İnsanların yaratım alanlarına kabul edilmek bana çok büyük bir ayrıcalık gibi geliyor. Eda’nın stüdyosuna misafir oluşum da şu zamana kadar en çok heyecanlandığım röportajlardan biri oldu çünkü onun işleriyle daha önce karşılaştıysanız tahmin edebileceğiniz gibi bambaşka ve renkli bir dünyaya giriş izni almış oldum. Böylece modadan, yaratmaktan, farklılıklardan ve daha bir sürü şeyden konuştuk.

Eda Yorulmazoğlu | Fotoğraf: İrem Çakır

Eda selam, senin tasarımlarını ilk gördüğümüzden beri gözümüzü alamıyoruz. Bence tam anlamıyla sanatla modanın kesiştiği o çizgidesin. Yeni tanışacaklar için biraz kendinden ve modayla ilişkinin nasıl başladığından söz edebilir misin?

Her zaman sanata ilgim vardı hatta önce resim çizerek başladım. Dikişe de hep ilgi duyuyordum ama ne yapmak istediğim konusunda emin değildim. Ben çocukken büyükannem dikiş dikerdi. Ben de onun yanında oturup dikiyormuş gibi yapardım. Büyükannemi küçükken kaybettim ama onun dikişe olan sevgisi benimle kaldı. Ortaokuldayken ev ekonomisi dersi vardı ve orada bize pijama altı dikmeyi öğrettiler. Ben de pijama dikmeyi durduramadım! Bir sürü diktim ve annemin arkadaşlarına sattım. Tam bir iş kadını olduğumu düşünüyordum 🙂 Sonra kendime elbise dikmeyi öğrettim. Lisedeyken yazları Çeşme’de dikiş dersleri aldım. Herkes tüm gün dışarıda zaman geçirirken ben evde dikiş dikiyordum çünkü yapmak istediğim buydu.

Eda
Eda | Fotoğraf: İrem Çakır

Üniversiteye gittiğimde hala dikişle ilgili ne yapmak istediğimi bilmiyordum çünkü hiçbir zaman sıradan kıyafetlere ilgim olmadı. Defileleri ya da tasarımcıları takip etmedim. Üniversitedeyken de bu yüzden zorlandığımı düşünüyorum çünkü bize tasarımcıları öğretmeye çalıştılar ve trendleri takip etmemizi istediler ama ben bunu hiç yapmadım 🙂 Bazı eğitmenlerin bana yol göstermekte zorlandığını düşünüyorum çünkü sınıf arkadaşlarımın çoğuna mezun olduktan sonra çalışabilecekleri yerler önerebiliyorlardı ama konu bana geldiğinde ne önereceklerini bilemediler: “Bilemiyoruz, sanırım bir kostüm dükkanında çalışabilirsin.” gibi şeyler söylediler. Bu sırada ben de tarzımı geliştirmeye başladım. Önce koyu renklerle ve ciddi konular üzerine çalıştım. Sonra bunu ters yüz etmek istedim; ciddi konuları anlatmaya devam ettim ama bunu herkesin ilgisini çekecek eğlenceli, canlı renklerle yapmaya başladım. Okul bittiğinde kendi işimi kurdum çünkü kimle çalışabileceğimi bilmiyordum ve biri için çalışmak konusunda da hevesli değildim. Kendi stilimi ve müşteri profilimi bildiğimi düşündüm böylece zor da olsa işin içine atladım.

Eda | Fotoğraf: İrem Çakır

Peki müşteri portföyünü nasıl edindin?

Üniversitedeki son yılımdan önce müşterilerimi tanımıyordum. Bir keresinde tüm ‘queen’leri giydirmek üzere gecenin moda tasarımcısı olarak bir bara davet edildim. O dönemde sosyal hayatım neredeyse yoktu çünkü sürekli okuldaydım ve çalışıyordum dolayısıyla da oradaki kimseyi tanımıyordum ama o akşam onların tasarımlarımı hayata geçirme biçimleri ufuk açıcı bir deneyim oldu. Evimi bulmuş gibi hissettim çünkü o ana kadar hala ne yapacağımı bilmiyordum. Üstelik üniversitedeki son yılımdı ve yavaş yavaş “Nerede çalışacağım?” diye panik olmaya başlamıştım. Yaptığım şeyleri seviyordum ama ürettiklerimle ne yapabileceğimi ya da kimin isteyeceğini bilemiyordum. Onları bulmamla benim için bir kapı açıldı ve ‘network’ kurmak için sıkı çalışmaya başladım. Tek başıma bara gidip insanlara kendimi tanıştırıyordum ki benim daha önce yapmadığım bir şeydi. İçe dönük biriyimdir o yüzden benim için zor ve korkutucuydu ama kendimi zorlamaktan başka seçeneğim yoktu…

Yani başından beri kuir modayla iç içesin. Tasarımlarını Drag Race podyumunda görmek seni heyecanlandırdı mı? Uma Thurman olarak anılmak nasıl bir histi?

