Grand Pera Taste Hub: Eski Beyoğlu Eğlencesi Yeni Adresinde!

Bir özlemini çekip herkese anılarımızı anlatmak istediğimiz Beyoğlu var bir de sadece kendimize saklamak istediğimiz… Farklı mekânlardan yayılan müzikleri bir araya getirerek kendi ritmini oluşturan ara sokaklar, bilmediğimiz hikâyelerin peşinden sürüklendiğimiz gösteriler, yeni tanışmaları başlatan sofralar… Eğer bugünlerde siz de İstanbul’un tek tipleşmesinden şikayetçiyseniz sizi monotonluğa karşı hayatın zarif detaylarındaki güzelliği gösteren Art Nouveau dönemlerine götürmemize ne dersiniz? Hem de gastronominin, sanatın, eğlencenin eşliğinde! Beyoğlu’nun yaşayan mirası Grand Pera, geçmişin eğlence anlayışını bugünün dünya gastronomisi ile bir araya getiriyor! Beyoğlu’nun buluşma noktası Grand Pera Taste Hub hakkında detaylar aşağıda.

Abraham Paşa tarafından mimar Alexandre Vallaury’ye 1883’te inşa ettirilmiş Grand Pera, yüz kırk yıldır Beyoğlu’nun farklı yaşanmışlıklarını ağırlamaya devam ediyor. 1983’teki yangının ardından terk edilen bu tarihi bina, 2019 yılında gerçekleştiren yenilenmeden beri anılarımızdaki Beyoğlu’na yeni hikâyeler ekliyor. Bugün; sanatı, eğlenceyi, müziği ve seçkin mağazaları Beyoğlu’na getiren Grand Pera, ikinci katına açılan Grand Pera Taste Hub ile sokak ve dünya lezzetlerini beş duyuya hizmet eden bir deneyim ile buluşturuyor. Bu deneyime ise Latin dans gösterileri, şef buluşmaları, DJ performansları ve komedi gösterileri eşlik ediyor.

Grand Pera Taste Hub

Dünya mutfaklarından en özel restoranlar ile şehrin monotonluğunu renklendirmeyi hedefleyen Grand Pera Taste Hub, tek bir çatı altında dünya ve sokak lezzetlerini bir araya getiriyor. Eşsiz bir Beyoğlu atmosferinde ziyaretçilerine çeşitli bir lezzet sunabilmek amacıyla Grand Pera Taste Hub’ın iş birliğine girdiği restoran ve kafeler arasında; bilindik tatların dışına çıkarak sokak lezzetlerine yeni bir soluk getiren Yumami, kocaman Arjantin burgerleri ile Crespo Burger, lezzetli burritoları ile Burrito Shop, fast food konseptini sağlıklı tarifler ile buluşturan Çosa, kahve tutkunlarının müdavimi olduğu Blak Coffee, sunduğu çeşitli çay ve çay türleri ile geleneksel ritüelleri farklı deneyimler ile birleştiren Poppin Bubble Tea, çikolata ve kahve ikilisini en güzel sunumlar ile birleştiren Mendel’s bulunuyor.

Sevdiklerimizle buluştuğumuz sofraların iyi bir yemekten ötesi olduğunu bilen Grand Pera Taste Hub, gastronomi deneyimlerimizi unutulmazlaştıracak etkinlikler de düzenliyor. Beş duyu organımıza hitap eden bir gastronomi deneyimi yaratabilmek amacıyla Grand Pera Taste Hub; her hafta salı günleri canlı müzik dinletileri, cuma günleri Overdaze Academy’nin şehri ele geçiren DJ’lerinin performanslarına eşlik eden Tuz Biber stand up gösterileri ve her cumartesi Latin ve Swing dans eşliğinde Latin canlı müzik dinletilerini düzenliyor.

Yeni nesil Beyoğlu restoranlarından Grand Pera Taste Hub’ın gastronomi deneyimi hakkında daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz. Bir yemekten çok daha ötesini vadeden Grand Pera Taste Hub’ta anılarımızdaki eski Beyoğlu eğlencelerini yaşayacağımız sofralarda görüşmek üzere!

Kapak Fotoğrafı: Grand Pera Taste Hub

Beyoğlu Rotası Vol.2 : Geçmişten Bugüne Gelenlerle

Beyoğlu’nun günümüze kadar gelmiş köşelerini, markalarını ve değişmeyen esnaf ruhuyla Beyoğlu’na katkı sağlayan insanlarını, ikinci bölümde de anlatmaya devam ediyorum.

İlginizi çekebilir: Deniz Yılmaz Akman’dan Beyoğlu Rotası Vol. 1

Aklımın Bir Köşesinde: Beyoğlu’nun Eskimeyen Mekânları

20-13
Hacı Abdullah Lokantası| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Kaliteli Yemek, Hoş Sohbet İçin

  • Beyoğlu’nda gezerken canımız ev yemeği çektiğinde gidebileceğimiz esnaf lokantalarından Şahin Lokantası ve Tünel’deki Helvetia,
  • İstiklal’de yürürken aniden acıkınca, günlük yemekleri için uğrayacağımız bir diğer esnaf lokantası Armada,
  • Cihangir’in, gelenleri ev ortamında gibi hissettiren mekânlarından, koruduğu standartlar ve değişmeyen kaliteli yemekleri ve kahvaltı seçenekleriyle Kahve6,
hayvore
Hayvore Karadeniz Restoranı | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Karadeniz mutfağını özlediysek; hamsili pilavını, hamsili mücverini ve balık çorbasını çok sevdiğimiz Hayvore,
  • Bir sabah erkenden sokakları arşınlamaya başlamadan önce menemen eşliğinde klasik bir kahvaltı için uğranılacak Lades,
  • Biraz eskilere dönüp, ailemizle baş başa Osmanlı yemek kültürünü yaşatan bir mekânda yemek yemek istiyorsak adres 1888 tarihli Hacı Abdullah Lokantası (bu mekâna Orhan Pamuk’un romanlarında da rastlarız),

Bir Not: İç pilav ve komposto ikilisini bir arada deneyin!

09-28
Çiçek Pasajı Seviç Restoranı| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Rakı-meze ikilisinin en iyi yaşatıldığı, yalnızca lezzetleriyle değil hoşsohbet çalışanları sebebiyle de tercih edebileceğimiz Sev-iç (Çiçek Pasajı), Lipsos (Nevizade), Sofyalı 9 (Tünel) ve Yakup (Asmalımescit),
  • Ev şarabı eşliğinde yenilenecek et yemekleri ve tarihi atmosferi için Hazzo Pulo Pasajı’nın en eskilerinden Hazzo Pulo Restoranı,
21-14
Asmalımescit Sofyalı 9 Restoranı | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Hem Kafkasya Mutfağı’nın emeği ve lezzeti bol tataları, hem de akşamları rakı-meze ile fasıl geçmek için Kallavi Sokak’ın gözbebeği Fıccın,
  • Pera’da bir şişe şarap ve şarküteri eşliğinde kafa dengi bir arkadaşımızla saatlerce sohbet edip akşama uzanmak için “yeni-eskilerden” Comedus,
22-16
Ayaspaşa Rus Lokantası | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Ayaspaşa’nın en eski sakinlerinden; sadece Rus yemekleri ile değil hikâyesiyle de dikkat çeken, loş ışıkları altında Kiewski’sinden bir lokma ısırırken kendimizi İstanbul sarhoşu hissedeceğimiz Ayaspaşa Rus Lokantası,
  • İstiklâl Caddesi üzerinde, kilise çanlarının süslediği manzarası, kaliteli yemekleri ve terasınında içimize çektiğimiz Beyoğlu havasıyla sevdiğimiz Divan Brasserie Beyoğlu,
  • Olivo Geçidi’nin gölgeli sokağının en eski tanığı, Rus yemekleri, Atatürk’ün oturduğu kendine özel ayrılmış olan masası ve yüksek tavanlı salonuyla daima bir Beyoğlu nostaljisi yaşatan 1932 tarihli Rejans Lokantası,
23-11
Galaktion Gürcü Lokantası | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • 1898’den beri açık olan Samatyalı Papadoulos ailesinin emek vererek uzun yıllar yaşattığı İstanbul’un en eski şarap evi Pano,
  • Biraz da yakın geçmişe gidersek, Türk mutfağını modern dokunuşlarla harmanlayan ve kokteyllerinin lezzetiyle de Beyoğlu’na gelme sebeplerimiz arasında yer alan Michelin yıldızlı Yeni Lokanta,
  • Gürcü mutfağı denilince akıllara birkaç yıldır gelen ve atmosferiyle bizi Gürcistan’a götüren Galaktion.
2-2-23
Üç Yıldız Şekerleme | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Tatlı Yiyip, Tatlı Konuşmak İçin

  • Üç Yıldız Şekerleme: Balık Pazarı civarına ve hatta Beyoğlu’na gelme sebebimiz. Ruhu olan, bir dili olan ve insanın kendini müşteriden öte misafir gibi hissedeceği mekânlardan biri.

