Ripley: Steven Zaillian’dan İtalyan İşi Bir Mini Dizi

Patricia Highsmith’in Yetenekli Bay Ripley romanından uyarlanan, Matt Damon, Jude Law ve Gwyneth Paltrow’un başrollerinde olduğu 99 yapımı filmi bir çok sinemasever hatırlar, izlememiş olsa da bilir. Çok yakın zamana dek bir kez daha ekranlarda göreceğimizi bilmediğim bu hikayenin, yeni ne sunabileceğine dair şüphelerim vardı. Bir taraftan da harikulade bir polisiye olmasından ötürü büyük bir merak da beslediğimi itiraf etmeliyim tabi. Yönetmenlik koltuğunda The Night Of isimli şahane mini dizinin yönetmeni Steven Zaillian’ın da oturduğunu öğrenince iyice keyiflendim. Ripley’nin son bölümü bittiğinde de şuna karar verdim, bir gün elime mini dizilik iyi bir senaryo geçerse, bizzat bu yönetmenin kendisiyle iletişime geçmem gerekiyor… Şaka bir yana, ortaya çıkardığı steril, göz alıcı ve hatta epik sayılabilecek bu işin hakkını fazlasıyla teslim etmek gerekiyor.

Ripley | Fotoğraf: Netflix

Dizinin konusu şu, Tom Ripley adında hali vakti pek de yerinde olmayan bir adam, çeşitli kurnazlıklar ile hali vakti fazlasıyla yerinde olan Dickie Greenleaf isminde bir adamın peşine düşüyor. Sırf bunun için Amerika’dan kalkıp Napoli yakınlarındaki sahil kasabası Atrani’ye gidiyor. Bu kısımları nasıl finanse ettiğiyle ilgili detayları izlerken öğreneceksiniz. Hedefine aldığı bu zengin adamın hayatı, Tom’u resmen kendinden geçiriyor. Her türlü fitne fesat varyasyonuyla karşısındakinin aklını alabilecek güçte sinsileşebilen Tom, çok yavaş bir şekilde Dickie’nin hayatına doğal yollardan sızmaya başlıyor. Dickie, Tom’a tam anlamıyla güvenmeye başladığı andan itibaren sıkıntıların ardı arkası kesilmiyor…

Editör Notu: Devamı spoiler içermektedir.

Ripley | Fotoğraf: Netflix

Öncelikle dizinin iki negatif yanından bahsetmek istiyorum. Birincisi siyah beyaz olması. Şu Amalfi kıyılarını cayır cayır tüm renkleriyle resmedebilecekken siyah beyaz bir atmosfer kurulması büyük hayal kırıklığı. Hele ki bu kadar kusursuz bir sinematografi varken ortada, yazık olmuş. Tabi bu yönetmenin bir meydan okuması olarak da yorumlanabilir ama benim fikrim değişmiyor. İkincisi ise bir tık sıkıntılı casting tercihleri. Dickie Greenleaf ve Marge Sherwood ikilisi pek de izleyiciyi ikna edemiyor gibi. 99 yapımı filmdeki ikilinin karizması ve güzelliği yüzünden böyle düşünüyor olabilirim, ister istemez kıyaslama yapıyorum. Bu yeni ikilide, modern tabirle ciddi bir aura eksikliği var… Andrew Scott “yaşlı” bir Ripley karakterine hayat vermesine rağmen su gibi akıyor mesela, her türlü açığı kapatabilecek güçte bir performans veriyor.

Ripley | Fotoğraf: Netflix

Dizinin iyi yönleri çok daha fazla. Ripley’nin 3. bölümde işlediği cinayetin muhteşem bir kısa film tadında olması çok hoşuma gitti. Hatta dizinin genel epizodik hali muhteşem işliyor bence, roman okuyor hissiyatını verme konusunda çok başarılı. Ripley’nin soruşturulduğu sahnelerdeki gerilim, İtalyan dedektifle arasında dalgalanan o tansiyonlu anlar da harikulade. Kimlik hırsızlığı, cinayet vs. derken akla gelebilecek tüm suçları sırasıyla işlemeye başlayan Ripley’nin ortaya koyduğu anti kahraman performansı, benim yakın zamanda izlediğim dizilerde pek de görmediğim cinstendi. Yönetmenin kurduğu kadrajlar, kurgusal anlamdaki bazı cesur hamleler, Patricia Highsmith’in uzun uzadıya betimlediği anları gözler önüne serercesine esneyen o sekanslar. Her anlamda çok iddialı ve gösterişli bir iş olduğunu düşünüyorum bu dizinin. Umarım izleyenler de keyif almıştır.

 Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: Netflix

İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Yannick

İtalyan Sineması ve Makarnalar: Sinema ve Gastronomi Rehberi

Işıklar kapanıp perde açıldığı zaman hepimiz Cinema Paradiso’daki Totò gibi hayatımızın “o film” ile değişeceğini düşünen bir çocuğa dönüşmüyor muyuz? Yaşamın tüm renklerine rağmen belki de en çok, o eski siyah beyaz İtalyan filmleri ile tutkularımızın hiç önceden bilmediğimiz tonlarına şahit oluyor; o Hollywood’tan aşina olduğumuz mutlu sonlar gerçekleşmediğinde hayatın gerçekliği içerisinde güzelliği keşfetmeyi öğreniyoruz. Peki, hayata dair bu detayları biraz renklendirmeye ne dersiniz? Bizim bir sırrımız var! İtalyan sinemasının büyüleyici yeteneği Sophia Loren, sahip olduğu her şeyi makarnaya borçlu olduğunu söylüyor. O zaman hadi gelin; hayatın sade detaylarında bütün tutkuları gün yüzüne çıkaran İtalyan sinemasını makarna tarifleri ile renklendirelim!

Sophia Loren | Fotoğraf: ArtPhotoLimited

Oscar, Altın Ayı, Palme d’Or… Sinemaya dair verilen bütün ödüller bir sokağa dizilecek olsaydı sanıyoruz ki İtalya’nın sokakları bir kez daha açık hava müzesine dönüşürdü. Peki, bunu nasıl başarıyorlar dersiniz? İtalyan yönetmenlerinin ulusal bir kimlik gibi yaklaştıkları sinema anlayışlarının yolu tutkulardan, ihtirastan, dostluktan ve aşktan geçiyor! Çünkü İtalyan oyuncu Giancarlo Giannini’nin de dediği gibi “İtalyan sineması; farklı renkleri, şekilleri ve hikâyeleri bir araya getiren bir mozaik.” Bu mozaik size başka bir şeyi daha hatırlatıyor mu? Tabii ki farklı kokuları, tatları ve dokuları bir araya getiren İtalyan makarnalarından bahsediyoruz! İtalyan sinemasının en sevdiğimiz filmlerini, izlerken canımızın çektiği makarna tarifleri ile araştırıyoruz!

İtalyan Sineması

Ossesione | Fotoğraf: IMDb

Sinemanın yedinci bir sanat dalı olarak kabul edilmesini Cahiers du Cinéma’nın çoğunlukla Fransız olan eleştirmenlerine borçlu olabiliriz fakat yeni gerçekçilik akımı, auteur yönetmenleri ile bu sanatın yeni bir boyuta ulaşmasını sağlayanlardan biri de İtalyanlar! Örneğin; “Western” türünün İtalyan yönetmenler tarafından çekilen versiyonlarına “Spaghetti Western” deniyorken sanıyoruz ki İtalyan sineması ile makarnanın ne kadar iç içe geçtiğini söylememize gerek yoktur!  Ayrıca İtalyan sinemasının bel kemiğini oluşturan yeni gerçekçilik akımı, ulaşabilir olduğu için “makarnaları” kullanarak sinema dilinde bir ortak değer bile yaratmayı amaçlamıştı. Tabii ki sinema tarihi için makarnalar yalnızca İtalya’nın değerli bir simgesi değil. 1993 yılında Barilla’ya çekeceği reklam için yolu İtalya’ya düşen sürrealist yönetmen David Lynch de bu İtalyan makarnalarını filmografisine katıyor ve usta yönetmen Federico Fellini ile aynı dönem dostluğunu ilerletiyor! O zaman İtalya’dan bütün dünyaya farklı sevgi türlerini ifade etmenin bir yolu olarak yayılan makarnaları, klasik İtalyan filmleri ile bir kez daha hatırlayalım! Hem de bu sefer o çok canımızın çektiği makarnaları evde hazırlayabilmemiz için tariflerimiz var!

İtalyan Filmleri ve Makarna Tarifleri

Un Americano a Roma (1954)

Un Americano a Roma | Fotoğraf: IMDb

Steno ismi ile tanıdığımız İtalyan sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan Stefano Vanzia, 1954 yılında yayımladığı filmi Un Americano a Roma ile İtalyanlara dair edinilmiş basmakalıp fikirler ile bir oyun oynuyor. Vanzia’nın Amerikan kültürüne özenen Nando Moriconi karakterini takip ettiği bu filmde karakterimizi çoğunlukla İtalyanca konuşmayı reddederken İngilizce konuşmaya çalıştığı ve başarısız olduğu anlarda seyrediyoruz. Yalnız Moriconi, film boyunca ne kadar İtalyan kültüründen kendini uzak tutmaya çalışsa da yalnızca bir sahnede gerçek kimliğine dönmekten kendini alıkoyamıyor! Tabii ki “Annesinin Makarnası’nı” yediği sahneden bahsediyoruz!

Mama’s Pasta

Her ne kadar Un Americano a Roma filminde Moriconi’nin annesinin makarna tarifini tam olarak öğrenemiyor olsak da tahmin etmesi zor değil! Roma’da yaşayan Moriconi’nin annesinin bu sade makarnası yalnızca tek bir tarifi işaret ediyor: Cacio e pepe!

4 porsiyon için malzemeler: 1 kutu Barilla Spagetti, 1 yemek kaşığı karabiber, 2 su bardağı Pecorino peyniri

Hazırlanışı: 1. Barilla Spagetti makarnalarınızı kutusunda belirtilen süre kadar tuzlu suda haşlayın. Makarnanızı süzerken pişirme suyunda 2 bardak ayırmayı unutmayın. 2. Tavanızı orta ateşte ısıtın. Ardından karabiberlerinizi herhangi bir yağ eklemeden tavanızın içerisinde kokusu çıkana kadar kızartın. Ardından makarnanızı süzerken ayırdığınız pişirme suyundan bir bardak ekleyin. 3. Bir kâsenin içerisinde 2 su bardağı Pecorino peynirinizi bir bardak makarna pişirme suyu ile karıştırın. 4. Tavanızın altını kısın ve süzdüğünüz makarnaları ekleyin. Daha sonra kâsenizdeki peynirli sosu da ilave edin ve iyice karıştırın. Makarnanız hazır. Afiyet olsun!

Miseria e Nobilità (1954)

Miseria é Nobilità | Fotoğraf: IMDb

Mario Mattoli’nin Eduardo Scarpetta’nın oyunundan beyaz perdeye uyarladığı komedi filmi Miseria é Nobilità, maddi durumu iyi olmayan sokak performansçısı Totò’nun Sophia Loren’in hayat verdiği zengin Gemma ile evlenmek istemesine dayanıyor. Sınıf kavramını komik bir üslup üzerinden eleştirmeyi amaçlayan filmde Totò’nun Gemma’nın kalbini kazanmak için bir aristokrat gibi davranmasını seyrediyoruz. Her ne kadar farklı aksiliklere rağmen Totò bu rolünde ısrarlı olsa da bu başarısı yalnızca aile ile spagetti yiyeceği sofra sahnesine kadar sürüyor. Bir spagetti sahnesi bir insanın “sosyal sınıfını” nasıl ele verebilir diye düşünüyorsanız sizi İtalyan Sofralarının Kırmızı Çizgileri yazımıza alalım.

Spaghetti Pomodoro

Sınıfsal farklılıkları eleştiren Miseria é Nobilità, İtalyan sofrasında önemli bir yere sahip olan yemek yeme kurallarını Spaghetti Pomodoro tarifi ile işliyor. İşte bu sade ve lezzetli tarifin detayları aşağıda!

