Takı sanatçısı Meral Saatçi’nin Koşuyolu’ndaki galerisindeyim. Koşuyolu taraflarında yürümeye aşina olanların, önünden geçerken kayıtsız kalamayacağı bir yer burası. Kendinizi bir anda Galata veya Çukurcuma’daki atölyelerin birinde gibi hissediyorsunuz.

DSC_6871

Mekan yalnızca tasarımı ile değil; Meral’in enerjisiyle de bütünlenmiş. Enerjisini ziyaretçisine de yayıyor. Söyleşiden çok, iki arkadaş sohbetine dönüşen konuşmamızda başka insanlarda sıklıkla rastladığımız kibirli bir soğukluk veya yalancı bir saygı da yok. Sanki iki yaşıt arkadaşız ve onun alanını tanımaya çalışıyorum. Alışık olmadığım bir içtenlikle. Kendisini tanıdığım için şanslıyım.

DSC_6759

A: Özellikle bu mekandan başlayalım isterseniz. Koşuyolu’nda benzer bir yer olduğunu düşünmüyorum.

MS: Hiç yok.

A: Evet Koşuyolu’nun en önemli özelliklerinden birisi az katlı evlerin olduğu bir yerleşim yeri olması. Bunların arasında sizin mekanınız gibi yerlerin çoğalmasını arzu ediyoruz, ama başka yok. Özellikle ilk girişte mimari insanı içeri çekiyor. Mekan tasarımı için destek aldınız mı yoksa sizin estetik anlayışınızın bir yansıması mı?

MS: Çok yakın dostum Mimar Sibel Cihan var, teknik konularda o bana destek verdi. Ama hem işimle ilgili hem de kişisel olarak güzelliğe karşı gerçekten çok merakım var. Yani ortamımın güzel olması benim için önemli. Lüksten bahsetmiyorum.

DSC_6826

A: Estetik kaygı?

MS: Aynen öyle. Ruhum öyle, dolayısıyla içime sinmeyen hiçbir şeyi yapmam. Ortamımı en güzel şekliyle yaşamak ve yaşatmak isterim. Bu ilk başta kendime duyduğum saygıdan geliyor, dolayısıyla ortamım da öyle olmalı. Yani daha önce çok farklı adreslerde de olabilirdim. Ama Koşuyolu’nu çok seviyorum gerçekten ve buranın da bahçesinin olması çok özel ve burası bütün zevkimi daha çok ortaya çıkarmamı sağladı. Burası bizim mabedimiz gibi. Çalıştığım ve birlikte dostlarımızla nefes aldığımız keyifli sohbetlerin yapıldığı, beslendiğimiz yer.

Meral Saatçi

A: Özgeçmişinize baktığımda on sekiz yıldır takı tasarlamakta olduğunuzu gördüm. On sekiz yıl önceki Meral neler yapıyordu?

MS: Hiç başka bir işte çalışamadan, hemen bu işte buldum kendimi. Hayatım sanki programlanmış ve ben onu yaşıyormuşum gibi. Çünkü bu işi yapmak hiç aklımda yoktu. Ankara’da Filoloji okurken -eşimle çıkıyordum o zaman- o İstanbul’da yaşıyordu ve ben okulumu bitiremeden biz evlendik. Bu arada ben Kuşadalı’yım ve üniversite sınavlarına hazırlanırken çoğunlukla İstanbul’da yer alan üniversiteleri yazmıştım, bir tane de Ankara yazıvermiştim ve Ankara oldu. İyi ki de böyle olmuş, her şeyde bir hayır vardır sözü boşuna değil. İstanbul’da yaşarken, dedim ya zor beğenirim, kendim için yaptığım bir takının bir davette beğenilmesiyle bu adım atılmış oldu. Çünkü takımı beğenen kişi daha önce Beymen’de çalışmış. Benim için Beymen’den randevu aldı. Görüşmeye,  kendim için hazırladığım birkaç takıyla gittim. Dediler ki, işçiliğiniz çok güzel ama bizim tarzımız değil. İsterseniz Beymen Club’lara bir göz atın dediler. Ben de beni kibarca reddettiklerini düşündüm. Bir on gün kadar sonra da telefonla aradılar, bakabildiniz mi diye. Şaşırdım. Çok küçük bir kapsül koleksiyon hazırladım ve siparişlerimi aldım. O bir adım oldu benim için. Sonrasında da mükemmeliyetçi olduğum için sürekli eğitim aldım ve çok çalıştım gerçekten. Bu iş dipsiz kuyu. Çok çalışarak kendinizi yenilemeniz ve dünyadan haberdar olmanız gerekiyor. Dolayısıyla hayatım hep eğitimlerle geçti.  Beymen Club ile başladım. Hala devam ediyorum. Araya Vakko ve QUE. gibi farklı birkaç firma da girdi bir süreliğine. Ama Beymen Club ile hep devam etti. Club yazısını görünce sanki kendimden bir şey gibi geliyor, benim adresim gibi. O kadar bütünleştik ki. Öyle hissediyorum ve birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Çalışanlar çok özel. Koleksiyonu artık çok iyi tanıyorum. Çok şanslıyım yani.