Harikaydı! Öncelikle Drag Race’de normalde giysileri kimin yaptığını pek sormuyorlar. Spesifik olarak benim tasarımım için “Bunu kim yaptı?” diye sorduklarını görmek gerçekten harikaydı. Tabii Willow da onu sunmak konusunda müthiş bir iş çıkardı. İsmimi sorduklarında telafuzu anlamayıp “Uma Thurman” demeleri de her şeyin üzerine cila oldu diyebilirim. “Nasıl adını yanlış söylerler!” diye kızanlar var ama bence hiiç önemli değil hatta harika oldu! Öncelikle görünürlük adına çok iyi çünkü insanların aklında kalacak bir olay ve bence çok komik. İnsanlar artık bana Uma Thurman diyorlar ve bunu çok seviyorum.

Fotoğraf: İrem Çakır

Willow’un performansından bahsettin. Bir tasarımcı olarak ürettiklerinin bu kadar yaratıcı bir şekilde hayata geldiğini görmek nasıl bir his?

Ben kesinlikle bu şekilde sunmayı seviyorum. Bir defile düzenlediğimde de sıradan bir ‘catwalk’ görmezsiniz. Farklı beden yapılarına, renklere ve kişiliklere sahip insanlarla çalışıyorum. Hepsinin kendine özü bir performansı oluyor çünkü ben herkesin giyen kişileri görmesini istiyorum. Evet giysiler orada ama onlara hayat veren, onları giyen kişiler. Bir tane ceket tasarlayabilirsiniz ve o ceket giyen herkeste farklı görünür. Ben giyenlerin ürettiklerimle neler yaptıklarını görmeyi seviyorum. Sıradan defilelerde sürekli aynı ciddi yüzleri görüyoruz ve çok sağlıklı bir etkileri olduğunu da düşünmüyorum. Defilelerin hem izleyenler hem de modellerin beden algısı üzerinde etkili olabildiğini biliyorum. Bence sağlıklı bir endüstri değil ve neden bugün bile hala aynı şeylerin yapıldığını anlayamıyorum. Bazı markaların temsiliyeti arttırmak için harekete geçtiğinin farkındayım ama çoğu zaman “farklı” olduklarını düşündükleri tek bir insanı sembolik olarak dahil ediyorlar.

Eda Yorulmazoğlu | Fotoğraf: İrem Çakır

Kesinlikle! Senin işlerine dair sevdiğim şeylerden biri de bu. Geleneksel anlamda “güzel” olana uymak gibi bir kaygın yok. Hatta upuzun parmaklar gibi bozulmuş formlar görüyoruz. Sen bu “güzellik” konsepti hakkında neler düşünüyorsun?

Açıkçası güzelliği açıklamaya nereden başlayacağımı bile bilmiyorum çünkü bence sınırları yok. Tek bir standart olduğunu düşünmüyorum. Ben farklılıkları güzel buluyorum. Mesela; elimde çocukken üzerine düşen ütüden kalan bir yara var; çocuk elimin hatlarını hala görebiliyorum. Ben büyüdüm ama izi orada kaldı. Annem kötü göründüğü ve ona bakınca kendini kötü hissettiği için hep o izden lazerle kurtulmamı istedi ama ben kalsın istedim. Çünkü evet belki insanların hoşuna gitmeyebilir ama ben o izin güzel olduğunu ve elimi benzersiz yaptığını düşünüyorum o yüzden de orada olmadığını hayal bile edemiyorum. Bence benim anlayışımın da kaynağı burada yatıyor. Güzellik standartlarıyla bağlı olmamak daha özgürce yaratmanızı sağlıyor. Aslında benim modayı takip etmememin nedeni de bu; kimsenin etkisi altında kalmak istemiyorum. Sadece kendi dünyamda kalmak ve beni mutlu edeni yapmak istiyorum.

Fotoğraf: İrem Çakır

Seni mutlu edenden söz etmişken çocukken nasıl giyinirdin? Yaşın ilerledikçe kişisel stilin değişti mi?

