Çisi Sıkı bir koreograf ve dans eğitmeni. 6 yaşında başlayan sahne ve dans tutkusuyla hayatını dansa adarken yolu DansFabrika kurucusu Ömer Yeşilbaş ile kesişiyor. Birlikte yönettikleri DansFabrika’da hedefleri insanlara kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir alan oluşturmak. Çisil ile, dans ederken duyguları doyasıya yaşamaktan ve kendin olabilmekten konuştuk.

Röportaj: Betsy Görüşük

Merhaba! Sizi tanıyabilir miyiz? Hikayenizi bir de sizden dinlemek istiyoruz.

Ben Eskişehirliyim ve orası küçüklüğümde çok imkanların olmadığı bir yerdi. 6 yaşında baleyle başladım ve ilk sahneye çıktığımda indiğim gibi anneme “ben hep sahnede olacağım artık” demişim. O sahne tozunu yutmak vardır ya, galiba o oldu. Eskişehir’e hangi tarzın eğitmeni geldiyse hepsini denedim ama bunlar sürekli ve çok verimli eğitimler olmadı. Sonra latin odaklı çalıştım, yarışmalara hazırlandım. Gençlerde bir Türkiye birinciliğimiz oldu. Profesyonel dans hayatının tadına bakınca daha da profesyonelleşmek istedim diyebilirim.

Üniversite sınavında dans açısından daha fazla imkanım olması için bütün tercihlerimi İstanbul olarak işaretledim ama ailemin beni orada okutacak maddi durumu yoktu. Derken 18 yaşının verdiği cesaretle tek başıma İstanbul’a geldim, bir yandan da çalışmaya başladım. Boğaziçi Üniversitesi’nin ücretsiz dans kulübüne katıldım. Sonra bir şekilde Ömer Yeşilbaş’la yollarımız kesişti ve ona “sen beni yetiştir istiyorum” dedim. O kendini dansçı yetiştirmeye adamıştı ve bu benim senelerdir aradığım bir fırsattı. Şu an birlikte DansFabrika’dayız, birlikte bir şeyleri değiştiriyoruz. Oradan buraya gelmek çok gurur verici ve Ömer Yeşilbaş’ın katkısı çok büyük.

Yurt dışında ünlü isimlerden dersler almış, aynı zamanda da Rihanna ve Justin Timberlake’in koreografı Hamza Haimami’nin projelerinde yer almışsınız. Bu deneyimleriniz size neler kattı, gelişiminizde nasıl bir etkisi oldu? Bu ünlü isimlerden öğrendiğiniz en değerli şey neydi diye sorsak?

Bu fırsatı Ömer Yeşilbaş sayesinde elde edebildim. O ve Hamza daha önce çalışmıştı ve kendisi beni projeye yönlendirdi. O zamanlarda bile dünyayı takip etme konusunda yeterli değildik bence. Dünya standartlarının bu piyasada nasıl olduğunu görmek benim için bir şok oldu ve o projenin güzelliğinin dışında ben Ömer Yeşilbaş’ı yüz üstü bırakmamanın peşindeydim. İlk projemizde kendimi çok yetersiz hissettim ve şok oldum. Projedeki tek Türk dansçılar onunla bendik. İlk provam çok kötü geçti! “Ben dansçı değilim herhalde” dedim ve o gece kendisi beni sabaha kadar aralıksız çalıştırdı. Çalışmayı bıraktığımızda sabah saat 5’ti ve ertesi sabah Hamza’nın geldiğinde bana “Çisil sana ne oldu bir gecede!” dediğini hatırlıyorum.

Ömer hoca hep “Benim seni dansçı yapmam birkaç saatimi alır” derdi. Gerçekten o gece onu yapabileceğini gördüm. Bunun çok elle tutulur olduğunu veya kelimelerle anlatılabileceğini sanmıyorum. Saatler içerisinde fiziksel olarak öyle bir seviyeye ulaşmak benim için neredeyse imkansızdı ama gördüm ve yaşadım. Dans kariyerimde çok önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de de Murat Dalkılıç, Demet Akalın, Kenan Doğulu, Hadise gibi birçok sanatçı ile çalışıyorsunuz. Sahnede olmak sizin için ne ifade ediyor? 

