Cihangir Yoga Caddebostan – Carlos Pomeda ile Yoga Felsefesi

Cihangir Yoga, Caddebostan şubesinde dünyanın önde gelen yoga felsefesi eğitmenlerinden Carlos Pomeda’yı ağırlıyor. Üç gün boyunca devam eden eğitime çevrimiçi katılma fırsatı da bulunuyor. Yoga geleneğinin en kuvvetli ve en gizli öğretilerinin araştırıldığı eğitimde aşkın yogası, Vijnana Bhairava gibi kavramlara odaklanılıyor.

Semtlere +1 Yeşil: Cihangir Yeşile Boyanıyor

Magger’lar olarak yeni deneyimleri çevreci amaçlarla buluşturan etkinliklere ve projelere bayılıyoruz. Yazın son günlerini şehirde geçirenler için haberler güzel ki +1 tam da böyle bir projeyle karşımıza çıkıyor. Şehir hayatının temposunu azıcık yavaşlatıp, zamana +1 eklemek ve keyif almak için koşuşturmaya ara vermek isteyenler için Cihangir, “Semtlere +1 Yeşil” ile yeşile boyanıyor.

1-7 Ağustos tarihleri arasında şehrin en keyifli semti Cihangir’de keşif, gastronomi, eğlence dolu bir yeşil yolculuk için hazır olun! “Semtlere +1 Yeşil” programındaki atölyeler, söyleşiler, gastronomi buluşmaları ve gizli partilerle katılımcılarını hem keyfe ve eğlenceye hem de ağaçlandırmaya +1 olmaya davet ediyor. Programda Selim Siyami Sümer ile “Music with Plants” konseptiyle bitkilerle müzik performansı, Planthom ile bitki atölyesi ve Eco Print atölyesiyle farklı baskı tekniği öğrenebileceğiniz kapsamlı Semtlere +1 Yeşil etkinliği var!

Cihangir’i birbirinden farklı etkinlikle yeşile boyayan Semtlere +1 Yeşil, semtin çeşitli yerlerindeki yeşil yolculuğuna 1 Ağustos günü başladı. Proje tanıtım filminde İbrahim Selim’in yer aldığı Semtlere +1 Yeşil’de, “Tabiatı Özel Buluşmalar” kapsamında Ahmet Mümtaz Taylan & Levent Erden ile “Cihangir Kafası” ve Sezgi Olgaç ile “Dünyayla dost bir gezgin olmak mümkün mü?” söyleşilerine, Eray Özer ve Özgür Mumcu ile “Cihangir’de Yeni Haller” podcast kaydının yapıldığı söyleşiye,  Art Stage Tattoo Gallery’de pop-up partiye ve tüm diğer etkinliklere katılmak isteyenleri Cihangir’de keyifli bir hafta sonu bekliyor. Program detaylarına göz atıp şimdiden planlarınız yapmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: #artıbir

Emily’s Garden: Cihangir’de Gizli Bir Bahçe

Avlusu ve gizli bahçesi olan her yer benim için ayrı bir güzelliğe ve huzura sahip. Cihangir’deki Emily’s Garden da bu mekanlardan bir tanesi…

[[konum_1]]

Restorana girişte sizi mutfak karşılıyor, üst kata çıktığınızda da bar, birkaç küçük masa ve biraz daha ilerlediğinizde işte o güzeller güzeli bahçesi. Sanırım bu mevsimin en çok sevdiğim kısmı da hala bahçelerde keyifli zaman geçirebiliyor olmak. En hoşuma giden şey de size şehrin keşmekeşliğinden arınmış, izole edilmiş, birkaç saatliğine de olsa bambaşka bir yerdeymiş gibi hissettirmesi. Mekanda dekor olarak karşınıza neon ışıklı heykeller çıkıyor.

Mekanın neon konsepti bahçesinde de devam ediyor ve ışıklarla süslenmiş ağaçlar, hava kararmaya başladığında tamamen ayrı bir atmosfer yaratıyor. Benim gibi yemek yemek de en büyük keyiflerinden bir tanesi olanlar için, burada mutlu olmamak için hiçbir sebep yok.

Gelelim Emily’s Garden’ın menüsüne, böyle bahçesi olan bir yer Akdeniz’i anımsatmasından dolayı güzel bir tercih yapıp bunu yemeklerine de yansıtmış. Menüde herkese hitap eden yemekler olduğu kanısındayım. Menünün ana karakterleri; başlangıç, salata, makarna, risotto, pizzetta, ana yemek ve tatlılar olarak karşımıza çıkıyor. En çok tavsiye edilenler, makarnalardan bonfileli ya da tavuklu tercih edebileceğiniz Casa Nostra yani Calamarata, porçini mantarı ve trüf kreması. Ana yemeklerden ise, Cotoletta Alla Milanese, dana kontrafile eti üzerine roka salatası ve parmesan dilimleri.

Bizim denediklerimiz ise; güzel bir beyaz şarap eşliğinde başlangıçlardan Burrata; mozzarella burrata, roka ve renkli çeri domatesler ile birlikte servis ediliyor. Makarnalardan, Casa Nostra ve yemeğin yanına ya da ayrı olarak da söyleyebileceğiniz Asparagi Alla Griglia yani ızgara kuşkonmaz ve parmesan.

Emily's Garden: Cihangir'de Gizli Bir Bahçe
Emily’s Garden: Cihangir’de Gizli Bir Bahçe

Oldukça keyifli vakit geçirebileceğiniz bu mekana, sadece kokteyl içmeye bile gidebilirsiniz. Kahvaltısında da iddialı olan Emily’s Garden birçoğumuzun yeni buluşma mekanı olacak gibi görünüyor. En kısa zamanda da kahvaltısını deneyeceğim, bunun için şimdiden sabırsızlanıyorum.

Unutmadan, fiyatları da böyle bir mekan için gayet yerinde. Küçük porsiyon uçuk fiyat değil, normal porsiyon normal fiyat politikası işlenmiş diyebilirim.

Beyoğlu’ndan Cihangir’e: Tarih Dolu Bir Yürüyüş Rotası

Pera, Galata Kulesi, Çukurcuma… Tarih dokulu binaların arasında gezebileceğiniz, kahve ve yemek molalarınızı yapabileceğiniz, Cihangir’e kadar uzanan keyifli bir Beyoğlu gezi rotası bulabilirsiniz bu yazıda!

Küçükken  İstanbul’a geldiğimiz zamanlarda Beyoğlu’nun ayrı bir yeri vardı. Arabanın camından Şişhane’deki binalara bakışım dün gibi aklımda. Sonra üniversite okumak için İstanbul’a yerleştim, okulun ilk günü koşa koşa İstiklal Caddesi’ne gittim ve devamı geldi.

img_1226~photo-full

Evet Beyoğlu ne yazık ki eski şaşalı günlerini yaşamıyor ama hala ara sokaklarda dolaşırken karşıma çıkan sürprizler beni inanılmaz heyecanlandırıyor. Bu sebeple kimi zaman işten izin alıp, kimi zaman da hafta sonu erken saatlerde bu ara sokakları dolaşmaya çıkıyorum. O zaman haritanızı açın ve hazırsanız yürümeye başlayın. Hiç sıkılmadan gezdiğim Pera mekanlarıyla dolu bu rotada Meşrutiyet Caddesi’nde; Büyük Londra Oteli, Pera Müzesi biraz ileride Pera Palace Hotel‘den bahsettim.

Beyoğlu'ndan Cihangir'e: Tarih Dolu Bir Yürüyüş Rotası

Pera Palace’ı geçince gösterişli binasıyla Soho House İstanbul ve tam karşısında İstanbul Modern Müzesi, Adahan Otel gibi güzel binaların yer aldığı yol boyunca Şişhane’ye kadar yürüyebilirsiniz. Yürürken binaların o tarih kokusunu içinize çekmeyi unutmayın.