A: Aldığınız eğitimlerden de bahsetmek istiyorum ama öncesinde, Ankara’da okumadan önceki Meral nasıl biriydi? Yaratcılık yanı hep ağır basar mıydı?

MS: Evet, hep vardı.

Meral bilezikler

A: Mesela diyorsunuz ki kendim için tasarladığım takılar… Nasıl oldu da kendinizi kendiniz için takı tasarlarken buldunuz?

MS: Biz üç kızkardeşiz. Hepimiz tabii kendine özgü özellikleri olan tipleriz. Ama annem hep benim için hastanede karıştığını düşünüyorum der. Çünkü ben hep çok farklıydım. Yani herhalde bir şeyler yansıyor, hareket noktanız olabiliyor. Kolay kolay da beğenemem. Tam hatırlayamıyorum ama herhalde bir kıyafet için bir takı gerekti ve ben takacak takı bulamadım.

A: İhtiyaçtan doğmuş gibi.

MS: Evet. Hatta kıyafetlerimi bazen alırım ama terzim var, çoğunu terzime diktiririm çünkü ben ne giymek istiyorsam onu giymek istiyorum. Modaya uymak zorunda değilim. Gündemde olan şeyleri giymek zorunda değilim. Tamamen ruh durumuma bağlı. Yemek yaparken de öyle. Bu mekanın detayları da ruhum aslında. Tamamen bir mimara verseydim burayı; o bilemez ki benim ihtiyaçlarımı, ruhumu. Beni çok iyi tanıması lazım. O işini yapar, zevkli yapar, çok güzel olur belki ama bana hitap etmezse ben orada mutlu olamam. Dolayısıyla benim dokunuşlarım şart.

A: Mükemmeliyetçi olduğunuzu, bu sebeple eğitimler aldığınızı söylediniz. Takı tasarımı için ne tür eğitimler aldınız? Bugüne gelene kadar farklı teknikler denediniz mi? Hiç bilmeyenlere basitçe nasıl anlatırdınız?

MS: Denedim. Kurslar ve eğitim veren okullar var. Ama orada yalnızca tekniği öğreniyorsunuz. Tekniği geliştirmek tamamen sizin elinizde. Sonuçta size model öğretmiyorlar. Ne kadar çok ürün tasarlarsanız kendi tekniğinizi geliştirebiliyorsunuz, yaratıcılığınıza kalmış. Herkes bir şey yapar ama yaratıcılığınızı kullanmak size kalmış. Teknikler, kayıp mum tekniğİ, telle ürün yapmak, plaka/astar çalışmaları gibi.

A: 2013 yılında aldığınız camdan boncuk yapımı eğitiminden bahsedebilir misiniz? Aslında takılarınızda cam kullanmıyorsunuz ama size mutlaka bir katkısı olmuştur bu eğitimin. Bize anlatabilir misiniz?

