Geçen sene bu dönemlerde gittiğim Edinburgh’un seneyi devriyesinde theMagger’daki ilk yazılarımda bu büyülü kenti anlatmaya karar verdim. Zorlu ve ruhen yorulmuş bir dönemdeyken bir de 30 yaşına yeni basmış olmanın verdiği hayatı sorgulama eklenince isyan etmem için harika kombinasyon oluşmuştu. Çoğu insan böyle zamanlarda yakın arkadaşlarıyla deniz tatilini tercih eder ama ben şehir dışında herkesten uzak tek başıma olmayı istedim. Madem vizem var, o zaman hiç bilmediğim bir yeri keşfetmek kendimi de keşfetmeye yarar diye İskoçya’yı seçtim.

Konum

Edinburgh Kalesinden Manzara

Gitmeden hangi gün nereyi gezeceğimi, ne yapacağımı hazırlamıştım. Ama kendime ve Edinburgh’a dair bir şeyi unutmuştum. Benim gün içindeki anlık ruh değişimlerim gibi Edinburgh’un da bunu tetikleyen hava durumu…

Tek başıma ilk tatilim olacağı için heyecanlı ve kaygılıydım. Ama sonra buradaki insanların ne kadar samimi ve güvenli olduklarını görünce (özellikle Londra’ya oranla) rahatladım. Havaalanı şehre çok yakın. 20 dakikada otelime geldim. Ben taksiyi tercih ettim, ama isteyene hemen çıkışta otobüsler de var. Edinburgh oldukça kompakt bir şehir. Her yer yürüme mesafesi. Parkları, Ortaçağ’dan kalma havası, görülecek müzeleri, içilecek viskileri derken günün nasıl geçtiğini anlamıyorsun bile. İskoçlar, İngilizlerden biraz farklı ve daha hızlı konuşuyorlar, ama şehir halkı senin turist olduğunu anlayınca daha yavaş ve tane tane konuşmaya dikkat ediyor ki anlamakta zorluk yaşama. 🙂

İskoçya’nın en sıcak zamanları Temmuz ayında yaşanıyor, ama en yüksek sıcaklık 22 civarında. Çelişkiye gel 🙂  Ben gittiğimde 2 gün yağmur yağdı zaten. Yağmur yağmayan günlerde de akşamları illa üzerime bir şey aldım. Ayrıca hayatımda yeşilin bu tonlarını burada gördüm. Bu kadar yağmur yağmasının bir nedeni varmış..  

Ben Edinburgh’ta 4 gün kaldım. Ama 1 günüm daha olsaydı uzaktaki günübirlik turlardan birini seçerdim. Özellikle Loch Ness Gölü turu veya herhangi bir viski fabrikası turu pek şahane duruyordu. Biletler tren istasyonunun üzerindeki Tourist Info Center’da var. Ama şehri 3 günde gezip 4. günde de turlardan biri alınabilir. Ben baya tadına vararak yürüdüğüm ve yürüme dışında da başka bir araç kullanmadan gezdiğim için şehri keşfetmek uzun sürdü biraz. 

Edinburgh
Edinburgh

İlk gün, gezmeye başlamadan önce sight seeing tur yapmak lazım. Şehir çok büyük olmadığı için yer-yön bilgisi edinmek ve gezi planı yapmak için iyi oluyor. Tren istasyonunun (Waverley Bridge Station) oradan kalkıyor bütün otobüsler ve bilet otobüste alınabiliyor, önceden almaya gerek yok. Edinburgh insanın hayatını kolaylaştıran bir şehir. Hiçbir sıkıntı çıkmadan gezebilir ve insanlarla iletişim kurabilirsiniz. Normalde karşıdan karşıya geçerken dikkatli olmak veya paramı çaldırmamak gibi konular yanımdaki insanların görevi olurdu, ama ilk defa tek başıma gittiğim için bir şehrin bu tür özelliklerine de dikkat etmiş oldum. Bu anlamda da güvenli bir şehirmiş Edinburgh.

Ben Fraser Suites’de kaldım ve çok memnundum. Çok merkezi ve rahattı. Bir de duyduğuma göre 94DR adlı bed&breakfast çok iyiymiş. Çok az odası olduğu için önceden yer ayırtmak lazım.