013

Bu yol üzerinde Pera Müzesi ve İstanbul Modern Müzesi’ni gezdikten sonra biraz yorulmuş olabilirsiniz, bence yoruldunuz. 🙂 Pera Palace Hotel’de veya Soho House içindeki The Allis Cafe’de kahve molası verip, yola devam etmek için biraz enerji toplayabilirsiniz. (Ayrı bir öneri olarak Pera Palace Hotel’de İlham Gencer’in piyanosu eşliğinde beş çayı çok keyifli oluyor. )

078

Kahve molasından sonra etraftaki binaların içerisinde kaybolabilirsiniz. Hiç tahmin etmeyeceğiniz binaların girişleri bile film sahnelerinden çıkmış kadar güzel ve tarihi dokuya sahip. Sanırım binalar içerisinde kaybolmak da acıkmak için geçerli bir sebep. Yemek için Aheste Pera veya Pera Thai ‘yi tercih edebilirsiniz.

Şişhane’ye gelip Büyük Hendek Caddesi’ne sapınca Galata Kulesi’nin en güzel manzaralarından birisi sizi karşılayacak. Galata Kulesi’ne gelince etrafta alternatif çok ama benim en çok sevdiklerim Serdar-ı Ekrem Sokak ve Tatar Beyi Sokak.

273

Serdar-ı Ekrem Sokak’ta yürüyüp Tophane’ye doğru inerken hemen sağda en güzel yapılardan birisi Kırım Kilisesi. Yokuşun başından bir sürü fotoğrafını çekip, kilisenin yanından kıvrılarak Tophane’ye varabilirsiniz. Tophane-i Amire’nin yanından da Çukurcuma’ya doğru çıkabilirsiniz.

056

Tomtom Mahallesi’nde gezinirken yol üstünde konsept mağazaların, el yapımı, özel tasarım ürünlerin satıldığı mağazaların vitrinlerine bakarak ara sokaklarda gezebilirsiniz. Bazı günler sokak üzerinde düzenlenen tasarım pazarlarını da gezmek oldukça keyifli oluyor. Yazın uğrayabileceğiniz, Tomtom Designhood‘da birbirinden güzel ürünlere bakarken “hepsini mi alsam acaba” diye içinizden geçirebilirsiniz 🙂 Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi, çocukluğumuza dair anıları veya zevkli ürünleri barındıran birçok antikacıyı da bu ara sokaklarda görebilirsiniz.

Bu kadar gezintide yine yorulmuş olabilirsiniz, o halde Çukurcuma’da kahve molası vermek isterseniz, en sevdiğimiz mekan Cuma.

Kahve molasından sonra, Çukurcuma’da yürüyüşünüz bitince ara sokakların birinden Cihangir‘e çıkabilirsiniz. Burada meşhur Asri Turşucu (Neşeli Günler filmindeki limon, sirke kavgasının yaşandığı turşucu)’da acı turşu suyunuzu içip, turşularınızı alıp evinize dönebilirsiniz.

Rotamızı tamamladığımıza göre size bir soru, turşu sirke ile mi yapılır limon ile mi? 🙂

İlginizi çekebilir: İrem Bali’den Loksandra Cafe

Cihangir’in Kendine Has Köşesi: Charter Pub

Akarsu Yokuşu, cıvıl cıvıl ortamı, meyhaneleri ve kafeleriyle Cihangir’de yürümeyi en sevdiğim iki yerden biri. Bu seferki keşfim ise, defalarca kez önünden geçmeme rağmen adım atmaya bir türlü fırsat bulamadığım, çok şık bir binanın tam altına ve mahallenin en güzel köşelerinden birine konuşlanmış Charter Pub!

Charter Pub Cihangir

Dışarıdan baktığınız anda, buranın İngiliz usulü bir bar olduğu hemen anlaşılıyor. Dış mekanın bir kısmı ve iç mekanın tamamında yoğunlukla koyu renk ahşap kullanılmış, yine ahşap ve uzun bir bar masasının arkasında yüksek deri tabureler sıralanmış ve yer yer geniş deri koltuklara ve yer verilmiş. İç kısımda hafif loş bir aydınlatma tercih edilmiş olsa da dışarıya bakan ve gün ışığını olduğu gibi alan pencereler sayesinde mekan hiç de kasvetli durmamış.

Havanın güzel olması nedeniyle biz dışarıdaki masalardan birini tercih ettik fakat hafta içi olmasına rağmen mekan oldukça kalabalıktı ve masaların neredeyse tamamı doluydu.

Yemeklere gelecek olursak, iki kişi Charter Mantı, Çıtır Karidesli Bun, Tavuk Şnitzel, Charter Köfte ve Fish&Chips paylaştık. Şahsen haşlanmış mantıyı kızarmış mantıya her zaman tercih eden biri olarak kızartmış Charter Mantı’ya bayıldım. Mantının yuvarlak şekilde kapatılmış, çok yağ çekmemiş ve kıtır kıtır oluşunu sevdim, sosunu ve yoğurdunu da epey beğendim. Diğer bir favorim ise yavan olmayan, ekmekten ziyade tamamen kıymadan yapıldığını tahmin ettiğim ve damakta adeta bir kebap tadı bırakan Charter Köfte oldu.

Charter Pub Cihangir Mantı

Öte yandan Çıtır Karidesli Bun’ın karidesi ve bol acılı sosu enfesti, fakat ekmeği biraz soğuktu. Tavuk Şnitzel’in panesi farklıydı ve tadı alışılmışın biraz dışındaydı. Son olarak Fish&Chips’in balığı kuru değildi ve İngiltere’dekiler kadar yağlı ve ağır olmadığı için bence lezzetliydi.

Biz tüm bu yemeklerin yanında bira, peşi sıra ise passion fruit ve kiraz püreli kokteyl tercih ettik. Mekanın alkol menüsü de kısıtlı olmamakla birlikte ileride Charter Pub’da çeşit çeşit tap biralar ile ev yapımı biraları denemek için sabırsızlanıyoruz.

Charter Pub, hafta içi saat 02:00, Cuma ve Cumartesi günleri ise 03:00’e kadar açık. Özellikle dış kısımda oturmak için önceden rezervasyona pek sıcak bakılmıyor ancak devamlı maç yayını yapan 4 tane televizyonun bulunduğu ve kalabalık gruplar için ideal olan iç kısım için rezervasyon yaptırmak mümkün.

IMG_2123

Kendinizi Cihangir’e atın ve kendine has köşesine yerleşmiş Charter Pub’da bir yanda sokağın eğlencesine karışırken diğer yanda lezzetli yemek ve içkiler eşliğinde dostlarınızla muhabbetin keyfine varın!

Charter Pub Cihangir Adres: Kılıçali Paşa Mahallesi, Akarsu Yokuşu, No:33, 34425 Beyoğlu/İstanbul

İstanbul’da açılan yepyeni mekanlar için MEKAN kategorimizi takip etmeyi unutmayın. 

Tea or Coffee: Cihangir’in Sevimli Sakini

Cihangir, kendi içerisinde apayrı bir yerdeymişiz hissi veren halleri, bir sessiz bir gürültülü sokakları ve tanıdık yüzleriyle hep farklı olmuştur. Cihangir’de iş dolayısıyla yürürken, daha bir haftalık taptaze bir mekan görüyoruz, eskiden manav olan bu köşeye Tea or Coffee’nin oldukça yakıştığını düşünerek giriyoruz içeri.

[[konum_1]]

tea or coffee
Tea or Coffee

Mavi sandalyeler, üç köşeyi tutan dış kısmı ve şıklığıyla kısa sürede keşfedilmiş olmasına şaşırmıyorum buranın. 1Kahve’nin hemen karşısındaki köşeye yerleşmiş olan bu mekanda kahveler oldukça lezzetli. Browni, sandviç gibi yenecek şeyler de leziz, özel olarak hazırlanıyor. Hatta biz oradayken fırından yeni çıkan cookielerin kokusu sarıyor etrafı, çok geçmeden bize de ikram ediyorlar.