Tarihi / Nerede?: 1926 / Dudu Odaları Sokak.
Nesi Meşhur?: Badem ezmesi, beyaz tatlısı, sakızlı lokumları, likörlü çikolataları, akide şekerleri ve reçelleri. Bir de sahibi Feridun Bey’in mesafesini aşabildiğimiz anda görebileceğimiz alçakgönüllü, sıcacık gülüşü.

12-61
Dudu Odaları Sokak – Lezzet Durakları | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Sakarya Tatlıcısı: Balık Pazarı’nın yanı başında, Dudu Odaları Sokak’ın lezzet duraklarından bir diğeri. Dış masalarına oturup çay eşliğinde tatlımızı yerken gelip geçeni izleyebileceğimiz noktalardan biri.

Tarihi / Nerede?:  1957 / Dudu Odaları Sokak.
Nesi Meşhur?: Kaymaklı ekmek kadayıfı, ayva tatlısı, güllaç.

03-37
İnci Pastanesi| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • İnci Pastanesi: Luka Ziguris’ten Beyoğlu’na yadigar, Beyoğlu klasikleri arasında ismini yazdırmış bir pastane. Burada bir anısı olmayan İstanbullu var mıdır?

Tarihi / Nerede?:  1944 / Mis Sokak.
Nesi Meşhur?: Profiterol, ekler, palmiye tatlıları.

  • Şekerci Hacı Bekir: Ülkenin en eski şekercilerden biri olan ve Osmanlı tatlı, şekerleme ve helvaları üreten Hacı Bekir’in bir şubesi de Beyoğlu’nda bulunuyor. 6.nesil tarafından markanın hayatına devam ettiriliyor.

Tarihi / Nerede?:  1777 / İstiklâl Caddesi.
Nesi Meşhur?: Akide şekerleri, lokum, badem şekerleri, helvası.

04-32
Saray Muhallebicisi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Saray Muhallebicisi: Yeri değişmiş olsa da İstiklal Caddesi’nin en gediklilerinden biri olan muhallebici, sütlü tatlılarıyla zaman içinde ün salar. Son yıllarda bu tatlılara yeni seçeneklerin eklenmesiyle menü iyice genişlese de birçoğumuz için tavuk göğsü, kazandibi, keşkül gibi klasik tatlılarının vazgeçilmez adresidir.

Tarihi / Nerede?:  1935 / İstiklâl Caddesi.
Nesi Meşhur?: Sütlü tatlıları ve tavuklu pilavı.

  • J’adore Çikolata: Üniversite yıllarında sıkça teması aşk olan sohbetlerimize çikolata ve tatlıları ile eşlik eden bir mekândı. Beyoğlu denildiğinde ve çikolata akla geldiğinde hâlâ birçoğumuzun yolunun düşeceği bu küçük mekân, yıllardır çeşitli çikolataları ile hizmet veriyor. Ham maddelerin birçoğu da çikolata cenneti Belçika’dan getirtiliyor.

Tarihi / Nerede?:  2007 / Emir Nevruz Sokak, Olivo Geçidi’nin ve Panayia Kilisesi’nin komşusu.
Nesi Meşhur?: Oh La La Beatrice Tatlısı ve eve paket yapıp götürmelik her türlü çikolatası.

  • Beyoğlu Çikolatacısı: Taksim Meydanı’ndan  caddeye giriş yaparken ilk karşımıza çıkan tanıdık, eski tatlardan biridir Beyoğlu Çikolatacısı. İlk olarak Ganapulos ailesi tarafından hayata geçirilen ve fındıklı çikolatalarıyla ün salan marka, küçük penceresi ardında yüzlerce çeşit el yapımı çikolataya ev sahipliği yapıyor.

Tarihi / Nerede?:  1954 / İstiklâl Caddesi No: 69.
Nesi Meşhur?: Sütlü, fındıklı ve fıstıklı çikolataları.

05-25
Mandabatmaz Kahvecisi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Kahve Kokuları Eşliğinde Bir Beyoğlu

  • Geleneksel Türk kahvesi içmek, tarihi Olivo Geçidi’nin asmaları altında bir dostla sohbet etmek için; 1967’den beri açık olan Mandabatmaz, 

Bir Not: Buraya gelmeden önce yanınıza Üç Yıldız Şekerleme’den bir paket çikolata kaplı portakal kabuğu alın. Bir de sevdiğiniz ve sayfalarını karıştırmaktan zevk alacağınız bir İstanbul kitabı.

  • İstiklâl Caddesi’nin en kıymetli, en hatrı sayılır mekânlarından. Kışları şömine başında sıcak bir latte’nin, yazları caddeyi gören masalarında buzlu bir Americano’nun keyfini çıkarmak için gelinebilecek; 1950’lerde sahibi Thomas Bey’in ailesinin ilk tohumlarını attığı Türk & Alman Kitabevi ve Cafe,
06-31
Kum Saati | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Blues dinlemek için Jurnal Sokak’taki şubesi Kum Saati Blues Club aklımızda olsa da, Tünel civarında dolaşırken bir kahve için oturabileceğimiz Kum Saati Kahvehanesi,
  • 2014’te Pera’da açılan ve o görkemli sokaktan geçerken burnumuza kahve kokuları geliyor diye sevindiğimiz Noir Pit,
07-28
Ara Kafe| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Sadece kahve içip, bir sohbete ya da bir sessizliğe eşlik etmek için değil; kaliteli ve lezzetli yemekleri için de birçoğu için Beyoğlu’nda uğrak mekân olan Ara Kafe,
  • Gölgeli, asmalı sokağında saatlerce oturmak isteyeceğimiz, bir kahve içimlik molalarımızın, vaktimiz genişse de uzun sürecek yemek keyiflerimizin durağı Urban Cafe.
08-28
Mod Kristin  | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Dünden Bugüne Uzanan Beyoğlu Markaları

  • Mod Kristin – Elhamra Pasajı içinde bulunan Mod Kristin, 1960’larda Madam Kristin ve eşi tarafından kurulmuş. 1978’ten beri Kemal Bey işletiyor. Vitrininin bile dünkü gibi kalarak, Beyoğlu dönüşümüne direndiği mağazada gelin duvağı, gelin şapkası ve saç aksesuarları, nikah şekeri ve davetiyeler satılıyor. Dükkâna girdiğinizde karşınızdaki duvarda Madam Kristin’in ve eşinin resmi asılı. Aynı zamanda Mod Kristin, Pera’nın en ünlü gelinlikçisi olduğu dönemlerde Türkan Şoray’ın da gelinliğini diken moda evi.
  • Rebul – 1895’te Jean Césare Reboul tarafından kurulan ve ilk olarak eczane olarak hizmet veren markanın lavanta kolonyaları dillere destandır. Kuruluş hikâyesi de bir o kadar öyle. İstiklâl Caddesi’ndeki adresine veda eden eczane, 1936’da Müderrisoğlu ailesi tarafından alnmış. Şimdilerde ürünlerini Atelier Rebul adıyla kendi mağazalarında satıyor. Beyoğlu’ndaki eski Doryan (Cercil D’Orient), yeni Demirören AVM’nin giriş katındaki mağazalarından ürünlerine ulaşılabilir.
09-29
Balık Pazarı tezgahlarında satılan Kızlı Sardalya | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Kızlı Sardalya – Çıkış ve üretim yeri Gelibolu (Alaeddin Konserve) olsa da bu eski tadı Beyoğlulular, Balık Pazarı civarındaki şarküteri ve balık tezgâhlarından almayı severler. Aynı lakerda, çiroz gibi bu konserve sardalyalar da nostaljik bir lezzettir. Dudu Odaları Sokak’taki şarküterilerde ve Tunç Balık’ta bulunabilir.
screenshot-2023-10-10-at-18-58-23
Foto Kutsal arşivinden | Fotoğraf: Foto Kutsal
  • Foto Kutsal – Avrupa Pasajı’nın karşısındaki tarihi binada hizmet veren fotoğraf stüdyosu 1953’te kurulmuş ve dededen-babaya-oğula olarak nesillerdir hayatına devam ediyor. Çok geniş bir siyah-beyaz vesikalık fotoğraf arşivine sahip. Günümüzdeyse biyometrik, pasaport,  vize, vesikalık ve aile fotoğrafları çekiyor. Ayrıca, ülkemizde ilk mezar taşı fotoğrafını üreten stüdyo.
screenshot-2023-10-10-at-19-01-01
Sabırtaşı İçki Köfte | Fotoğraf: Sabırtaşı
  • Sabırtaşı – İçli köfte denildiğinde 1987’den beri akıllara gelen bir sokak lezzeti. İstiklâl Caddesi üzerinde, Hazzo Pulo Pasajı girişinin hemen yanında Kahramanmaraş usulü içli köfteyi küçük bir tezgâhta satıyorlar. Kurucusu Ali Bey artık aramızda olmasa da bu işi devam ettiren oğlu Mustafa Bey’den aile hikâyesini dinlemek büyük keyif. Ayaküstü doymayanları ve başka tatlar da denemek isteyenleri üst kata restoran kısmına alalım.
10-74
Panter Kırtasiye | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Panter Kırtasiye – İstiklâl Caddesi No: 185’te, 1983’ten beri açık olan dükkân, yurt dışından kırtasiye ürünleri yanı sıra koleksiyonerlere de hitap edecek aksesuarlar getirtiyor.
  • Mektup Kırtasiye – Galatasaray, Yeni Çarşı Sokağı’nın en sevilen bu dükkânı, 1992’de kurulmuş. Vitrinine bir çocuk heyecanıyla bakarken bu kırtasiyenin neden bu kadar sevildiğini de anlıyorsunuz.
  • Diamanştayn – İstiklâl Caddesi’nin son gedikli sakinlerinden olan, No: 195’teki gümüş mağazasında göz alıcı bir mücevher ya da saat bulabilirsiniz. Hatta gümüş tepsilerinizi parlatmaya götürebilirsiniz. Genelde kapısı kapalıdır, caddeden her gelip geçeni içeri davet etmeyen bir yapısı vardır. Ama bilen bilir ve bilerek gelir buraya. 1950’lerden beri satış yapan mağazanın eski reklam afişleri de görmeye değer.
  • Madam Katia – Kişiye özel şapkalar tasarlayan Madam Katia, annesi Madam Eva’dan kalma bu mesleği 1960’lardan beri Hazzo Pulo Pasajı’ndaki mağazasında icra ediyor. Özellikle Musevi düğünleri için sıkça üretim yapılan butikte Madam Katia’nın yoldaşı ve yardımcısı da Aleko Bey’dir. Şimdilerde dükkân çoğunlukla kapalı ve randevu sistemiyle çalışıyor.
11-64
Feridun Dörtler | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Ayaküstü Sohbetler

