Aşk. Geçmişten bu yana üretilmiş pek çok işin bir parçası olmuştur, şüphesiz – kiminin tam merkezinde yer almıştır, kimine kenarından köşesinden dahil olmuştur; ama mutlaka bir yerlerde söz ettirmiştir kendinden. Okan Bayülgen’in yazdığı, yönettiği ve oynadığı Harem Kabare; aşkın kendisine değil, aşktan sonrasında olanlara odaklanan, bol şarkılı, danslı ve eğlenceli bir müzikal oyun.

 Harem Kabare
Harem Kabare | Fotoğraf: londragazete.com

Kabare Tiyatrosu

Geçtiğimiz gün izleme şansı bulduğum Harem Kabare’den söz etmeden önce, İstanbul’da örneklerini daha fazla görmeyi umduğum kabare tiyatrosundan söz etmek istiyorum. Kabare; çoğunlukla günlük olaylara eleştirel ve taşlamalı bir yönden yaklaşan, bunu yaparken de izleyiciyi kahkahalara boğan müzikli bir tiyatro türü. Ortaya çıkışı, 19. yüzyılın sonlarını buluyor. İlk olarak Batı’da ve kahve mekanlarında oynanmaya başlıyor, ta ki 1901’e gelene kadar. Bu tarihte, ünlü yönetmen Max Reinhardt’ın Berlin’de çeşitli kabare toplulukları yaratmak için harekete geçtiğini görüyoruz.

Kabare tiyatrosunun ülkemizdeki gelişimine kısaca baktığımızdaysa, ilk kabare tiyatrolarının 1960’tan sonra kurulduğunu söyleyebiliriz ancak kabarenin bir eğlence biçimi olarak kendini var etmesi bundan daha önce oluyor. İnsanların bir şeyler yiyip içtiği ve keyifli zaman geçirirken bir yandan da onları hem düşündüren, hem güldüren kabareleri seyrettiği mekanlar bir bir açılmaya başlıyor. Nerede dersiniz? Tabii ki, sanatla ilgili birçok konuda öncü bir rol oynamasına alışık olduğumuz Beyoğlu’nda.

Harem Kabare

 Harem Kabare
Harem Kabare | Fotoğraf: londragazete.com

Gelelim oyuna. Oyunun koreografisi Selçuk Borak’a, sahne tasarımı Gamze Kuş’a, kostümleriyse Uma Turan ve Yelda İşlekel’e ait. Başta belirttiğim üzere, bu kadroda tabii ki Okan Bayülgen’i de en yukarıya yerleştirerek; her bir ismin kendi alanında çok başarılı bir iş ortaya koyduğunu söylemeliyim. Uzun zamandır bu kadar neşeli, keyif veren, eğlenceli bir oyun izlememiştim.

Öyleyse başlayalım. Dada Kabarett’nin ortamı her zaman olduğu gibi yine çok canlı, yine çok eğlenceli; sahnelenecek oyunun zaman ve mekanıyla aynı havada, izleyicileri yine zamanda yolculuğa çıkarmaya hazır. Başlangıçta bizleri Bayan Coco karşılıyor. 80’lerin sonu, 90’ların başındayız sanki. Ortama nostaljik bir hava hakim ve üzerindeki kostümden büründüğü karaktere ve sergilediği tavırlara; Bayan Coco ile ilgili her detay da bu duyguyu destekliyor. Bayan Coco bizlerle laf yarıştırmaya başlıyor önce, sonra birkaç şarkı seslendirip yükseltiyor bizleri, esprilerin ardı arkası kesilmiyor. Sahneden ayrılırken; “Keşke solo bir performansı olsa da, izlemeye gelsek!” diye düşünüyoruz.

Derken en başından beri biz izleyicilerin arasında oturan Okan Bayülgen’in ayaklandığını görüyoruz. Açılış konuşmasıyla bizleri selamlıyor, bunu yaparken hepimizi kahkahaya boğmayı tabii ki ihmal etmiyor, böylece birazdan izleyeceğimiz oyunun genel havasının işaretlerini önceden almış oluyoruz. Oyunun üç perde olacağını öğreniyor, keyif dolu birkaç saat geçirmek üzere arkamıza yaslanıyoruz.

Harem takımı; Özge Borak, Ezgi Celik, Beste Tok ve Ödül Turan – yani Şu, Bu, La ve Hu sahnede yerini alıyor. (Ekibin bir diğer ismi Gizem Dinç ile oyunun son perdesinde tanışacağız.) Birbirinden çok farklı hikayelere sahip dört kadını canlandırıyorlar, tek bir ortak noktaları var: eski eşleri Fu. Evet, dört evlilik ve tek bir adamdan söz ediyoruz. Dört kadın da, bir yandan büyük bir rekabet içerisindeler, bir yandan da tuhaf bir şekilde birbirlerini çok iyi anlıyorlar ve arkadaş gibiler. Kadın karakterlerden biri alkolik, diğeri oldukça akademik; biri güzelliği ve seksiliğiyle ön plana çıkıyor, diğeri organik olan her şeye ve doğallığa önem veriyor. Bir tanesi doktora yapıyor, diğeri seramikle uğraşıyor; biri lise terk, diğeri kendini Fu’ya web tasarımcısı olarak tanıtıyor.

 Harem Kabare
Harem Kabare | Fotoğraf: londragazete.com

Oyun ilerledikçe, ilk bakışta dört kadını da elde etmiş bir adam olarak zihnimizde yükseklere çıkardığımız Fu’nun aslında pek mutsuz, hayatta aradığını bir türlü bulamayan, işin kötüsü ne aradığını dahi bilmeyen ve oradan oraya sürüklenen bir adam olduğunu fark ediyoruz. Öğreniyoruz ki her kadınla ilişkisinde başka bir adamı oynamış; birine vejetaryen olduğunu söylerken, biriyle et yemelere doyamamış. Bu gerçek yüzüne vurulduğundaysa Fu, “Eğer her söylediğinizi yaparsam beni seversiniz sandım.” diyor.

Oyunda işler Fu’nun beşinci kez evlenmeye kalkışmasıyla değişiyor ve bu kez dört kadının da birbirleriyle olan çekişmelerini bir kenara bıraktığını, birlik olup Fu’ya karşı ekip halinde hareket etmeye başladıklarını görüyoruz. Kıskançlık, endişe, kaygı gibi ortak duygularda birleşiyor dört kadın.

Oyundaki mekan kullanımını ayrıca çok başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Oyuncular mekanın tümünü kullanmaktan çekinmiyor; kimi zaman aramızda dolanıp şarkılar söylüyor, kimi zaman masalar arasında dolaşıp danslar ediyorlar ve çoğu zaman yakınımıza gelerek bizimle göz teması kuruyorlar. Harem Kabare’nin sizi çok tanıdık kadın hikayeleriyle buluşturacağına eminim. Oyunda anlatılanlara Sezen Aksu’dan Teoman’a, hepimizin çok aşina olduğu aşk şarkılarının eşlik etmesi de cabası.

Almanya ve Londra’da yaptıkları turnelerinin devamı gelecek gibi görünen Harem Kabare’yi bir an önce izlemenizi ve insanın içini ısıtan bu sıcacık hikayeye ortak olmanızı tavsiye ediyorum.

Bilet almak için tıklayın.

Kapak fotoğrafı: londragazete.com

İlginizi çekebilir: İrem Bali’den Açık Aile Oyunu