İtiraf etmeliyim ki Victoria’s Secret Fashion Show’dan sıkıldım. Süpermodellerin yapmacık telaşı -ne hikmetse bu telaşın arasında kameraya gülümsemeyi hiç unutmazlar- abartılı bir coşkuyla etkinliği izleyen ünlü topluluğu ve podyumda modellerle çarpışmama korkusuyla şarkı söylemeye çalışan süperstarlar kabak tadı vermeye başladı. Bu sene de “Moves Like Jagger” ile 2004’teki görkemli çıkışına göz kırpan Maroon 5 -şarkıda Christina Aguilera’nın ne işi var hala anlamadım- Jay-Z, Nicki Minaj ve birazdan kulaklarını çınlatacağımız Kanye West podyumun fabrikasyon meleklerine eşlik etmeye çalıştılar…

Perdeler kalktığında Kanye kendi normlarında fazla sade kıyafetiyle podyumda belirdi ve “Aslında 2007’de bu şarkıyı söyleyecektim” girizgahıyla üzerinden 4 yıl, 3 albüm ve 10’dan fazla single geçmiş Stronger’ı söylemeye başladı. Bu Kanye ‘Yeezy’ West için bile iddialı bir hareket. Stronger bilindiği üzere Daft Punk’un 2001 çıkışlı “Harder, Better, Faster, Stronger” şarkısının modifiye edilmiş halidir. Nasıl ki Puff Daddy 97’de The Police’in Every Breath You Take’ini alıp “I’ll Be Missing You” gibi bir klasiğe çevirdiyse Kanye de Stronger ile hem şarkıyı hem de kendini bir adım öteye taşımış ve “moda ikonu” seviyesine erişmiştir. 2002’de bir araba kazasında ölümden dönünce prodüktörlüğü bırakıp mikrofonu eline aldığında Kanye de bu kadar çabuk tepeye çıkacağını tahmin etmemiştir herhalde. Bu dönüşümü ve başarının üzerinde yarattığı etkiyi Champion’da “Used to feel invisible/Now I feel invincible” diye özetleyen dostumuz 2005’te“Diamonds from Sierra Leone” ile beni de tavlamış ve ilişkimiz bu “one-hit stand” dan 2 sene sonra çıkan Graduation ile seviyeli bir birlikteliğe dönüşmüştür.

2007 yazında Graduation’ın çıkış tarihini erkene çekip 50 Cent’in “Curtis”iyle aynı güne denk getiren Kanye “Ayo Technology vs. Stronger” düellosundan galip çıkmış; 50 Cent’in “benimkinden çok satsın bırakıyorum sektörü” demecini de afiyetle yemesine sebep olmuştu. Graduation’da Kanye ilk iki albüme nazaran daha içe dönük hikayeler anlatırken müzikal anlamda bol synthesizer kullanımı ve rock müziğe göz kırpmaları ile ters bir rota izlemeyi tercih etmiştir -T-Pain ve Chris Martin’i aynı albümde bir daha göreceğimizi zannetmiyorum- Bu tercihin işe yaradığını hem ticari sonuçlarda hem de eleştirmen yorumlarında görmek mümkün. 2008 MTV Müzik Ödülleri’nde sahne alan dostumuz “Love Lockdown”u söylediğinde karşısında çılgınca bağıran topluluğun aksine benim epey canım sıkılmıştı. Rap yoktu, kelime oyunları yoktu, son derece klişe sözler ve minimal bir altyapının üzerine “Auto-Tune” adı verilen ses düzeltici efekt ile söylenen bir garip şeydi duyduğum. Bu “şey”in bir sonraki albümünün ilk single’ı olduğunu öğrendiğimde ise sıkkınlık yerini isyana bırakmıştı. Mevzubahis albüm “808s & Heartbreak”i elime aldığımda içimdeki hislere “önyargı” demek yeterli olmayacaktır.