Beyoğlu’na gelip de Pera’nın eski günlerine uzanmadan olur mu hiç? Üç Yıldız Şekerleme’de Feridun (Dörtler) Bey’in Beyoğlu anılarını eğer o gün keyfi yerindeyse ve anlatmak isterse dinler,

13-47
Celalettin Benli | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Celalettin Benli’nin gömlek kumaşlarından başını kaldırdığı anda dile gelen geçmiş günlerini biraz ah’la biraz vah’la gözlerimizde canlandırırız.

15-2-4
Aslıhan Pasajı’nın İpek İplikçisi Fikri Bey ve Rafael Bey| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Aslıhan Pasajı’ndaki ipek ipler ve düğmeler satan Fikri Bey’le ayaküstü sohbet ederiz, duvarda asılı siyah-beyaz resme bakarak. Kendisi sevgiyle anlatır 1918-1982 arasında Rafael Bey’e ait olan bu köşede geçen günlerini. Beyoğlu’nu uzun yıllar “evi”olarak bilmiş herkesin anlatacak öyküleri çoktur. Siz can kulağıyla dinlemeye hazır olun yeter.

16-37
Kunduracı Mahmut| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

İstiklâl Caddesi’ne Veda Edenler…

Elbette onları anmadan olmaz. Bu yazıyı yazarken keşke cadde üzerinde hâlâ olsaydılar da yazıda geçebilselerdi dediğimiz isimler…

Kişiye özel el yapımı ayakkabılar yapan ve geçtiğimiz yıllarda Beyoğlu’nu terk eden (yerine gsm operatör mağazası açıldı) Kunduracı Mahmut,

Vitrininden şöyle bir içeri bakınca ve zarif ahşap merdivenin önündeki masalara sıralanmış denizci haritalarını, tarih kokan kalın kitaplarını ve duvarlarındaki resimleri görünce insanı mutlu eden Denizler Kitabevi (Galip Dede Caddesi’nde artık),

Bir dönem yazar buluşmalarına ev sahipliği yapan ve entelektüel camianın kalbinde özel bir yere sahip olan, geçtiğimiz yılda kapanan tarihi Lebon Pastanesi,

18-2-4
Markiz | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Camından bakıp hayıflandığımız, terk edilmişliğine üzüldüğümüz Markiz,

Nice filmlere perdelerini açan, nice kalbe hayal yükleyen Alkazar, Yeni Melek, Emek ve Saray sinemaları,

19-17
Kelebek Korse | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Zamansız dükkânlardan Kelebek Korse,

Yalnızca plak almak için değil müziğe dair derin sohbetlere de koyulabildiğimiz Lale Plak

İyi ki hayatlarımızın bir döneminde oldunuz ve Beyoğlu’nun toplumsal-kültürel kimliğine katkıda bulundunuz.
Teşekkürler…

Kapak Fotoğrafı: Deniz Yılmaz Akman

İlginizi çekebilir: Deniz Yılmaz Akman’dan Tünel’den Bankalar Caddesi’ne

Beyoğlu Rotası Vol.1: Geçmişten Bugüne Gelenlerle

Kim bilir, kaç kez geçtik Beyoğlu sokaklarından ve o upuzun caddesinden? Yürümekten üşendiğimizden değil, sırf keyif olsun diye bindik bazen o kırmızı tramvaya. Kulaklarımızda çın çın sesleri ve değişmeyen melodileriyle bir Beyoğlu müziğiydi o yolculuk. Bazen bir tebessüm, bazen serzenişle makyajı akmış binalara baktık caddeden geçerken. Öğrencilik yıllarımızda toy hayatlarımıza pek çok anı sığdırdık; ceplerimizde birer sinema bileti, film saatine dek girip çıkmaktan usanmadığımız restoranlarında, kafelerinde güle eğlene. Bazı akşamlar hiç bitmesin istedik yüksek tavanlı eski nesil meyhanelerinde, çalgı fasılın sürüp gittiği meşkler. Bazen de hayranı olduğumuz o müzik grubunun konserinde hep bir ağızdan şarkılar söyledik. Ertesi gün sesimiz kısıktı ama yine de mutluyduk.

07-27
Çiçek Pasajı / Cite de Pera | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Öznesi bizler değilsek de büyüklerimizden dinlemekten haz duyduk Baylan’da ilk kez içilen cappuccino’yu, Markiz’in kremalı pastalarını, Lebon’da yazar buluşmalarını. O ahşap dokulu pastanelerde filizlenen aşk hikâyelerine hayretle kulak kabarttık, biraz özenerek.

Bir sürü keşkemiz birikti Beyoğlu’na dair. Mesela, Kelebek Korse bizlere o vitriniyle yüzyıllar arası yolculuk yaptırmaya devam edebilseydi. Veya Lebon’un raflarına dizilmiş yılbaşı keklerine iştahla bakabilseydik halen. Denizler Kitabevi’nin ahşap merdiveni önündeki geniş masaya yığılmış antika haritalar arasında hayallere dalmaya devam edebilseydik bugün de. Ah keşke biz de tanışabilseydik Çiçek Pasajı’nın çiçek kadını Madam Anahiti’siyle. Bir kere olsun göz göze gelebilseydik o masalarda Tezer Özlü’yle

Elbette Beyoğlu artık eski Beyoğlu değil. Biraz yorgun, biraz hüzünlü ve bazen de yalnız. Geçmişine o da en az bizim kadar özlem duyuyor. Bir bir kapılarını kapatıyor en sevdiği komşuları, başka yerlere gitmek zorunda oldukları için. ‘Çokkültürlü, çoksesli ve çokrenkli’ yaşam biçimi giderek tek kültürlülüğe evriliyor. Fakat elimizde kalan ve “Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan” yerler halen var. O yerlerin sahipleri özveriyle işletmelerini devam ettirmeye çalışıyor. Semtin değişen kimliğine ve turist yapısına ayak uydurmaya çalışırken, bir yandan da marka kimliklerini bizim sevdiğimiz haliyle tutmaya çabalıyor. Buralar, bize “Beyoğlu’na gitmeye halen değiyor” dedirtecek yerler. Kimisi klasik, kimisi gelecekte birer klasik olmaya aday. O çok sevdiğimiz, özlem duyduğumuz Beyoğlu’nu yaşatan köşelerinden söz ediyorum. Öyleyse, haydi Beyoğlu’na uzanalım yeniden. Yalnız aceleyle değil, bu defa oldukça yavaş adımlarla.