Sıcak sıcak harika geliyor doğrusu. Buranın kahveleri kadar parlak olan ürünü ne diyecek olursanız, adından da anlaşılacağı üzere çaylar! Denemenizi öneririm. Özellikle kırmızı meyveli çaylar leziz ve sunumu da çok tatlı geldi bana. Tüm bunlara ek olarak söylemeliyim ki Cihangir’deki en ilgili ve güleryüzlü ekip belki de. Buraya gelmeniz için sebep çok, uğrayın! 🙂

Tea or Coffee Adres: Cihangir Mah. Oba Sok. No:17 Beyoğlu / İstanbul

Çukurcuma-Cihangir Hattından İki Mekan

Bu evlerde kimler yaşıyor, nasıl hayatları var diye meraklanarak sokaklarını arşınlayıp etrafı izlediğim Çukurcuma ve yine bir o kadar merak uyandıran Cihangir… Açık konuşmak gerekirse çoktandır buralara uğramıyordum, hem baroya uğrama bahanesi hem de instagramda gördüğüm iki fotojenik duvar beni bu iki mekanı keşfetmeye teşvik etti. İyi ki de gelmişim dedirtti…

The Bite Coffeeshop  

Bu mekan kapatılmıştır.

IMG_0965
The Bite coffeeshop

Galatasaray Lisesi’nin sokağından girince aşağıya doğru yürüdüğümüzde, Limonlu Bahçe’yi hemen geçince sağda. Minik, beş-altı masalık bir yer. Duvardaki kurabiye tutan gömlekli koala gördüğünüz an içinizi ısıtacak kadar sevimli. Üzerlerinde insanların bulunduğu ve çeşit çeşit sandviçlerin servis edildiği ahşap servisler bir harika.

bite 2
The Bite coffeeshop

Sette gördüğümüz tatlı çeşitleri iştah açıcı, tatlı tatlı gelen kokularsa insanı daha da heveslendiriyor. Sıcak yaz gününe yaraşır güzel sunumlu bir iced latte alıyorum ve yokuştan aşağı doğru seyredalıyorum Beyoğlu’nu. Burada kahve çeşitlerini tatlılar eşliğinde tatmanız, sandviçlerle karınları doyurmanız mümkün. Çok sıcak bir ortam var benden söylemesi!

IMG_0969
The Bite coffeeshop

The Bite Coffeeshop Adres: Tomtom Mah. Yeniçarşı Sok. No:82/1 Beyoğlu / İstanbul

Not Just Coffee [[konum_1]]

not just 1
Not Just Coffee

Cihangir’de en sevdiğim kahvaltıcı olan kahve6’nın sokağında, hatta buranın kapı komşusu neredeyse. Yeşil kapısı, tahta set kısmı, duvardaki renkli resim ve küçük olmasına rağmen ferah haliyle burası hakikaten lezzetli kahvelerden daha fazlasını vaat ediyor. Tabii bu ismi almasında leziz tatlıların, cookie kurabiyelerin de etkisi büyük.

IMG_0981
Not Just Coffee

Başarılı bir oyuncu olan Bergüzar Korel’in açmış olduğu bu cafe samimiyetiyle şaşırtıyor. Americano, filtre kahve gibi klasiklerin yanı sıra soğuk çeşitler de bulunuyor. Yanında o leziz kurabiyelerden yemeyi de ihmal etmeyin. Bol bol tanıdık yüzle karşılaşacaksınız ayrıca, benden söylemesi 🙂

not just 3
Not Just Coffee

 Not Just Coffee Adres: Kılıç Alipaşa Mah. Anahtar Sok. No:3/A Beyoğlu / İstanbul

Cihangir’den Çıkmıyorsam Sebebi Var: Geyik Coffee Roastery & Cocktail Bar

Bir mekana gönülden bağlandığımda arkasında ufak ama benim için önemli detaylar olur genelde. Öyle büyülü tabak sunumları, ihtişamlı iç tasarımlar veya popülerliği etkilemez çoğu zaman beni. Basit ama damakta tat bırakan bir lezzet, bazen çalan ve çalarken bana güzel anlar yaşatan bir müzik, bazen de aldığınız servisin samimiyeti, insanların gülen yüzleri ve sokakların da ruhunun olduğunu bildiğimden bulunduğu sokağı beni etkiler. Bunları yakaladığımda o mekana gitmemin anlamı değişir; her bir gittiğimde aldığım keyif katlanır. Geyik’te de işte aynen böyle oldu.

Bu defaki gönül bağımı daha hiç açılmadan, tanımadan kurdum. Cihangir sokaklarını yürüdüğüm bir sabah küçücük bir ilanı görmemle başladı. Kapılar ardında tadilatın sürdüğü belli olan bir köşede camın üzerinde asılı kağıtta “Geyik Coffee Roastery & Cocktail Bar” yazıyordu. Görür görmez de adında coffee-roastery-cocktail yazan bir mekandan kötü bir şey çıkmayacağından eminim. Hemen kafamda konsept oluşutu o anda. “Kahvelerini kendileri kavuruyorlar, belli ki geceleri de farklı kokteyller içeceğiz, e yeri desen sokağın en güzel köşesi. Yaza sokak muhabbetine buradayız o zaman” cümleleri sıralanıverdi bende. Tam bir hafta sonra bir gece yolumuzu mekana düşürünce yanılmadığımı anlamış oldum. Henüz ilk günleri olmasına rağmen servisteki samimiyeti ve heyecanı görünce kanımız ısındı; kokteyllere geçince de sıkı ilişkimiz başlamış oldu. Ama henüz kahve ve kokteyllerin detaylarına girmeden önce hikayenin başına bir dönelim.

geyik 2

Geyik, kısa bir zaman önce Akarsu Caddesi’nin çok güzel bir noktasında kapılarını açtı. Asıl mesleği iç mimarlık olan Yağmur Engin bir yandan da iyi ve taze kahveye gönül vermiş birisi. Kafasında bu işi detayıyla öğrenmek ve bunu bir mekanda hayata geçirmek varken yolu bir gün Serkan İpekli ile kesişiyor. Serkan, uluslararası ve ulusal yarışmalarda başarılar kazanmış deneyimli bir barista. Daha önceden baristalık yaptığı mekanda başlıyor Yağmur’la arkadaşlıkları. Serkan’ın kahve deneyimi ve sunumlarını gördükten sonra önce şaka yollu başlayan ortaklık hayalleri gerçeğe dönüşüyor ve Geyik hayata geçiriliyor.

geyik

Klasik bir kahve dükkanından farklı olarak adından da anlayabileceğiniz gibi Geyik kahvesini kendi kavuran ve bunu taze şekilde sunan bir mekan. Farklı demleme teknikleriyle dünyanın farklı bölgelerinden kahveleri taze ve güzel bir sunumla içiyorsunuz. Ayrıca haftasonları da kahvaltı eşlik ediyor. Kahvem genelde flat white oluyor Geyik’te. Sunumuna da tadına da bayılıyorum. Mekanın girişindeki kahve kavurma makinesi elbette ki dekoratif amaçlı değil. Şanslı bir günümde Serkan’ı kahve kavururken izleme fırsatım oldu. O kavrulma sırasında çıkan kokunun güzelliğini anlatamam. Hafif yanıksı ama bir o kadar da cezbediciydi.

