Lefkoşa Büyük Han

Arefe günü saat 8 uçağı ile sırasız, kuyruksuz, rötarsız 1 saat 20 dakikada indik Yavru Vatan Kıbrıs’a. (Not: Kıbrıs’a giderken pasaportunuzu kullanmıyorsunuz ve harç pulu ödemeden nüfus kağıdınızla dış hatlardan çıkıyorsunuz. Kıbrıs’a varınca çok kısa bir belge doldurmanız isteniyor ve girişte damgalanıyor. O belgeyi tüm seyahat boyunca saklıyorsunuz çıkarken yine kapıda damgalatıp çıkıyorsunuz.) Yukarıdan bakıldığında Kıbrıs, Tekirdağ gibi sarı-kahve tonlarda düzlük alanlar, tarlalar ve dağlar ağırlıklı gözüküyor. Ters yönden akan trafik önce sizi bir afallatıyor ama zamanla alışıyorsunuz.

Lefkoşa Büyük Han

Ercan Havaalanı Lefkoşa merkeze yakın olduğundan ilk önce Lefkoşa merkeze uğrayıp oradan Girne’ye geçmeye karar verdik. Lefkoşa merkezde şehrin tam orta yerinden Güney Kıbrıs ile sınır geçmesi çok şaşırtıcı. Hatta öyle ki merkeze kurulan pazarın bir yarısı Güney’de diğer yarısı da Kuzey’de kalıyor. Tabii adalıların serbest geçiş hakkı var ama biz Türkiyeli turistlerin yok. Güney Kıbrıs’a turist olarak gitmek isterseniz tek yol Atina üzerinden vize alarak geçmek. Merkez sarı taşlı İngiliz ve cumbalı Osmanlı tarzında evlerle dolu. Önce merkezde Osmanlı döneminden kalma Büyük Han’da buranın spesiyallerinden hellim peynirli Kıbrıs Böreği yedik. Ardından çarşı içini gezip, önceden kilise olan ama camiye çevrilen St. Sophia Katedrali’ni gezdik. Burası Kuzey Kıbrıs’ın simgelerinden biriymiş.

Lefkoşa’da sokak tatlıcısı

Lefkoşa-Girne arası yaklaşık yarım saat sürüyor. Akşamüstü Girne’ye girerken yokuşun sonunda deniz görülüyor. Lefkoşa içeride kaldığından Girne’ye ya da Mağusa’ya gelmeden adada olduğunu anlayamıyor insan. Girne boyunca dolmuşlar vızır vızır çalışıyor ve fiyatlar da taksilere oranla gayet uygun. Liman bölgesinde sahilde onlarca kafe, restoran, çay bahçesi var. Biraz arkalara doğru arada kalmış çok güzel barlar da var. Ego Bar bunlardan biri. Canlı müziğin olduğu günlerde rezervasyon şart. Mekanın eski bir İngiliz konağının bahçesinde olması ve ışıklandırılması ona çok güzel bir atmosfer katmış. Gerçekten çok keyifli bir yer.

Girne Escape Beach

Girne’de Ne Yapılır? 