Klasiklerle Maziye Yolculuk

Yaşı kaç olursa olsun “bir Beyoğlu Klasiği” tanımı herkesin kalbindedir. Kimi için bu tanım, yüksek tavanlı, kadife perdeli, piyanolu eski Beyoğlu sinemalarında, kimi için ilk aşkın peşinden sürüklenip buluşma saatini heyecanla beklediği vanilya kokulu pastanelerde, kimi için ders saati biter bitmez izlemeye geleceği konserin düzenlendiği loş ışıklı bir barda, kimi içinse çocuk yaşta çoksesli yaşamaya alışık olduğu o aile apartmanının yer aldığı dar bir sokakta saklıdır. Beyoğlu’nda yaşamasa da “Beyoğlu’nu yaşamış” olan herkes, arada özler durur buraların eski halini. Tüm bu hislerle, özlem duydukça sarılabileceğimiz birkaç hatrı sayılır mekan ise şöyle:

08-27
Çiçek Pasajı Lokantaları | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Çiçek Pasajı: Kim ne derse desin geceye doğru iyice artan neşesiyle insana Beyoğlu’nu yeniden sevdiren pasajlardandır. İçerisinde yer alan meyhanelerinde çalgı cümbüş başlayıp, masalar dolar ve anason kokuları etrafa yayılırken bu kentin en özel kubbelerinin biri altında olduğunuzu hissedersiniz inceden.

Hikâyesi: 19.Yüzyıl’da yerinde 1870 yangınında yanan meşhur Naum Tiyatrosu’nun yer aldığı, esas ismiyle Cité de Pera veya Hristaki Pasajı, banker Hristaki (Christakis) Zografos tarafından 1875’te yaptırılır. İlk yapıldığında, pasajda tütün, terzi, tuhafiye gibi dükkânlar vardır. 1930’lu yıllarda ise içine çiçekçilerin yerleşmesiyle beraber bu ismi alarak Çiçek Pasajı olarak anılmaya başlanır.

Nesi için gidilir? Bir akşamüstü, girişindeki Mahzen’in dış masalarında bira-patates keyfi yapmak için. Sev-İç’te güveçte fener kavurma, birkaç çeşit meze eşliğinde rakı içmek için. Ceneviz’in üst katından pasajı gören bir masaya kurulup, yine mezeler eşliğinde akşama uzanmak için.

Pasajın en meşhuru – Huzur Lokantası’nın sevilen garsonu Entel Cavit, 1940’larda pasajdaki birahanelerde servis edilen Arjantin biraları*, akordiyon çalarak masaları neşelendiren, bazen de hüzünlendiren Madam Anahiti ve yaşamı boyunca Sev-iç’teki masasına yerleşip dostlarına esprilerle anılarını anlatan Aydın Boysan.

Bir Not: Pasajın 80’lerdeki görüntülerini izlemek isterseniz, Tarık Akan’ın başrolde olduğu Beyoğlu’nun Arka Yakası filmini seyredin. O filmde Arjantin bardaklarında içilen biraları da göreceksiniz.

10-2-10
Avrupa Pasajı / Aynalı Pasaj | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Avrupa Pasajı: Balık Pazarı’na giderken dikkatleri üzerine çeken pasaj bir zamanların en revaçta tuhafiye dükkanlarına ev sahipliği yaparmış. Hatta, Masumiyet Müzesi’nde de Kemal’in annesiyle gidip düğme aldığı pasajdır. Şimdilerde ise antika eşya ve hediyelikler satan dükkânlara sahip.

Hikâyesi: 1874’te Ohing ailesi tarafından manifatura ve tuhafiye pasajı olarak yaptırılır. Farklı meslekleri simgeleyen kadın heykelleri ve gaz lambalarının arkasına kondurulmuş aynalarıyla ünlüdür.  Bu aynalar artık yerinde olmasa da ismi halen “Aynalı Pasaj” olarak anılır.

10-73
Aslıhan Pasajı’nın sahafları | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Aslıhan Pasajı: Avrupa Pasajı’nın yan komşusu Aslıhan, bir zamanların çok meşhur Krepen Pasajı’na ev sahipliği yapıyordu ve bu pasaj içinde onlarca meyhane bulunurdu. Şimdi, sahaf denilince Beyoğlu’nda akla ilk gelen yer burası. İçerisinde sahaflar, bir adet cilt evi, ipek iplik dükkânı, plak ve poster satan tezgâhlar yer alıyor.

Bir Not: Pasajın alt katında yer alan ipek ip ve düğme satan dükkanı bulun. Duvarda asılı eski sahibinin siyah beyaz fotoğrafına bakın. Sahibi Fikri Bey ile sohbet edin. Tam karşısındaki tarihi baskı makinasını görün. Destine Sahaf ve Servi Cilt Evi’ne mutlaka uğrayın.

26-11
Olivo Geçidi Sakinleri | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Olivo Geçidi ve Panayia Kilisesi: 1900 tarihli Olivo Han’dan adını alan geçidin dillere destan Mandabatmaz Kahvecisi dışında, 1920’lerden bu yana Rus yemekleri sunan Rejans Lokantası, dondurmacısı ve biraz ileride “saklı” bir kapıdan girilen Panayia Kilisesi var. Dönemin varlıklı Levanten – İtalyan  ailelerinden biri olan Olivolar, yazları Bakırköy’de kışları da buradaki evlerinde otururmuş (kapısında 1901 yazan yapı).

11-63
Panayia Isodion Kilisesi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Panayia ise 1803’te inşa edilmiş, Rum Ortodoks cemaatine hizmet veren kiliselerden. Aynı zaman da bu bölgenin en eski kilisesi.

Bir Not: Bu kilisenin avlusunda çekilen sahneleriyle eski Beyoğlu’nu yaşatan, senaryosunu Füruzan’ın yazmış olduğu Benim Sinemalarım filmini izleyin.

13-46
Balık Pazarı tezgahları | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Balık Pazarı ve Nevizade: Sultan Abdülaziz döneminden beri aynı yerinde kurulan Balık Pazarı, sadece balık tezgâhları ile değil, başta Cumhuriyet Meyhanesi olmak üzere; yanı başında yer alan Dudu Odaları Sokak ve ismini Naum Tiyatrosu’ndan alan Sahne Sokak’ı ile de ziyarete değerdir. Bu iki sokakta şarküteri, turşucu, manav,  işkembe salonu, şekerci, tatlıcı, istiridye, soğuk sandviç bulabileceğiniz balık dükkânları bulunur.

Nesi için gidilir? Dudu Odaları Sokak’a gelip Pelit’te bir turşu suyu içmek, Üç Yıldız’dan lokum  ve likörlü çikolata almak, Sakarya’da ekmek kadayıfı veya mevsiminde kaymaklı ayva tatlısı yemek ve Tunç Balık’tan eve götürmelik çiroz, lakerda, ahtapot veya karides salatası almak, dilerseniz de ayaküstü yemek için somonlu bir sandviç yaptırmak için gidilir.

14-42
Nevizade |  Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Nevizade ise şüphesiz Beyoğlu’nun kalbine giden en hayat dolu, en sembolik ve en kendine has sokaklardan biri. Geçmişte, Rum meyhanecilerin olduğu bir sokakmış. Günümüzde ise yan yana sıralanmış balık lokantalarının doldurduğu Nevizade’de günün her saatinde başka kokular duyulur. Gündüzleri bira-patates veya bira-midye tava lezzetini tatmayan veya akşama doğru lokantaların birine geçip mezelerle donatılmış bir masada uzun uzun oturmayan bir Beyoğlu düşkünü herhalde yoktur.

Bir Not: Nevizade’nin en eskilerinden Krepen’deki İmroz maalesef kapandı. Diğer “eskilerden” kalanlar ise Lipsos ve Boncuk.

Beyoğlu ve Atlas Sinemaları: Beyoğlu’nun kapanan onlarca sinemasından sonra neyse ki hayattalar diye sevindiğimiz bu iki sinemanın geçmişi kimine göre “Beyoğlu’nun Beyoğlu olduğu zamanlara” dayanıyor.

1989’da kapılarını açan ve yüzleri artık tanıdık olmuş çalışanlarıyla, bekleme salonundaki ahşap masalarıyla kalbimize kazınan ve nice festival filmlerini izlediğimiz Beyoğlu Sineması, ne yazık ki kapanmak üzereydi. Geçtiğimiz aylarda ise İBB Miras tarafından alınarak, yenilendi.

1948’te açılan ve neoklasik binasıyla da (Atlas Pasajı) dikkat çeken Atlas Sineması ise kısa bir süreliğine kapandı ve geçtiğimiz senelerde yenilenerek Atlas 1948 olarak tekrardan hizmete başladı. Aynı zamanda Sinema Tarihi Müzesi’ne de ev sahipliği yapıyor.

