna Kaysen’ın kendi hayatından uyarlanan bu filmin haklarını Ryder kitabı okuduktan sonra kendisi almak istemiş. Amerikalı yapımcı Douglas Wick ile film haklarını aldıktan sonra filmin seyirci ile buluşması yedi yıl sürmüş. Jolia, Lisa rolü ile Akademi Ödüllerinde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü alıyor. Kadroda yer alan diğer isimlerden bazıları benim bu filmde ve diğer izlediğim her filminde hayranı olduğum Brittany Murphy, Whoopi Goldberg, Jared Leto, Clea DuVall şeklinde sıralanabilir. Birbirinden farklı bir grup genç kadının karakterlerini ortaya sermekte oldukça başarılı olan bu film biraz karanlık bir atmosfere sahip olsa da izlenmesini oldukça tavsiye ediyorum. 

Little Birds | 2011

“Bağımsız film” dendiğinde aklıma gelen ilk filmi duymamış olmanız çok normal çünkü bağımsız filmlerin doğası gereği bir çoğu bir çoğumuzun gözünden sıklıkla kaçıyor.

Birbirinden oldukça farklı karakterlere sahip Lily ve Alison ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Salton Denizi bölgesinde oldukça sıradan bir hayat sürüyorlardır. Günün birinde yaşları benzer üç erkekle tanışan bu iki zıt karakter evlerinden kaçarak Los Angeles’a giderler. Oldukça sıradan bir konusu varmış gibi anlatmış olsam da 90 dakika süren bu film oldukça sürükleyici bir anlatıma sahip. 

Kadrosunda Juno Temple, Kay Panabaker, Leslie Mann, Kate Bosworth ve Kyle Gallner gibi isimlerin yer aldığı bu Elgin James filmi vakit geçirmek,  “havlayan köpek ısırmaz” kavramını düşünmek ve lise arkadaşlıklarınızı hatırlamak için oldukça iyi bir alt zemin oluşturuyor. 

Eileen | 2023

Senaryosunu eşi Luke Goebel ile birlikte yazan Ottessa Moshfegh’in romanından uyarlanan psikolojik gerilim film Eileen tam bir kış filmi. 1960’lı yıllarda Boston’da geçen film annesini kaybettikten sonra babası ile yaşamaya başlayan ve hapishanede çalışan Eileen’ın kasvetli hayatının Rebecca adlı yeni bir danışmanın çalıştığı hapishanede işe başlaması ile değişmesini konu alıyor. Last Night in Soho filminden tanıdığımız Thomasin McKenzie ve Anne Hathaway’ın başrol olduğu bu filmi havanın kapalı ve yağışlı olduğu bir günde izlemenizi öneririm. Filmi izledikten sonra Ottessa Moshfegh’ın kitaplarına merak sarabilme potansiyeline karşı hazırlıklı olmanız konusunda uyarımı yapmadan geçemeyerek filmi beğenmenizi umuyorum. 

Thirteen | 2003

Twilight serisinin ilk filminin yönetmeni olan Catherine Harwicke tarafından yönetilen Onüç oldukça sarsıcı bir gençlik filmi. Ünlü oyuncu Nikki Reed’ın 12-13 yaşlarında yaşadıklarından esinlenerek Harwicke ile birlikte senaryosunu altı günde yazdığı film Los Angeles’da annesi ve abisi ile yaşayan Tracy’nin hayatına odaklanıyor. Yanlış bir arkadaşlığın genç bir kadının hayatını nasıl değiştirebileceğini sert bir anlatım dili ile anlatan bağımsız film 2003 yılında Sundance Film Festivalinde gösterilerek 2 milyon bütçesi olan filmden sadece 3 dolar kazanan Harwicke 3 dolar ile birlikte Sundace Yönetmenliği Ödülünü kazanıyor. Düşük bütçeden dolayı filmde kullanılan kıyafetlerin çoğu oyunculara aitmiş ki çekimler ilerledikçe Tracy’i oynayan Evan Rachel Wood ve Evie’yi oynayan Nikki Reed’in aynı tarz giyinmeye başladıkları yönetmenin dikkatini çekiyor.