cable car

Geyik’in kokteyl kısmına gelecek olursak bu da geceleri müdavimi olmak için bir başka sebep. Milano’da Mag Cafe’nin barmenlerinden Flavio’nun katkılarıyla hazırlanan kokteyl menüsünde çok ilginç karışımları bulmanız mümkün. Cumartesi ve Pazar geceleri özellikle çok keyifli. Bar sandalyesinde başlayan muhabbet, zamanla kapı önüne ve sokağa doğru taşıyor. Her zaman çok iyi müzikler çalıyor; e bu da keyfimi arttırıyor. Deneyip de memnun kalmadığım kokteyl olmadı şu ana kadar. İlk açıldıkları gece Her Zamankinden’i deneyip bir süre hep onunla devam ettim. İçinde rakı olan bir kokteyl bulunca alışkanlık yaratması çabuk oldu. Cable Car’a geçişim ise bir gece aniden oldu. Bardağının etrafındaki şekerle çıtır çıtır; içtikçe içesi geliyor insanın. Ama bu aralar gözdem Blackberry Cobbler. Taze böğürtlenler ile hazırlanan kokteylin tadı ve o şahane rengi ilk yudumda bağladı kendine. Bir de Murat’ın bir karışımı var ki henüz içeriğini çözemedik. Kendisinden sırrı alana kadar art arda içerek çözmeyi planlıyoruz.

blackberry cobbler

Geyik’te beni en mutlu eden şey ortamın rahatlığı ve çalışan herkesin samimiyeti oluyor. Serkan ve Yağmur devamlı mekanda ve işin başındalar. Haftasonları da mutlaka Yağmur’un çok yakın arkadaşı Naz sizi karşılıyor ve birbirinden güzel kokteyl önerilerinde bulunuyor. Sohbeti ayrı güzel. Gitmeden önce soruyorum bazen; “Naz, mekandasın değil mi? Ona göre geliyorum.”

geyik

Cihangir müdavimlerinin yeni bir yere alışmaları zor gelir. Özellikle de Akarsu Caddesi bölgenin pek çok eski mekanını barındırdığından her mekanda devamlı aynı yüzleri görürsünüz. Bence Geyik bu caddeye farklı bir hava ve tazelik getirdi; kısa sürede kendi müdavimlerini yarattılar. Henüz yolu düşmemiş olanların bir gece uğramalarını tavsiye ederim. Sonrasında zaten sık sık kendilerini orada bulacaklar.

Geyik Coffee Roastery & Cocktail Bar Adres: Akarsu Cad. Kılıçalipaşa Mah. No:22/A Cihangir / İstanbul

Edebiyatçıların Dünyası: İstanbul’da Yaşamış Yazar ve Şairlerin Evleri

Bazı edebiyatçılar İstanbul’da sadece yaşamamışlar. Aynı zamanda, bu şehirde yaşadıkları süre boyunca eserlerini, roman karakterlerini ele alırken semtlerinden de beslenmişler. Bu semtlerde doğdukları, büyüdükleri, bazen sadece birkaç yıl geçirdikleri, olgunlaştıkları, aile kurdukları, ayrılıklar yaşadıkları, hayatı anlamaya çalıştıkları, yazı masalarında onlarca yazı kaleme aldıkları evleri, en az şehrin kendisi kadar ilham kaynakları olmuş bu isimlere. Bu yazıda, edebiyatçıların dünyalarını sığdırmaya çalıştığı  ve günümüzde de yaşayan o evlerin peşine düşüyoruz.

01-orhan-veli
Orhan Veli Kanık Evi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

İstanbul’da Yaşamış Yazar ve Şairlerin Evleri

Orhan Veli Kanık | Beykoz

Orhan Veli Kanık, benim için en özel şairlerden biridir. Çünkü o satırlarına ve 36 yıllık hayatına sığdırmış İstanbul’u. Martılara dokunmuş, denizi seyredalmış, sokakları başıboş arşınlamış, bir türkü tutturup sokaklara düştüğünde şehrin sıradan insanlarını tanımış. Ezberine kazımış hayatın binbir çeşit halini. Onun şiirlerini okurken, sadece İstanbul’u değil, onun gözünden o dönemde yaşamış insanların hikâyelerini de seyrederiz satır aralarında.

Şairin 13 Nisan 1914’te doğup büyüdüğü o ahşap ev, bir müze değilse de hala yerli yerinde,  Orhan Veli okuyucularını karşılar. Evin sahibi bey, eğer o an müsaitse size kapılarını açıyor, arka bahçesini gezdiriyor. Müsait değilse de dışarıdan şöyle bir evi izlemek ve şairin çocukluk günlerini hayal etmek düşüyor payınıza.

02-fikret-adil
Asmalımescit |Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Fikret Adil | Asmalımescit

Ben Beyoğlu’nu iki yazar sayesinde yeniden sevmeyi öğrendim. Biri Fikret Adil, diğeri Demir Özlü.  Bu iki yazarın izinden İstanbul sokaklarını adımlarken, kendimi iflah olmaz bir İstanbul sarhoşu gibi hissederim.  Ve halen “İstanbul’u nasıl bu kadar romantik yaşıyorsun?” diye soranlara vereceğim en büyük sırrım da budur. İçine hayal ve edebiyat katılmış bir İstanbul.

Adil’in kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı Asmalımescit 74 (Bohem Hayatı) kitabında, 1930’larda Beyoğlu’nun “bohem” ortamlarında vakit geçiren insanların yaşam portrelerini görürüz. Kitaptaki anlatılarda İbrahim Çallı, Sait Faik, Necip Fazıl gibi isimler mahlaslarla karşımıza çıkar. Beyoğlu’nun tekinsiz sokakları, bol içki, eğlence ve yaşam sevinciyle örülmüş bir gece hayatı işlenir deneme kitabının sayfalarında. Fikret Adil’in o dönem yaşamış olduğu ev, normalde Asmalımescit Sokağı No: 47 iken, yazar bir oyun yaparak kitabın adında rakamların yerini değiştirir. Böylece 74 olur kapı numarası kitapta.

Şimdilerde yerinde yazarın evi* durmuyor olsa da bu sokaktan geçmek ve Fikret Adil, Sait Faik, Orhan Veli ve arkadaşlarının kadeh tokuşturduğu eski Tunalı Meyhanesi, bugünün Şimdi Kafe’si önünde durup hayal kurmak paha biçilmezdir.
Not: Yazarın evi, Macar sahibesinden kiraladığı tavan arasında yer alan bir odadır. Asmalımescit 74 kitabında bahsi geçen bu tavan arasındaki oda, dönemin önemli yazar, ressam ve gazetecilerini ağırladığı, adeta bir “ilham” yuvasıdır.

03-orhan-kemal
Orhan Kemal Evi| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Orhan Kemal | Cibali

Orhan Kemal’in kırılgan hayatların ve dönemin koşullarında hayatta kalma savaşı veren yoksul insanların hikayelerini kaleme aldığı İstanbul sokaklarında, köşeye konumlanmış o sarı evin önüne gelirim. Üzerindeki bir tabelada şöyle yazar: “Orhan Kemal bu evde yaşamıştır”. Cibali, bugün de aynı yazarın kitaplarındaki gibi biraz ürkek, biraz gözlerden uzak bir semttir. Ahşap evleri, yaşlı ve yorgundur. Yine de bu semtin insanları, gösterişten uzak yaşamlarında büyük bir sevecenlikle karşılar kapılarını çalanları. Her kapının arkasında ise bir hikâye saklıdır. Her dükkânda yüzyıllık bir nefes vardır.

Evin bulunduğu sokağa da ismini veren Orhan Kemal, bu mütevazi iki katlı evde, 1954-1966 yılları arasında kiracı olarak oturmuş. 12 yıl yaşadığı bu evde Müfettişler Müfettişi, Evlerden Biri, Sokakların Çocuğu ve Suçlu romanlarını kaleme almış.

Başlı başına bir roman gibi olan Cibali’ye gelmek için en güzel bahanem bu evi görmek olur bazen. Sonra, Bursa Cezaevi’nde tanışıp dost olan Orhan Kemal ile Nâzım’ın sohbetlerini anımsayarak, yüzümde asılı kalmış bir gülümsemeyle Cibali’nin şeker renkli arka sokaklarını yürümeye koyulurum. Kapanışı da Haliç sahilindeki Cibalikapı Balıkçısı’nda yaparım.