2 porsiyon için malzemeler: 160 gram Barilla Spagetti, 400 gram doğranmış domates, 20 gram natürel zeytinyağı, 1 diş sarımsak, taze fesleğen, bir tutam şeker, tercihiniz kadar tuz ve karabiber

Hazırlanışı: 1. Domatesleri hafifçe kesin, birkaç saniye kaynar suda bekletin, ardından buzla soğumaya bırakın ve parçalara ayırın. 2. Bir tavayı ısıtın. Ardından zeytinyağınızı ve bir diş sarımsağı ekleyin 3. Tavaya domatesleri, karabiberi, biraz tuz ve şekeri ekleyin. Sosu birkaç dakika pişirin 4. Bu sırada Barilla Spagetti makarnanızı kutusunda belirtilen süre kadar tuzlu suda haşlayın. 5. Süzdüğünüz makarnanızı sosunuzun bulunduğu tavaya ekleyerek karıştırın. 6. Makarnanızı servis ederken fesleğen yapraklarınızı eklemeyi unutmayın. Afiyet olsun!

I Soliti Ignoti (1958)

I Soliti Ignoti | Fotoğraf: IMDb

Mario Monicelli’nin imzasını taşıyan I Soliti Ignoti, ayrıca bizi İtalyan sinemasının jönlerinden Marcello Mastroianni’nin kariyerinin ilk dönemlerine götürüyor. Savaşın ardından İtalya’da yaşanan yoksulluğu göstermeyi amaçlayan bu komedi filmi, bizi bir grup hırsızın hayatına konuk ediyor. Bir tefeci dükkanını soymayı düşünen bu grubun hayatının derinliklerine inerken geleneksel bir İtalyan makarnası ile bu grubun “hırsız” olmanın ötesindeki kişilikleri ile tanışma fırsatı buluyoruz.

Pasta e Ceci

Besleyici değeri, ulaşılabilir malzemeleri ve değişen tarifleri ile Pasta e Ceci’nin I Soliti Ignoti filminde kullanılması aslında bir tesadüf değil! İtalyan ailelerinin kendilerine özgü tarifler ile gelenekselleştirdiği bu çorbanın detaylarını aşağıda paylaşıyoruz!

4 porsiyon için malzemeler: 160 gram Barilla Casarecce, 200 gram haşlanmış nohut, 2 diş sarımsak, 3 kaşık natürel zeytinyağı, 1 demet maydanoz veya biberiye, tercihiniz kadar tuz ve karabiber

Hazırlanışı: 1. Daha önceden soyulmuş ve ezilmiş iki diş sarımsağınızı geniş bir tavada zeytinyağı ile bir dakika kadar kızartın. 2. Ardından tavanıza haşlanmış nohutlarınızı, maydanozunuzu ve 1 bardak suyu ekleyin. Tavanızın kapağını kapatarak yaklaşık 5 dakika malzemelerinizi pişirin. 3. Beş dakikanın ardından tavanızın içerisindeki nohuttan bir kepçe kenara ayırın. Tavanıza iki bardak daha su ve Barilla Casarecce makarnanızı ekleyin. 4. Çok kısık ateşte Barilla Casarecce makarnanızı kutusunda belirtilen süre kadar pişirin. Makarnanızın dibe yapışmaması için sıklıkla karıştırın. 5. Pişirme süresinin ardından kenara ayırdığınız bir kepçe nohutu da çorbanıza ekleyin. Makarna çorbanız hazır. Afiyet olsun!

Roma (1972)

Roma | Fotoğraf: IMDb

İtalya’nın usta yönetmeni Federico Fellini’nin “Hayat, sihrin ve makarnanın bir araya geldiği bir kombinasyon.” sözünü düşünürsek sürrealist bir ton yakaladığı yarı otobiyografik Roma filminde bir Trattoria’ya konuk olmamıza şaşırmamamız gerek! Federico Fellini’nin Mussolini döneminde Roma’ya gelmesini konu edinen film, hikâye anlatma tekniklerinin sınırlarını aşıyor. Roma’da bir gezintiye çıktığımız bu filmde makarna dostluğun ve hayatın dinamiklerini göstermek için kullanılıyor.

Penne all’Arrabbiata

Geçmişi 1950’li yıllara dönen bu tarif, Roma’nın geleneksel reçetelerinden birini oluşturuyor. Detaylar aşağıda! Hem de çok pratik!

4 porsiyon için malzemeler: 1 kutu Barilla Penne, 1 kavanoz Barilla Arrabbiata Sos.

Hazırlanışı: 1. Barilla Penne makarnanızı kutusunda belirtilen süre kadar haşlayın. 2. Bu sırada Barilla Arrabbiata sosunuzu bir tavada ısıtın. 3. Makarnanız hazır olduğunda tavanıza ekleyin ve karıştırın. İşte bu kadar. Afiyet olsun!

La Grande Abbuffata (1973)

La Grande Abbuffata | Fotoğraf: IMDb

Marco Ferreri tarafından yönetilen ve İtalyan jön Marcello Mastroianni ile bir kez daha karşılaştığımız La Grande Abbuffata, İtalyan halkını ikiye bölen dönemin en tartışmalı filmlerinden biri oluyor. Lüks bir villada buluşan kişilerin hikâyesini izlediğimiz bu filmin kimisi tarafından bir şaheser kimisi tarafından ise felaket olarak yorumlanmasının sebebi ise yönetmenin tabuları merkeze alması. Dört kişinin hedonist yaşamlarını izlediğimiz film, söz konusu tutkular olduğunda hiçbir sınır tanımamayı beyaz perdeye aktarıyor. Diğer filmlerin aksine La Grande Abbuffata, makarna sahnesini bir “kendini yok etme” yöntemi olarak gösteriyor.

Mantar ve Bezelye ile Barilla Üç Peynirli Tortellini

Lüks bir villada yalnızca yemek yiyen, içen ve hedonist zevklerini tatmin etmeye çalışan bu dörtlünün doymak bilmediği reçetenin detayları aşağıda.

4 porsiyon için malzemeler: 1 paket Barilla Üç Peynirli Tortellini, 50 gram ince dilimlenmiş mantar, 50 gram bezelye, 1 yemek kaşığı zeytinyağı

Hazırlanışı: 1. Bir tavada su kaynatın. Su kaynadıktan sonra bir tutam tuz ekleyip makarnayı ilave edin ve pakette belirtilen süre kadar haşlayın. 2. Bu sırada başka bir tavada ince dilimlenmiş mantarları, biraz zeytinyağı ve bir tutam tuzla soteleyin.  3. Daha sonra bezelyeleri ilave ederek kısık ateşte birkaç dakika daha pişirin.  4. Tortellini’yi süzün ve sebzelerle karıştırarak servis edin. Afiyet olsun!

Özel dokunuş: İsterseniz Tortellini’yi yalnızca birazcık tereyağıyla sade bir şekilde servis edebilirsiniz. Zamanınız varsa makarnanızı ince ince doğranmış ve tereyağında yavaşça pişirilmiş sebzelerden (dolmalık biber, kabak, havuç) oluşan bir karışımla renklendirebilirsiniz.

Dove Vai in Vacanza? (1978)

Dove Vai in Vacanza? | Fotoğraf: IMDb

Üç ayrı yönetmen tarafından üç hikâyenin anlatıldığı Dove Vai in Vacanza?; bir ailenin, evli bir çiftin ve birbirinden hoşlanan iki gencin İtalya’da bir tatil boyunca yaşadıkları zorlukları komik bir dil ile aktarıyor. Film içerisinde Alberto Sordi’nin yönettiği Le Vacanze Intelligenti bölümünde düşük bütçe ile tatil yapmak isteyen bir ailenin, bir gece evde yemek yemeyi tercih ettiği makarna sahnesi ile karşılaşıyoruz. Bu sahnede beraber yemek hazırlayıp yiyen ailenin bir tabak makarna ile bütün zorlukların üzerinden gelebileceklerine şahit oluyoruz.

Barilla Pappardelle Kuzu Eti, Biberiye ve Barilla Napoletana Sos ile

Her ne kadar filmde ailemiz bulundukları bölgenin geleneksel bir tarifi olan Pappardelle alla Lepre’yi tercih etmiş olsalar da biz Türkiye’nin yerel ve nitelikli malzemelerine göre bu makarnaya yeni bir dokunuş getirmeyi tercih ettik! Detaylar aşağıda.

4 porsiyon için malzemeler: 250 gram Barilla Pappardelle, çeyrek kavanoz, Barilla Napoletana sos, yarım adet soğan, havuz ve kereviz sapı, 1 diş ezilmiş sarımsak, 100 gram doğranmış pastırma, bir santimlik küpler halinde doğranmış 350 gram kuzu eti, 300 mililitre tavuk veya dana eti, 1 adet defne yaprağı, 2 adet biberiye dalı, 100 gram rendelenmiş Parmesan peyniri, natürel sızma zeytinyağı, makarna suyu için kaya tuzu, tuz ve karabiber

Hazırlanışı: 1. Yağı geniş bir tavada ısıtın ve yumuşayana kadar soğanları, sarımsağı, havuçları ve kerevizi pişirin. Daha sonra pastırmayı ekleyin ve 2-3 dakika daha pişirin. Pastırma, kahverengileştiğinde kuzu etini ilave edin ve kızartın. 2. 1⁄4 kavanoz Napoletana sosu, tavuk/et suyunu, otları ve baharatları ilave ettikten sonra kaynamaya bırakın. Tavanın kapağı açık şekilde etin ve baharatların 30-45 dakika kadar pişmesini bekleyin. Et yumuşadıktan sonra kalan Napoletana sosu üzerine dökün. Tuzlu kaynar suya Barilla Pappardelle’yi ilave edin ve pakette belirtilen süre kadar haşlayın. 3. Makarna haşlandıktan sonra, süzün ve bir dakika kadar hazırladığınız sosla karıştırın. Tavayı ocaktan alın ve makarnanın üzerini Parmesan peyniri ve birkaç damla Natürel Sızma Zeytinyağı ile süsleyin. Hemen servis edin.

Bonus: Godfather (1972)

Godfather | Fotoğraf: IMDb

İtalyan asıllı Amerikalı yönetmen Francis Ford Coppola’nın imzasını taşıyan bu kült film, Mario Puzo’nun aynı isimli romanına dayanıyor. Bir üçleme olarak karşımıza çıkan Godfather’ın ilk filminde New York’ta yaşayan güçlü bir mafya ailesinin hayatını gözlemleme fırsatı buluyoruz. Suç türünün ön plana çıktığı bu filmde, gelenekler ve bağlılığın önemi sürekli vurgulanıyor. Makarna ise Godfather’da sıcak ilişkilerin kurulduğu bir an olarak simgeleniyor. Hatta birazdan tarifini paylaşacağımız makarnanın şefi Clemenza’nın meşhur sözü “Silahını bırak ve makarnanı ye.” bu sahne sayesinde popüler kültürde yer ediniyor!

Clemanza’nın Makarnası

Söz konusu İtalyan mutfağı veya sineması olduğunda; İtalya’da yaşayan İtalyanlar ve Amerika’ya taşınan İtalyanlar arasında bir fark olduğunu belirtmemiz önem taşıyor! İtalya’da geleneksel tariflere saygılı bir mutfak anlayışı benimsenirken Amerika’ya taşınan İtalyanlar, bu mutfağın sınırlarını başka kültürler ile birleştirmeye önem veriyor. Aslında tam olarak filmlerde gördüğümüz köfteli makarnalar da böyle bir anlayışın ardından doğuyor. O zaman Godfather filminden çıkan ve literatüre “Clemanza’nın Makarnası” olarak geçen bu tarifi bir mercek altına alalım!

4 porsiyon için malzemeler: 1 kutu Barilla Spagetti, 11 adet köfte, 6 adet dilimlenmiş sosis, 250 mililitre kırmızı şarap, 750 gram domates, 1 çay kaşığı sarımsak tozu ve kekik, taze fesleğen, tercihiniz kadar karabiber ve tuz

Hazırlanışı: 1. Önceden ısıttığınız tavaya zeytinyağınızı ilave ettikten sonra köftelerinizi ve sosisinizi pişirin. 2. Ardından kırmızı şarabınızı tavaya ekleyin ve kısmen buharlaşana kadar pişirmeye devam edin. 3. Önceden dilimlediğiniz domateslerinizi, baharatlarınızı tavaya ekleyin ve yaklaşık 15 dakika boyunca pişirin. 4. Bu sırada Barilla Spagetti makarnanızı kutusunda belirtilen süre kadar haşlayın. 5. Makarnanız hazır olduğunda tavaya koymak yerine tabağınıza servis edin. Üzerine sosunuzu ekleyip taze fesleğenlerinizi yerleştiren. Clemenza’nın Makarnası hazır, afiyet olsun!