Bayramın ilk günü Girne, Alsancak bölgesinde Escape Beach’e gittik. Küçük ama sevimli bir koya hakim olan Escape Beach’e giriş 20 TL. Şezlong, duş, şemsiye gibi temel ihtiyaçlar fiyata dahil. Sezon sonu olduğu için servis biraz aksak ama yine de iyi niyetli çalışanları var. Zaten Kıbrıs’ın insanı genel olarak rahat, iyi niyetli, keyif insanı. Adada Türkiye’den turistler kadar yabancı turistler de var, aslen yabancı olup orada yaşayanlar da. Özellikle İngilizlerin bir dönemki hakimiyeti etkisinden olsa gerek Karmi adında bir İngiliz Köyü bile var. Dağların eteklerinde olan bu köye arabayla tam anlamıyla keçi gibi tırmanmak gerekiyor. Buralılar bu yolu eskiden sadece eşeklerle çıkabiliyormuş. Tabii ki bu köy bildiğimiz Türk köyleri gibi değil. Meydanında camii yerine şirin bir kilise var. Etrafında da beyaz Kıbrıs tarzı evler, cafeler, restoranlar, butik oteller… Dağların bol oksijeni ve yüksek rakım nedeniyle burada hava aşağısına göre 5 derece daha soğukmuş. Buradaki İngilizlerin yaş ortalaması da bir hayli yüksekmiş. Allahtan bu küçük İngiliz köyü çok güzel korunmuş, Kıbrıs olayları ve politik meselelere kurban gitmemiş. Bir tek ismi değişmiş. Yılların Karmi’si olmuş Karaman. (Melodisini uydurma çabasına dikkat!)

Girne’de Yeme-İçme

Yemek için tekrar Girne’ye inip Kıbrıs’ın en meşhur pizzacısı Manipeni’ye gittik. Burada sadece pizza yok, menüde daha pek çok seçenek var ama pizzaları gerçekten çok doyurucu ve bol malzemeli. Tatlı olarak da Kıbrıs’ta her köşe başında karşımıza çıkan Mardo adlı dondurmacıya gittik. Bizce bir şubesini de acilen İstanbul’a açmalı. 20’den fazla çeşidiyle harika dondurmaları var ve koca bir top dondurma 2 TL.

Manipeni Pizza

Bella Pais yani “Güzel Yurt” bugünkü adıyla Beylerbeyi, Kıbrıs’ın tepelerinde bol tırmanmalı bir yolculukla ulaşabileceğiniz adı gibi güzel yer. Buradaki Bellapais Manastırı olduğu gibi korunmuş. Akşamları da çok güzel bir şekilde aydınlatılmış. Civarda ister şehir ışıkları manzarasına isterseniz de Manastır manzarasına karşı yemek yiyip kahve içebileceğiniz bir de şık bir mekan var. Çevredeki diğer mekanlar da daha çok fasıl-taverna tarzı yemekli müzikli yerler. Buraları biraz fazla gürültülü olabiliyor. BellaPais’e akşam gidiyorsanız yolda kesinlikle dikkatinizi çekecek ışıklı bir tepe var. Orası Saint Hilarion Kalesi. Gündüz içini de gezebileceğiniz kale Kıbrıs’ın belki de en akılda kalıcı yapısı.

Arabadan Saint Hilerion Tepesi

Aslında biz cuma ve cumartesimizi Karpaz’a ayırmıştık. Hep belgesellerden izleyip de hayran kaldığımız, Kıbrıs’ın tartışmasız en güzel yeri, Caretta Caretta’ların sahillerinde dolaştığı, yaban eşeklerinin özgürce yaşadığı, Kuzey’in en ucu Karpaz’ın bakir koylarında iki gün kamp kurmaktı hayalimiz. Ama ne yazık ki hava bozdu. Bu planı bir sonraki sefere erteledik ama aklımız Karpaz’da kalmadı değil. Onun yerine Tatlısu mevkiindeki koylardan birinde günübirlik kurduk çadırımızı. Ne de olsa çadırı, matları, tulumları buralara kadar taşıdık. Hevesimizi almadan dönmek olmaz.

Kıbrıs’ta bize çizilen portrenin aksine Bodrum’daki kalabalık, Çeşme’deki curcuna yok. Belki biraz da Eylül ayının etkisiyle nereye giderseniz gidin sakinlik ve huzur var. Bizim Gazimağusa bölgesini ve Kıbrıs Harekatı sonrası Birleşmiş Milletlerce boşaltılmış terk edilmiş hayalet şehir Kapalı Maraş’ı taksi turu ile görmeye vaktimiz olmadı. Eğer bir gün Kıbrıs’a yolunuz düşerse oraları da atlamayın derim.