Not: Orhan Kemal’in Cibali’deki bu evi müze değil, içinde bir aile yaşıyor. O yüzden sadece dışarıdan görebiliyorsunuz. Yazara ait eşya ve kitaplarının sergilendiği müze ise Orhan Kemal Müzesi adıyla Cihangir’de yer alıyor. Pazar günleri hariç her gün açık.
Bir Not Daha: Buralara kadar gelmişken, rotayı uzatıp bir tur yapmak isterseniz, Cibali’den Fener’e yazısına göz atın.

04-nazim-hikmet
Nazım Hikmet’in Evi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Nâzım Hikmet | Kadıköy

Nâzım Hikmet’in eski mektuplarından ve Hıfzı Topuz’un Hava Kurşun Gibi Ağır kitabından aldığım notlarda iki ev dikkatimi çeker. Biri, şairin Piraye Hanım’la hayatının bir bölümünü geçirdiği, dostlarını sıkça bahçesinde ağırladığı, günümüze kadar gelemeyen Erenköy’deki Mithatpaşa Köşkü. Diğeri ise yazarın ülkesini terk etmek zorunda kalmadan önce eşi Münevver Hanım ile bir yıl kadar yaşadığı Kadıköy Dumlupınar Sokak’taki iki katlı evi. Nâzım, 1951’de bu evden son kez çıkar ve bir daha da ülkesine geri dönemez.

Önünde durduğum bu pembe eve arada gider bakarım ve şu hikâyeyi hatırlarım:

Şair, 1951’de kız kardeşinin eşi olan Refik Erduran ile beraber planladıkları üzere; Kadıköy İskelesi’ne doğru yürür sabahın ilk saatlerinde. Bindikleri gemiyle Karadeniz üzerinden Romanya’ya geçer ve memleket hasreti kalbinde, hayatını Rusya’da devam ettirir. Ve hatta Moskova’da yaşama veda eder. Doğum tarihi Ocak 1902 olan Nâzım Hikmet’in yıllar sonra, 2009’da tekrar Türk vatandaşlığına alındığında, isminin “Mehmet Nâzım Ran” olarak nüfusa kayıt edildiği; ilin İstanbul, ilçenin Kadıköy, mahallenin ise Feneryolu olarak kayıt altına alındığı bilinir.

05-oguz-atay
Oğuz Atay’ın Evi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Oğuz Atay | Hayriye Caddesi

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanını bu binada yazdığını öğrendiğim o günden beri bu caddeden farklı duygularla geçerim. Çiçek motifli ferforje kapılı apartmanın arşivlerde yer alan fotoğraflarına bakınca yine aynı sadeliğini koruduğunu, yıllar içinde pek de değişmediğini görürüm. Hatta, üzerindeki sarmaşıklar bile kalmıştır bu zamana dek. Aslında Hayriye Caddesi tanıdık bildik o caddedir; yaseminle hemhal olmuş bahar kokusu, günün hengamesi, sonbaharda binaları saran sepya tonlu yaprakları, kahve kokulu kafeleri, akşama doğru müzik seslerinin arttığı barları, plak ve kitap dükkânlarıyla. Fakat bu bilgiden sonra Hayriye Caddesi biraz da Oğuz Atay demektir.

06-aydin-boysan
Narlıkapı | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Aydın Boysan | Narlıkapı

Bahar gelir gelmez, tarihi kapılardan biri olan Narlıkapı’nın ve çıkmazının yolunu tutarım. Buradaki sokaklar baharı açıkça ortaya serer, yemyeşil ağaçları, evleri kucaklayan sarmaşıkları ve yasemin kokularıyla. Dönemin çoksesli ortamında, bu semtte çocukluğunu geçirmiş olan, sokaklarında top oynayan, arkadaşlığın ne olduğunu öğrenen, Samatya’ya bir koşuda gidip gelen, Ermeni komşularınının anılarından büyük bir özlemle söz eden Aydın Boysan’ı anarım. Merakla No: 34’ü arar gözlerim. “Umarım halen yıkılmamıştır o ahşap ev” diye içimden geçirerek.

Aydın Boysan’ın doğup, büyüdüğü o evin kapı numarası yerli yerinde durur ama evi yıkılmaya yüz tutmuştur çoktan. Artık kediler yaşar o evin kırık eşiğinde. Biraz ötedeki evlerde pencerelerle göz göze gelirim. İçlerinden bazen bir göz görür beni ve perdeler aralanır. Üç beş laf ederken, Aydın Boysan’ı mutlaka anarız. Boysan’dan okuduğum her bir cümleyle, hafızamda canlandırırım eski Narlıkapı Çıkmazı’nı. İnsanlarını ve bir ucundan yalnızca deniz görünen çıkmaz sokaklarını.

07-demir-ozlu
Çinili Han | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Demir Özlü | Kemankeş Caddesi

Demir Özlü ruhuyla okur Beyoğlu sokaklarını. Ve ruhuyla anlatır semtin bütün güzelliklerini ve bütün kötülüklerini. Karakterleri er ya da geç Beyoğlu’na düşürür adımlarını. Sabahın serinliğinde, akşamın yalnızlığında, öğlenin mahmurluğunda yine yolları Beyoğlu’nda kesişir.

Özlü’nün doğup büyüdüğü Fatih’teki Vefa semti yakınlarında yer alan “baba evi” dışında, hayatında büyük izler bırakmış bir diğer evi Beyoğlu’nda Kemankeş Caddesi’nde yer alır. Günümüzde, müzisyenlerin uğrak noktası sayılan Çinili Han’ın, en üst katında yaşar yazar. Denizi gören, Galata Kulesi ile bakışan o pencereden seyreder dünyayı. Ve bize de kelimeleriyle seyrettirir.

08-yasar-kemal
Beşiktaş|Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Yaşar Kemal | Beşiktaş

Yaşar Kemal, hayatı boyunca farklı evlerde yaşamını sürdürür. Hayata gözlerini yumduğu Vaniköy, uzunca bir süre yaşadığı Menekşe (Bakırköy) dışında, bir de Beşiktaş vardır kalbinde belli bir yere sahip. Bu semtin insanlarını en belirgin şekilde Deniz Küstü romanında görürüz. Serencebey Yokuşu’nu kelime kelime aktarır bize o romanda. Yazarın kendi de, aynı romandaki Zeynel gibi bir süre Beşiktaş’ın bu dik yokuşundaki bir evde yaşamıştır. O ev artık yerinde durmuyor olsa da biraz ötede,  No: 26’da Yasemin Apartmanı girişinde bir plaket asılı durur. Üzerinde şöyle yazar: Cemal Reşit Rey (1904-1985), yaşamının son on dokuz yılını bu apartmandaki konutunda geçirdi.

09-32
Ahmet Hamdi Tanpınar| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Ahmet Hamdi Tanpınar | Gümüşssuyu

Huzur’u okuduktan sonra zihninin içine daha da girebildiğim bir yazar Ahmet Hamdi Tanpınar. Yalnızca O’nun romanlarını değil, müziklerini, manzara ve doğa sevgisini, insan ruhuna olan derin bakışını da kavramaya çabaladım son birkaç yıldır. Fatih’te diye bildiğim doğup büyüdü ev dışında, hayatının son evresini yaşadığı ve gözlerini yumduğu evi ise bina dışına asılan bir plaket sayesinde öğrenebildim. İşte o ev, Gümüşsuyu’nda yer alan Gümüşay Apartmanı.

Not: Fatih’teki evi ise Şehzadebaşı, Karagöz Mah. Camii-i Şerif Sok. No:36’da yer alıyor.
Bir Not Daha: Gülhane Parkı’nda yer alan eski alay köşkünden çevrilmiş, Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi, hem Tanpınar severlerin hem de kütüphanede vakit geçirmek isteyenlerin aklında olsun.