15-45
Suriye Pasajı | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Suriye Pasajı: İstiklal Caddesi’nin en görkemli apartmanlarından biri. Giriş katında dükkanlar, üst katlarında ise ofis ve konut olacak şekilde tasarlanıp 1908’de Rum mimar Dimitris Basiliadis’e yaptırılmış. İsmini de bu binayı yaptıran Suriye kökenli Abut ailesinden alıyor.

İstanbullu Rumların gazetesi Apoyevmatini’nin ofisi de bu pasajda yer alırdı. Ofis geçtiğimiz yıllarda bu pasaja veda etti.

16-36
Kohen Hemşireler Kitabevi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Kohen (Hemşireler) Kitabevi: Beyoğlu’ndan geçen ve isimlerini tarihe yazdıran nice aile var. Bu ailelerden biri de Kohen soyisimli kızkardeşler. Tünel Pasajı’nın en eski sakini Kohen Kitabevi, Musevi iki kardeş; Mazalto Kohen ve Elisa Kohen Benzimra tarafından 1918’de kurulmuş. Bugün de Tünel Pasajı’nda açık olan bu kitapçıya uğrayıp, rafları arasında gezinti yaptıktan sonra kafe bölümünde bir kahve molası vermek paha biçilemez bir Beyoğlu zevki.

17-25
Garibaldi Sahnesi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Garibaldi Sahnesi (Casa Garibaldi): İtalya’da ismine sıkça köprülerde, sokaklarda rastladığımız Giuseppe Garibaldi bir dönem de İstanbul’da yaşar. Kendisi İtalyan vatansever ve işçi sınıfını temsil eden bir milli kahramandır. 1863’te arkadaşlarıyla beraber Beyoğlu’nda işçi cemiyetini ve binasını kurar. 1909 yılında ise Mongeri’nin yardımlarıyla binayı restore ederek genişletirler ve bugünkü görünümüne kavuştururlar. Bir süre İtalyanların derneğine ev sahipliği yapar. 

Konser, sergi, toplantı gibi etkinliklerin yapıldığı bu bina, geçtiğimiz yıllarda yeniden açılarak, bu defa da tiyatrolara ev sahipliği yapmaya başladı. Casa Garibaldi’de bir oyun izlemek başlı başına bir deneyim. Bir zamanlar burada Garibaldi’nin de üyelerle bir araya gelip toplantılar düzenlediğini de düşünürsek, İstanbul’un bu renkli ruhuna bir kez daha hayran kalmamak mümkün değil.

Bir Not: Garibaldi Sahnesi olarak aratırsanız, burada gerçekleşecek tiyatro gösterimlerinin takvimine göz atabilirsiniz. Tiyatroyu izlerken tavanda dikkatinizi çekecek İtalyanca yazı şöyle der: “Vatanını seven onu eserleriyle onurlandırsın.”

18-27
Casa Botter | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Casa Botter (Botter Apartmanı): İstiklâl Caddesi, No: 235’te, II. Abdülhamid tarafından sarayın terzi ve modacısı olan Jean Botter için, mimar Raimondo D’Aronco’ya 1901’de yaptırılır. Uzunca bir dönem metruk bir halde olan yapı, geçtiğimiz yıl İBB Miras tarafından restore edilerek yeniden hayata döndürülür. Şimdilerde, sergi, konser dinletisi gibi etkinliklerde ziyaretçilere açılıyor.

19-16
Pera Palace Oteli | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Pera Palas Oteli ve Pastanesi: Şüphesiz, Pera’nın göz bebeği, Alexandre Vallaury tarafından yapılan  ve 1895’te hizmete açılan bu gizemli otel, yabancı turistlerin Agatha Christie sebebiyle daime gezi listesinde.  Son zamanlarda yeniden rağbet görmeye başlayan oteldeki 101 No’lu Atatürk’ün kaldığı oda, her gün 10.00-11.00 ve 15.00-16.00 saatleri arasında ziyarete açık.

Bir Not: Otelin 101 No’lu odasını gezdikten sonra, makaronları, kek ve pastaları ve elbette ki Fransız tipi iç tasarımıyla göz alan Patisserie de Pera’da bir mola verebilirsiniz. Akşamüstleri gün batımına doğru sizi İstanbul’un kalbinde hissettirecek bir diğer mekan da otel bünyesinde hizmet veren Orient Bar.

Editör Notu: Deniz Yılmaz Akman’ın Beyoğlu serisi ikinci yazı ile devam edecektir.

Kapak Fotoğrafı: Deniz Yılmaz Akman

İlginizi çekebilir: Deniz Yılmaz Akman’dan Beyoğlu Rotası Vol. 2

Çukurcuma Rehberi: Beyoğlu’nun En Boheminden Keşif Notları

Bir çiçek dürbününden bakar gibi, iç içe geçmiş Beyoğlu semtlerinin her biri ayrı bir karakter taşıyor. Çukurcuma ise en bohemi. Tarihi hamamları, vitrinlerinde birkaç nesil geriye gidebileceğiniz antika dükkânları, kapılarını dünyaya aralayan sanat galerileri ve eski apartmanları ile daima yeni bir şeyler sunuyor. Karşınıza aniden hiç aramadığınız bir şey çıkıveriyor. Bir antikanın yüzeyine vurularak yontulmuş bir tarih, kenarı kıvrılmış eski bir dergi, arkasına iyi dilekler sıralanmış bir fotoğraf, kim bilir kimlerin nerelere baktığı sedefle kaplı bir dürbün… Eskimiş gözüken eşyalar anılarınızın bir kolundan tutup sizi içeri çekerken, bir müzede aşkın varabileceği en saplantılı hallerine şahit oluyorsunuz. Önünden geçerken sabun kokularının geldiği hamamların biraz ötesinde birkaç öğrencili bir Rum okulu, iki adım ötedeyse taş duvarlara kazınmış kocaman harfli graffiti’ler… Hepsi sanki bir şeyler anlatmak ister gibi Çukurcuma’da karşınıza çıkıyor. 80 yıllık bir turşucunun dibinde heyecanla kapılarını açan bir kafe, bir ressamın atölyesinin önünde kutularından taşıp sokaklara yayılan boyalar… Renkleri karmaşık. Aynı Çukurcuma gibi, kuralsızca kafa tutuyor nizamlı ve düz olan her şeye!

01-28
Masumiyet Müzesi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Gözüme Çarpanlar

  • Masumiyet Müzesi: Firüzağa’dan Çukurcuma Caddesi’ne doğru ilerlerken sapmanız gereken bir sokak var: Dalgıç Çıkmazı Sokak. Burada eşine az rastlanır bir müze duruyor; Orhan Pamuk’un aynı isimli romanının müzesi. İçeride romanın ana karakterleri Kemal ve Füsun’a dair eşyalar, anılar, kimi gerçek kimi kurgu efemera koleksiyonları sergileniyor. Hepsi, büyük bir özenle ve biraz da “ürkütücü” bir şekilde okuyucunun karşısına çıkıyor. Masumiyet Müzesi’ni, kitabı okumadan önce ve sonra ziyaret ederseniz de etkisi ikiye katlanıyor.
03-cukurcuma
Firuzağa Hamamı Sokağı | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Firuzağa Hamamı: Firuzağa’nın hemen sokak başındaki hamam, renkli harflerle yazılmış hamam yazısıyla ünlüydü bir dönem. Herkes önüne geçip burada fotoğraf bile çektiriyordu. Sonra o yazının üstü kapandı, açıldı… Hatta hamam hakkında çeşitli iddialar da yok değil. Siz en iyisi bu sokağı gezerken ayrıca dikkat kabartıp, bir de öyle bakın bu renkli hamama.
  • Çukurcuma Hamamı: Çukurcuma Caddesi’nin dik yokuşlarını tırmanırken solda göze çarpan hamam, Çukurcuma’nın ün salan hamamlarından bir diğeri. İçi restore edilmiş, temiz ve özenli. 1830’larda I.Abdülhamid’in eşi Nakşidil Valide Sultan tarafından vakfedilen su tesislerini takiben yapıldığı geçiyor belgelerde. Benim içinse en güzel özelliği bir zamanlar, 1880-1885 yılları arasında bu kentte yaşamış şair Kavafis’in hamamın müdavimleri arasında olması. Tek keşke dedirten unsur ise hamamın yabancı turistleri hedef alan bir fiyat politikası olması.

Not: Ferzan Özpetek’in Hamam filmi (1997) sahneleri bu hamamda çekilmiş.