Hayatın farklı detaylarında keşfettiklerimiz ile bir sofrada buluşacağımız tariflerde görüşmek üzere!

Kapak Fotoğrafı: Perfetti Sconosciuti -IMDb

İlginizi çekebilir: Sevginin İfadesi’nden İtalyan Lokanta Kültürü

Wings’lenin Uçuyoruz: ‘Başka İtalya’ Dolomitler

Floransa, Roma, Venedik, Milano, lütfen kusurumuza bakmayın. Bu sefer İtalya’nın bambaşka ve büyüleyici bir yüzünü görmeye gidiyoruz. Turkuaz gölleri, geceleri her birini tek tek seçebildiğimiz yıldızları, turuncu-pembe dağları, karma gastronomisi ve ihtişamlı zirveleriyle Dolomitler bizi çağırıyor. “Akla ilk gelen yerine, keşfetmek” sizin de destinasyon seçerken vazgeçilmez çizgilerinizden biriyse, Dolomitler‘i çok seveceğinize eminiz. Üstelik Wings ile Dolomitler seyahatimizden sadece nefes kesen deneyimler değil, indirim ve Mil Puan da kazanacağız. Hazırsanız Wings’lenin, uçuyoruz!

Dolomitler Nerede, Nasıl Gidilir?

İtalya’nın kuzeydoğusunda, Avusturya sınırına kadar uzanan bölge Dolomitler olarak geçiyor. Güney Kireçtaşı Alpleri’nin bir parçasını oluşturan bu “dağ silsilesi”, batıda Adige Nehri’ne, doğuda Piave Vadisi’ne kadar uzanıyor. Avusturya, Almanya ve İtalya kültürlerinin iç içe geçtiği Dolomitler’e ulaştığınız anda kendinizi ne İtalya’da, ne Alpler’de ne de Almanya’da hissedebileceksiniz. Burası hem hepsi hem de hiçbiri. Bu yüzden oldukça benzersiz.

Wings ile Dolomitler’i %10’a varan otel indirimleriyle keşfedebilirsiniz.

Ulaşım için ise bizim önerimiz Venedik’ten 2-2.5 saatlik bir karayolu seyahati yapmanız olacaktır. Ayrıca Münih’e 3, Milano’ya ise 4.5 saat uzaklıkta. Dolomitler maceranıza 5-6 gün ayırmanızı, araç kiralamanızı ve yanınıza hem ılıman hem de soğuk iklime uygun kıyafetler almanızı tavsiye ederiz.

Wings ile yurt dışı uçak biletinizi alırken Mil Puanlarınızı 2 kat daha değerli kullanabilirsiniz.

Turuncu-Pembe Zirvelere Büyülenin

İsmini bir mineral olan “Dolomit”ten alan dağlar, yine bu mineral sayesinde gün batımında zirveleri pembemsi bir renge büründürüyor. Doğası öyle etkileyici ki, bölge 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiş. Yazın rengarenk çiçeklerle kaplanan çayırları ve bisikletle gezmeye uygun yolları ön plana çıkarken, Dolomitler’e gitmek için en doğru zaman; kış sporları ve kayak merkezlerini deneyimlemeniz, beyaza bürünmüş doğasının tadını çıkarmanız için Aralık-Mart ayları arası olarak gösteriliyor.  

Kayak tutkunları için zirveler oldukça iyi bir organizasyonla birbirine bağlanmış. Her tecrübeye ve zevke göre pistler bulmak mümkün. Kayağın öncesi-sonrası da yılların işletme deneyimlerine emanet edilmiş durumda. Hele ki SPA seviyorsanız (kim sevmez?) kış tatilinizi burada geçirmeniz sizi çok mutlu edecektir.

Mutlaka Görülmesi Gerekenler

Bolzano / Bozen

Güney Tirol’ü, başkenti Bolzano ile keşfetmeye başlıyoruz. Bolzano oldukça hareketli ve cıvıl cıvıl bir bölge. Burada Alman kültürünü hemen hissediyorsunuz ve genele nazaran sıcak bir iklime sahip. Şehrin arkeoloji müzesini görmenizi, hiking ve snowmobile turlarına katılmanızı tavsiye ederiz. Şarap tadımlarını, kendine has şarküterisini ve pretzel seçeneklerini ise mutlaka deneyin. Hareketli meydanı Piazza Walther’da soluklanmanın ardından, doğanın içine gizlenemeyecek görkemdeki kalelerde bir film setinde gibi hissedebilirsiniz.

Alpe Di Siusi

Alpe di Siusi, Dolomitler’in olukça revaçta olan kayak bölgesi. 2 bin 350 metre yüksekliğe, muhteşem bir bitki örtüsüne ve çeşitli yabani hayvanlara ev sahipliği yapıyor. Ulaştığınız anda “ben burayı kartpostallarda görmüştüm” hissi yaşatan bölge, 1000 metre rakıma sahip. Sabahın erken saatlerinde teleferiğe binmek ise unutulmaz manzaralara ulaşmanın en keyifli yolu. Yürüyüş yolları ve kulübe kafeleriyle, burası tam bir kış masalı vadediyor.

Tre Cime di Lavaredo ve Lago di Misurina

“Az vaktimiz var ve ancak birkaç yeri görebileceğiz” diyorsanız, burası tam size göre. Dolomitler’in bir özeti gibi desek abartmış olmayız. Seyir noktaları, Auronzo Rifugio’nun önünden başlayan yürüyüş rotaları sizi sırasıyla Lavaredo ve Locatelli’ye kadar götürüyor. Rifugio’ların manzaraları ve elbette çok başarılı gastronomi durakları da burada. Buraya kadar gelmişken Lago d’Antorno’yu da görmeden geçmeyin.

Lago di Braies / Pragser Wildsee

Geldik Dolomitler’in sosyal medyayı ele geçiren gölüne. Çoğu gezgin tarafından Dolomitler’in en güzel gölü olarak adlandırılan Laga di Braies, ününü sonuna kadar hak ediyor. Kiralanabilen ahşap sandalları, kayıkları, kulübeleri, göle kadar inen merdivenleri ve renkleriyle mutlaka görülmesi gerekenler arasında. Sadece siz, doğa ve ayak sesleriyle bir meditasyonu andıran patika yürüyüşlerini şehre dönünce çok özleyeceğinizi düşünüyoruz. Lago di Dobbiaco da aynı şekilde kaçırmamanız gereken göllerden biri. (Üstelik şanslıysanız kışın üzerinde puz pateni de yapabilirsiniz)

Val di Funes / Villnöss

Villnöss, Güney Tirol’ün en göz alıcı yerlerinden biri. Küçükken çizdiğimiz hayali mutluluk resimlerine benzeyen bir atmosferi var. Bu bölgeye “Alplerin incisi” denmesi kesinlikle tesadüf değil. Çiçeklerle bezeli evleri, vadideki gizemli St. John Kilisesi ve seyir noktası olarak adlandırılan St. Magdalena’da gün batımlarını mutlaka görmelisiniz.  

Gastronomi Durakları

Dolomitler mutfağı çok yönlü ve karma bir dokuya sahip. Favorimizle başlayalım: Üç lezzetli çiftlik köftesi Tris di Canederli, yalnızca Güney Tirol’e özgü bir tür kurutulmuş jambondan yapılıyor ve et suyu ile servis ediliyor. İlk duraklarımızda bahsettiğimiz Bolzano’da bulunan lokal restoranlar Vögele veya Cavallino Bianco’da muhteşem Canederli’ler tadabilirsiniz.

Vögele

Yabani hayvanların diyarına gitmişken av etlerini mutlaka deneyin. Geyik, karaca, dağ keçisi gibi Dolomitler’e özgü pişirme teknikleriyle hazırlanan yerel av tabakları, uzun yürüyüşler sonrasında denenmeli. Av yemekleri konusunda yine Güney Tirol’de bulunan Steakhouse La Tambra veya Marions Steakhouse, lezzet tutkunu gezginlerin ilk tercihleri arasında yer alıyor. Osteria Ciastel ise özel “cold cut”ları ile içinizdeki avcıyı mutlu edecektir.

Steakhouse La Tambra

“Dolomitler Ekmeği” olarak adlandırılan Polenta ise sarı mısırdan yapılıyor ve mevsimine göre farklı farklı şekillerde servis ediliyor. Yazın mantar ve parmesan ile servis edilirken, kışın et veya gulaş ile sunuluyor. Polenta, hemen hemen tüm lokal Dolomitler restoranında karşınıza çıkacaktır. Fakat nefis bir Polenta için biraz yol yapıp ödüllere doyamayan Rifugio Fuciade mutfağını keşfedebilirsiniz. Fazla uzaklaşmadan tatmak için ise, Osteria La Montanara’yı deneyimleyebilirsiniz.

Osteria La Montanara

Soğuk bir günde ılık Apfelstrudel yemeden olmaz. Karları izlerken elmanın ve tarçının muhteşem kokusu, oldukça tatlı bir final olacaktır. Dolomitler Geyser Restaurant Apres Ski’nin göz alıcı manzarası eşliğinde ve oldukça şık tesisinde, kayak sonrası bir Apfelstrudel molası verebilirsiniz.

Dolomitler Geyser Restaurant Apres Ski

Dolomitler raviolisi Mezzelune, balkabaklı mantıları Casunziei, arpa çorbası, yine balkabaklı meşhur gnocchileri de kaçırmayın. Orijinal tarifine sadık bir Mezzelune tatmak için Rifugio Corones veya büyüleyici zirvelere karşı sıcak bir çorba molası için Col Dl’Ancona’yı listenizin en tepelerine eklemeyi unutmayın. Eritme veya tütsülenmiş peynirlerin yanında taptaze fındıklar, kurutulmuş etler, gün batımına karşı vazgeçilmez eşlikçileriniz olacak.

Rifugio Corones

Fakat Dolomitler bir lezzet olsaydı, bize sorarsanız Grappa olurdu. Adeta kışı ve bereketli doğayı şişeledikleri Grappa’larda, kimyon, yılan otu, ardıç, muğo çamı, köknar, yabanmersini, ahududu, fındık, süt ve daha birçok yerel lezzeti kullanıyorlar. Elbette hemen hepsi ev yapımı ve doğal. Tıpkı Dolomitler gibi. Dolomitler’de Grappa Müzesi bile bulunuyor ve orijinal hazırlama metotları konusunda çok hassaslar. Bu yüzden ilk tadımızını Grappa Müzesi’nde yapmanızı tavsiye ederiz. Ayrıca Grappa konusunda daha geniş bilgiye sahip olmak isterseniz, Özel Bassano Del Grappa tadım turuna katılabilirsiniz.

Gastronomi seçimleri konusunda da bir çizgisi olan gezginler için iyi haberi sona sakladık:

Wings ile Dolomitler’in şaşırtıcı lezzetlerini %15’e varan indirim ayrıcalığıyla deneyimleyebilirsiniz.

Hemen Wingsli olmak ve sizi önemseyen bir yol arkadaşıyla dünyanın farklı yerlerinde yeni deneyimleri keşfetmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: Unsplash/danielsessler

İtalyan Sofrasının Kırmızı Çizgileri: Dikkat Etmemiz Gerekenler

Bir pencereden diğer balkona seslenen komşular, yemek kokularının sokak çalgıcılarının sesleri ile karıştığı sokaklar ve anılarımızda en çok yer edinen o makarnalar… Evet, İtalya’dayız! Her ne kadar İtalya, bizim için hayatın yemek saatlerine göre usulca ilerlediği bir yer olsa da ülkenin sıcakkanlı ve misafirperver kısmı kadar geleneklerine karşı hassas bir özelliği olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Özellikle söz konusu binlerce yıllık bir sanat anlayışı ile iç içe geçen gastronomi kültürü olduğunda İtalya’da sofranın kırmızı çizgileri aslında düşündüğümüzden de kalın! Bir sonraki pastel rengi sofralarına konuk olacağımız İtalya seyahatinden önce yemeklerde dikkat edilmesi gerekenleri açıklıyoruz! Hadi başlayalım.

