Haberler
theMagger News: Trendler


FARKINDALIK

Ayrılıklar, flört dramları ve aile içi kavgalar; kuaförler her türlü kişisel hikayemizi paylaştığımız bazı sosyal ağlarımız var. Kimimizinki daha sınırlı kimimizinkiyse daha geniş ve hatta bazı içerik üreticiler için tüm internet ailemi. Rahatladığımızda, gevşediğimizde gardımızı düşürme eğiliminde oluyoruz ve çoğu zaman konuşmalarımız ücretsiz bir terapi seansına dönüşebiliyor. Peki bu eğilimin...
Ayrılıklar, flört dramları ve aile içi kavgalar; kuaförler her türlü kişisel hikayemizi paylaştığımız bazı sosyal ağlarımız var. Kimimizinki daha sınırlı kimimizinkiyse daha geniş ve hatta bazı içerik üreticiler için tüm internet ailemi. Rahatladığımızda, gevşediğimizde gardımızı düşürme eğiliminde oluyoruz ve çoğu zaman konuşmalarımız ücretsiz bir terapi seansına dönüşebiliyor. Peki bu eğilimin de bir dengesi olmalı mı?
Travma boşaltma olarak tercüme edebileceğimiz ‘trauma dumpind’ travmatik bir deneyimi potansiyel olarak bununla başa çıkma konusunda yeterli olmayan birine yüklemek anlamına geliyor. Aklınıza aileniz ve yakın arkadaşlarınız dışında gelen bir örnek var mı? Mesela kuaförler? Refinery 29’ın haberine göre Bu yılın temmuz ayında L’Oréal Professionnel, kuaförlerin yılda ortalama 2.000 saati müşterilerini dinleyerek geçirdiklerini keşfettikten sonra salon çalışanlarının ruh sağlığına odaklanan bir girişim olan Head Up’ı tanıttı. Zira ankete katılan 1.750 saç uzmanından %65’inin profesyonel kariyerleri boyunca kaygı, tükenmişlik veya depresyon yaşadığı bildiriliyor! Bu durum ‘trauma dumping’in kişiler üzerindeki olumsuz etkilerinin en belirgin kanıtlarından bir tanesi. Klinik psikolog Karen Garber’e göre: “Dinleyen kişi “ikincil travma” yaşayabiliyor ve bu da yeni aldıkları bilgileri anlamlandırma veya işleme konusunda zorluk yaşamasına neden olabiliyor.” Elbette bu yakın arkadaşlarımızın dertlerini dinlememek ya da kimseyle kendi sorunlarımızı paylaşmamak gerektiği anlamına gelmiyor. Diğer pek çok şeyde olduğu gibi burada da önemli husus dengeyi bulabilmek. Trauma dumping daha ziyade sürekli ve uzun vadeli şekilde maruz kalındığında olumsuz etkilerini ortaya çıkarıyor. Bu konuya dair farkındalıkla yola çıkmak için güzel bir örnekse; sorunlarımızı paylaşmak istediğimiz kişilere öncelikle “Bir sorunumu paylaşmaya ihtiyacım var. Bugün beni dinleyebilecek halin var mı?” diye sorma alışkanlığını kazanmak olabilir.


HABERLER - SLIDER

Y ve Z jenerasyonlarına dahil olup terapi terimlerini kullanmayan bir tanıdığınız kaldı mı? Son yıllarda, kişisel bakım ve sınır belirleme gibi terapi kavramları, Instagram diğer sosyal medya topluluklarında sık paylaşılan mantralar haline geldi. Kendini gerçekleştirmeyi savunan tavsiyelerden ‘dating’ terimlerine onlarca içerik sayesinde bilgimizin ve farkındalığımızın arttığı doğru. Yine de terapi terimlerini...
Y ve Z jenerasyonlarına dahil olup terapi terimlerini kullanmayan bir tanıdığınız kaldı mı? Son yıllarda, kişisel bakım ve sınır belirleme gibi terapi kavramları, Instagram diğer sosyal medya topluluklarında sık paylaşılan mantralar haline geldi. Kendini gerçekleştirmeyi savunan tavsiyelerden ‘dating’ terimlerine onlarca içerik sayesinde bilgimizin ve farkındalığımızın arttığı doğru. Yine de terapi terimlerini günlük yaşamda kullanmak sanıldığı kadar iyi bir fikir olmayabilir.
İster bunalmış hissettiğimizde planları iptal etmek olsun, ister artık bize hizmet etmeyen ilişkileri bitirmek olsun pek çok olay sırasında kendimizi ve ihtiyaçlarımızı savunacak daha zengin bir dilimiz var. Bununla birlikte, özellikle ilişkileri sonlandırırken insan kaynakları e-maillerine benzeyen terapi terimleriyle dolu cümleler kullanmak samimiyetsiz bir ve çoğunlukla tek taraflı bir iletişimi meydana getiriyor. Örneğin; 24 yaşındaki Anna, Bustle’a verdiği bir röportajda beş yıllık arkadaşının kendisiyle iletişimi kesmesini şu şekilde anlatıyor: “Arkadaşımın bana gönderdiği mesaj şöyleydi: “”İhtiyaçlarımı karşılamaya ve hayatımın kapsamı içinde doğru hissettiren şeylere göre hareket etmeye çalıştığım bir yerdeyim ve korkarım arkadaşlığımız bu çerçeveye uymuyor.” Yaptığım yanlış bir şey olup olmadığını sorduğumda, bana cevap vermekten çekindiğini ve tartışmaya gerek olmadığını söyledi.” Sınır belirleme ve katılığın ötesinde, terapi konuşmasının yaygınlaşması, bazı insanlara belirli ilişkilere veya davranışlara “toksik” ve “narsist” gibi etiketler atamaya teşvik ediyor.