Edinburgh Kalesinden Manzara

Ben her kitapta veya internet sitesinde yazdığı gibi Edinburgh’ta buralar gezilir, şunlar yapılır demek istemiyorum ama şehre özgü bazı şeyleri yapmadan da geri dönülemez. Bunların ilki, hiçbir zaman fethedilmemiş olan Edinburgh Kalesi. Kaleye girdiğim anda tüylerim ürperdi, yüz yıllardır tüm heybetiyle orada duruyordu ve ben kendimi içinde ufacık hissettim. Kalenin tüm müzelerine girip uzun uzun gezmek isteyenler çok vakit kaybedebilir. Zaten şehrin her yanından gözüküyor, dolayısıyla bir an önce şehrin sokaklarına inmek lazım… Kale dışında görmeden dönülmeyecek bir diğer yer ise Whisky Experience Center. Ben bir viski sever olarak Gold Tour aldım, İskoçya’nın 4 farklı bölgesine ait viskileri tattım. Tur sonrası barında içtiğim viskilerden mi artık bilmiyorum ama viski butiğinin kasasındaki adam bir bana bir de aldıklarıma bakarak nereli olduğumu sordu. O kadar çok mu almıştım hakikaten bilemiyorum.

House of Edinburgh
Edinburgh

Şehirde çok fazla müze ve galeri var. Hepsine gitmek çok zaman alır, aralarından seçip gidilmeli. Benim tercihlerim National Gallery ve Royal Academy, National Portrait Gallery, Dean Village’da yer alan National Gallery of Modern Art ve Dean Gallery’den yana oldu. Bunlara ek olarak sanattan daha farklı ama eğlenceli vakit geçirilen Camera Obscura ve Our Dynamic Earth müzelerini de atlamamak lazım. Bana bunlar yetmez biraz da kraliyet-devlet alanları görelim denirse İskoçya Parlamentosu ve Palace of Hollyroodhose var ama beni bu tarz yerler çok cezp etmediği için sadece yürürken önlerinden geçtim. Bu kadar müze ve saraydan sonra St. Giles Katedrali’nde oturmak (şehrin en büyüğü ve ihtişamlısı, sadece onu gezmek yeterli) ruha iyi geliyor, tavsiye ederim.

Günün yarısını harcatan ama sonucuna değen bir diğer önemli yer ise Holyrood Park’taki Arthur’s Seat. Burası uzun bir yürüyüş sonunda ulaşılan volkanik bir tepe ve yemyeşil bir alan. Manzarasını anlatmıyorum bile, siz düşünün.

Genel gezi turları bu kadar yeter. Sırada kendini bir Edinburgh’lu gibi hissettirecek cinsten yapılması gerekenler var. Öncelikle, Old Town ve New Town ara sokaklarıyla beraber didik didik gezilmeli. Vintage dükkanlar, “kilt” satan dükkanlar ve her yerden fırlayan müzecikler atlanmamalı, özellikle Gladstone’s Land ve Writer’s Museum favorilerimdi. Bu uzun yürüyüşler sonrasında marketten alınan yiyecek-içeceklerle Princess Street Gardens’da piknik yapıp huzur bulmalı. New Town’dan Stockbridge’e yürünmeli. Ara sokaklara girip çıkarak vintage ve hipster ruh hissedilmeli. Bundan sonrada Royal Botanic Garden’a gidilip şaşırmalı. Burası Jurassic Park gibi. Devasa ağaçlar var. Lale ağacına ağzım açık 10 dakika bakmışım, etrafıma toplanan insanların sesiyle kendime geldim. Sonrasında Botanic Garden’ın tam karşısındaki Inverleith Park‘da vakit kalırsa yürünmeli. Çok büyük bir park, herkes spor yapıyordu ben de elimde dondurmam boş boş gezindim. Tüm gezi boyunca, susayınca, yorulunca ya da sadece canın istediği için yerel publarda bira veya viski içilmeli ve bazı Scottish yemekleri denenmeli. Haggis en ünlüsü ama pek benim tarzım değilmiş. Son olarak bol bol fotoğraf çekmeli. Şehrin her yanına küçük detaylar gizlenmiş. Özellikle dar geçitler ve merdivenler hem ürkütücü hem de etkileyici.

Inverleith Park – Edinburgh – Photo by Ayse Kose
Inverleith Park – Edinburgh

Bir sonraki yazım, Edinburgh’da yeme-içme, eğlence hayatı ve alışverişle ilgili olacak… 

theMagger’dan Londra’nın Güzel Köşesi: Wapping…

theMagger’dan Londra Sokak Pazarları…

theMagger’dan Baker’s Street’te Sherlock Holmes Müzesi…