10-orhan-pamuk-2
Orhan Pamuk’un Evi| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Orhan Pamuk | Nişantaşı

Nişantaşı ve Teşvikiye denilince, sıkı edebiyat takipçilerinin aklına gelecek isimlerden biridir Orhan Pamuk. Ben de yazarın okuyucularından biri olduğum için bu semte ne zaman gelsem, aklıma yazara ait üç kitap gelir. İstanbul, Masumiyet Müzesi ve Cevdet Bey ve Oğulları. Bu kitaplar, yazarın kendi yaşamından izler taşır. Haliyle Teşvikiye ve Nişantaşı bölgelerinden de.

Aile apartmanı olan ve günümüze kadar gelebilmiş Pamuk Apartmanı yazarın hayatında önemli bir yer tutar. Her ne kadar Pamuk artık eskisi gibi bulmadığı Nişantaşı’nı pek sevmediğini belirtse de ve vaktinin çoğunu Cihangir’deki Talay Apartmanı’nda ve Büyükada’daki bir evde geçirse de bu apartman Pamuk okuyucuları için hafızalarında daima özel bir yere sahip olarak kalacaktır.

11-mario-vitti
Tomtom Sokak | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Mario Vitti | Tomtom Sokak

İstanbul’da doğup büyümüş olan İtalyan yazar Mario Vitti’nin Doğduğum Şehir İstanbul 1926 – 1946 kitabı, İstanbul’un o yıllarına ait çok şey anlatır. Yazarın ailesinin anıları yanı sıra komşuluk, çok dilli bir ortamda büyümenin getirdikleri, mahalle ve okul yaşamı; kısacası dönemin sosyolojisi her satırda kendini belli eder. Yazarın çocukluğu Tomtom Sokak’ta, Garde Malade ismiyle anılan Fransız rahibelerine ait çift girişli bir apartmanda geçer. Yazar ve ailesi sonraları, Yeni Çarşı Caddesi’nin girişinde yer alan, günümüzde Goethe Institut’ün içinde yer aldığı apartmana taşınır.

Yazar Tomtom’da yaşadığı evi şöyle anlatır: “Odamdaki pencerenin karşısında İtalyan Konsolosluğu, yukarıya doğru biraz ileride küçük bir meydanda çepeçevre büyük parmaklıklarla kaplı İtalyan Elçiliği olarak hizmet veren Palazzo Venezia bulunuyordu.”

12-pinar-kur
Arifpaşa Apartmanı |Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Pınar Kür | Elmadağ

Elmadağ’da bir apartman vardır, her görenin gönlünü çelen. Yemyeşil yapraklı ağaçları, geniş avlusu, kuş sesleri ve içe kapanık gözükse de gelenleri hemen kucaklayan kocaman bir gövdesi vardır. Arifpaşa Apartmanı’dır burası.

Füreya Koral senelerce bu apartmanda yaşamış, seramiklerini yaparken arada penceresini aralayıp bahçesindeki havayı solumuştur. Bir de Pınar Kür yaşamıştır yine aynı apartmanda. Yazar, Bir Deli Ağaç öyküsünde bu apartmanın ağaçlarını anlatır durur. O öyküyü okuyan her okuyucu bu apartmanı görmek ister. Göremese de günlerce gözlerinde canlandırır. Hala yerli yerinde duran apartman, avlusundaki  ağaçlarıyla bugün birçok sanatçı ve tasarımcıya ev sahipliği yapar.

13-ayse-kulin-sisli-gezi-rehberi
Narmanlı Apartmanı | Fotoğraf Kaynağı: Şişli Gezi Rehberi

Ayşe Kulin | Teşvikiye

Teşvikiye’nin en görkemli apartmanlarından biri olan Narmanlı Apartmanı’nda doğar Ayşe Kulin. Anneannesi Leman Hanım’a ait bu apartmana dair anılarını kaleme alarak çocukluğunu, gençliğini dönemin Teşvikiye portresi ile beraber anlatır. Narmanlı, yazarın hayata gözlerini açtığı ve yıllar sonra anneannesinin mali durumu sebebiyle devretmek zorunda kaldıkları için hüzünle hatırladığı ilk yuvasıdır. Bu apartmandaki dairelerinden çıkıp anneannesiyle beraber gitmeyi sevdikleri Taşlık Kahvesi’ne de sıkça değinir yazılarında.

Yazar bu apartmandan şöyle bahseder:
“Narmanlı’nın girişi beyaz mermerdendi. Bir apartman girişinden çok, küçük bir sarayın girişini andırırdı. Bordo kadife kaplı markizi, bizote kristal aynası ile neredeyse nadide bir mobilya parçası sayılabilecek ahşap asansöre ulaşmak için her iki tarafında bronz birer kadın heykeli bulunan geniş merdivenleri çıkar, ikinci kademeye gelirdiniz. İkinci kademe, İtalya’dan getirtilmiş pembe ve gri mermer karolarla döşeliydi. Yukarı çıkan bembeyaz merdivenler boyunca pırıl pırıl parlayan pirinç zincirler uzanırdı. Bu son derece geniş ve görkemli apartman Erzurumlular’a aitti. Arka kapısı Hüsrev Gerede Caddesi’nde, ana girişi tramvay durağının tam önündeydi.” (Yazarların İstanbul’u) Apartman günümüzde de ihtişamını kaybetmemiş bir şekilde hayatına devam eder.

14-cemal-sureya
Cemal Süreya Sokak  | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Cemal Süreya | Kadıköy

Kadıköy’den Moda’ya doğru ilerlerken bir sokakta şiir dizeleri dolanır ayaklarımıza: “Hayat kısa, kuşlar uçuyor”. Burası, Cemal Süreya’nın yaşadığı evin tam önüdür. Şair, 1980’lerde Başak Apartmanı’nda yaşarken birçok şiirini kaleme almıştır. Bu yüzden, Kadıköy’ü anarken elbette akla Cemal Süreya da düşer.

15-leyla-erbil
Leyla Erbil Mektubu

Leyla Erbil | Teşvikiye

Teşvikiye’den ne zaman geçsem başımı kaldırıp Erbil Apartmanı’na bakarım. En sevdiğim yazarlardan biri olan Tezer Özlü ile Leyla Erbil’in mektuplaşmalarını okuduğum satırların sonunda, şu adres yer alır: Hüsrev Gerede Cad. No: 128/5. Bu adreste 60’lı yıllardan itibaren yaşamaya başlar Leyla Erbil. Ve son perdesini de bu apartmanda kapatır.

Hüsrev Gerede Cad. 128/5 Erbil Apartmanı / Teşvikiye

16-behcet-necatigil
Behçet Necatigil Sokağı| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Behçet Necatigil | Beşiktaş

Beşiktaş sokaklarından gelip geçerken, bir şiir delisinin yolu elbette Deniz Apartmanı önüne düşer. Apartman kapısında şu yazar: “Şair Behçet Necatigil 1964-1979 yılları arasında bu apartmanda 23 No’lu dairede yaşamıştır.”

Şair bu evde sadece yaşamakla kalmamış, hayatının son demini de burada karşılamıştır. Bir yazısında ise mum ışığında yazdığı şiirlerini, Beşiktaş’ın insanlarından esinlenerek ve semtin kendisinden beslenerek kaleme aldığını dile getirir.

Behçet Necatigil Sok. No: 22 / Beşiktaş

17-resat-nuri-adalar-belediyesi
Reşat Nuri Güntekin’in Evi| Fotoğraf Kaynağı: Adalar Belediyesi

Reşat Nuri Güntekin | Büyükada

Yolları adalardan geçmiş onlarca edebiyatçıdan biri de Reşat Nuri Güntekin’dir. 1930’larda ailesiyle bu evde yaşamıştır romancı. Bir müzeye çevrilmemiş, pembe panjurlu evi bir köşede öylece durur yıllardır. Aynı, Güntekin romanlarındaki nahif karakterleri gibi; sessiz, sakin ve biraz mahzun.