MS: On beş, yirmi gün süren bir eğitimdi. Farklı düşünebilmek için, işimde ne yönde ilerleyebilirim diye düşünerek böyle bir şey deneyimledim. Gördüm ki o tamamen başka bir şey. O konuda yoğunlaşmanız lazım. Cam farklı objeler, örnek olarak heykeller yapılacaksa apayrı bir alan. Ama ben en fazla cam boncukla takılarımı yapabilirim. Fakat ben daha çok minimal şeyleri sevdiğim için takılarımda camı kullanmıyorum.  Eğitimin de verildiği mekan, Beykoz Cam Ocağı. Bir vakıf. Beykoz Cam Ocağı hem konumu hem de yapılan işler anlamında çok özel bir yer. Riva Deresi’nin kıyısında. Mekanın varlık hikayesi de çok özel. Orayı kuran Yılmaz Yalçınkaya, yurt dışında dolaşırken benzer bir mekan görüyor ve Türkiye’de böyle bir yer neden olmasın diye düşünerek bütün varını yoğunu bu mekanı kurmak için ortaya koyuyor. Dünyanın her yerinden değişik cam sanatçıları geliyorlar. Hem eğitim veriliyor hem de gösteri yapılıyor. Üretilen ürünler satılıyor. Rüya gibi bir yer, yapılanlar daha sanatsal. Biz sadece iki veya üç Türk’tük ama büyük çoğunluk yabancıydı ve o insanlar yıllık tatillerini denize girerek veya başka bir şekilde geçirmek yerine Beykoz Cam Ocağı’nı bularak orada değerlendirmeyi seçmişler. Bu açıdan da etkileyiciydi.

_MG_0340

A: Takılarınızda en çok gümüş kullandığınızı görüyorum. Başka hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?

MS: Gümüş dışında altın ve bakır da kullanıyorum. Tamamen altın olan çok az parça var. Ama gümüşle altını karıştırmak daha çok hoşuma gidiyor.

A: Marka olmanın gerektirdiği bazı işler yapmak ve aynı zamanda tasarlamak, yaratmaya çalışmak sizce çelişkili şeyler mi? Zor geliyor mu?

MS: Biliyor musunuz, bunun farkında bile değilim. Çünkü ben çalışmayı çok seviyorum. Başkaları hangi noktada diye düşünmüyorum, bunu inceleyecek vaktim de yok. Daha çok kişi takılarımı kullanmaya başlayınca bilinirliğiniz artıyor ama marka mıyım değil miyim bu durumun boyutlarının farkında değilim.

A: Bu kadar mütevazısınız ama bir yandan da Washington’da D.C.’de National Museum’da koleksiyonları sergilenen tek Türk takı sanatçısı olarak tasarımlarınızın sergilendiğini okuduk.

MS: Sadece orada olabilmek bile çok onurlandırıcı ama insanların takılarımı keyifle takmaları da beni çok mutlu ediyor. Bazen söyleşilerde hangi ünlünün takılarınızı takması sizi daha çok mutlu eder, şeklinde sorular geliyor. Tabii ki takılarımın dizilerde kullanılması hoşuma gidiyor ama sokaktaki insanın da keyifle takılarımı takması daha az mutlu etmiyor beni. Yolda yürürken hiç tanımadığım bir insanda takılarımı görmek ayrı mutluluk benim için.

_MG_0350

A: Türkiye’de giyimin yanında takı kullanma bilinci sizce oluşmuş mu?

MS: Oluşmaya başladı. Bildiğiniz gibi, Uzakdoğu’dan gelen fabrikasyon takılardan çok var. İnsanlar kullan-at mantığıyla ve ucuz şeylere ulaşmak isteği ile bu takılara yöneliyorlar. Ancak bu bir kesim sadece. Sergiler, bianeller, sosyal medya sayesinde bu bakış açısı değişiyor. Benim takılarımı kullanan insanlar çoğunlukla, bir tane bir şeyim olsun ama tasarım olsun, bakış açısıyla baktılarını söyüyorlar. Bu görüş, bu bakışın yayıldığına bir örnek. Eskiden takıya sadece kıyafeti tamamlayan bir aksesuar olarak bakıyorlardı, ama şimdi öyle değil. Şimdi takıya göre kıyafet alanlar var. Ya da kıyafetine hiç önem vermeden takısını daha çok önemseyenler var.

A: Türk insanı sizce takı kullanımını becerebiliyor mu? Takı kullanımı ile ilgili bakış açınız nedir?