Renk tonunun film boyunca değişimi ile seyircileri olayların gerginliğine dahil etmede üstün başarı sergileyen bu filmi izlerken kendi olabildikçe soyutlamanızı tavsiye ediyorum. Gençlerin etraflarındaki yetişkinlerde gördükleri şeyleri yapmasını tüm ürkünçlüğü ile gösteren bu çarpıcı filmi uzun zaman önce izleyenlerdenseniz olgunlaştığınızı filmdeki çocuklardan ziyade çocukların ailelerini anlamaya başladığınızı fark etmenizle bir kez daha anlayacağınızı düşünüyorum. 

Ginger Snaps | 2000

Ölüme olan takıntıları başta olmak üzere karakterleri ile yaşadıkları banliyöde diğer insanlardan oldukça farklı Bridgitte ve Ginger Fitzgerald adlı kız kardeşlerin hayatları komşularının köpeğini parçalayan gizemli bir yaratığın mahallelerine gelmesi ve Ginger’a saldırması üzerine tamamen değişir. Katharine Isabelle ve Emily Perkins tarafından canlandırılan Fitzgerald kardeşleri oynayacak uygun oyuncu araştırması oldukça uzun sürüyor (altı ay). Isabelle ve Perkins’in  aynı gün seçmelere katılması ile ise arayış sona eriyor. Film Birleşik Krallık ve Avusturalya’da büyük başarıya imza atsa da Amerika’da filmin başarıyı yakalaması HBO’da yayınlanması ile sağlanıyor. Büyümeye dair oldukça şey barındıran bu filmin 16-18 yaş arasındaki izleyiciler üzerinde bırakacağı etkinin daha derin olacağını düşünüyorum. Şiddet içerek yapımlardan tetiklendiği düşünen izleyicilerin ise altı haftada çekilen filmi izlememesini öneriyorum. Genç kızların büyüme sürecini konu alan ve bu şiddet öğeleri ile sembolize eden film yapım sürecinde bir sene önce gerçekleşen Columbine okul katliamından ötürü oldukça zorlu bir süreçten geçerek seyirci ile buluşuyor. Öte yandan film çıktığı yıl Kanada’da en yüksek hasılat yapan film oluyor. 

God Help the Girl | 2014

Hipster kelimesini hatırlayan kaç kişiyiz? Eğer hatırlamak isterseniz bu film tam size göre. İskoçya, Glasgow’da geçen film psikolojik olarak iyi olmayan ve hastanede tedavi altında olan Eve adlı genç bir kızın hayatını anlatan filmin estetik olduğu kadar gerçekçi gelen çekimleri ve bir süre çalma listenizden eksik edemeyeceğiniz muhteşem müzikleri ile izleyicilere güneşli bir pazar sabahının verdiği hissi bırakıyor. Emily Browning, Hannah Murray ve Olly Alexander’ın yer aldığı film iyileşme döneminde arkadaşlığın ve müziğin insanlara ne kadar iyi gelebileceğini hatırlatıyor.

Filmin senaryosu ve yönetmenliği Belle and Sebestian adlı müzik grubundan bildiğimiz Stuart Murdoch üstleniyor.  Çoğumuzun kimi zaman yaşadığı hisleri birbirinden farklı karakterler barındıran bir senaryosu olan Sundance Film Festivalinde ilk gösterimi yapılan bu filmin neşenizi arttıracağını umuyorum. 

Pearl | 2022

Son zamanların en iyi filmlerinden dersem abartmış olur muyum? Bu öğrenmenin tek yolu uygun bir vakitte bu filmi izlemenizden geçiyor. Martin Scorsese’nin uykularını kaçırdığına yönelik haberi Variety’de okuyabilirsiniz. 

Dağıtımını A24’un üstlendiği film 1918 yılında geçiyor. Eşinden savaştan dolayı uzak Pearl otoriter annesi ve hasta babası ile şehirden uzak ama göle yakın bir çiftlikte yaşıyor. İçinde bulunduğu sevgisiz ortam ve bu ortamdan kurtulmanın hayallerine sığınan Pearl film yıldızı olmanın hayallerini kurar. Anne ve babası dışında Pearl’un eşinin sarışın kız kardeşi Mitsy ve sinema salonunda tanıştığı genç adamla olan ilişkisini izlerken Pearl’un hissettiği herşeyi hissetmemeye olanak vermeyen bir performans sergileyen Mia Goth başrolde üstün bir başarıya imza atıyor. İnternet üzerinde “Kadınların Joker’i” olarak tanımlanan filmin yönetmenliği ve senaryosu Ti West’e ait. Mia Goth Kovid salgınından ötürü iki haftalık zorunlu kapanma sürecinde senaryoya katkılarını FaceTime üzerinden vererek ikinci senarist oluyor. 