05-12
Muhyiddin Molla Fenari Camii | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Muhyiddin Molla Fenari Camii: Caddenin en üst kısmında yer alan nane yeşili ahşap cami, Mimar Sinan’ın yapıtlarından biri olarak kayıtlarda geçer. Diğer eserlerine kıyasla oldukça sade ve naif caminin tam karşısında ise 18.Yüzyıl’dan kalma bir çeşme yer alır.

Not: Caminin hemen yanındaki binaya dikkatle bakarsanız, Ferzan Özpetek’in İstanbul Kırmızısı filmindeki saat dükkânının burası olduğunu göreceksiniz.

Bir Not Daha: Caminin bulunduğu Çukurcuma Caddesi’ne ve caminin hemen yakınındaki Aslı Günşiray’ın dükkânına, eski bir Türk filminde denk gelebilirsiniz. 1991 yapımı, Türkan Şoray’ın en içten rollerinden birini sergilediği Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu filminden bahsediyorum.

06-15
Turnacıbaşı Caddesi Evleri | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Turnacıbaşı Caddesi: Bu cadde için Çukurcuma’nın resmen kalbinin attığı kısım diyebiliriz. Yan yana sıralanmış kafeler, tarihi apartmanlar, antika ve ikinci el eşya dükkânları ve manav, nalbur, büfe gibi Çukurcumalıların alışveriş için gittiği mahalle mekanlarıyla dolu.
  • Galatasaray Hamamı, caddenin tarihi olan bir diğer değerlerinden. 1481’de Sultan II. Beyazıt tarafından külliyesiyle beraber inşa edilmiş. Hamamın yapılışı hemen yanı başındaki okulla beraber, Gül Baba’nın temennisi üzerine gerçekleşmiş. Geçmişte sadece Galatasaray Lisesi öğrencilerine hizmet veren hamam, günümüzde herkese açık.
  • No: 37’deki ve yanındaki tarihi apartmanlara dikkatle bakın. Burada, baharda açan mor salkımlar bu binalara ayrıca bir güzellik katar. Hatta başınızı kaldırırsanız, birkaç dakikalığına Roma’ya ışınlanabilirsiniz.
  • Özel Zoğrafyon Lisesi, zarif sütunlarıyla hemen dikkat çekse de çoğu kişi buranın tarihi bir Rum okulu olduğunu bilmeden bakar güzelliğine. Okul, 19.Yüzyıl’da İstanbul’da yaşayan Rum öğrencilerin eğitim alması için inşa edilmiş. 6-7 Eylül olayları öncesi yüzlerce öğrencisi olan lisede, günümüzde 40’ya yakın öğrenci bulunuyor.
  • Ağa Hamamı, Turnacıbaşı’nın en eski yapılarından biri. 1454’ten beri hamam olarak kullanılan, şehrin en eski hamamlarından biri.
07-12
Faikpaşa Yokuşu | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Faikpaşa Yokuşu: Art-nouveau stilindeki apartmanların sıralandığı, adeta kusursuz tablo görünümündeki yokuşun, adı geçmişe dayanıyor. Francesco Della Suda, Yunanistan doğumlu, İtalyan asıllı ve İstanbul’da bir yetimhanede yetişmiş. Eczacılıktan mezun olup, Beyoğlu’na Grand Pharmacie Della Suda isimli bir eczane kazandırmış. Abdülaziz döneminde artık ünlü bir eczacı olunca, Paşa unvanı alarak ismi Faik Paşa olarak anılmaya başlanmış. İşte, bu yokuşun adı da kendisinden geliyor. Sokağı günümüzde antikacı, kafe, otel ve galeriler süslüyor.

Not: Bu yokuşun ve Çukurcuma’nın ara sokaklarının eski halini merak ederseniz, kurgusuyla insanı sürükleyen, Fatih Akın’ın Yaşamın Kıyısında filmini izleyin. Filmde ayrıca Yakup2 Restoranı ve Büyük Londra Oteli, mekanlar arasında kullanılmış.

08-10
Çukurcuma Cami Sokak | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Aklımın Bir Köşesinde: Çukurcuma Mekanlar

  • Firuzağa’nın galerileri arasında yer alan C.A.M Galeri’deki sergileri takip etmek,
  • Çukurcuma Caddesi’nin başındaki antika dükkânı Aslı Günşiray’ın özenle seçilmiş antika parçalarına bakmak,
04-16
Karlı Bir Günde Salon Cuma | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Havanın ılık olduğu bir günde Salon Cuma’nın dış masalarına kurulup öğle yemeği yemek, kışları kar yağarken de dışarıyı sıcacık odalarından izlemek,
  • Çukurcuma Cami Sokak’taki heykellerin ve kedilerin peşine düşmek,
  • Çukurcuma Caddesi No: 21’de ressam Avni Akmehmedoğlu’nun atölyesini ziyaret etmek,
  • Turnacıbaşı’nın vazgeçilmezi 49 Çukurcuma’da arkadaşlarla pizza-şarap keyfi yapmak ve belli dönemlerde düzenlenen mini konserlere denk gelmek,
09-9
Deform Müzik Vitrini | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
10-54
Cengiz Özek’in Karagöz ve Kukla Atölyesi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Faikpaşa Yokuşu’nda Cengiz Özek’in zevkle döşenmiş muhteşem Karagöz atölyesini ve kukla koleksiyonunu görmek,
  • Lokanta No: 19 Dining’in çok lezzetli yemeklerini ev gibi sıcacık ortamında yemek,
  • Ayşe Türemiş bir sergi açsa da gitsek diye beklemek,
  • Ağa Hamamı Sokak’ın mağazalarında dolaşmak, Mozk Vintage’ın ev aksesuarları ve mobilyalarına bakarak zaman yolculuğu yapmak,
  • Chado Tea’de bir çay molası verip, mis gibi kokan ananaslı Mate çayı eşliğinde kitap okumak,
  • Mayko Meze Evi’nden evde rakı yanına gidebilecek mezelerden paket yaptırıp, eğer varsa  bir kavanoz da papaya reçelinden almak,
11-50
Asri Turşucu’da Turşu Suyu | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  • Çukurcuma’yı Cihangir’e bağlayan o köşede, Asri Turşuları’nda eski bir tadı anmak. Havalar soğumaya başlamışsa burada oturup pancarlı, acılı bir turşu suyu içmek. Ardından eve gidip, Neşeli Günler filmini bir de “o gözle” izlemek.
12-45
Aslı Günşiray | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Ayaküstü Sohbetler

  • Çukurcuma Caddesi’nin ilk sakinlerinden Aslı Günşiray, özenle seçtiği parçaları sergilediği antika dükkanında, bu semtin dününü ve bugününü en iyi anlatanlardan.
  • Avni Akmehmedoğlu ise biraz ileride atölyesinden sokaklara taşan enerjisiyle bu sokakları en iyi yaşayan, yaşatan, Çukurcuma’nın bir diğer rengi. Kapısını çalın, tablolarına bakın ve doğaçlama akan sohbetin tadına varın.

Kapak Fotoğrafı: Deniz Yılmaz Akman

İlginizi çekebilir: Deniz Yılmaz Akman’dan Galata

CKM- Şıngır Şıngır Beyoğlu

Ali Poyrazoğlu’nun doğaçlama oyunu, dram, trajedi ve yaşanmışlıklarıyla CKM sahnesinde izleyiciyle buluşuyor. Poyrazoğlu ‘Şıngır Şıngır Beyoğlu’nda muhteşem bir akış ve uzun süre etkisinden çıkamayacağınız bir sohbetle anlatıyor, ağlatıyor… güldürüyor.

Salt Beyoğlu – Foodprint [​Gıda İzinin Peşinden]: Akdeniz Beslenmesine Yeni Bir Bakış

Salt, Anemon Productions ve Goethe-Institut iş birliğiyle düzenlenen Foodprint [Gıda İzinin Peşinden]: Akdeniz Beslenmesine Yeni Bir Bakış sergisine ev sahipliği yapıyor. Farklı mecralardaki üretimleri bir araya getiren proje, altı fotoğraf sanatçısının tasarruf, yaratıcılık, paylaşım ve mevsimsellik kavramları etrafında bu asırlık yemek geleneğini canlandıran çalışmalarını temel alıyor.