MS: “Less is more/Ne kadar az o kadar fazla.” sözü benim için aslında birçok şeyde geçerlidir. Kullandığınız takıda, hayatınızda ne kadar sadeyseniz, o kadar özelsiniz bence. Bir şeyi ne kadar çok kullanırsanız onun değerini yitirirsiniz. Siz daha güzel olmazsınız. Takınız ön plana çıkmaz. İnsanlar yorulur. Dolayısıyla çok az şey kullanmak, kullanılanları uyumlu kullanmak, insanların kendi tarzlarının olması önemli. Moda çok güzel bir şey, ama ticaret sonuçta. Çok fazla ön planda olan şeyi almamak lazım diye düşünüyorum. Dolayısıyla sade şeylere sahip olduğunuzda on yıl önce aldığınız şeyi de kullanabilirsiniz. Modayı takip edelim ama kendi tarzımıza uyarlayarak takip edelim. Bazı insanlar küpesi olmadan kolye takmıyorlar. Aynı ürünün bir parçası ile değil de daha minimal başka bir parça ile tamamlanması da mümkün. Takım alınabilir, küpe ile yüzük veya kolye ile yüzük kullanılabilir. Ama hepsini bir arada önermiyorum. Hele kolye ile gösterişli bir küpe, hiç tarz değil.

_MG_0336

A: Takı tasarımcısı olmak isteyenlere ne önerirsiniz?

MS: Bir sene veya birkaç ayda olacak bir iş değil. Bu işin kursları var, bana göre birden fazla kurs deneyerek farklı teknikler, farklı bakış açıları deneyimleyebilirler. Sonradan kişi de bu eğitimler üzerine kendinden bir şeyler de koyabilirse daha verimli olacaktır.

A: Sosyal sorumluluk projelerine katkıda bulunduğunuzu izliyoruz. Bunlarla ilgili neler söylemek istersiniz?

MS: Birinin bir şeye ihtiyacı varken ben ona dokunamazsam ben olmam diye düşünüyorum. Büyük şeyler değil, yalnızca moral vermek bile bence önemli. Aymarka ile ilk olarak başladı, yetiştirme yurtlarındaki kızlara istihdam sağlamak için. Onlar on sekiz yaşına geldiklerinde yurttan çıkarılıyorlar. Dolayısıyla meslek sahibi olamayan, kendi ayakları üzerinde duramayan kızlarımız kötü koşullara maruz kalabiliyorlar. Çok kapsamlı bir proje idi, nar taneleri adı altında nar bileklikleri yaptım. Sosyal sorumluluk projeleri bununla başladı. Sonra bir gün Cumhuriyet gazetesinin iç sayfasında down sendromluların sadece bizim farkındalığımızı kazanmak için Galata – Tünel arasında farkındalık yürüyüşü yaptıklarını öğrendim ve çok etkilendim. Sonra daha önceden pek de hakkında araştırma yapmadığım bu hastalık hakkında araştırma yaptığımda, bu hastalığın aslında tam bir piyango olduğunu öğrendim. Bunun genetik olmadığını ve herkesin başına gelebileceğini, uzun soluklu bir eğitim gerektirdiğini okudum ve destek vermek istedim. Onları kelebekler gibi gördüm, bu sebeple kelebekli-kalpli bir bileklik tasarlayarak derneklerine görüşmeye gittim. Dernek yetkilileri çok etkilendiler ve kampanyamızı birlikte başlattık. Tesadüfen onların da logolarının kelebekten oluştuğunu öğrendim ve kampanyayı birlikte yürütüyoruz. Farkındayım bilekliklerini de onlar için tasarladım. Down Türkiye Down Sendromu Derneği’nin internet sitesinden 50 TL’den satışta. İsteyenler oradan destek verebilirler.

A: Meral Saatçi tasarımlarına nereden ulaşılabilir?

MS: Beymen Club’lar için tasarladığım seçki dışında diğer modellerime buradaki (Koşuyolu) showroom’dan, lidyana.com’dan, İstanbul Modern Müze’den, Nişantaşı Asayra’dan ve Ankara Armada AVM’de Harem’den ulaşabilirsiniz.