Başından sonuna kadar nefesinizi tutarak izleyeceğiniz korku filmi olarak anılan bu film korkudan çok rahatsızlık hissi oluştururken bir yandan da Pearl için en iyisini istemenize sebebiyet verecek bir empati de uyandırıyor. Öte yandan aslında Pearl’un muhtemelen gündelik hayatta tanışmak istemeyeceğiniz biri olduğunu unutturmayan bu film seyirci üzerinde karmaşık hisler bırakıyor. Bir sonraki önereceğim filme dair diyeceklerimi yazdığım sırada bahsettiğim “female rage” kavramını bir kez daha tanımlayan bu filmin ileride değerinin daha da anlaşılacağına dair hiç şüphem yok. 

Gone Girl | 2014

Davin Fincher tarafından yönetilen Gillian Flynn’nin aynı isimli romanından uyarlanan film son zamanlarda sıklıkla karşımıza çıkan “female rage (kadın öfkesi)” temasının en önemli izlerini taşıyor. Temelinde hayal kırıklığı barındıran bu öfkeyi Rosemund Pike tarafından canlandırılan Amy Dunne adlı karakter ile izleyen her kadının az biraz ilham alacağını (umarım iyi anlamda) söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Beşinci evlilik yıldönümlerine biraz kala Ben Affleck tarafından canlandırılan Nick Dunne eşinin kaybolduğunu duyurur ve olay basında büyük ilgi toplayarak kamusal bir olaya dönüşür. Bu tür kurgularda akla gelen ilk senaryo bir eşin (muhtemelen erkek) diğer eşi öldürmesi olduğu konusunda hepimiz aynı fikirdeyizdir. Öte yandan filmi henüz izlemediyseniz diyebilirim ki aklınıza gelecek ilk şeylerin hiçbirini bu filmde görmeyeceksiniz. Fincher’ın Amy karakteri için Rosemund Pike’ı seçmesinin iki nedeni olarak şunları sıralayor:

1) Amy’nın yaşı kitapta belirsiz. Filmdeki zaman geçişlerinde daha genç ve yaşlı görünmeyi kaldırabilmesinden dolayı Pike büyük avantaj sağlamış. 

2) Amy gibi Rosemund Pike’da tek çocuk. Bunun karakter üzerindeki etkisine inanan Fincher için son karar kolayca verilmiş. 

Rosemund Pike ileride ikonik olarak hatırlanacak bu rolü canlandırırken Nicole Kidman’ın “To Die For”, Sharon Stone’un “Basic Instinct” adlı filmlerindeki rollerinden ve Carolyn Besette-Kennedy’den de beden dili ve İngilizce’de “aloof mood” diye geçen arkadaş canlısı olmayan, dahil olmaktan hoşlanmayan ve duygusal olarak uzak anlamına gelen bir ruh halinden ilham alarak çalışmalarını gerçekleştirerek role hazırlanarak unutulmaz bir performans sergiliyor. Female rage denince akla gelen sahneyi filmi izledikten sonra bir kez daha izlemeniz dileğiyle videoyu bırakıyorum. 

Speak | 2004

img_8277-2
Speak | Fotoğraf: IMDB

Kristen Stewart’ın oyunculuğunu genç yaşta kanıtladığı, Laurie Halse Anderson’ın aynı adlı kitabından uyarlanan bu filmi keyfinizin ne çok iyi ne çok kötü olduğu bir dönemde izlemenizi öneririm. Evin tek çocuğu olan Melinda liseye başlamadan gittiği bir partiye kadar sosyal ve neşeli bir kız olarak seyirciye anlatılıyor.  Bu parti sonrası Melinda’nın karakter değişimine etrafındaki insanları dahil ederek ele alan bu film oldukça karanlık bir atmosfere sahip olsada seyirciye bir farkındalık yaratma konusunda oldukça başarılı. Steve Zach, Eric Lively, Michael Angarano’nun oyuncu kadrosunda yer aldığı, yönetmenliğini  Jessica Sharzer’in üstlendiği, çekimleri bir ay süren bu filmde Melinda’nın film boyunca yaşadığı zorluğun üstünden gelme çabası ile özellikle filmin sonunun sizlere iyi hissedeceğini düşünüyorum. 

Kapak Fotoğrafı: IMDB

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Kadın Yönetmenler