Bütün dansçılar sahneyi çok sever ama neden sevdiğin çok önemlidir. Alkışları mı, sahnede yaşadığın adrenalini mi, bir şeyler yaratmayı ve o şeyin bir parçası olmayı mı, sahnede ilham olmayı mı seviyorsun; yoksa insanların seni orada izlemesini mi seviyorsun. Çok farklı yönleri var… Benim sahnede olduğumda sevdiğim şey bir şey üretmek, onun bir parçası olmak ve bununla da insanlara ilham olmak. O yüzden Türkiye’de yer aldığım sahnelerde de benim için en değerlileri kendi ürettiğim bir şeyin parçası olduğum ve bir şeyleri değiştirdiğim sahneler oldu. Yapılanı yapmak değil de bir şeyler denemek ve o denediklerimizle bir şeyleri değiştirip bir şekilde sahnede insanlara ilham olmayı seviyorum. 

Sahnede yaşadığınız ilginç bir anınız varsa paylaşabilir misiniz?

Gerçekten unutamadığım bir an Murat Dalkılıç’ın Harbiye’de bir sahnesindeydi. Açılışta dansçılar yerdeydi. Maskeliyiz, bütün yüzümüz kapalı, kuru buz ve duman yeri kaplıyor. Bu daha önce prova edilmedi ve prova edilecek bir şey de değildi. Benim de alerjik astımım var.

Sahnede açılış şarkısı en önemli kısım. Ben yerde yatıyordum ve solumda Ömer Yeşilbaş vardı. Ben bir anda tıkandım ve nefes alamadım. Şarkı ve sahne başlamamıştı ama insanların alkışlarını duyuyordum. Deli gibi ter dökmeye başladım. Sonrasını Ömer hoca anlattı. Asla kesmemişim, koreografiyi yapmışım, kenarda maskemi çıkartıp yüzüme su dökmüş. Bu bahsettiğim şey 1-2 dakikaydı. Sonra ikinci şarkıya çıkmışım ve ben bunları hatırlamıyorum. Orada nasıl bir şey yaşadım bilmiyorum. O şekilde bile o gösteriyi aksatmamak benim çok gurur duyduğum bir an aslında. 

O sahne adrenalini sana yaşadığın hastalığı ya da imkansız görünen ne varsa atlattırıyor ve bir sürü dansçının da böyle hikayesi vardır. Bir kere ayağıma çivi batmıştı ve sahneyi bitirdim. Sahnede dans ederken o çivinin ayağımda olduğunu hissetmedim. Çıkınca fark ettim.

DansFabrika’da High Heels dersleri veriyorsunuz. Bu işe ilk başladığınızda tepkiyle veya ön yargılarla karşı karşıya kaldınız mı? Bu dans tarzının insanların gelişiminde ve özgüveninde diğer dans türlerinden farklı bir etki yarattığını düşünüyor musunuz?

Öncelikle High Heels Dance bir dans tarzı değil. High Heels Dance’te birçok dans tarzı kullanıyoruz ama High Heels Dance bir eğitim programı ve bizim marka tescilini aldığımız, Ömer Yeşilbaş ile birlikte oturup üzerine çalıştığımız bir eğitim programı. 

Bunun başlangıcı da kendisiyle oldu. Ömer hoca topukluları giyip bana öğretti. Türkiye’de yaşamış bir erkek için düşünürseniz bu kimsenin yapamayacağı bir fedakarlık. Benim hocam önyargıları umuramayıp bana o fedakarlığı gösterdiği için ben de bunu cesur, önyargılarından sıyrılmış bir şekilde devam ettirmek istedim. Neden topuklu ayakkabı? Çünkü kadını kadın hissettirebilecek materyal denince aklıma gelen şey o. Topuklu ayakkabı giyen bir kadının kesinlikle ilk hissedeceği şey kadınlığı olur bana kalırsa. 

