Malum, devir artık binge-watch devri. Başta Netflix olmak üzere, internetten televizyon ve film izleme platformları hayatımızın bir parçası oldu olalı, dizi bölümü bekleme birimi olan haftalar, yerini yıllara; bir oturuşta dizi izleme birimi olan bölümler yerini sezonlara bıraktı. İşte Netflix’te son bir yıl içerisinde yayınlanan diziler arasında, bir oturuşta tüm sezonunu tükettiğim yedi muhteşem dizi:

American Vandal

American Vandal
American Vandal

Açıkçası fazla bir şey beklemeden tıkladıklarımdan oldu American Vandal. Sonuçta açıklamasını okuduktan sonra sıradan bir lisede geçen sıradan bir öğrenci suçunu konu aldığını ve suçun da biraz ‘ergen’ bir suç, otomobillerin üzerine sprey boyayla fallik çizimler yapmak olduğunu görüp siz de burun kıvıracaksınız, değil mi? İşte bu yüzden son zamanlarda beni en çok şaşırtan diziydi American Vandal. Kaliforniya’daki bir lisede geçen olaylarımız, evet fallik çizimlerle başlıyor. Tüm okul; öğrenciler, öğretmenler ve yönetimin suçladığı tek bir isim var. Bu tip taşkınlıklarda sabıkası olan, eşek şakalarında usta, notları düşük, ilişkileri berbat Dylan Maxwell. Üstelik bir tanık ve bu tanığa sonsuz güven duyan öğretmenler de cabası… Dylan, ilk bölümden itibaren suçsuz olduğunu iddia ediyor. Dizinin anlatıcıları, daha doğrusu bir belgesel dizisi olarak kurgulanmış bu sürükleyici, polisiye denebilecek araştırmayı yürüten iki öğrenci, Peter ve Sam de ilk bölümden itibaren Dylan’la, tanıklarla, diğer şüphelilerle, kurbanlarla ve okuldaki hemen hemen herkesle ilgili didik didik bir araştırma yürütüyorlar. Bu kadar basit bir olayı, bu kadar ciddiye alışıyla, belgesel türünü kurmacayla iç içe geçirmekteki başarısıyla ve hiç tahmin edemeyeceğiniz yönlerde ilerleyişiyle American Vandal, kaçırmamanız gerekenlerden bence. Bana Rian Johnson’ın ilk filmi, kara film türünü bir Amerikan lisesine taşıyan Brick’i hatırlattığını da ekleyeyim.

Dear White People

Dear White People
Dear White People

2014 yapımı bağımsız film Dear White People, bir Ivy Leauge üniversitesindeki ırkçılığı temel alan çok başarılı bir filmdi bana kalırsa. Sundance dahil birçok film festivalinden ve bağımsız sinemanın önemli organizasyonlarından birçok ödül toplaması da bu fikrimde yalnız olmadığımın kanıtı. Dear White People, aynı adla bir Netflix dizisine uyarlandı bu yıl. İlk iki bölümde, filmde izlediklerimin hemen hemen aynısını izleyeceğimi sanarak bir hayli üzülsem de, sonrasında hem filmde anlatılan olayların öncesini hem de sonrasını öğrenmek, hatta ve hatta filmin ve dizinin başlangıcında gördüğümüz o ırkçı partiden çok daha çarpıcı olayların yaşanması bir anda fikrimi değiştirmeme neden oldu. Film ve dizideki oyuncu kadrosunda birkaçı hariç isimler değişmiş, fakat hepsi çok başarılı, takip edilmesi gereken genç oyuncular. Dizinin en beğendiğim yanları genelde “Bir azınlığın parçası olmak, o azınlığın haklarını savunan bir aktivist olmayı zorunlu kılar mı?” sorusunu sorduğu anlar oldu. Dizinin ilk iki bölümü ve ilk sezon finalinin, filmin yönetmeni Justin Simien tarafından yönetilmesi, filmi beğenenleri kesinlikle üzmeyecek bir işin ortaya çıkmasını sağlamış. Muhtemelen en çok beğeneceğiniz bölümün yönetmeni kim diye baktığınızda Moonlight’ın yönetmeni Barry Jenkins’in ismini görmekse şaşırtmayacak.

Everything Sucks!

Everything Sucks!
Everything Sucks!

Size bir iyi, bir de kötü haberim var. Kötü haber, ben bu dizi hakkında bir şeyler yazana kadar Netflix dizinin tek sezonla kalacağı haberini verdi. İyi haber, ortada yarım kalmış pek de bir şey yok ve bu haber Everything Sucks!‘ın elimizdeki 10 bölümüyle de keyifle ve zevkle izlenebilecek bir dizi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 90’lar nostaljisi, 90’lar müzikleri, video kasetler, lise yılları ve büyüme hikâyeleri kendinizi izlemekten alamadığınız konu başlıklarıysa, bu diziye karşı koymanız imkansız. Oregon’da adı gibi sıkıcı olan Boring kasabasındaki lisede geçen dizi, A/V kulübü ve drama kulübü arasındaki çekişmenin dostluğa dönüşmesini, sinemaya ve okul müdürünün kızı Kate’e eşit derecede aşık olan Luke’un hayatın sürprizleriyle başa çıkmaya çalışmasını, Luke ve Kate’in (özellikle Kate’in kadınlardan hoşlandığını anlamasıyla) karmaşık ilişkisinin anne / babalarının da yakınlaşmasıyla iyice tuhaflaşmasını anlatan diziyi izlemek,  90’larda geçen bir John Hughes filminin başına oturmak gibi.