İnsanların kostüm olarak adlandırdığı kıyafetler giydiğim bir dönem oldu. İki favori giysim vardı biri mor, biri altın rengi. İkisi de payetliydi, alt kısımlarında tüyler vard ve, onlara bayılıyordum! Dışarı yemeğe giderken giydiğimi ve insanların anneme “Neden öyle giyiniyor?” diye sorduklarını hatırlıyorum. Annem: “Çünkü öyle istiyor” derdi. Bir noktada, onları giymemeye başladım. Belki çevremdeki insanlar yüzünden normal giyinmeye ve uyum sağlamaya çalıştığım içindi. O yılları neredeyse hatırlamıyorum diyebilirim çünkü ben değilmişim gibiydi. Kendimi bulmaya çalışıyordum ama aynı zamanda uyum sağlamaya da çalışıyordum. Yeniden kendim gibi giyinmeye başlamam üniversitenin ikinci yarısını buldu. Sanatım değiştikçe ben de değiştim. Bir noktada “Artık umrumda değil” kıvamına geldim. Sadece renkli olmak istedim. Geri dönüp baktığımda keşke o mor ve altın rengi payetli, tüylü giysileri giyen çocuk olarak daha uzun süre kalsaydım diye düşünüyorum çünkü bir anlamda o benden alındı ve geri getirmeyi çok isterdim.

Eda Yorulmazoğlu | Fotoğraf: İrem Çakır

Peki çocukken favorilerinin olduğu gibi şimdi de tasarladığın giysiler arasından bir favorin var mı?

Hepsi benim bebeklerim 🙂 Yani bazılarını çok kötü dönemlerimde yaptım aslında çünkü benim terapim bu. Kötü bir dönemi atlatmak için renkli bir şeyler yapıyorum. Onun için bazılarına daha yakınım. “Im sick” yazan ceket mesela. İkinci annem diye anlattığım, çok sevdiğim birinin hastalığı sırasında yapmıştım. O hep şıktır, ceket de ondan ilham aldı. Aslında burada gördüğünüz çoğu şey hastalık ölüm gibi kavramlardan doğdu. ‘Clem’s Revenge’ koleksiyonu dedemle ilgiliydi. Dedem bizimle Amerika’da 18 sene yaşadı ve ben üniversitedeyken vefat etti. Onun vefatından sonra okula devam edemeyecek gibi hissettim. Tam ikinci sömestra girerken bırakacaktım. Sonra düşündüm ve dedim ki: “Hayır Eda bırakmayacaksın ve ona bir hediye yapacaksın.” Böylece ailemdeki herkese hediyeler yaptım. Defilede de Barış Manço’yla final dansı yaptık çünkü dedem Barış Manço’yu çok seviyordu. Ürettiğim çoğu şey böyle hikayelerden geliyor.

Fotoğraf: İrem Çakır

Bu kadar özel anlamları olan ve emek verdiğin tasarımlarının başına bir iş gelir diye korktuğun bir an oldu mu? Mesela birine ödünç vermek ve bozulmuş halde geri almak gibi?

Neyse ki hiç öyle bir şey olmadı ama bir kere Berlin’de yaptğım defile sonrasında bir kriz anı yaşadım. Dönerken üç tane kutumuz vardı ve her şey o kutulardaydı. Gümrük memurları gelip bana: “Bunların içinde ne var?” diye sordular. “Benim özel kıyafetlerim, defile yaptım, ispat edecek belgelerim var” dedim ama bakmadılar. Elimde kıyafetlerin fotoğrafları var, orada yapılan röportajlar var. “Bunlar satılmayacak” diyorum ama dinlemiyor adam. Sonra dedi ki: “Bunları götüremezsiniz burada kalacaklar.” O an gözüm döndü, her yer siyahlaştı sanki. Kutunun üzerine çıktım ve adama ellerimi sallayarak bağırmaya başladım: “Ben bunları elimle yaptım. Alamazsınız.” diye. Tabii ben böyle bağırınca bir sürü görevli geldi. En son dedim ki: “Kutuyu açın, giyin bir dolanın, sonra konuşalım.” Kutuyu bir açtılar içinden bir anda bir kol fışkırdı. Muhteşem bir andı. Adam baktı ve sonunda: “Tamam hanımefendi yanlışlık oldu bu sizin özel eşyanız gidebilirsiniz.” dedi ama onlar vazgeçene kadar gerçekten ölüyordum orada, kalbim yerinden çıktı gitti.

Fotoğraf: İrem Çakır

Seni anlatan bir dizi yapılırsa trailer’ında mutlaka bu sahne olmalı bence. O zaman son sorum: Yeni maceralar yaşayacağın bir defile planın var mı? Ajandanda seni heyecanlandıran neler var?

Mayıs sonunda bir defile için hazırlanıyorum. Moda, ‘queen’ler ve ‘pole dancing’in bir araya geldiği bir defile olacak. Benim hayalim bir ‘pole’ canlısı olmak; o yüzden de sevdiğim her şeyi karıştırmak ve yeni koleksiyonumu göstermek istiyorum. Bir de henüz sadece bir fikir olsa da günlük giyime uygun bir koleksiyon yaratma ihtimalim de var.

Kapak Fotoğrafı: İrem Çakır

İlginizi çekebilir: Chic Magger’dan Radarınıza Girmeyi Hak Edenler