Anglikan (Kırım) Kilisesi: Beyoğlu’nda Etkileyici Bir Yapı

Beyoğlu’na uzun zamandır gitmemiştim. Tarihte izleri olan ve etrafında bir çok farklı yapının bulunduğu bu güzel semtte ilk durağım Galata Kulesi ve çevresi oldu. Hala oldukça dinamik olduğunu söyleyebilirim. Sonrasında yönümü buraya oldukça yakın konumda olan bir yere Serdar-ı Ekrem Sokak’a çevirdim. Burası siz sokağa girer girmez sanatla iç içe olacağınız gözlerinizi vitrinlerden ayırmadan gezebileceğiniz bir birinden renkli dükkanlarla dolu. Sokak beni demir bir kapının önüne çıkarttı. Kapı aralıktı, içeri kafamı uzattığımda yeşillikler içinde harika bir kilise olan Anglikan (Kırım) Kilisesi ile  karşılaştım. Hadi gelin beni çok heyecanlandıran bu güzel yapıyı birlikte keşfedelim.

d2df7f76-e056-47ef-a371-24474d60e11a
Kırım Kilisesi | Fotoğraf : Tuba Nil Dengiz

Serdar-ı Ekrem Sokağını bitirince karşınızda demir bir kapı, kapının ardında yeşillikler içinde gelenleri selamlayan büyüleyici bir yapı: Anglikan (Kırım) Kilisesi. Araştırmalarıma göre kilisenin bugün bulunduğu konum tarihte Rum Mezarlığı olarak geçiyormuş. Şimdi ise harika bir neogotik yapıya sahip Kırım Kilisesi yer alıyor.

Dünya’da farklı yapıların yapımında da adını duyduğumuz mimar G. E. Street tarafından1858-1868 yılları arasında yapılmış. Kilise 24 Mayıs 1998 tarihinde 1. derece kentsel sit alanı olarak tescillenmiş. Kilisenin yapımında Büyükada’dan getirilen siyah kesme taşlar, pencere kenarlarında ise Malta taşı kullanılmış. Kilise bir bahçenin ortasında yer alıyor. Çevresini taştan yapılmış duvarlar çevreliyor. Ana giriş kapısına bakıldığında küçük iki adet kule ve bir çan kulesi olduğunu görüyorsunuz .Kapıdan içeri girdiğinizde yüksek bir tavan, uzun bir salon, dairesel gül ve yuvarlak kemerli pencereler dikkatinizi çekiyor.


Bu kiliseyi gördüğümde kafamda bir çok soru belirdi. Hikayesi nedir ? Neden Kırım Kilisesi olmuş? Sonrasında öğrendim ki Sultan Abdülmecit Kırım Savaşı’na katılan İngiliz askerlerinin anısına İngilizlere bir arazi bağışlıyor. İşte şimdilerde kilisenin üzerinde bulunduğu arazi bu bahsi geçen arazi. Kırım Savaşı anısına araziye Kırım Kilisesi yapılıyor. Bu nedenle tarihte de ‘Kırım’ı Anma Kilisesi’ olarak biliniyor. Zaman geçtikçe kilisenin cemaati azalmaya başlıyor zaten sonrasında da kilise yaklaşık yirmi yıl kadar kapatılıyor. Uzun bir zaman sonra da Sri Lankalı sığınmacılar kiliseyi 1991 tarihinde restore ederek yeniden açıyor. 

Şimdi size ilginç bir hikaye anlatacağım. Rivayete göre, Kırım Kilisesi açıldıktan sonra Kraliçe Victoria, kilisenin inşaasına katkılarından dolayı padişaha bir otomobil hediye gönderiyor fakat İstanbul’a gelen otomobil, dönemin şeyhülislamının ”şeytan işidir” demesi üzerine, Sarayburnu’ndan denize atılarak imha ediliyor. Bu tarihi mekana dair son bir not: Kırım Kilisesi akustik özelliklere sahip. Bu nedenle zaman zaman çeşitli konser ve performanslara ev sahipliği yapıyor. Bu harika yapıyı keşif rehberinize eklemeyi unutmayın. 
 

Kapak Fotoğrafı: @senemdemircioglu

İlginizi çekebilir: İstanbul Flaneur’dan Beyoğlu Kiliseleri

Şahidi Beyoğlu: Sponeck Birahanesi’nde İlk Sinema Heyecanı

Tüm dünya pandemi günlerinin ilk günlerinden itibaren birçok ekonomik  zorluk çeken sektörlerden bazıları; sinemalar ve tiyatrolar şüphesiz en sert etkilenen sektörlerden oldu. Varlıkları İstanbul’un çok eski yıllarına dek dayanan sinema salonlarıyla teker teker vedalaşmak zorunda kalıyoruz. Vedalaşmak diye dile getirdim çünkü nesiller boyu anılarımızın olduğu salonlarla ayrılmaya başka ne isim verilirdi bilmiyorum. Vedalaştığımız bu salonlardan biri olan Rexx Sineması hakkında geçtiğimiz yıl üzücü bir haber aldık; haberi okurken aklıma bir soru düşüverdi: “İstanbul halkı sinemayla ilk defa ne zaman buluştu?”

Sponeck Birahanesi
Sponeck Birahanesi | Fotoğraf: tsa.org.tr

Tahmin edebileceğimiz gibi çok eskiye, Osmanlı İmparatorluğu’na dek uzanan bir hikaye bizleri bekliyor. 1896 yılında sıradan bir gün geçiren İstanbullular arasında birden bir söylenti yayılmaya başladı: “Bugün Sponeck Birahanesi’nde bir sinemotograf gösterimi olacakmış!“. Halk, o gün merakla oraya gidiyor ama muhtemelen kimse ne ile karşılaşacağını bilmiyordu. Sıradan bir gün geçirdiklerini düşünseler de asla sıradan bir gün değildi. 1896 yılı anlatması dile kolay; İstanbullu sinemayla tanıştı! Nasıl da özel bir an, zamanda yolculuk edebilme şansım olsa görmek isteyeceğim anlardan olurdu. Sinematograf icat edilmiş. İlk kez sinemayla tanışılıyor; insanların tepkisi, heyecanı belki korkuları… Kim bilir nasıl tepki vermişlerdi… Kim bu anıya şahitlik etmek istemez ki! O gün sadece İstanbul halkı değil eminim Beyoğlu da çok heyecanlıydı! O kalabalık; genc, yaşlı, farklı din ve ırktan birçok insan aynı anı, aynı ilki yaşamanın kalp çarpıntısını paylaşıyordu ve Beyoğlu bunun tek şahidiydi.

Eski Sinema
Eski Sinema | Fotoğraf: Pinterest

Sponeck Birahanesi’nde gösterimler birkaç ay boyunca devam etti. Sinematograf icadı her ne kadar özelse bu birahane de öyleydi. Adı birahane olan bu yerde defalarca sinema hatta tiyatro gösterimleri sergilendi hatta Fransız illüzyon ustası Caseneuve de bir süre hünerlerini burada insanlarla buluşturdu.

İstanbul’da bir şeyin ilki yaşanacaksa bu her zaman Beyoğlu’nda yaşanır. Özellikle konu sanat ise kesinlikle öyle. Belki de Beyoğlu’nun geçmişte bağımsız sinema cenneti olmasının öncüsü bu gösterim olmuştur. Hikayenin sonuna gelirken şunu düşünüyor olabilirsiniz: “Sponeck denen birahane neredeydi?” ‘Beyoğlu, Galatasaray’da Avrupa Pasajının üst katında bulunuyordu hatta şöyle dersem eminim birçoğunuz çok daha net yerini anlayacaktır: yıllar sonra orada, Hard Rock Cafe yer aldı. Sponeck sineması, 1870-1903 yılları arasında İstanbul halkına hizmet ederek çok kıymetli anılar biriktirilmesine vesile oldu. Bizlerse 21.yüzyılın insanları olarak maalesef bunu da kaçırdık…

Kapak Fotoğrafı: Pinterest

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan İstanbul’un Eski Sinemaları

Antique Pizzeria: Beyoğlu’nun En Yeni İtalyanı

[[konum_1]]

İtalyan mutfağı ülkemizde çok yaygın ve benzerliklerimizde olduğu için bu mutfağı hepimiz severiz. Pizza, makarna yanına da müthiş bir tiramisu yemeyi kim istemez ki? İtalyan lezzetlerini özleyen, trattoria ambiyansında birkaç saatliğine İtalya’ya ışınlanmak isterseniz hemen Antique Pizzeria’ya muhakkak uğramalısınız! O zaman keşif notlarımı aktarmaya başlıyorum…

Antique Pizzeria, Ambiyans
Antique Pizzeria, Ambiyans | Fotoğraf: Pelin Zorlu 

Antique Pizzeria oldukça merkezi bir konumda, Taksim’in meşhur balık pazarının arkasında yer alan mekanı uzaktan fark etmemek mümkün değil. İlk bakışınızda merak uyandırıyor ve bu samimi yer neresi diye düşünmemek de elde değil.

