Hazır mısınız içinize bakmaya? Evinize, okulunuza, ailenize, işinize, aynadaki aksinize, arkadaşlarınıza, akrabalarınıza? Buyurun Defne Suman’ın Kahvaltı Sofrası kitabına…

Defne Suman’ın 2018 yılında yayınlanan romanı Kahvaltı Sofrası’nda, Büyükada’nın köklü ailelerinden birine mensup ressam Şirin Saka’nın kahvaltı sofrası etrafında, ailesi ve örtbas ettiği geçmişiyle yüzleşmesi anlatılıyor. Satır aralarına sıkışan ipuçları büyük bir gizeme, Saka Ailesi’nin ve aynı zamanda Türkiye’nin unutulmuş tarihine ayna tutuyor.

Ünlü ressam Şirin Saka’nın 100. yaş gününde tüm ailenin Büyükada’daki konakta bir araya gelişleri ile hikaye başlıyor. Şirin Saka’nın torunları Nur ile Fikret, Fikret’in kızı Selin ve Nur’un eski sevgilisi gazeteci Burak Gökçe Büyükada’daki eski, büyük konakta Şirin Saka ve eski dostu, aynı zamanda hizmetkarı Sadık ile kalıyorlar.

Bütün romanda Selin’in, Nur’un, Burak’ın ve evin hizmetkarı Sadık’ın ağızlarından hikayelerini okuyoruz. Kahramanlar dün ve bugün arasında sık sık gidip geliyorlar. Gün yüzüne çıkmasından endişe edilen bir sırrın olduğu, kahvaltı sofrasının tedirginliği ile yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Torunlar Nur ve Fikret, bu tedirginliği algılayıp aile büyüklerini araştırmak istiyorlar. Ailenin yaşlılarının anıları zihinlerde kaybolurken, onlar da unutmak isteyecekleri pek çok olay yaşıyorlar. Herkes kendi dünyasında, bir diğeriyle çok yakın olmadan yaşamanın yollarını arıyor.

Hikayenin ana hatları kısa sürede anlatılıyor ancak karakterlerin geçmişe gidip anlattıkları, sorgulamalara, bilinmeyenlere, sır olarak saklanan her şeye, unutulan ve unutturulanlara kapı açıyor. Pandora’nın kutusu böylece açılıyor…

Ve Büyükada bir romana ancak bu kadar yakışabilir! Sıcak bir bayram gününde, Büyükada’nın görkemli konağında uykudan uyanıyor kahramanlarımız. Şirin Saka’nın doğum günü partisinin çevresinde geçen bir roman kurgusunun tam ortasında Büyükada duruyor. Maden Mahallesi, kumsal, çarşı, çay bahçeleri…

Defne Suman bir söyleşisinde, Büyükada’da dedesinin babasından kalan büyük evde üç kuşak bir arada yaşardıklarından bahsediyor. İnsanları, yemekleri, çam ağaçları, bisiklet yolları, denizi, dostlukları ile romanın her yerinde bu yaşanmışlıkları görmek mümkün. Romanın içerisindeki Büyükada’ya ait bilgiler, anlar, Defne Suman’ın adada geçen çocukluğundan hafızasında kalanlar oluyor.

Ve kitabın sonunda Şirin Saka, evinin duvarına, boydan boya kocaman bir tablo yapıyor ve kabus olarak ailenin üzerine çökmüş sırlar yavaş yavaş aydınlanıyor. Defne Suman, kitabın sonunda Şirin Saka’nın yaptığı resimle beraber kimimizin bildiği, bir kuşağın haberdar bile olmadığı bir coğrafyayı işaret ediyor. Geçmişin aslında o kadar da geçmiş olmadığını, unutmanın değil, aslında hatırlamanın iyileşmek olduğunu okurlarına yeniden ve yeniden hatırlatıyor. Hazırsanız birçok sorum var kitabı okuyan okumayan herkese. Bir koku, bir melodi, bir ses neleri hatırlamamıza sebep olabilir? Bugünden ziyade geçmişe tanıklık edilebilir mi? İnsanın iç sesi ne kadar susabilir?

Keyifli okumalar dilerim!

Satın almak için tıklayın.

İlginizi çekebilir: Melike Büşra’dan Umut ve Motivasyon Kitapları