PSİKOLOJİ

Stratejik iletişim danışmanlığı şirketi BCW’nin yeni, küresel araştırması, nesiller arası uçurumlar hakkındaki konuşmaların genellikle abartılı olduğunu ve “yaşımızdan bağımsız olarak, hepimizin öncelikle sosyal, ilgili ve güvenlik arayıcıları olduğumuzu” beliriyor. Bununla birlikte araştırma Z jenerasyonu için güç, başarı, hedonizm ve uyaranların önceki kuşaklara göre çok daha önemli...
Stratejik iletişim danışmanlığı şirketi BCW’nin yeni, küresel araştırması, nesiller arası uçurumlar hakkındaki konuşmaların genellikle abartılı olduğunu ve “yaşımızdan bağımsız olarak, hepimizin öncelikle sosyal, ilgili ve güvenlik arayıcıları olduğumuzu” beliriyor. Bununla birlikte araştırma Z jenerasyonu için güç, başarı, hedonizm ve uyaranların önceki kuşaklara göre çok daha önemli olduğunu vurguluyor.
Bulgular, Y Kuşağı’nın yüzde 37’si, X Kuşağı’nın yüzde 23’ü, Boomer’ların yüzde 13’ü ile karşılaştırıldığında, Z kuşağının yüzde 44’ünün çok başarılı olmanın ve insanların başarılarını takdir etmesinin önemli olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Yani artık sıkça konuşulan “başarının abartılı bir tutku haline geldiği ‘girl boss’ dönemi bitti gençler artık makul koşullarda, sakin ve yavaş düzenleri istiyorlar” önermeleri sandığımız kadar doğru olmayabilir. Araştırmacılar bu durumda sosyal medyanın önemli bir etkisi olduğunu düşünüyor. BCW Strateji Direktörü Taylor Saia durumu şu şekilde açıklıyor: “Genç jenerasyonlar her bir başarının sosyal medya kanalları üzerinden yayınlandığı ve sürekli olarak diğer insanların yaşamlarının en iyi anlarını gördükleri bir düzenin içerisinde yetiştiler. Bunu sonucu olarak da kendilerinin en iyi versiyonun olarak görünürlük kazanmak konusuna fikse olmuş durumdalar.” Bununla birlikte rapor genç kuşakların her daim sosyal olarak güç kazanmak için gelişmek ve kişisel başarılar elde etmek üzere hırsla motive olduğunu ancak Z Kuşağı’nda bunun içinde bulunulan ekonomik durum sebebiyle daha belirgin olduğunu da aktarıyor. Zira Z kuşağının yüzde 43’ü “onlara zevk verecek şeyler yapmanın” önemli olduğunu ve “eğlenmek için ellerinden gelen her fırsatı aradıklarını” söylerken, bu oranlar Y kuşağında yüzde 38’e ve X kuşağında yüzde 27’ye düşüyor.