Adımınızı içeri attığınız andan itibaren müthiş bir atmosfer sizi bekliyor. Bir an kendinizi samimi bir trattoria’da hissederken aslında içinde çeşmeler olan, dünyanin birçok yerinden toplanmış farklı biblo, tablo ve sanat eserleri ile yemek yemenin ayrıcalığını yaşıyorsunuz. Burası bildiğiniz İtalyan’lar gibi değil, en başta bunu belirtmek isterim. Antique Pizzeria’yı farklı kılan bir diğer özelliği Şef Marco Meluzzi tarafından hazırlanan enfes pizzalar ve aynı zamanda mutfak şefi olan eşinin de yarattığı müthiş makarnalar. Ayrıca menüdeki tüm malzemeler özenli ve kaliteli seçimlerle insanı mest ediyor. Menü danışmanlığını da İtalyan Şef Simone Romiti yürütmüş.

Antique Pizzeria
Antique Pizzeria | Fotoğraf: Pelin Zorlu 

O halde yemeklerle devam edelim derim. İlk olarak Bruschetta söyledik, ilk ısırıkta bayılacağınız bir başlangıç. Bildiğimiz Bruscette’lardan farklı olarak hem Porcini mantarlı hem de füme somonlu bir lezzet. Bundan önce başlangıç olarak getirilen Acılı Zeytinyağı da müthişti. Kendilerinin hazırladığı bu zeytinyağı, bugüne kadar başlangıç olarak tattığım zeytinyağları arasında en iyilerinden biriydi.

Pizza’ya gelecek olursak biz tercihimizi Diavola’dan yana kullandık. Ekşi mayalı hamurdan yapılan bu pizza yumuşacıktı ve çıtır çıtırdı. Taş fırında geleneksel odun ateşinde pişen pizzayı çok beğendim. Karabiberli dana salam detayı kesinlikle fark yarattı.

Daha önce balkabaklı bir makarna yemiş miydiniz? Siz de benim gibi bir balkabağı fanıysanız o zaman Penne Zucca tam size göre! Balkabağı kremasının, Porçini mantarı ve kurutulmuş dana kaburga ile birleştiğini düşünün. Bu üç lezzet de o kadar güzel harmanlanmış ki hayran kalmamak elde değil. Bir sonraki gidişimde bu makarnadan tekrar yiyeceğim, tadı damağımda kaldı.

Kapanışı ise panna cotta ve tiramusu ile yaptık. Bu iki tatlıda da alışık olduğumuzun dışında bir yorum katılmış. Genelde panna cottayı biz sadece çilek-ahududu gibi ‘berry’ türevleri ile yemeye alışmışken burada kivi ile de kombinlenmişti ve çok da yakışmıştı. Son derece ‘fresh’ bir tatlıydı. Tiramisu ise gerçek Mascorpan peyniri ve kedidili bisküvi ile İtalya’da yediğimiz tiramusuları aratmayacak türdendi, üstelik yanında da crumble vardı.

Son olarak da kokteyllere de değinmek istiyorum. Buranın kokteylleri ve Sangria’sında çok farklı ve lezzetli reçeteleri var. Biz Sangria denedik ve bayıldık. Bildiğimiz Sangria’nın içine bir iki farklı yorum katarak,  bambaşka bir seviyeye çıkmış!

Genel olarak bakmak gerekirse, sıksık severek gideceğim bir İtalyan durağı olacak benim için Antique Pizzeria. Personel ve ilgili ekip her detayı da sizlerle severek paylaşıyor. Mekanın da kendisi aile ortamı gibi olduğu için aslında kendinizi evde hissediyorsunuz. Dipnot olarak da belirtmek istiyorum, Salı günleri de Aperitivo’ya başladılar ve şimdiden talep çok fazla. O yüzden erkenden rezervasyon yaptırmayı unutmayın!

Kapak Fotoğrafı: Pelin Zorlu

İlginizi çekebilir: Gökçe Ece Oksay’dan The Ordinary

Büyük Londra Oteli: Beyoğlu’ndaki Büyülü Otele Dair

Günümüz dünyasında her şey çok hızlı bir şekilde değişirken İstanbul’un belki de hiç değişmeyen özelliği tarih boyunca kozmopolit bir yapıya sahip olması… Beyoğlu, yan yana sokaklarda birbirinden farklı kültürlere sahip insanların yaşayabildiği bir semt ve her geçen gün değişmesine rağmen hiç değişmeyen yönleri de var, hikâyesi tarihi ve korunan mimarisi gibi. Bu korunan yapılardan biri de Büyük Londra Oteli.

Beyoğlu | Fotoğraf: Natalia Mok (Unsplash.com)

Beyoğlu’nun daha doğrusu Galata ve Pera bölgesinin yeri benim için çok ayrı. Tarihi evleri, sahafları ve otelleri bana her zaman evdeymişim hissini verir ve buradaki yaşanmışlığın ne kadar gerçek olduğunu hatırlatır. Bu ilçe tarih boyunca şehrin hatta ülkenin nabzının attığı ilginç bir yer olarak da bilinir. Eğer ülkede bir şey ilk defa gerçekleşiyorsa buna illa ki Beyoğlu ev sahipliği yapmıştır… Binlerce insanın hayat macerasına, bambaşka insanların bambaşka hayallerine ulaşma çabalarına ve dünyaca ünlü sanatçılara dahi ev sahipliği yapan bir semtten bahsediyoruz, nasıl ilginç olmasın ki?

39 ilçesi bulunan İstanbul’un her ilçesinin ayrı bir hikâyesi olduğu aşikar ama Beyoğlu’nun kent hafızasında bambaşka bir yeri var. Kent hafızasından bahsetmişken semtin yüzyıllık yapılarına değinmemek de olmaz. Beyoğlu’nun tarihi otellerine, binalarına hayran olanların ve birkaç kuşaktır bu bölgede yaşayanların çok iyi bildiği gibi Büyük Londra Oteli’nin konumu Kallavi sokak ile Meşrutiyet Caddesi arasında bulunuyor. Asmalımescit ve Pera’da gezerken gözlerinizi güzelim yüzyıllık binalardan ayıramamakla kalmıyor aynı zamanda birden farklı bir zaman dilimine geçiyorsunuz. Eğer Beyoğlu’nda gezerken böyle hissediyorsanız yüksek ihtimalle sizler de neo-klasik akımına hayran olabilirsiniz. Sadece Büyük Londra Oteli değil, bugün İstanbul’da bulunan yüzyıllık apartmanların birçoğunda neo-klasik akımın izlerini görmek mümkün. Gain’in İstanbul Apartmanları belgeselinde bu akımın en güzel apartmanlarını hikâyeleriyle birlikte izleyebilirsiniz. 

Beyoğlu sokaklarında gezinirken Büyük Londra Otel’ini bizzat görüp denk gelmediyseniz ama sıkı bir sinema takipçisiyseniz de Fatih Akın’ın filmlerinden bu otele aşina olabilirsiniz. Sinemaseverlerin yönetmenin Berlin ve Cannes film festivallerinde ödül almış filmlerini ve diğer yapıtlarını izlediğinizi düşünüyorum. Ünlü yönetmen Duvara Karşı, Yaşamın Kıyısında ve İstanbul Hatırası filmlerinde mekan olarak detaylı bir şekilde Büyük Londra Oteli’ini kullandı. Semtin bu özel mekanlarından olan Büyük Londra Oteli için ünlü yönetmen Fatih Akın zamanında bakın ne diyor: “Büyük Londra Oteli benim için önemli. Evim gibi, çok rahat ediyorum.” Bu cümleyi bir Beyoğlusever olarak öyle iyi anlayabiliyorum ki bu Beyoğlu büyüsünden başka bir şey değil…

Büyük Londra Oteli, 1891’de Mimar Semprini tarafından konforlu ve lüks bir konut olarak tasarlanıp, ilerleyen yıllarda otele çevrilmiş. Otelin kaderi ise 1930’lu yılların gelmesiyle birlikte değişmeye başlamış… O yıllarda Levantenlerin daha az göz önünde olmasıyla birlikte otel ününü gittikçe kaybetmeye başlamış. Günümüzde ise kendine has tarzı, gösterişli cephesiyle misafirlerini karşılayan Büyük Londra Oteli, misafirlerini adeta 19. yüzyıla doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

Son olarak Beyoğlu sokaklarında olmak insana zaman yolculuğu yapıyormuş gibi hissettirebiliyor. Yüzyıl önce o apartmanlarda yaşamış, o otellerde konaklamış hiç tanımadığım belki konuştuğu dili dahi bilmediğim insanların, bu binalarda hayal kurduklarını, maceralar peşinde koştuklarını bilmek ve Beyoğlu’nun buna ev sahipliği yapmış olması, semti çok özel kılıyor. Umarım Beyoğlu çok uzun yıllar boyunca bize hikâyesini ve tarihini aktarmaya devam eder…

Kapak Fotoğrafı: Instagram @sezgiolgac

İlginizi çekebilir: Merve Oflaz’dan 1924 İstanbul