İtalyan Sofrasının Kırmızı Çizgileri | Fotoğraf: Barilla

Son dönemlerde siz de sosyal medyada İtalyanların haklı kızgınlığını gösteren paylaşımlara denk geldiniz mi? Aşk Çeşmesi’ndeki turistlerin önünde “Saat 11’den sonra Capucciono siparişi vermeyin.” pankartı ile duran kadın, fine-dining kültürünü ele geçiren sofrada taze tiramisu hazırlama videolarının altındaki “Bu bir tiramisu değil!” yorumları… Aslında İtalya’nın sofralarında geçerli olan “kırmızı çizgiler”, mutfağın kullandığı malzemelere duyduğu kutsal saygıdan geliyor! İtalyanlar neredeyse geçmişi binlerce yıllık bir geleneğe uzanan bu görgü kurallarına hâlâ sıkı sıkıya bağlıyken biz de farklı kültürlere misafir olduğumuz sofralarda gerçek bir deneyim yaşayabilmek adına dikkat etmemiz gereken kırmızı çizgileri yakın merceğe alıyoruz.

İtalyan Sofralarının Kuralları

Mevsim değişimlerini bağ bozumları ve mantar toplama festivalleri ile takip eden İtalya’nın kültürel kimliğinin önemli bir kısmını yemek kültürü ve kullanılan malzemeye duyulan saygı oluşturuyor. Akdeniz sıcakkanlılığını yemek kültürü ile birleştiren İtalya’da bir de “dünyanın en uzun yaşayan insanları” da bulunduğu için hepimizin aklında genelde tek bir soru oluyor: “Nasıl bu kadar sağlıklılar?” Bunun sebebi ise aslında çok basit! İtalyanlar sofrada görgü kurallarını yalnızca birbirleri ile daha iyi bir bağ kurmak için değil; ayrıca daha sağlıklı olabilmek için de takip ediyorlar! Yemeklerden sonra uzun yürüyüşlere çıkmak, mevsimsel malzemeler kullanmak, sabah 11’den sonra sütlü içeceklerden uzak durmak ise işin sadece bir parçası…

1. Uzun makarnalar yerken kaşıktan uzak durun.

Her ne kadar Shakespeare hayatın sorusunu “Olmak ya da olmamak!” diye belirlemiş olsa da İtalyan mutfağının en kafa karıştıran sorusu “Kaşık kullanmak ya da kullanmamak!”.  En iyi İtalyan restoranlarında bile spagetti gibi uzun makarnaların yanında kaşık servis edilmesinin sebebi aslında İtalyan kültürü değil; Amerika’da daha kozmopolit yeni bir mutfak yaratmak isteyen İtalyan göçmenler! İyi bir yemek hazırlamak kadar o yemeği doğru bir şekilde yemeyi de bir yetenek olarak gören İtalyanlar, makarnalarının yanında kaşık servis etmiyorlar. Uzun makarna hazırlarken veya dışarıda yerken dikkat etmeniz gereken kurallar arasında; makarnayı hazırlamadan önce kırmamak, bıçak ile kesmemek ve tabii ki ketçap kullanmamak geliyor!

Ricotta Peyniri ve Bolonez Sos ile Barilla Tagliatelle

Ricotta Peyniri ve Bolonez Sos ile Barilla Tagliatelle | Fotoğraf: Barilla

İtalyan sofralarının kırmızı çizgilerini incelemeye geleneksel malzemeler ile hazırlanan bir tarif ile başlayalım!

4 porsiyon için malzemeler: 250 gram Barilla Tagliatelle, 1 kavanoz Barilla Arrabbiata sos, ½ adet ince doğranmış soğan, havuç ve kereviz, ½ adet çay kaşığı pul biber, 1 diş ezilmiş sarımsak, 100 gram ince doğranmış pastırma, 300 gram dana kıyma, 2 adet defne yaprağı, 10 adet fesleğen yaprağı, 100 gram pişirilmiş ve rendelenmiş Ricotta peyniri, natürel sızma zeytinyağı, makarna suyu için kaya tuzu ve tercihiniz kadar tuz ve karabiber.

Hazırlanışı: 1. Geniş bir tavada biraz yağ kızdırın ve soğan, sarımsak, havuç ve kerevizi pul biber ve pastırmayla pişirin. 2. Pastırma kahverengileştiğinde kıymayı ilave edin ve topak kalmamasına dikkat ederek pişirin. 3. Tavaya Barilla Arrabbiata sosu dökün ve kaynamaya başlayana kadar ısıtın. 4. Defne yapraklarını ilave ettikten sonra kısık ateşte kapak açık şekilde 15 dakika kadar ara sıra karıştırarak pişirin. 5. Bu sırada tuzlu kaynar suya Barilla Tagliatelle’yi ilave edin. Pakette belirtilen süre kadar haşlayın ve süzün. 6. Sosla karıştırın ve bir dakika daha pişirin. 7. Tavayı ocaktan alın ve makarnayı Ricotta peyniriyle süsleyerek üzerine natürel sızma zeytinyağı gezdirin. Tarif hazır, afiyet olsun!

2. Makarnanızı tuzlu fakat yağsız suda pişirin.

Büyük ihtimalle sosyal medyada İtalyanlar’ın söz konusu zeytinyağı olduğunda ne kadar hassas ve dikkatli olduğu videolara denk gelmişsinizdir. Makarna suyuna eklenen yağın yemeğe hiçbir etkisi olmadığı için İtalyan mutfağında bu hareket gereksiz bir kullanım olarak yorumlanıyor. Makarna pişme suyuna tuz atılmasının sebebi ise yalnızca lezzeti değil! Pişme suyuna katılan tuz, makarnanın pişme sürecinde dokusunu daha iyi koruyabilmesine yardımcı oluyor.

3. Kremalı makarnalardan uzak durun.

İtalyan mutfağı, basit ve doğal malzeme kullanışı ile ön plana çıkıyor. Makarna soslarında domates, taze ot ve doğal malzemeler ile yapılan soslar tercih ediliyorken geleneksel İtalyan mutfağında kremalı tarifler yer almıyor. Bu noktada ise nişastası sayesinde kıvam veren makarna suyu, peynir ve yumurta kullanarak makarnayı bağlamayı tercih ediyorlar.

Vejetaryen Carbonara Spagetti

Vejetaryen Carbonara Spagetti | Fotoğraf: Barilla

İtalyan mutfağının en geleneksel tariflerinden birine modern dokunuşlar getiriyoruz.

4 porsiyon için malzemeler: 320 gram Barilla Integrale Spagetti, 250 gram kabak, 4 yumurta sarısı, 100 gram Pecorino peyniri, 1 diş sarımsak, limon zesti, tercihiniz kadar karabiber, pembe biber ve tuz

Hazırlanışı: 1. Kabaklarınızı dilimler halinde kesin. 2. Bir diş sarımsak ile kabaklarınızı tavada soteleyin. 3. Yumurta sarınızı, rendelenmiş pecorino peyniri ve bolca öğütülmüş karabiber ile çırpın. Sosunuzun içerisinde zesti ve pembe biberlerinizi ilave edin. 4. 320 gram Barilla Integrale Spagetti’nizi kutusunda belirtilen süre kadar pişirin. 5. Makarnanızı sosa ilave ederken pişirme suyunu da sosa ilave ederek karıştırın. Afiyet olsun!

4. Deniz Ürünlü Makarnanıza Peynir Eklemeyin!

İtalya’daki bütün yemek kuralları, kullanılan malzemeye duyulan saygıdan geliyor. Her ne kadar söz konusu özellikle makarnamıza eklediğimiz parmesan olduğunda çoğumuz miktar konusunda sınır tanımasak da İtalya’da deniz ürünleri ile hazırlanan bir yemeğe peynir eklemenin malzemelerin kendi arasında kurduğu dengeyi bozduğuna inanılıyor.

Barilla Pesto, Kuşkonmaz ve Somon ile Barilla Linguine

Barilla Pesto, Kuşkonmaz ve Somon ile Barilla Linguine | Fotoğraf: Barilla

2 porsiyon için malzemeler: 160 gram Barilla Linguine, 80 gram Barilla Pesto alla Genovese sosu, 100 gram somon, 150 gram kuşkonmaz, 40 gram yeşil soğan, bir tutam acı biber, tercihiniz kadar karabiber ve tuz.

Hazırlanışı: 1. Makarnanız için derin bir tencerede su kaynatırken başka bir tencerede de kuşkonmazlarınız için suyunuzu kaynatın. 2. Kuşkonmazlarınızın saplarını soyun ve halka olacak şeklinde kesin. 3. Kuşkonmazlarınızı kaynayan suyun içerisinde yaklaşık iki dakika pişirin ve hemen ardından rengini ve sertliğini kaybetmemesi için buzlu su bulunan bir kâsenin içerisinde dinlendirin. 4. Somonlarınızı küp şeklinde kesin ve taze soğanlarınızı dilimleyin. Ardından önceden zeytinyağı ile ısıtılmış tavanıza ekleyin. Bir tutam kırmızı biber ile pişirin. Ardından Barilla Pesto alla Genovese sosunuzu ilave edin. 5. Barilla Linguine makarnanızı paketinde belirtilen süre kadar tuzlu suda haşlayın. Makarnanızın suyundan sosunuz için biraz ayırdıktan sonra Barilla Linguine makarnanızı süzün. 6. Makarna suyunuzu, makarnanızı ve sosu karıştırın. Afiyet olsun!

5. Makarnanızı hazırlarken hangi malzemeleri kullandığınız konusunda dikkatli olun.

İtalyan mutfağında malzemeler neredeyse kutsal olarak görülüyor ve yemek hazırlarken kullanılan malzemelerin sade, taze ve nitelikli olmasına önem veriliyor. Bu noktada ise makarnamızda kullandığımız malzemelere dikkat etmemiz önem taşıyor. Örneğin makarnanıza ketçap eklemek İtalyan mutfağının en büyük kırmızı çizgileri arasında yer alıyor! Ayrıca birçok yerde karşımıza içerisinde tavuk bulunan makarnalar çıksa da geleneksel İtalyan mutfağında birkaç küçük bölge dışında tavuklu makarnalar yer almıyor. İtalyan makarnaları çoğunlukla sebzeler, kırmızı et ve balık ile hazırlanıyor. Bunun sebebi ise çok basit: Geleneksel tariflerinde bulundukları bölgenin ürünlerini kullanan İtalya’da savaş sonrasında tavuk kıtlığı olması.

Bottarga ile Barilla Linguine

Bottarga ile Barilla Linguine | Fotoğraf: Barilla

Şimdi de sırada İtalyan mutfağının en geleneksel tariflerinden biri olan “aglio e olio” makarnaya “taze kokuların” ve deniz ürünlerinin ilave edildiği modern bir reçete var!

5 porsiyon için malzemeler: 400 gram Barilla Linguine, 2 diş sarımsak, 80 gram natürel sızma zeytinyağı, yarım limon zesti, 40 gram Bottarga, 1 acı biber ve tuz.

Hazırlanışı:  1. Bir tavada sızma zeytinyağını acı biber ile hafifçe ısıtın. 2. Barilla Linguine makarnanızı paketinde belirtilen pişme süresinin %70’i kadar pişirin ve süzün. 2. Makarna sosunuzda kullanacağınız “sarımsak kremasını” hazırlamak için sarımsaklarınızı kaynar suda haşlayın. Ardından az miktarda soğuk suya koyup 1-2 yemek kaşığı zeytinyağı ekleyerek karıştırın. Kremanız pürüzsüz olana kadar bu adıma zeytinyağı karıştırarak devam edin. 3.  Barilla Linguine makarnanızı tavanıza ilave edin ve karıştırarak pişirmeye birkaç dakika devam edin. Sarımsak kremanızı ekledikten sonra makarnanızı tabağa alın. Üzerine çok ince kestiğiniz Bottarga dilimlerini ve limon kabuğu rendesini ekleyin. Afiyet olsun!