HABERLER - SLIDER

Kaygı ve depresyondaki küresel artışın ortasında TikTok ve Instagram gibi platformların ekosistemlerine nasıl yansıyacak diye düşündünüz mü? Kronik online olma hali kıyas eğilimimiz ve ‘schadenfreude‘ ile birleşince ortaya sosyal medyayı tümüyle terk etmeye çalışmak ya da detoks yapmak gibi eğilimler de çıkıyor.
Sosyal medya platformları da bunun farkında olacak ki bu...
Kaygı ve depresyondaki küresel artışın ortasında TikTok ve Instagram gibi platformların ekosistemlerine nasıl yansıyacak diye düşündünüz mü? Kronik online olma hali kıyas eğilimimiz ve ‘schadenfreude‘ ile birleşince ortaya sosyal medyayı tümüyle terk etmeye çalışmak ya da detoks yapmak gibi eğilimler de çıkıyor.
Sosyal medya platformları da bunun farkında olacak ki bu konulara daha duyarlı bir ekosistemi benimsemek üzere çeşitli adılar atıyorlar. Tabii ne kadar samimi olduğu yine sorgulanmaya açık. Trend analizi platformu WGSN’den Carla Buzasi ve sosyal medyayı daha güvenli, kapsayıcı ve amaçlı hale getirmek için çalışan ruh sağlığı aktivisti Jorge Alvarez Lives of Tomorrow podcastinde “care culture” yani ruh sağlığını önemseme kültürü üzerine konuşuyorlar. Jorge bakım kültürünün ve ruh sağlığı konusunun sosyal medya platformlarındaki yansımaları konusunu ele alırken şu üç ana maddenin üzerinde duruyor: Ruh sağlığı sorunlarına dair işaretlerin doğru şekilde adlandırılması (Örneğin: anksiyete yapacak çok işiniz olduğu için stresli olmaktan farklı bir durumdur), ruh sağlığı sorunlarından yeterince söz edilmesi (TikTok’tan Instagrama platformlarda bu konuya dair içerik sayısında belirgin bir artış görüyoruz, sorunlar eskisi gibi halının altına süpürülmüyor), kaynaklar ve destek (ruh sağlığı sorunları yaşayan kişiler bunlarla tek başlarına mücadele etmek yerine ulaşılabilir pek çok kaynağa ve topluluğa artık erişebiliyor. Bunların tanıtımında sosyal medya da görev oynuyor.)


HABERLER - SLIDER

Instagram veya TikTok zaman akışınızda psikoloji bilimine atıf yaparak öneri veren videolora rastladığınız oluyor mu? “Bu beş belirtiyi gösteriyorsanız depresyonda olabilirsiniz”, “Kompulsif bozukluğun 10 işareti”, “Rüyanızda gördükleriniz anksiyeteyi işaret ediyor olabilir” gibi başlıklarla yoğun etkileşim almayı hedefleyen videoların çoğu aslında bilimsel gerçeklerden son derece uzak.
San Diego...
Instagram veya TikTok zaman akışınızda psikoloji bilimine atıf yaparak öneri veren videolora rastladığınız oluyor mu? “Bu beş belirtiyi gösteriyorsanız depresyonda olabilirsiniz”, “Kompulsif bozukluğun 10 işareti”, “Rüyanızda gördükleriniz anksiyeteyi işaret ediyor olabilir” gibi başlıklarla yoğun etkileşim almayı hedefleyen videoların çoğu aslında bilimsel gerçeklerden son derece uzak.
San Diego Üniversitesi Psikoloji bölümü profesörlerinden Dr. Inna Kanevsky, sosyal medyada paylaşılan sahte bilim içeriklerine dikkat çeken videolar çekiyor. Psikoloji içerikleri için ‘fact checking’ yaparak her bir iddianın neden doğru olmadığını sarkastik bir dille anlatıyor. İnternette yer alan depresyon ya da otizm tespiti için kullanılabileceği iddia edilen testlerin de neden doğru sonuç vermeyeceğini ve kendi kendinize tanı koymanın neden tehlikeli olabileceğine vurgu yapıyor. Inna ruh sağlığı sorunlarına dair bakış açısını şöyle özetliyor: “İnsan beyni ve insan yaşamı karmaşıktır ve zor sorulara her zaman kesin yanıtlar verilmeyecektir. Ancak daha fazla çalışıyor ve öğreniyoruz ve ayrıca yardım etmenin daha fazla yolunu keşfediyoruz. Ruh sağlığı sorunları sadece kimyasal bir dengesizlikten ibaret olmasa da kimyayı etkileyen ilaçlar semptomlara yardımcı olabilir ve yaşam kalitesini artırabilir. Bu yüzden kendinizden vazgeçmeyin, aynı zamanda “kafanızın içinde”nin “gerçek değil” anlamına geldiğini de düşünmeyin. Problemleriniz gerçek ve gerçek yardıma ihtiyacı var. Bir çözüm etkili değilse, başka bir çözüm olabilir. Ve daha fazlası olacak çünkü bilim değişiyor.“