18-muze-evler
Aşiyan Müzesi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Yazıda Geçmeyen Müze-Evler

Yazı, müzeye çevrilmemiş “yaşayan” evleri kapsar. Bu yüzden aşağıdaki yazar evlerine değinilmemiştir. Ama meraklısı, ziyarete açık olan bu müze evleri de görebilir.

  • Sait Faik Abasıyanık Müzesi: Çayır Sok. No:15 / Burgazada // Pazartesi ve salı günleri kapalı.
  • Tevfik Fikret Aşiyan Müzesi: Bebek, Aşiyan Yolu / Aşiyan // Pazartesi kapalı.
  • Kemal Tahir Vakfı – Evi: Küçükağa Sok. No:8 D:2 / Suadiye // Yalnızca randevu ile ziyaret edilebilir. Cumartesi, Pazar ve Salı kapalı.
  • Orhan Kemal Müzesi: Kılıçalipaşa Mah. Akarsu Yokuşu Sok. No.30, Cihangir / Beyoğlu // Pazar kapalı.

Kapak Fotoğrafı: Deniz Yılmaz Akman

İlginizi çekebilir: Deniz Yılmaz Akman’dan Beyoğlu Rotası

Yeni Yıla Tiyatroyla Başlangıç: Oyun Önerileri

Yeni yıl için geri sayıma başladık, haliyle kararlarımızı da şekillendirmeye. Seyahat, spor, keşifler kadar sanat ve özellikle de tiyatro, kararlarımın merkezine yerleşiyor. Yine tiyatroyla yeni hikayelere yelken açmaya, beslenmeye ve eğlenmeye hazırırm. Sizleri de, yeni yılın perdelerini birbirinden güzel oyunlarla açmaya davet ediyorum.      

Fotoğraf: unsplash.com/@manosgk

Yeni Yılda Oyun Önerileri

Koca bir yılı geride bırakırken geleneği bozmuyor ve tüm sene boyunca izlediğim, sevdiğim, önerdiğim ve hatta yeniden izlemek için plan yaptığım oyunlar listemi hazırlamaya başlıyorum. Birkaç hayal kırıklığı dışında genel olarak keyifli oyunlar izleyerek tüm yılı geçirdim. Sahnede yeni hikayelere dahil oldum, oyuncularla özdeşleştim, düşündüm, sorguladım, duygulandım, öğrendim, kısaca yine iyileştim. Şimdi yeni bir yılı karşılamaya hazırlanırken en sevdiklerimle 365 gün boyunca #mutlakatiyatro demeniz için önerilerim sizlerle:     

Canavar, İki Tiyatro

canavar
Fotoğraf Altyazısı | Fotoğraf Kaynağı

Sezonu açtığım, beğeni listemin başına büyük harflerle yazdığım ve düşündükçe hala etkisini hissettiğim bir oyun olarak tanımlayabilirim ilk başta. Her ailenin sırları, halı altına süpürdüğü gerçekleri, travmaları vardır. Ancak hepsi bir yere kadar oradadır. Gün gelir, bir şey olur, konuşulur, anlatılır ve  artık saklandığı için değil ortaya çıktığı için acıtmaya başlar. Oyunun sonuna kadar tüyleriniz diken diken, boğazınızda bir düğümle koltuğunuzda öylece kalırsınız. Canavar, kalemiyle tanışıp memnuniyetimi ilettiğim, yönetmenliğindeki başarısını da ayrıca not ettiğim Tunç Şahin tarafından sahneye konuluyor ve izleme nedenimin temelini oluşturan uyumlu oyuncu kadrosuyla sahnede yerini sağlamlaştırıyor. Tülin Özen ve Gülçin Kültür Şahin, gerçek bir  abla kardeşi bize gösterirken bu kez bambaşka bir rolde izlediğim Hakan Emre Ünal’a da tekrar hayran oldum. Sarsıcı bir oyun olduğunun yine altını çiziyor ve Canavar’la sizin de yeni yılın açılışını yapmanızı diliyorum.

İki Efendinin Uşağı Alaturka, Cihangir Atölye Sahnesi

İki Efendinin Uşağı Alaturka | Fotoğraf: Cihangir Atölye Sahnesi

Yıllar önce Mahallenin Gençleri’nden izlediğim İki Efendinin Uşağı Alaturka, yine Muhammet Uzuner’in rejisiyle eğlencesi garantili bir oyun olmuş. Türk karakterler, müzikler, çalgılar, danslarla Carlo Goldini’nin eserine alaturka bir uyarlama var sahnede. Kıvanç Kılınç uyarlamayla, Muhammet Uzuner de yönetmenliğiyle yine alkışlarımızı kazanıyor. Bundan daha önemlisi ise, gencecik, heyecanla, canla başla oynayan ve aslında bizden daha çok eğlenen bir oyuncu kadrosunun olması. Birbirleriyle paslaşmaları, seyircilerle iletişimi, dinamik hareket düzeniyle harikalar yaratıyorlar. İzledikten sonra yine aynı enerjiyi almak ve dört köşe keyifle izlemek için tekrar Cihangir Atölye Sahnesi’nin yolunu tutacağınıza hiç şüphem yok.

Sıradan Karşılaşmalar, Tiyatro Watt

İki sıradan insan sıradan bir karşılaşma yaşarsa ve tanışırsa sonrası ne olur, ortaya sıradan bir ilişki mi doğar veya sıradışı bir birliktelik mi yaşanır? Tiyatro Watt’ın üçlemesinin bu ilk oyununda, iki sıradan karakter Ayfer ve Sinan, küçük şehrin insanları ama tutkuları, planları, hayalleri de bir o kadar büyük. Sahnenin bir tarafı Ayfer’e, diğer tarafı Sinan’a ait. Kendilerini anlatma, birbirlerine kendilerini tanıtma ve tutkularının temelini oluşturduğu ilişkilerini devam ettirme çabası içindeler. Acaba ilişkinin gidişatı, bildiğimiz sıradanlıkta mı olacak yoksa sıra dışı bir sona mı ulaşacak? İlişkinin mimarları Elif Arman ve Onur Gürçay, karakterleri o kadar başarıyla taşıyorlar ki, bu ikiliyi en yakışan çift ilan ediyoruz. Oyunun yazarı ve yönetmeni Yusuf Onur Aydın’a bizi onlarla ve hikayeleriyle tanıştırdığı için müteşekkir oluyoruz. Greenbox teknolojisi de oyuna hareket, izleyicilere de farklı bakış açısı kazandırıyor. Hal böyle olunca, üçlemenin ikinci oyunu Gölge Otobanı için planlarımı şimdiden hazır ediyorum.

Güzel Son, Semaver Kumpanya

guzelson
Güzel Son | Fotoğraf: Semaver Kumpanya

Yeni bir yıla çok özel bir başlangıç yapmak isterseniz, istikametiniz Güzel Son olmalı. Hikaye bu ya, Orhan Veli, Melih Cevdet, Sait Faik ve Nurullah Ataç, uğrak mekanları olan Mösyö Lambo’nun Meyhanesi’ne Halim Şefik tarafından davetlidir. Suat Derviş de şans eseri meyhaneye uğrar. Tek eksik vardır: geceye sürprizli bir “Güzel Son”. Edebiyatın duayenleriyle birlikte tatlı atışmalı bu sohbete, şiirler, şarkılar eşlik ediyor ve ortaya da tadına doyulmaz bir oyun çıkıyor. Keşke gerçek olsaydı dediğim, onlarla bir tek atmak istediğim ve gözlerim dolarak izlediğim bu oyuna mutlaka siz de seyirci kalın. Bir de, yönetmen Volkan Sarıöz ile Afife Tiyatro Ödülleri 2023’te Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülünün hak edilmiş sahibi, bizi kalemiyle ve bu özel oyunla tanıştıran yazar Hakan Tabakan’ı da en az oyuncular kadar çok alkışlayın. 