Başka kültürlerin kırmızı çizgilerini ilk evde hazırladığımız renkli sofralarda deneyimlemek üzere!

Kapak Fotoğrafı: Barilla

İlginizi çekebilir: Sevginin İfadesi’nden İtalyan Sofra Kültürü

La Pasta: İtalyan Mutfağının En Zengin Mirasçısı

Dünyanın en çok sevilen yiyeceklerinden biri olan İtalyan mutfağının en zengin mirasçısı makarna, günümüzde 300’ü aşkın çeşide sahiptir. Kuru ve taze makarna olarak ana iki sınıfa ayrılsa da kesim şekli, hamurun türü, yüzeyi, dolgulu ise dolgunun içeriği, ince, kalın, uzun, kısa, yumurtalı, yumurtasız olması gibi birçok klasifikasyonu bulunur. Makarnanın formu, hayal gücünün bir meyvesi olarak ortaya çıkar ancak gerçek kişiliğini, sanatsal bir yorumla eşleştirilen soslar ile bir araya geldiğinde kazanır. Makarnanın tarihsel yolculuğuna gelin birlikte bakalım.

post_image_mobile_carboidrati_e_sport_wide_v2-compressa
Paccheri Tricolore | Fotoğraf: Miscusi

Makarnanın ilk izleri ise 4000 yıl öncesinde Mezopotamya’da Sümerler ve Babillere dayanıyor. Buğday unu ve su kullanılarak yapılıyor ve güneşte kurutularak tüketiliyor. Ardından makarna geleneği dünyanın farklı bölgelerine yayılıyor. Mısırlıların ve Çinlilerin de makarna konusunda uzun bir geçmişleri var. Özellikle Çinliler zaman içinde farklı pişirme teknikleri geliştiriyor. Ancak finalde makarna, gerçek anlamda en yüksek ifade gücüne İtalya’da ulaşıyor. 1295 yılında Marco Polo Çin’de makarnayı tattıktan sonra batılıların da makarnanın muhteşem dünyasını keşfetmelerini sağladığı söyleniyor. Makarna fabrikalarına ait izler ise 14. yüzyılın başlarında Cenova’da görülüyor. Sicilya, Liguria ve Campania bölgelerinde de üretim tesisleri bulunuyor. Ancak teknolojik gelişmeler sayesinde fabrikalar 17. yüzyılda çoğalıyor ve üretimin artması ile makarna tüketimi yaygınlaşıyor.

Günümüzde ise makarna birçok kültürün vazgeçilmez gıdası haline gelmiş durumda ancak İtalya, makarnanın çok yönlülüğünü en etkili şekilde ifade edebilen ülke olarak zirvedeki yerini koruyor. 20 bölgeden oluşan İtalya’da her bölgenin kendine özgü makarna spesiyaliteleri mevcut. Bunlardan bazılarına örnek vermek gerekirse:

Piemonte: Bu kuzey bölgesinin ‘il raviolo’ ünlü bir spesiyalitesidir. Et ve sebze veya peynirle doldurulur. Genellikle eritilmiş tereyağı ve adaçayı ile servis edilir.

Emilia-Romagna: İtalyan makarnasının anavatanı sayılan Emilia-Romagna, çok çeşitli şekil ve türde makarnalar sunuyor. Burada etle doldurulmuş ve et suyunda servis edilen meşhur ‘tortellini’nin yanı sıra, geleneksel olarak et sosuyla servis edilen kalın ‘fettuccine’ de bulabilirsiniz.,

Fotoğraf: unsplash.com/@peterlaster

Toskana: Toskana bölgesindeki ana makarna, yaban domuzu veya ördek soslarıyla mükemmel uyum sağlayan büyük yumurtalı makarna şeritleri olan ‘pappardelle’dir.Lazio: Burada İtalyan makarnasının kraliçesi “spaghetti alla carbonara”yı buluyoruz. Bu ikonik tabak spaghetti, yumurta, prosciutto (bir çeşit domuz pastırması) ve pecorino romano(tuzlu ve yoğun bir peynir çeşidi) ile yapılıyor.

Sicilya: Sicilya’da tipik makarna, ‘rigatoni’ veya ‘spaghetti’ domates, kızarmış patlıcan, fesleğen ve tuzlu ricotta ile yapılan “pasta alla norma”dır.

Puglia: En ünlü makarnası, kulak kelimesinden türemiş ve şekil itibariyle de kulağı andıran ‘orecchiette’dir. (Bknz. Puglia Mutfağı yazım) Genellikle domates sosu ve ricotta ile servis edilir.

MISCUSI: İtalya’da Bir ‘Fast-Food’ Makarnacı

whatsapp-gorsel-2024-01-11-saat-13-22-13_69ae7498
MISCUSI | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Tabii birbirinden leziz bu makarna çeşitlerini keyifle yiyebileceğiniz sayısız adres var ama benim için makarna restoranı olarak önemli bir keşif olan ‘MISCUSI’ (‘Mi scusi’, türkçede ‘affedersiniz’) den bahsetmek istiyorum sizlere. Özellikle Kuzey İtalya’da birkaç şehirde restoranı bulunan ve menüsünde sadece makarna çeşitlileri bulunan ev ortamı sıcaklığını hissedebileceğiniz bir mekan burası. Ben Milano’da bulunan bir restoranını deneyimleme fırsatı buldum. Restorandan içeri girdiğinizde dekorasyon oldukça sade. Ahşap masa ve sandalyeler çok sıcak bir ambiyans yaratmış. Geri dönüşüme önem veren bir restoran. Masaların üzerinde fesleğen saksıları ve kırmızı, beyaz ekose peçeteler dikkatimi çekiyor. Bir bölüm açık mutfak olarak dizayn edilmiş. Makarna hazırlayan şefleri görebiliyorsunuz.

Rezerve ettiğimiz masaya yöneliyoruz ve oldukça aç olduğumuz için hemen menüyü incelemeye başlıyoruz. Menü çok keyifli bir menü. Favori makarnalardan tercih yapabiliyorsunuz veya makarnanızı, sosunuzu hatta üzerine ilave edebileceğin ekstra malzemeyi tercih ederek kendi makarnanızı oluşturabiliyorsunuz. Biz favori makarnalardan tercih ettik çünkü makarna ve sos olarak doğru eşleşmeyi yakalayabilmek çok önemli bence. Şişede şarap alternatifi çok sınırlı. Masa şarabı öneriliyor. Çok da şirin bir karafta servis ediyorlar şarabı. Porsiyonlar çok büyük değil. Farklı çeşitlerin tadına bakmak mümkün olabiliyor. Makarna aslında İtalyan restoranlarında, İtalyanların ana yemekten önce ilk tabak olarak tüketmeyi tercih ettikleri bir seçenek. Menülerde ‘primi piatti’ başlığı altında yer alır normalde ancak ‘MISCUSI’ makarnayı öğün olarak bizlere sunarak daha farklı konumlandırmış ve bu yorumu oldukça sevilmiş, böylelikle tercih edilen bir restoran haline gelmiş. Bir nevi ‘fast food’ formuna sokmuş ama bunu yaparken kaliteden ödün vermemiş. Biz makarnaların tadına doyamıyoruz ama bu keyifli yemeği tatlı ile sonlandırmadan da yapamıyoruz ve tercihimizi her zamanki gibi tiramisu’dan yana kullanıyoruz. MISCUSI’ya uğrayacak olanlara şimdiden afiyet olsun!

Kapak Fotoğrafı: MISCUSI

İlginizi çekebilir: Damla Anol Erol’dan Aperitivo Sanat

Bohem Carouge: İsviçre’deki Küçük İtalya

18.yüzyılda İitalyanlar tarafından inşa edilen bir yerleşim yeri olduğu için şuanda küçük İtalya olarak anılıyor Carouge. Bir dönem Fransızlar da burayı işgal ettikleri için Fransızların da izlerini taşıyor. Cenevre şehir merkezine sadece 10 dakika uzaklıkta bulunan Carouge’da, yerel tasarımcıların modern butikleri ve bohem tarzlarıyla ön plana çıkan barlar ve şık restoranlar bulunuyor.

img-20231215-wa0040
Carouge-Kilise Meydanı | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Carouge Tarihi

1760-70’den itibaren Sardunya Kralı ile Savoy Dükü Sardunyalı Victor Amadeus III tarafından inşa edilen ve 1786 yılında şehir statüsüne kavuşmuş Carouge, sırasıyla Fransa’nın, daha sonraları Avusturya’nın kısa süreli işgalleri ardından 1814 yılında yeniden Sardunya Krallığı’na dahil edilmiş. Ancak Torino Antlaşması (1816) Carouge’u Cenevre kantonuna devretmiş ve böylece İsviçre Konfederasyonu’nun bir parçası olmuş. İtalyan mimarisi sebebiyle de hala küçük İtalya olarak anılıyor.

img-20231215-wa0045
Carouge | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Sonbaharda Kısa Bir Avrupa Kaçamağı

Kasım ayında yani sonbaharın son demlerini yaşarken ailecek kısa bir kaçamak yapmaya karar verdik ve Cenevre’ye bilet alarak 3-4 günlük bir seyahat planladık. Cenevre’nin Lyon’a olan yakınlığı cazip geldi ve önce Fransa’nın gastronomi şehri Lyon’da konakladık. Çok keyifli bir iki gün geçirdikten sonra Cenevre’ye dönmeden önce yol üzerinde küçük ve çok şirin bir Fransız kasabası olan ve Fransa’nın Venedik’i olarak anılan Annecy’e uğradık ve Cenevre’ye dönüşe geçtik.

img-20231215-wa0044
Carouge | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Seyahatimizi planlarken, İtalya’ya olan tutkum sebebiyle, ilk olarak Cenevre’nin İtalya’ya olan mesafesine baktım ve karşıma ilginç bir bilgi çıktı: “İtalya Carouge ve İsviçre Cenevre arası mesafe 10 dakika” diye yazıyordu karşıma çıkan kaynakta. Biraz daha araştırınca öğrendim ki 18. yüzyılda İtalyanlar tarafından inşa edilen bir yerleşim yeri olduğu için şuanda küçük İtalya olarak anılıyor Carouge. Bir dönem Fransızlar da burayı işgal ettikleri için Fransızların da izlerini taşıdığı vurgulanıyor. Tabii bu bilgileri edindikten sonra Cenevre’de görülmesi gereken yerler arasında ilk sırayı Carouge aldı.