PSİKOLOJİ

İlk kez 1979 yılında pazarlama ve ekonomi teorisyeni Elizabeth Hirschman tarafından ortaya atılan Cashless Effect, harcama yaparken nakit para dışındaki yöntemleri kullanmaya olan eğilimimizi ifade ediyor.
“Temassız ödeyeceğim.” Bu cümleyi haftada kaç kez kullandığınızı hiç düşündünüz mü? Özellikle kredi kartlarının varlığıyla birlikte hayatımızda önemli bir yeri olan...
İlk kez 1979 yılında pazarlama ve ekonomi teorisyeni Elizabeth Hirschman tarafından ortaya atılan Cashless Effect, harcama yaparken nakit para dışındaki yöntemleri kullanmaya olan eğilimimizi ifade ediyor.
“Temassız ödeyeceğim.” Bu cümleyi haftada kaç kez kullandığınızı hiç düşündünüz mü? Özellikle kredi kartlarının varlığıyla birlikte hayatımızda önemli bir yeri olan “cashless effect” temassız ödeme ve internet alışverişinin günlük yaşamın vazgeçilmez bir rutini haline gelmesiyle geçmiştekinden dahi fazla tetikleniyor. Fiziksel olarak parayı uzatmamanın sanki para harcamıyormuş hissi yarattığı konusunda zaten hemfikiriz. Cashless effect’in bir diğer ilgi çekici etkisiyse kredi kartıyla alışveriş yaparken ürünün fiyatı yerine özelliklerine odaklanmayı sağlıyor olması çünkü harcanan parayı fiziki olarak görmemek eylemin maddi götürülerine yönelik anksiyeteyi azaltıyor! Bu fenomenden daha az etkilenmek için önerilenler arasından ilki elbette nakit para kullanmak. Artık hiç de alışık olmadığımız bu ödeme yöntemini benimsemek için sosyal medyada sıkça karşılaştığımız trend ise bir harcamalar cüzdanı oluşturmak. Bunun için kira, faturaları, mutfak alışverişi, kültür&sanat, dışarıda yemek gibi başlıklar altında harcamaları tek tek ayırmanız ve her bir kategori için bir ayda kullanabileceğiniz maksimum miktarı nakit olarak zarfların içine yerleştirmeniz yeterli. “Cash envelope” sisteminin bir örneğini görmek isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.


HABERLER - SLIDER

“İyi misiniz yoksa ailedeki en büyük kız kardeş misiniz?” Bu sorunun karşılığı olarak anlatabileceğimiz #EldestDaughterSyndrome yani “en büyük kız kardeş sendromu” TikTok’ta 7.8 milyon görüntülenme alan yeni bir fenomen.
Fenomenden söz eden paylaşımlar yapan sosyal medya kullanıcıları ailedeki en büyük kız kardeş olmanın yetişkinlikte mükemmeliyetçilik, herkesi memnun etme...
“İyi misiniz yoksa ailedeki en büyük kız kardeş misiniz?” Bu sorunun karşılığı olarak anlatabileceğimiz #EldestDaughterSyndrome yani “en büyük kız kardeş sendromu” TikTok’ta 7.8 milyon görüntülenme alan yeni bir fenomen.
Fenomenden söz eden paylaşımlar yapan sosyal medya kullanıcıları ailedeki en büyük kız kardeş olmanın yetişkinlikte mükemmeliyetçilik, herkesi memnun etme çabası, suçluluk hissi, kontrol problemleri ve kıskançlık gibi karakteristik özelliklerle ilişkili olduğunu söylüyor. Burada da karşımıza ‘parentification’ kavramı çıkıyor. Ebeveynleştirme olarak tercüme edebileceğimiz kavram ebeveynlerin çocuklarına duygusal ve/veya pratik destek sağlamak yerine bunları çocuklarından beklemeleri anlamına geliyor. Videolarında bu soruna değinen içerik üreticiler, sosyal ve ekonomik yetersizlikler, din, sosyal geçmiş ve ırk gibi faktörlerin de en büyük kız kardeş sendromuna eklenen katmanlar olduğunu belirtiyor. Örneğin; konu üzerine TikTok’ta paylaştığı video 750.000 kez görüntülenen 21 yaşındaki Aneira Refinery’e verdiği röportajda kendi durumunu şu şekilde açıklıyor: “Güneydoğu Asyalı ailemdeki hemen hemen herkes bana güveniyor. Benim kültürümde aile her zaman ön planda tutulmalıdır ve yaşlandıkça daha fazla sorumluluk sahibi olursunuz. Ailenin ilk kızı ve ilk torunu olarak bana etrafımdaki herkesle ilgilenmem gerektiği öğretildi. Ben de öyle yaptım. Herkesin bana saygı duyduğunu ve ailede bir rol model olduğum için mükemmel olmam gerektiğini düşündüm. Deneyimlerime göre, bu oldukça yalnız ve zor, özellikle de akıl sağlığım için. Sanki ben hariç herkesin hata yapmaya hakkı var gibi hissediyorum.”