Olay dansla birlikte kendimizi keşfetmek. Ülkemizdeki ön yargılar kadınların üzerindeki baskıyı çok arttırıyor. Giyinişte özgür olamama, oturup kalkmamız derken belli bir karakterde yaşıyoruz ama asla kendimizi yaşamıyoruz. Bu çok korkunç bir özgürlük kısıtlaması. “Aslında ben kimim?” diyebilmek ve hissettiğini yaşayabilme özgürlüğü için dansı kullanıyoruz. İlk zamanlarda çok fazla tepki aldı, hala da alıyor. Toplum baskısı var ama bunu ilk herkesin kendisi yapıyor. Buraya gelen bütün öğrenciler önce kendilerini ve sonra dışarıdaki kimseyi yargılamamaları gerektiğini öğrendi ve herkesin kendisi olduğundaki özgürlüğü tattı. Benim için ulaştığım ve hikayesi olan her bir öğrencim bir gelişme. Bir kadın daha, bir erkek daha, bir insan daha kendinin ve özgürlüğünün farkına vardı. Bu farkındalığıyla yaşıyor hayatını. Bu süreçte her biri kazanılmış bir şey benim için. Onların ilham olduğu her bir topluluk daha da kazanılmış bir şey. Bu şekilde öğrencilerimle beraber bir şeyleri değiştirdiğimizi düşünüyorum.

Koreografi hazırlamak kişinin sadece yaratıcı tarafıyla mı ilişkilidir? Siz nasıl koreografi oluşturuyorsunuz?

Koreografiyi ders için oluşturmak ayrı; klip, marka, sahne için oluşturmak ayrı bir şey. Koreografi yapıldığı yere göre o kadar farklı amaca hizmet ediyor ki… Ama benim için en önemli şey yaratıcılık ve en keyif aldığım şey de bu. İnsanlara ilham olmak ve bir şeyleri değiştirmek istiyorsak yaratıcılığımızı kullanmalıyız. Var olanın üstüne bir şey katabilmek ya da var olandan farklı bir fotoğraf yaratabilmek önemli. İnsanlara normal baktığı açıyı farklı bir yerinden göstermek ve farklı bir bakış açısı kazandırmak kesinlikle yaratıcılıkla alakalı. Biz her hafta her dersimize farklı bir koreografi hazırlıyoruz. Dersler için yapılan koreografilerde bile benim en az 3 tane yapmadığım yaratıcı bir şey yapma kuralım vardır ve ben haftada 3-4 koreografi hazırlıyorum. Bu da benim gelişim sürecimde kendime koyduğum bir şey ve bence kesinlikle yaratıcılıkla alakalı.

Yaratıcılık geliştirilebilir. Bir insan bir şeyi seviyorsa ve istiyorsa, korkuyorsa bile yapmalı ve denemeli. Gerçekten istediğine eminsen, yaratmayı da üretmeyi de öğrenirsin. Herkesin istediği şeyler vardır ama tutku anlamında hayatını adayabileceği kadar büyük istediği tek bir şey vardır.

Dansın hareketlerden ziyade duygularla etkileşimde olan ve tavır gerektiren bir boyutu da var. Duyguları dans yoluyla ortaya koymak neden önemli? Ders sırasında öğrencilere duygularıyla iletişim halinde olmayı ve birbirleriyle bağ kurmayı nasıl deneyimletiyorsunuz? 