Annecy dönüşü navigasyona direk Carouge yazarak yolumuza devam ettik. Maalesef saatler hızla ilerlemişti ve akşam olmak üzereydi. Carouge’da ilk olarak mutlaka ziyaret etmek istediğim yer küçük bir sanat müzesiydi. Kapanmadan yetişmeliydik. Neyse ki kapanmasına bir saat kala Carouge’a vardık. Ana cadde üzerinden geçerek müzeye doğru ilerlerken hakikaten o anda kendimi sanki İtalya’ya ışınlanmış gibi hissetim. Ahşap panjurlu tipik İtalyan mimarisi binalarına kavuşmuştum. Tertemiz, düzenli ve alçak katlı binalarıyla şirin mi şirin bir kasaba izlenimi bıraktı Carouge bende ilk bakışta. Hemen arabayı uygun bir yere park ettikten sonra bir çocuk parkının içinden geçerek Musèe de Carouge’ın önüne geldik.

img-20231215-wa0047
Carouge | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Musèe de Carouge

Müze esasında tipik bir İtalyan şehir evi olarak inşa edilmiş. Yeşillikler içerisinde caddeye cephesi olan yeşil ahşap panjurlu, çok sevimli, iki katlı bir bina görüntüsünde. Heyecanla içeri girdim. Eserleri heyecan ve merakla inceledim. Ardından binanın arkasına açılan bir kapı dikkatimi çekti. Heyecanla kapıyı araladım. Kapıdan dışarı çıkınca, rüya gibi bir saklı bahçeyle beni karşılayan bir avlunun içerisinde buldum kendimi. Hava kararmış olmasına rağmen hafif bir ışıklandırma ile hem binanın görüntüsü hem de dev ağaçlarla çevrelenmiş bahçenin görüntüsü beni büyüledi. Bahçenin merkezinde Yvan Larsen’in (Grand Corbeau-Büyük Karga) bronz bir heykeli duruyordu. Küçük bir masa ve sandalyeler bulunuyordu bahçede. Biraz oturup etrafımı inceledim. Bu arada benimkilerin müzenin içinde beni aradıklarını fark edince bahçeyle vedalaşıp yanlarına gittim ve müzeden ayrıldık.

img-20231215-wa0039
Musee de Carouge | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Carouge Sokakları

Sokaklarda yürüdük. Kalabalık yok, sakin ve sessiz sokaklar. Hatta biraz da mistik ve bohem bir hava var sokaklarda. Semtin aydınlatmaları dikkatimi çekiyor. Genel olarak sarı ve loş bir ışık kullanılması mistik havayı pekiştiriyor sanki. Meydanda bir kilise var. Çevresinde minik mağazalar. Küçük bir köy gibi her şey meydanın çevresinde konumlanmış. Yerel tasarımcıların modern butikleri de dikkat çekiyor çevrede. Işık festivaline rastlıyoruz sokaklarda. Ağaçların üzerinde öyle güzel aydınlatmalar var ki! Hatta biraz daha ilerleyince sokakların birinde, simsiyah gökyüzünde sanki asılı duran binlerce ışık ile yapılmış kocaman balığı gördüğümde duyduğum hissi anlatamam. Hiç beklemediğim bir anda böyle bir görüntü ile karşılaşmak çok büyüleyici.

img-20231215-wa0049
Luigia – Ristorante italiano | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Sokağın devamında bohem barlar ve şık restoranlar bulunuyor. Karnımız da iyice açıkmış ama bizim rezervasyonumuz farklı bir lokasyonda bulunan Cenevre’nin en iyi İtalyan restoranı olarak anılan ‘Luigia’daydı. Hemen arabaya atlayıp Luigia’nın yolunu tutuyoruz. Hem ambiyans hem de lezzet açısından bizden tam not aldı Luigia. En güzel tarafı da çalışanların hepsinin İtalyan olmasıydı. Cenevre’de birkaç saat de olsa İtalya’yı yaşamak; yüzümü gülümseten, beni heyecanlandıran çok keyifli bir deneyimdi.

Kapak Fotoğrafı: Damla Anol Erol

İlginizi çekebilir: Damla Anol Erol’dan Bogliasco

Aperitivo Sanatı: En Keyifli İtalyan Geleneği

İtalyanlar güne keyifle başlar ve yine günü keyifle noktalarlar. Keyif sözcüğünden yola çıkarak, bence İtalyanların en keyifli geleneği ‘Aperitivo sanatından bahsetmek istiyorum bu yazımda sizlere… Ama öncelikle İtalyan gelenek ve görenekleri neden İtalyanca severler için çok önemli bir rol oynuyor, bir filolog olarak bu konuya değinmek isterim…

Aperetivo
Aperitivo | Fotoğraf: Punch

Gelenek ve Göreneklerin Dile Yansıması

İtalyan kültürünü fazlasıyla benimsemiş bir İtalyanca öğretmeni olarak yeni tanıştığım öğrencilerimle “Bu dili öğrenmek istiyorsanız, İtalyan kültürünü içeren tüm unsurları; insanını, coğrafyasını, tarihini, mutfağını, sanat tarihini, İtalyanların yaşam şekillerini, alışkanlıklarını ve zevklerini yani İtalya’yı oluşturan mozaiğin her parçasını tanımalısınız.” diyerek başlarım derse.

Çünkü dil, toplumun genel kültürünün bir yansımasıdır. O yüzdendir ki orada yaşarken sadece dile sürekli maruz kaldığımız için değil aynı zamanda kültürünü yakından tanıma fırsatı yakaladığımız için de hızlı öğrenim sağlarız.

İtalyanların coşkusunu, yaşamdan nasıl zevk aldıklarını, günlük rutinlerini gözlemlediğimizde, neden İtalyancanın kulağımıza bir melodi gibi geldiğini (bunun esasında linguistik açıdan da bir açıklaması var), neden hızlı ve çoşkulu konuştuklarını, neden jest ve mimikleri fazlasıyla kullandıklarını daha net görebiliriz.

İtalyanları Yakından Tanıyalım

İtalyanları birkaç kelimeyle tanımlamak çok zor olsa da ‘tutku, coşku, keyif’ kelimelerinin İtalyanlarla çok fazla örtüştüğünü düşünüyorum. ‘Tutku’ çünkü yaptıkları her şeyi tutkuyla, aşkla yapıyorlar. Yaptıkları her ne ise, bu sayede göz alıcı bir hale dönüşüyor. Örneğin domates solu bir tabak makarna bir şölene dönüşebilir mi? Tutkuyla yapıldığında dönüşüyor gerçekten.

‘Coşku’ çünkü yaşamlarının her anında Çoşkun var. O yüzden İtalya’ya gittiğinizde görürsünüz ki insanlar kafelere, restoranlara sığmaz dışarlara taşarlar. Hep bir yerlerden sesler yükselir. Hislerini ve düşüncelerini çoşkulu ifade ederler. O yüzdendir ki o yükselen tonlamalar, o jest ve mimikler. O yüzden upuzun masalarda toplanıp saatlerce neşeyle yer, içer, güler, sohbet ederler. Hatta çok sevdiğim bir sözleri vardır. ‘A tavola non s’invecchia mai’ yani ‘Sofrada hiçbir zaman yaşlanılmaz’. İşte bu sözün gerçek anlamını anlamak için İtalyanları yakından tanımak gerekir.

img-20231207-wa0003
Milano-Via Garibaldi | Fotoğraf: Damla Anol Erol

İtalyanları tanımlayan bir diğer sözcük de ‘keyif’ çünkü hayatlarının her anına keyfi iliştirirler. Güne, mokada hazırlanmış mis kokusuyla evi saran kahveyi yudumlayarak veya mahallenin kafesinde, baristayla kısa bir sohbet eşliğinde ayakta içilen caffè ristretto ve fırından yeni çıkmış sıcacık bir kruvasan yiyerek başlarlar. Günün sonunda ise işten eve dönerken, yemek öncesi ‘aperitivi’ zamanıdır. Güne keyifle başlarlar ve günü keyifle noktalarlar. Bu yazımda, keyif sözcüğünden yola çıkarak, bence İtalyanların en keyifli geleneği ‘Aperitivo sanatı’ ndan bahsetmek istiyorum.

Keyif Kelimesinden Yola Çıkarak Aperitivo Sanatı

whatsapp-gorsel-2023-12-07-saat-21-40-01_9491f29c
Roma-Piazza Madonna Dei Monti | Fotoğraf: Damla Anol Erol

‘Aperitivo’ kelimesi latince ‘aperitivus’ kelimesinden gelir ve ‘açılan’ yani ‘açılma’ yeteneğine sahip’ anlamındadır. Dolayısıyla iştah açıcı ve açlık hissini uyaran bir içecek olarak anlaşılır. ‘Aperitivo’nun tarihi yaklaşık 200 yıl öncesine dayanır. 1786’da Antonio Benedetto Carpano, Torino’da Piazza Castello’nun kemerleri altındaki bir dükkanda, otlar ve baharatlarla aromatize bir şarap üretmeye başlar ve o zamandan beri vermut adı verilen bu şarap çeşidi, aperatifin vazgeçilmezi haline gelir. Başta Kuzey İtalya olmak üzere tüm İtalya’ya hızla yayılır. Ardından Milano ve Torino’da bar ve restoranlar gelirlerini ve müşterilerini arttırmak için belli saatler aralığında aperitivo alan müşterilerine promosyon olarak yanında atıştırmalıklar ikram etmeye başlar. Zamanla tüm İtalya’da uygulanmaya başlar ve bir gelenek haline gelir. Böylece günümüzde ‘aperitivi’ kelimesi ‘happy hour’ olarak düşünülür hale gelmiştir. Genellikle 18.00-21.00 saatleri arasında kimi restoran yada barda mini bir açık büfe hazırlanırken kiminde aperitivi servisi esnasında atıştırmalıklar mini bir tabakta ikram edilir.

Artıştırmalıklar genellikle zeytin, cips, kraker, mini pizza çeşitleri, fındık, fıstık, şarküteri ve peynir çeşitleri, bazen de makarna şeklindedir. Aslında yemek öncesi tüketilmesine rağmen kimi zaman oldukça doyurucu olduğundan akşam yemeği yerine geçebilir. Atıştırmalıklar, bölgeden bölgeye ufak değişiklikler gösterir. Örneğin Puglia bölgesinde ‘taralli’ adında ağızda dağılan tuzlu gevrek aperitivonun birincil eşlikçisidir. Puglia’da nereye giderseniz gidin mutlaka aperitivo’nun yanında ikram edilir. Güneyde, özellikle Sicilya’da kızartılmış ürünler ve balık ağırlıklı kanepeler ikram edilir.

Venedik ise meze benzeri atıştırmalıklar açısından oldukça zengindir. Venedik diyalektiğinde ‘cicchetti’ denmektedir atıştırmalıklara. Ekmek üstü bin bir çeşit lezzeti içermektedir. Hatta ‘cicchetti’ sadece aperitivi saatinde değil günün her saatinde, bizim eski tip meyhanelerimize benzeyen ‘Bacaro’larda tüketilebilir. Şık restoranlara karşın çok daha keyifli mekanlardır. Milano’da ise aperitivi saatinde ‘bruschetta lombarda’ (lombardia usulü) atıştırmalıkların olmazsa olmazıdır.

Peki en çok tercih edilen ‘aperitivo’ hangileridir? Aperitivo tercihi de bölgeden bölgeye değişkenlik gösterse de genelleme yaptığımızda birinci sırada tartışmasız Aperol Spritz olmak üzere devamında Campari, Negroni, Martini, Bellini, Americano, Hugo olarak sıralayabiliriz. Tabii aperitivi saatlerinde, esas önemli olan aperitivo çeşidi veya atıştırmalıkların lezizliği bir yana, günün tüm stresini alıp götüren keyifli sohbetlerin yer almasıdır.

İtalya’nın ruhu olan birbirinden güzel mekanlarında; belki sokak arasında bir kafede, belki çok şık bir restoranda, belki minik bir meydanda veya gizli bir avluda bulunan bir barda keyif ve neşeyle ‘aperitivi’ deneyimleri yaşamanız ümidiyle…

Kapak Fotoğrafı: posarellivillas.com

İlginizi çekebilir: Gastro Magger’dan İtalyan Mutfağı Haftası

Tiramisu: “Yukarı Çeken” İtalyan Klasiği Mercek Altında

Dünyaca tanınan ve herkes tarafından sevilen İtalya’nın geleneksel tatlısı Tiramisu’nun linguistik açıdan tirami ve su kelimelerinden oluşarak “beni yukarı çek” anlamına geldiğini biliyor muydunuz? Bu keyifli tatlının tarihine baktığımızda ise, esasında çok da basit bir tatlı olan ‘Sbatudin’ den doğmuştur. ‘Sbatudin’, yumurta sarısı ve biraz şekerin çırpılmasıyla elde edilen bir kremadır. Oldukça besleyici ve enerji verici olduğu için eski zamanlarda özellikle çocuklara, hastalara ve yaşlılara hazırlanırdı bu tatlı.

whatsapp-gorsel-2023-11-26-saat-17-09-03_26c81afe
Crocca-Milano | Fotoğraf: Damla Anol Erol

60’lı yılların sonunda ünlü yönetmen, aktör ve gastronom Giuseppe Maffioli ‘La cucina trevigiana’ (Treviso mutfağı) hakkında yayınladığı kitapta Venedik’in ‘Zabaione’yi (yumurta ağırlıklı yapılan bir çeşit muhallebi), çırpılmış krema ve kuru bisküvilerle birlikte tükettiklerinden bahsetti. Bu kitabın yayınlanmasından sonra Treviso’nun pasta şefleri harekete geçerek ‘Sbatudin’den gerçek bir tatlı çıkarmak için birbirleriyle yarışmaya başladılar. Nihayet 70’li yılların başında orijinal adı Tiramesù olan tatlı ilk kez ‘Alle Beccherie’ restoranında çok başarılı şef Loly Linguanotto tarafından sunuldu. Kısa sürede çok popüler oldu. Öncelikle Veneto bölgesinde ardından tüm İtalya’da benimsendi.