Kanye West Heart Break

Albümün ismi aslında içeriği hakkında ipuçları barındırıyor. 808 80’lerde piyasaya çıkmış ve genel kanıya göre döneminin sound’unun oluşmasını sağlamış drum machine Roland TR-808’den geliyor -hayır malesef TR’nin ülkemizle herhangi bir alakası yok- Heartbreak ise 1 sene içerisinde annesini kaybeden ve sevgilisinden ayrılan dostumuzun bulunduğu vaziyetin tek kelimelik özeti olsa gerek. Heartless ve Amazing gibi iki hit barındırsa da genel anlamda albüm benim için başarısız bir deneysel çalışma. Rap, kelime oyunu ve sampling üzerine kurduğu soundundan uzaklaşınca elinde sadece melankoli ve prodüksiyon yetenekleri kalan Kanye’nin bu boşluğu Auto-Tune gibi bir cihazla doldurmasının mümkün olmadığı bariz bir şekilde ortada. 2009’un sonunda çeşitli skandallarda başrol oynayan West -meşhur Taylor Swift vakasından sonra Obama tarafından “jackass” sıfatına layık görülmüştür- 2010’un ilk yarısını Hawai’de gözlerden uzak bir stüdyoda geçirme kararı almıştı. Bu kayıt döneminden sonra internete sızan ilk single Power’ı dinlediğimde derin bir oh çektiğimi hatırlıyorum. “I guess every superhero needs his theme music” diye buyuran kahramanımız muhteşem bir rap ve altyapının yanında nakarata bir de King Crimson – 21st Century Schizoid Man sample’ı eklemiş, beni mest etmişti. “Power” Kanye’nin geri dönüşünün habercisi olduğu için bende yeri ayrıdır.

Kanye West

2010’un sonunda çıkan My Beautiful Dark Twisted Fantasy “Power”’ı haksız çıkarmayıp daha ilk dakikalarında Kanye’nin eskisinden daha da iyi döndüğünü gözler önüne seriyor. İlk şarkı Dark Fantasy ağır ve senfonik bir açılışın üzerine Kanye’nin eleştirel tespitleriyle bezenmiş ve koro-senfoni altyapısının üzerinde ilerleyen, albümün geri kalanında bizi neler beklediğini anlatan bir şaheser. Yeezy şarkıda bize “The plan was to drink it till the pain over, but what’s worse, the pain or the hangover?” diyerek “heartbreak” dönemini geride bıraktığını anlatırken bazı şeylerin tabiri caizse içine oturduğunu da itiraf ediyor. Albümün bir önemli özelliği de kadro zenginliği. Kankalar Kid Cudi ve Jay-Z’nin yanında Rihanna, Fergie, Nicki Minaj, John Legend, Bon Iver ve Alicia Keys gibi isimler kulağımıza misafirliğe geliyor MBDTF’de. 2. single “All of the Lights”ın piyanolarını çalan isim ise Elton John -şarkının ismi de bu yıldızlar akınına bir gönderme niteliğinde- Bir sonraki şarkı Monster’daki Nicki Minaj performansı ise bence bir bayanın rap’te geldiği son noktadır. 1 dakika 20 saniyelik performansında Nicki kaç kere nefes alıyor bilmiyorum, ben şahsen almaya vakit bulamıyorum.

Neticede anglosakson dostlarımızın “glorious comeback” olarak adlandıracağı türden bir albüm MBDTF. Çoğu eleştirmen tarafından diğer 4 albümden sonra “zirve” olarak adlandırılmanın yanında albümde West’in egosu ve hırçınlığının da zirvede olduğu bir gerçek. 68 dakika boyunca “alayına isyan” tavrını bozmayan Kanye South Park’tan Alec Baldwin’e kadar geniş bir yelpazede “giydiriyor” MBDTF aynı zamanda önümüzdeki ay verilecek 2012 Grammy ödüllerinde “en iyi rap albümü” dalındaki 2 favoriden biri -diğeri ise Jay-Z ve Kanye’nin geçtiğimiz aylarda ortaklaşa çıkardığı “Watch the Throne”- Doymak bilmeyen egosu, prodüksiyon bilgisi ve rap yeteneğinin dışında Kanye’nin bu günlere gelmesinde şans faktörünün de önemli bir rol oynadığını da belirtmek lazım. 90’ların ortasından itibaren Eminem, Puff Daddy, Snoop Dogg ve sonralarda 50 Cent gibi isimlerle pişirilmeye başlamış bir piyasa hiphop; 2000’lerin ikinci yarısında ise bu isimlerin çeşitli sebeplerden geri planda kaldığını söylemek haksızlık olmasa gerek -“Sing for the Moment” ve “Love the Way You Lie” arasında tam 7 sene olduğunu hatırlatmak isterim- İşte tam bu dönemde piyasaya giren Kanye’nin bir de Jay-Z ve Roc-A-Fella Records’u arkasına almış olduğunu da ekleyelim. Sonuçta şans yanında olsa da müziğin ötesine geçip “ikon” seviyesine erişmek oldukça zor bir iş. Bundan daha zoru ise bu seviyeyi uzun süre koruyabilmek ki saltanatının ilk 5 senesinde Kanye’nin gayet iyi bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Nasıl ki günümüzde 80’lerin vatkalarını ve kabarık saçlarını komik buluyorsak eminim 20-30 sene sonra insanlar panjurlu gözlük ve şişirilmiş spor ayakkabılarla dalga geçecekler. Bizim ise parmakla gösterip “hepsi onun suçu” diyebileceğimiz biri var.