“Ne hissediyorsun?” diye sorduğumda bu soruya çoğu insan düşünerek cevap vermeye kalkıyor, hepimiz öyleyiz. Biz sahip olduğumuz duyguların ne olduğunu bile bilmiyoruz henüz. Bu, o kadar hislerimize kapalı hale geldiğimizi gösteriyor ki… Bu noktada oyunculuk eğitimim çok şey değiştirdi. Aldığım tiyatro eğitiminde arkadaşlarımdan ve öğretmenlerimden öğrendiğim şeyleri hem dansçı olarak hem de eğitmen olarak kullanıyorum. Dans etmek oyunculukla birebir bağdaşan bir şey. Duygularımızı kullanmadan yaptığımız şey bana göre hareket etmek. Duygularımız işin içine girdiğinde biz dans ediyoruz. Herkes hareket edebilir ama herkes dans edemez. O yüzden ilk önce öğrencilerde hislerini fark etmelerini sağlamaya çalışıyorum. Dansta kullandığım şey hareketlerimizin içeriye dokunmasını sağlamak yerine içeriden hissetiğimizle hareket etmek. İçeriden dışarıya dans etmek aslında. O da belli bir süreçle oluyor. Bazen de öyle yapıyormuş gibi dans edenleri yakalayabiliyorsun. Önce hisset, hissettiğin şey nasıl hareket ettiriyorsa seni onunla hareket et. Onların farkındalığı, hissettiğini yaşamanın ve vücudunla ifade etmenin özgürlüğü zaten sana özgüveni getiriyor. Çünkü o özgürlük o kadar büyük bir şey ki… Özgüvenin zaten o özgürlükten geliyor. 

Amerika’da genellikle dans sınıflarında belli bir yaş sınıflandırması olmuyor. Çocuklarla yetişkinler aynı dersi alabiliyor. Sizin bu konuya bakış açınız nedir? 

Aslında High Heels derslerinde yaş sınıflandırması oluyor. Çocukların topuklu giymemesi gerekiyor gelişim çağında. High Heels daha kadın hissetmeye yönelik olduğu için bir çocukta benim bu özgürlüğü, kendinin farkına varmayı çalışmama gerek yok. Bir tek şu noktada yaş sınırı söyleyebilirim: Bir çocuk 7 yaşından itibaren sınıf ve vücut disiplinine sahip oluyor. Bu daha verimli olduğundan başlaması için 7 yaş diyorum. Onun dışında 7 yaşından tut 60 yaşına kadar burada yaş sınırı yok. Herkesi görebilirsiniz ve bence bu çok iyi. Çünkü çocuklar dansta bizim için çok güzel örnekler. Yaş ilerledikçe yargılarımız artıyor ve o kafa hiç susmuyor. Yetişkinler “ o çocuk yapıyor sen yapamıyorsun” diyebiliyor. Bu sebepten dolayı yetişkinlerin sınıfında çocukların olması aslında onların eğitim süreci için iyi. Hep içimizde bir çocuk var deriz. Aslında çocuk değil, insanın içinde hep özgürce hareket etmek isteyen bir insan var. Aslında biz özgürce ve düşünmeden hareket etmeye açız. O yüzden o çocuklarla aynı sınıfta olduğun zaman bunu onlardan alabilirsin. 

Son olarak dansa ilgi duyanlar, başlamak isteyenler ve yeni başlayanlar için önerileriniz ne olur? 

Yeni başlayacakların “yapabilir miyim” sorusu için hep öğrencilerime söylediğim bir şey var. Yapabilite için elimizde bir doğru ve yanlış olması lazım. O doğruya ulaşmak veya yanlış yapıyor olmak. Dansta böyle bir şey yok, ne doğrusu var ne yanlışı. 

Küçük bir bebeği dans ederken izlediğinde ne düşünüyorsun? Buna çok kötü diyen bir insanla karşılaşmadım. O bebek çok iyi bir dans tekniğine sahip değil. Bebeğin tek sahip olduğu şey eğlenmek ve anı yaşamak. Dans edebilmek değil bence olay, dans etmekten keyif almak ya da almamak. 

Dans fiziksel bir şey. Bir insanın başka bir insanla aynı olması mümkün değil. Senin bir insanın vücudunda gördüğün ve yetenek sandığın şey o insanın vücuduna özgü bir şey. Senin sadece kendindekini keşfetmen gerekiyor. Onu keşfetmek için de çalışman gerekiyor. Çalışmaksa tutkuyla alakalı.

Çok teşekkürler!

Kapak fotoğrafı: Instagram / @cisils

İlginizi çekebilir: MagPorter’dan Ekin Bernay Röportajı