Fosforlu Cevriye, Şehir Tiyatroları

Sadece geçmiş ve bu yıl değil tüm sezonların yıldızı Fosforlu Cevriye, yanına kalplerle tam not etmelik ve tekrar tekrar izlemelik. İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahneye adımını atar atmaz kendinden bahsettirdi ve hala da kapalı gişe oynamaya devam ediyor. Suat Derviş’in bu ölümsüz eserinde, takdirle takip ettiğim Yelda Baskın yönetmen koltuğuna oturuyor ve Irmak Örnek, muhteşem oyunculuğuyla Fosforlu Cevriye’ye hayat veriyor. Başta 25. Afife Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’nün haklı sahibi Binnur Şerbetçioğlu, 27. Bedia Muvahhid Ödülü’ne layık görülen Irmak Örnek ile Yağmur Damcıoğlu ve daha ismini sayamadığım güçlü oyuncu kadrosu, bitmeyen enerjisi, döner sahne düzeniyle Suat Derviş’in eseri bir kez daha ölümsüzleşiyor. Bu başarıyla en az beş sezon daha kapalı gişe oynayacağı şimdiden belli ve bizim de bilet almak için bol şansa ihtiyaç duyacağımız da.      

Bir Terennüm, Orchestra Theater

bir-terennum-23863
İpek Türktan-Tolga İskit | Fotoğraf: Orchestra Theater

Çamlıca’da bir eve konuğuz. Nostalji rüzgarları içerisinde Alzheimer’ın yarattığı gelgitlerle iki farklı zaman içinde yolculuğa çıkıyoruz. Eski şarkılar kulaklarımızın pasını siliyor, anılar canlanıyor, geçmişe özlem artıyor, aşklar gelip geçiyor ve tüm izlediklerimiz içimizi ısıtıyor; evet itiraf ediyorum biraz da  acıtıyor.  Firuze Engin’in kalemine hep çok hayrandım ve bu oyunda temize çektim. Gülhan Kadım’a yönetmenliğin de çok yakıştığını ayrıca belirtmeliyim. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin En İyi Yönetmen Ödülü de başarısını bir kez daha kanıtlamış oldu.  Sizler de benim gibi, çok sevdiğim İpek Türktan ve Tolga İskit’e, uyumlarına, seslerine ve sanatlarını icra etmelerine hayranlığınız doruklarda, hoş bir sedayla oyundan ayrılacaksınız.  

On İkinci Ev, Melek Ceylan ve Ekibi

Bugüne kadar izlediklerinizden bambaşka bir deneyim yaşamaya hazır olun. Moda Sahnesi’nin fuaye alanında bir camın ardında esas kızımız beliriyor. Kendini anlatmaya çalışıyor, sesleniyor ama duyabildiğimizden emin değiliz. Çocukluğundan başlayarak okul çağlarını, gençliğini, üniversite yaşamını, büyüdüğü evi ve mahallesini… hepsini büyük bir azimle paylaşıyor. Tek bir amacı var: sesini bulmak. Oyunu bildiğimiz bir sahne düzeniyle izlemiyoruz. “Performatif bir alanda gerçekleşen bir kadın anlatısı” olarak tanımladıkları On İkinci Ev, sesin, bedenselliğin, anlatının tamamen oyuncunun varlığından yola çıkarak kurgulandığı bir anlatı olma özelliği taşıyor. Salih Usta’nın yönetmen koltuğunda oturduğu ve Melek Ceylan’ın da kalemini, oyunculuğunu ve bulmaya çalıştığı sesini konuşturduğu bu deneyime siz de ortak olmalısınız. 

84 90 62 74 / Old Fools, Craft Tiyatro

old-fools-istanbulnettr
İdil Sivritepe-Olgu Baran Kubilay| Fotoğraf: Craft Tiyatro

Craft Tiyatro her yıl en az bir oyunla kendinden bahsettirmeyi ve alkışlarımızın müsebibi olmayı başarıyor. Geçen sezonun benim için en’lerinden 85 90 62 74/Old Fools, her koşulda sevebilmenin ne derece mümkün olduğunu içtenlikle gösteriyor. Önce diskoda başlayan bir aşk, kariyer seçimlerine maruz bırakılan örnek bir evlilik, bu evliliğin meyvesi çocukla anne-baba olmanın sorumluluğu, kısaca bir çiftin yaşayacağı her şeyi görüp geçiriyorlar ve hep merkezlerinde, kıskandığımız karşılıklı sevgileri var. Kesitler halinde sundukları bu ilişki, iyi günde olduğu kadar kötü günde de sınavdan geçer mi izleyince siz karar vereceksiniz ancak tek bir konuda hemfikir olacağız: Çağ Çalışkur’un yönetmenliğinde İdil Sivritepe ve Olgu Baran Kubilay’ın oyunculuklarındaki uyumu ve saniyeler içindeki duygu geçişleri ve her birinde bizi de o duygulara çekmeleri, fazlasıyla takdire şayan. Sizin de takdirlerinizi hak edecektir.           

Cadı Kazanı, İstanbul Şehir Tiyatroları

cadi-ibb
Cadı Kazanı | Fotoğraf: İstanbul Şehir Tiyatroları

Bu yıl en çok İstanbul Şehir Tiyatrolarının kapısını çaldım ve ilk olarak da Cadı Kazanı ile başladım. Arthur Miller’ın en sevdiklerimden, en az iki kere okuduğum Cadı Kazanı, Yiğit Sertdemir’in imzasını hissettiğim yönetmenliğiyle beğenilerimin ilk sıralarına yerleşti. Üstlendikleri karakterlerin hakkını veren her yaştan oyuncularla ve ortaçağ havasını soluduğum dekoruyla karşımızda o karanlık dönemin bir fotoğrafı duruyor. Bağnazlığın, suistimal edilen inançların, doğru söyleyen için onuncu köyün olup olmadığının sorgulandığı bu oyunu, iki perde boyunca pür dikkat izledim. Uzun ve ağır bir konuya sahip olması açısından biraz tereddüt ettirse de, izleyenlerin bazılarıyla fikir ayrılıkları yaşatsa da; Harbiye’de gündüz matinede izlenildiğinde sizin de beğeninizi kazanacağına inanıyorum.  

Tartuffe, İstanbul Şehir Tiyatroları

İstanbul Şehir Tiyatroları’nın renkli, eğlenceli, arada biraz hicivli, kısacası “ilk fırsatta izlenmeli” bir oyunu. Hikayeyi hepimiz biliriz, Tartuffe, zengin bir ailenin evine danışman olarak yerleşerek türlü oyunlarla evin yönetimini yavaş yavaş ele geçirmeye çalışan bir sahtekardır. Yaptıklarıyla başkalarının başına çorap örmeye çalışır ancak sonunda doğanın yasası değişmez, herkes hak ettiğini bulur ve iyiler kazanır. Yine Yiğit Sertdemir’in imzasını taşıyan oyunun kalabalık oyuncu kadrosu, dinmeyen enerjisi, çok katlı dekoru ve Afife Tiyatro Ödüllerine layık görülen birbirinden renkli kostümleriyle, yıla adımınızı da böylece keyifle atmış olacaksınız.

Yeni yıl önerilerim bunlarla sınırlı değil elbette. Henüz izlemediyseniz daha önce önerdiklerimden Tek Kullanımlık Hikaye, Harika Şeyler Listesi, Bernarda, Herkes Kocama Benziyor, Yıllar Sonra #tbt, Sınırlar, N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali’ni de not etmeyi unutmayın. İyi oyunlar, başarılı oyuncular, zengin dekor ve kostümler ve içinize işleyecek yaşantılarla bir yılı geçirmek için çok fazla seçeneğimiz var. O halde şimdiden tiyatroyla dolu alkışı bol bir yıl olması dileğiyle!      

Kapak Fotoğrafı: Steve Sharp/unsplash

İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Meltem Gürlevik ile Herkes Yolunda Oyunu Üzerine