The End of the F***ing World

The End of the F***ing World
The End of the F***ing World

The End of the F***ing World‘ü izlemeden önce dizinin adını nerede gördüysem göreyim iki referans dikkatimi çekiyordu: Wes Anderson harikası Moonrise Kingdom ve 90’ların en iyi yol / suç filmlerinden Thelma & Louise. Çok sevdiğim bu iki filmin bir karışımı olduğu söylenen İngiliz Netflix dizisini izlemek kaçınılmazdı ve izledikten sonra da bu benzetmeye hak vermemek elde değildi. Biri psikopat biri sosyopat eğilimler gösteren, ergenlik sancıları çeken iki gencin farklı amaçlarla kalkıştığı ve suçla kesişen bu yol hikâyesi, başta iki genç oyuncusunun (Jessica Barden ve Black Mirror‘ın Shut Up and Dance bölümünden de hatırlayabileceğiniz Alex Lawther) performansları olmak üzere tekinsiz ama sevimli atmosferi ve gerilimli ama eğlenceli olay örgüsüyle sizi kolayca içine çekiyor.

The Good Place 

The Good Place
The Good Place

Yazıdaki diğer dizilerin aksine bir kablolu televizyon dizisi olan The Good Place, günümüzde bambaşka bir boyut kazanmış dizilerin arasında kablolu televizyonda yayınlandığı için dışlanmaması gereken nadir cevherlerinden. Öncelikle kamera önü ve arkasındaki birkaç isimden bahsedeyim; sevmeyeninin olduğuna inanmadığım Kristen Bell ve ününü Cheers dizisine borçlu Ted Danson başrolleri paylaşırken dizinin yazar ve yapımcısı olarak SNL, The Office ve Parks and Recreation gibi komedi dünyasının Amerikan televizyonlarındaki en büyük başarılarından üçüne imzasını atmış Michael Schur dikkat çekiyor.

Dizinin konusu ise bambaşka bir dünya… Her şey Eleanor Shellstrop’un ölümünden birkaç saniye sonra kendini bir bekleme salonunda bulmasıyla başlıyor; Cennet ve Cehennem‘in var olmadığını, sadece Good Place (İyi Yer) ve Bad Place‘in (Kötü Yer) var olduğunu, kendisinse ölümden sonraki hayatını Good Place‘te geçirmeye hak kazandığını öğrenmesiyle devam ediyor. Zamanını her şeyin tozpembe olduğu ve “mükemmel” tasarlandığı bu yerde geçirmeyen başlayan Eleanor’un neden son yılların en zekice komedisinin kahramanı olduğunu ise daha ilk bölümden anlıyoruz: Eleanor hayatı boyunca olabilecek en kötü insan olmuş ve orada bulunmaması gerektiğinin, büyük bir yanlışlık olduğunun farkında! Birkaç bölümde bir tüm dizinin seyrini değiştiren plot twist‘leriyle başınızı döndürecek, birkaç saniyede bir patlayan esprileriyle sizi kahkahalara boğacak The Good Place‘in üçüncü sezonunun ne zaman yayınlanacağı henüz kesin olmasa da bu iki sezonunu bir an önce tüketmenize engel olmamalı.

Friends from College

Friends from College
Friends from College

Friends ve How I Met Your Mother gibi yakın arkadaş çevresi sit-com’larının mirasçısı, sit-com olmayan bir komedi Friends from College. Üstelik Keegan-Michael Key ve Cobie Smulders gibi yıldız oyuncuların yer aldığı kadrosu bir yana, sadece esprilerle güldürmeye çalışmayan, günlük hayatta ve ilişkilerde karşımıza çıkan küçük ya da büyük dramlara da yer veriyor. Harvard mezunu altı arkadaşın hayatlarında eğlenceli anlar dışında, aşk üçgenleri, yasak ilişkiler, sırlar ve yalanlar da kol geziyor çünkü. Nasıl tüketip bitirdiğinizi gerçekten anlamayacaksınız.

13 Reasons Why

13 Reasons Why
13 Reasons Why

İşte bu beni biraz zorladı; büyük olasılıkla sizi de zorlayacak. Jay Asher‘ın aynı adlı çok-satan romanından uyarlanan 13 Reasons Whypsikolojinizi altüst etme, lise yıllarında yaşadığınız ve bilinçaltınızın derinliklerine gömdüğünüz travmalarınızı ortaya çıkarma ve çokça ağlatma gücüne sahip. Geçmişte hiç de farkında olmadan birilerine zarar verdiğinizi, pek umursamadığınızı düşünerek çokça zarar verdiğinizi anlatma gücüne belki de… Liseli Hannah Baker’ın intiharının ardında bıraktığı 13 kaset ve kasetlerin hitap ettiği, Hannah’nın intiharının sebebi olarak gördüğü 13 kişiye adanmış 13 bölümü ard arda izlemek zor, ne kadar merak etseniz de imkansız hatta. Lise hayatının fark etsek de etmesek de bize neler yaptığını ve yaptırdığını daha net bir şekilde görmenizi sağlayan, çok dokunaklı ve çok acıtan bir dizi bu. Romandan sapacak ikinci sezon aynı etkiyi yaratır mı bilmiyorum ama, size yapacaklarını bile bile, ilk sezonu mutlaka izleyin. (Dizinin hemen ardından otomatik olarak başlayan ve yapımcı ve oyuncularının yorumlarına yer veren 13 Reasons Why: Beyond the Reasons‘ı da psikolojinize iyi gelmesi için tamamlamayı da unutmayın.)

Daha fazla dizi önerisi için Kaçırmamanız Gereken Yeni Diziler ve Geç Olsun Güç Olmasın: Bu Dizileri Mutlaka İzleyin başlıklı listelerimize tıklayın!