Çok kolay ve her zaman kullanılan malzemelerle, hayal gücünün buluşması sayesinde ortaya çıkan ‘Tiramisu’nun zaman içinde farklı versiyonları denendi. Günümüzde ise, çilekli, dondurmalı, çikolatalı, limonlu ve limoncello’lu gibi birbirinden farklı çeşitleri mevcut.

whatsapp-gorsel-2023-11-26-saat-17-32-15_6fd806f7
Navigli Milano | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Orijinal reçetesine bakarsak, malzemeler şöyle: Mascarpone peyniri (bizim labne peynirimize benziyor), yumurta, şeker, kedidili, kahve ve kakao. Orijinal tarifinde krema pişirilmeden yumurtaları çırpma yöntemiyle hazırlanır. Yumurta sarılarını ve şekeri çırptıktan sonra  mascarpone ve çırpılmış yumurta akını ilave ediyorsunuz. Kedi dilleri kahveye batırılıyor, sırasıyla krema ve kedidili katmanları hazırlanıyor. Üzerini ise kakao ile süslüyorsunuz. Orijinal tarifte likör yok ama kullanmayı tercih ederseniz ‘Marsala’(Sicilya bölgesine ait tatlımsı kırmızı şarap) öneriliyor.

En dikkat edilmesi gereken noktalar ise, öncelikle, hazırlanan kremanın kıvamı. Bana göre, çırpma yöntemiyle profesyonel olmayan bir kişinin doğru kıvamı tutturması oldukça güç. Mesela ben, defalarca orijinal yöntemle hazırlamayı denemiş olmama rağmen kıvam konusunda pek de başarılı olduğum söylenemez. O yüzden ben, ‘Zabaione’ yani yumurta sarısı ağırlıklı pişirdiğim muhallebiyi, mascarpone veya labne ile birleştirerek tiramisu hazırlamayı tercih ediyorum. Evime gelen her misafirime sevgiyle hazırladığım tiramisuları ikram etmekten çok büyük mutluluk duyuyorum. Misafirlerimin damaklarında son kalan tadın Tiramisu olması ve onun verdiği keyif ile ayrılmaları çok hoşuma gidiyor. Diğer önemli nokta ise, mutlaka ‘Savoiardi’ yani kedidili kullanıyorum ve kesinlikle tamamen kedi dillerini ıslatmadan hafif nemlendiriyorum. Kahvenin içine de mutlaka likör ilave ediyorum. Benim favorim ise ‘Amaretto’ yani acıbadem likörü ilave edilmiş kahve ile kedi dilerini ıslatmak. (Disaronno Originale Amaretto)

whatsapp-gorsel-2023-11-26-saat-17-09-03_6f576b93
Alfredo alla Scrofa-Roma | Fotoğraf: Damla Anol Erol

İtalyan restoranlarında ilk tercihim her zaman tiramisudan yana olur; hem merakımdan hem de esinlenmek için. Tarif çok net ve basit olmasına rağmen çok farklı lezzetler ortaya çıkabiliyor. Tabii bence, nasıl sunulduğu da tadına bakarken aldığınız zevki doğrudan etkiliyor. El yapımı seramik bir tabakta, bir kahve fincanında, kalıptan çıkmış incecik bir porselen kasede, paylaşımlık dev bir servis tabağında veya ince uzun bir kup bardakta…

Hafızalarıma kazınan Tiramisu ise Roma’da meşhur tarihi restoran ‘Alfredo alla Scrofa’da deneyimlediğim Tiramisu… Lezzet olarak çok başarılıydı. Krema çok hafifti. Kedidilleri çok yoğun hissedilmiyordu. Sunumu oldukça sade ve zarifti. Ancak, benzer keyfi aldığım çokça tiramisu denemiş olmama rağmen neden bu, onca deneyimlenen tiramisudan farkı nedir diye sorarsanız, cevaplamam çok zor. Bazen bazı anlar vardır ya sanki dün yaşamış gibi hissedersiniz. Tüm detaylar silinirken hafızanızdan o anı, o görüntüyü, o tadı, o hissi hatırlarsınız. Benimki de öyle bir şey…. En azından şimdilik, hafızalarıma kazınacak yeni bir Tiramisu deneyimi yaşayana dek…

Kapak Fotoğrafı: Damla Anol Erol

İlginizi çekebilir: Food by Melito’dan Panettone

Bogliasco: Büyüleyici Bir İtalyan Sahil Kasabası

Genova’ya tren ile 20 dakika uzaklıkta küçük bir sahil kasabası olan Bogliasco, yazın şehirden uzaklaşıp keyifli vakit geçirebileceğiniz, sıra sıra dizilmiş plajlarıyla popüler. Benim için ise gün batımında popüler plajların birinden yukarı çıkan dik merdivenlerin bitiminde, ağaçların altında şirin bir kafede, elimde Aperol Spritz ile anı durdurmak istediğim kasaba…

Bogliasco | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Milano’da bulunduğumuz süre boyunca eşim oldukça yoğun çalışıyordu. Ama izin günlerinde birlikte yakın çevre gezi programları yapabiliyorduk. Milano’nun yaz sıcaklarından fazlasıyla bunaldığımız için çocuklarla deniz programı yapmaya karar verdik. Bir pazar günü sabah erken saatte trene atladık ve yaklaşık bir buçuk saat sonra Genova’daydık. Milano, göller bölgesi ve Genova gibi birçok keyifli lokasyona yakınlığı açışından çok güzel bir noktada bulunuyor. Dolayısıyla 1-2 saat yolculuğu göze aldığınızda şehir ortamından uzaklaşıp çok farklı masalların içine girebiliyorsunuz.

Biz Genova’nın doğusunda yer alan sahil şeridi ‘Genova riviera di levante’ (Genova’nın doğu sahil şeridi) yönünde Genova’ya en yakın sahil kasabalarından biri olan Bogliasco’ya gitmeyi planladık. Bu yönde, her biri eşsiz güzellikte Camogli, Portafino, Santa Margherita, Rapallo gibi sahil kasabaları birbirini takip ediyor. Birbirine yakın olan Camogli, Recco, Pieve Ligure ve Sori sahil kasabaları ise ‘Golfo Paradiso’ (cennet körfez) olarak adlandırılıyor.

Önceki seyahatlerimizde Genova’nın bulunduğu Liguria bölgesinde konakladığımız için birçok sahil kasabasını görebilme imkanımız olmuştu Ama benim için Genova’ya 20 dakika uzaklıkta bulunan küçük balıkçı kasabası Boccadasse’nın yeri çok başkadır. Yıllar önce Genova’ya ilk kez geldiğimde bu kasabanın varlığından habersiz, kaldığımız otelin resepsiyonistinin önerisiyle, pek de umutlu bir şekilde gitmediğim ama görünce aşık olduğum, oradayken zamanı durdurmak istediğim bir kasaba. Arabadan inip sahile doğru ilerlediğimizde, karşıma çıkan minik koyun ve koyun bulunduğu yamaca kurulmuş rengârenk evlerin o muhteşem görüntüsünü unutmam mümkün değil.

Bogliasco | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Gelelim o geziden kalan anılara. Rotamızı tamamlıyoruz. Bu sefer yeni bir kasaba göreceğimiz için heyecanlıyız. Esasında birkaç durak ilerisinde ‘Camogli’ adında bir kasaba var. Daha önce orayı da çok sevmiştik. ‘Oraya mı gitsek, hiç riske girmesek mi çocuklarla, zamanımız da az, bildiğimiz yer’ dememize rağmen yeni bir yer deneyimlemek daha cazip geliyor ve kendimizi Bogliasco yolunda buluyoruz.

Normalde İtalya’da çocuklar ve eşim İtalyanca bilmediği için kendilerini tamamen bana teslim ediyorlar ve tüm organizasyonları ben yapıyorum ama çocuklarla meşgul olduğum esnada bilet işlerini bu sefer eşim hallediyor. Ve ardından ‘Genova’ya varınca hat değiştirmeye gerek yok. Aynı tren zaten direk doğuya doğru ilerliyor’ diyor. ‘Emin misin?’ diyorum. Biraz enteresan geliyor ama çok fazla sorgulamıyorum. Nihayet Genova durağına varıyoruz. Tren seyahatini çok severim. Camdan dışarıyı izliyorum. Önünden geçtiğimiz evleri dikkatlice inceliyorum. İçindeki yaşamları hayal ediyorum. Derken garip birşey farkediyoruz. Tren doğu yönüne değil batı yönüne ilerliyor sanki. Yanımdakilere hemen soruyorum ama bizim harekete geçmemiz biraz zaman alıyor ve tren hızlandıkça hızlanıyor, bir türlü durmuyor. Meğerse tren batı yönünde fransız rivierasına doğru ilerliyormuş. Neyse ki trenin durmasıyla biz kendimizi dışarı atıyoruz. Tabii çok zaman kaybı oluyor. Tekrar treni bekle, çocuklarla in bin derken günün yarısı gidiyor ama nihayet Bogliasco’ya varıyoruz.

Bogliasco nüfusu, 4475 olmasına rağmen özellikle yaz aylarında turist sebebiyle oldukça artıyor. Dolayısıyla, ekonomisi turizme dayalı. Aynı zamanda tarım; ağırlıklı zeytin üretimi yapılmaktadır. Uzayıp giden, dönemeçli yollar boyunca devam eden bir sahile sahip. Güneş, deniz ve uzun sahilinin yanı sıra sanat müzeleri açısından da oldukça zengin.

Biz kasabaya vardığımızda harika bir meydana çıkıyoruz. Harita veya navigasyon kullanmadan içimizden geldiği gibi ilerliyoruz. Ayaklarımız bizi denize doğru yöneltiyor. Geniş meydanın sonunda, deniz manzaralı, tarihi bir kilise(Natività di Maria Santissima) ile karşılaşıyoruz. O kadar güzel gözüküyor ki bir süre gözlerimi alamıyorum.

img_0602
Bogliasco | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Biraz yürüyüp tepede tarihi bir kafe buluyoruz. Hemen soğuk biralarımızı içip kendimize geliyoruz. Ve sıra denize girmeye geliyor. Bu yöndeki kasabalar genellikle yamaca kurulu yani denize inmek için yüzlerce merdiven inip sonra dönüş için tekrar o merdivenleri çıkıyorsunuz. Çocuklarla, özellikle pusetli bir bebekle bu işe kalkışmak çılgınca olabilir. Sezon itibariyle yan yana dizilmiş özel plajlar çok dolu ve sıcaklık oldukça yüksek. Bir plajı gözümüze kestiriyoruz. Boş şemsiye ve şezlonglar var. Ama ilgili kişiyle konuşunca öğreniyoruz ki bu şezlonglar sezonluk kiralanmış ve bize günlük kiralayamıyorlar. Artık sinirlerimiz iyice geriliyor ki tam o esnada ağaçların altında, şirin mi şirin bir kafe ilişiyor gözüme. Biz küçük oğlumla oraya kuruluyoruz. Hemen bir aperitivi sipariş veriyorum.

Büyük oğlum babasıyla denize atlıyor. Onları izliyorum. Manzarası süper. Sonra ben de küçük oğlumla birlikte giriyorum. Hatta küçük oğlum o kadar minik ki ilk defa denizle tanışıyor. Saat ilerledikçe kafe hareketleniyor. Gün batımı yaklaşınca müthiş bir manzara bizi selamlıyor. Turkuaz ve gün batımı renkleri, yan yana dizilmiş evlerin pastel toprak tonları ile birlikte dans ediyor adeta. Tabii ki fotoğraflar çekiyorum. Ve dönüş vakti geliyor. Tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen hafızalarımda Bogliasco, damağımda son içtiğim Aperol Spritz tadı ve gün batımı manzarasıyla kalıyor…

Kapak Fotoğrafı: Damla Anol Erol

İlginizi çekebilir: Fahriye Şentürk’ten Ischia ve Procida

İtalyan Yemek Kültürü: Doğanın ve Hayatın Ritmine Uygun Bir Mutfak Anlayışı

Elinize sihirli bir değnek geçse ilk ne dilerdiniz? Biz büyük ihtimalle şehrin karmaşasından uzaklaşıp doğaya, bedenimize ve zihnimize iyi gelecek alışkanlıklar edinmeyi dilerdik. Gerçi bu dileğimiz için sihire ihtiyacımız yok. Çünkü İtalyanlar, hayatı yavaşlatırken kendilerine iyi bakmanın ve doğaya saygı duyan kararlar almanın sırrını zaten biliyor. Hatta son kırk senedir bu sırrı, “Slow Food” akımı üzerinden bizimle de paylaşıyorlar! Peki, İtalyanların doğanın ritmine uygun yaşama alışkanlıklarını artizan dokunuşlar ile mutfağınızda keşfetmeye ne dersiniz?

Barilla ile İtalyan Yemek Kültürü | Fotoğraf: Barilla

Slow Food

Şu an aslında hepimizin hayatında uygulamaya çalıştığı ve dostlarımızla buluştuğumuz masalarda birbirimize taktik verdiğimiz “Slow Food” akımı, İtalya’dan geliyor. Yemek yeme ve hazırlama tutkusuna farkındalıklı ve sürdürülebilir bir şekilde yaklaşmayı amaçlayan bu akımın ilk adımları İtalyan aktivist Carlo Petrini tarafından 1986 yılında atıldı. Yemek hazırlamaya etik prensipler ve sürdürülebilir kriterler getiren bu akımı yerel çiftçiler ile çalışan ve her sene bizimle şeffaf bir iletişim kurmak adına sürdürülebilirlik raporu yayımlayan İtalyan makarnalarının en sevdiğimiz yüzü Barilla ile keşfediyoruz.

Slow Food Tavsiyelerine Özel Makarna Tarifleri

Tarif defterlerinizi çıkardıysanız Slow Food akımının inceliklerine geçiyor; bu akımı hayatımızda uygulamamıza yardımcı olacak makarna tariflerini paylaşıyoruz!

  • Taze Baharatlarınızı Mutfakta Yetiştirin.

Taze fesleğenler, maydanozlar, kekikler, biberiyeler… Yemeklerimize kendimizden dokunuşlar katmak için başvurduğumuz bu baharatları almak için aslında pazara gitmemize hiç gerek yok. Mutfağımızdaki minik saksılarda hiç uğraşmadan yetiştirebileceğimiz bu bitkilerin evimize getireceği taze kokulardan bahsetmiyoruz bile!

Kabak ve Taze Baharatlar ile Barilla Spagetti

Kabak ve Taze Baharatlar ile Barilla Spagetti | Fotoğraf: Barilla

Eğer mutfağınızı rengârenk saksıların üzerinde duran taze baharatlar ile süslediyseniz; kokusunun bütün eve yayılacağı nefis bir makarna tarifi ile geliyoruz.

6 porsiyon için malzemeler: 1 kutu Barilla Spagetti, 5 orta boy soyulmuş ve bir santimetre kabak, 2 yemek kaşığı çam fıstığı, 1 diş soyulmuş ve doğranmış sarımsak, 10 yaprak doğranmış taze fesleğen, 10 yaprak doğranmış taze maydanoz, 5 yaprak doğranmış taze nane, 2 yemek kaşığı rendelenmiş Pecorino Romano peyniri, 8 yemek kaşığı sızma zeytinyağı, tuz ve karabiber

Hazırlanışı: 1. Derin bir tencerede suyu tuz ile kaynatın. 2. Bu sırada kabağı soyun ve orta kısımlarını ayırın. 3. Kabağın kabuğunu, çam fıstığı, sarımsak, otlar, peynir, tuz ve karabiberle birlikte bir blenderde pürüzsüz hale gelinceye kadar işleyin. 4. 6 yemek kaşığı zeytinyağını gezdirin, pesto yapmak için iyice karıştırın. 5. Kabakların iç kısmını büyük bir tavada orta ateşte bir dakika soteleyin. 6. Makarnayı paket talimatlarına göre pişirin. 7. Makarnayı süzün ve servis yapmadan önce büyük bir karıştırma kabında pesto ve doğranmış kabak ile karıştırın. Afiyet olsun!

  • Organik Pazarlardan Taze ve Mevsimine Uygun Sebzeler Kullanın.

Makarnamızda kullandığımız sebzelerin mevsime uygunluğu, yemeklerin daha lezzetli olmasını sağlıyor. Ayrıca mevsimsel sebzeler, daha az işlemden geçtiği için sürdürülebilir ve sağlıklı bir seçenek sunuyor!

Balkabağı ve Kestane Mantarı ile Barilla Fettuccine

Balkabağı ve Kestane Mantarı ile Barilla Fettuccine | Fotoğraf: Barilla

Barilla’nın şefi Lorenzo Boni’nin yeni bir mevsimi ilk mutfağımızdan hissetmemiz için hazırladığı tarifinin detayları aşağıda.

4 porsiyon için malzemeler: 1 kutu Barilla Fettuccine, çeyrek bardak dilimlenmiş soğan, 5 yemek kaşığı zeytinyağı, 1 orta boy balkabağı, 3 su bardağı sebze suyu, 350 gram kestane mantarı, yarım su bardağı rendelenmiş Parmigiano peyniri, 1 yemek kaşığı taze maydanoz, tercihiniz kadar tuz ve karabiber

Hazırlanışı: 1. Yapışmaz bir tavada soğanı 1 yemek kaşığı sızma zeytinyağı ile orta ateşte üç dakika soteleyin, balkabağını ekleyin, beş dakika soteleyin, ardından sebze suyunu iyice pişene kadar pişirin. 2. Tavanıza tuz ve karabiber ekleyin ardından sosunuzu soğumaya bırakın ve karışımın yarısını blenderda pürüzsüz hale gelinceye kadar karıştırın ve tavaya geri ilave edin. 3. Bu arada ayrı bir tavada kestane mantarlarını 2 yemek kaşığı sızma zeytinyağı ile yüksek ateşte hafif kahverengi oluncaya kadar soteleyin, tuz ve karabiber ekleyin ve mantarlarınızı balkabaklı karışıma ilave edin. 4. Derin bir tencerede suyu kaynatın ve Barilla Fettuccine makarnanızı talimatlara göre pişirin. 5. Makarnayı süzün ve sosla karıştırın. Ardından sosunuza peynir, maydanoz ve kalan zeytinyağını ilave edin. Makarnanız servise hazır, afiyet olsun!

  • Sürdürülebilir Alternatif Yollar Arayın.

Söz konusu mutfakta sürdürülebilirlik olduğunda tek yol, organik pazarlardan geçmiyor. Hâlihazırda buzdolabınızda olan ürünleri yaratıcı şekillerde kullanmak da mutfakta sürdürülebilirliği sağlamak adına eğlenceli bir yol sağlayabiliyor!

Artan Malzemeler ile Barilla Lazanya

Artan Malzemeler ile Barilla Lazanya | Fotoğraf: Barilla

Bize sorarsanız buzdolabında kalan malzemeleri yaratıcı ve lezzetli makarna tariflerine dönüştürebilmek işin en zor kısımlarından biri. O zaman bu zorluktan kurtulmanıza yardımcı olacak yaratıcı bir tarifin detaylarını aşağıya bırakalım.

4 porsiyon için malzemeler: 1 kutu Barilla Lazanya, 1 adet yeşil yaprakları ile pırasa, 1 adet dış lifli yaprakları ile rezene (rezenenin ince yapraklarını daha sonra servis için kenara ayırmayı unutmayın), 1 havuç, 2 su bardağı brokoli, 2 yemek kaşığı zeytinyağı, yarım su bardağı ceviz

Peynir sosu için malzemeler: 2.5 su bardağı süt, ¾ su bardağı buzdolabınızda bulunan peynirler, yarım su bardağı un, 2 yemek kaşığı zeytinyağı, tercihiniz kadar tuz ve karabiber

Peynir sosunun hazırlanışı: 1. Bir tavada un ve sızma zeytinyağını soteleyin. 2. Sıcak süte bir tutam tuz ekleyip kaynatın. 3. Buzdolabınızda kalan peynirleri tavaya ekleyin. Peyniriniz sosun içinde eridikten sonra tavayı ocaktan alın.

Hazırlanışı: 1. Brokoli saplarını, havuçları ve pırasayı yıkayıp dilimler halinde kesin. 2. Daha sonra rezenenin dış kısmını küpler halinde kesin. 3. Bir tavayı biraz sızma zeytinyağıyla ısıtın. 4. Önce pırasayı soteleyin, ardından brokoli, havuç ve rezeneyi ekleyin. Gerekirse biraz su ilave edip 3-4 dakika pişirin. 5. Sebzeler yumuşayınca tuz ve karabiberi ekleyip bir kenara bırakın. 6. Kare bir tepsiyi yağlayın ve her kat için sostan, sebzelerden biraz ekleyin. 7. Üzerine sadece sebzeleri ve peynir sosunu yayacak şekilde lazanyanızı 4 kat yapın. 8. Önceden 160 derece ısıtılmış fırınınızda Barilla lazanyanızı yaklaşık 20 dakika pişirin. 9. Fırından çıkarınca servis yapmadan önce üzerine kıyılmış rezene yaprağını ve cevizleri serpin. Lazanyanız hazır, afiyet olsun!

  • Geleneksel Tariflere Kendi Dokunuşlarınızı Ekleyin.

Slow Food akımı geleneksele bağlı kalmaktan geçiyor. Fakat neden geleneksel tariflere kendi dokunuşlarımızı eklemeyelim ki? Slow Food akımına dair bizim önerimiz; sakladığınız aile tariflerine sizi de yansıtacak detaylar eklemeyi unutmayın!

Barilla Farfalle ile Vejetaryen Carbonara

Barilla Farfalle ile Vejetaryen Carbonara | Fotoğraf: Barilla

İtalya’nın en geleneksel tariflerinden birine yeni dokunuşlar ekliyoruz. Tarifin detayları aşağıda.

8 porsiyon için malzemeler: 1 kutu Barilla Farfalle, 2 adet közlenmiş ve julyen doğranmış kırmızı biber, 1 adet julyen doğranmış taze soğan olmalı kuru soğan, 4 yemek kaşığı zeytinyağı, 1 yemek kaşığı doğranmış taze maydanoz, tercihiniz kadar tuz ve karabiber

Sosu için malzemeler: 5 adet yumurta sarısı, 2 yemek kaşığı Romano peyniri, 2 adet Parmigiano peyniri

Sosun hazırlanışı: 1. Bir kapta yumurta sarılarını ve peynirleri karıştırın, tuz ve karabiber ekleyin. 2. Yumurta karışımının içerisine Barilla Farfalle makarnanınızın pişirme suyundan ¼ bardak sosunuza ilave edildin. İyice karıştırın. Ardından biberlerinizi ve soğanınızı ilave edin.

Hazırlanışı: 1. Kırmızı biberleri közlemek için açık ateşte her tarafı kızarana kadar pişirin. 2. Kırmızı biberlerinizi 15 dakika boyunca kapalı bir kapta bekletin, ardından kabuğunu ve çekirdeklerini çıkarın. 3. Derin bir tencerede suyu kaynatın. 4. Bu sırada bir tavada soğanı zeytinyağıyla orta ateşte hafif karamelize olana kadar yaklaşık 10 dakika soteleyin. 5. Barilla Farfalle makarnanızı paketinde belirtilen talimatlara göre pişirin. 6. Makarnanızı süzdükten sonra hazırladığınız sosu makarna ile karıştırın. Sosunuzun makarnayı tamamen kapladığına emin olun ancak yumurtanın sos kıvamını korumasına ve “çırpılmamasına” dikkat edin. 7. Makarnanızı taze maydanoz ile servis edin. Afiyet olsun!

Sevdiklerinizle birlikte hayatı yavaşlattığınız sofralarda, tariflerimizi denemeyi unutmayın!

Kapak Fotoğrafı: Barilla

İlginizi çekebilir: Sevginin İfadesi’nden İtalyan Sofra Kültürü