theMagger.com'a kayıt olduğunuzda,
• theMagger’a keşiflerinizle katkıda bulunarak, yazar olup dilediğiniz konuda yazılarınızı yayınlayabilir ve kendi blog sayfanızı oluşturabilirsiniz,
• Yazılarını kaçırmak istemediğiniz yazarları, sevdiğiniz kategorileri ve ilginizi çeken etiketleri takip edebilirsiniz,
• Takip ettiğiniz yazar, kategori, etiket ve okuduğunuz yazılara göre size özel ana sayfa akışınızı oluşturabilirsiniz,
• İlginizi çeken yazıları sonra okumak için kaydedebilirsiniz,
• Yakınımdakiler bölümünden çevrenizdeki mekanlarla ilgili theMagger.com'da yazılmış yazıları görebilirsiniz,
• Yazılara yorum yaparak merak ettiklerinizi yazara sorabilir; fikirlerinizi yazar ve okurlarla paylaşabilirsiniz,
Bizimle birlikte pek keyifli bir keşif yolculuğuna çıkacağınızdan emin olabilirsiniz. Şimdiden hoş geldiniz!
Beyaz Kale benim için hala önemli bir dönüm noktasıdır. Hakkında intihal olduğuna dair eleştiriler oldu ama ben onun genel Orhan Pamuk düşmanlığı kapsamında olduğunu düşündüm. Bir de önerim mümkünse çevirilerini okuyun. Romanın evrenselliğini çok daha iyi kavrayabiliyorsunuz. İyi okumalar...
Üniversiteyken Fellini/Truffault kitabını okuduktan sonra kendisi hakkında daha da olumlu düşünmeye başladım. Yine de benim en favorilerim arasında değildir. Öte yandan Vertigo'nun yeri ayrıdır benim için. Bir de sinema ile ciddi ilgilenmeye, okumaya-yazmaya başladığımda ilk seyrettiğim Hitchcock filmi The Rear Window.
İtalyan sineması en sevdiğim sinemadır desem yalan olmaz. En sevdiğim yönetmen Antonionidir. İki büyük İtalyan yönetmen, Fellini ve Visconti de en sevdiğim 10 yönetmen arasında yer alır. Bisiklet Hırsızları ve biraz da Roma Açık Şehir dışında bu akıma ben ısınamadım. O doğallığı sinemaya pek yakıştıramıyorum. Nitekim kısa sürüyor. 1960 yıl bir dönüm noktası oldu İtalyan sineması adına: Fellini La Dolce Vita'yı, Antonioni L'Avventura'yı ve Visconti Rocco e i suoi Fratelli'yi çekti ve İtalyan Sineması efsanesi başladı. Dolayısıyla yukarıda saydığım iki film dışında akımdan çok hazmetmem. La Strada'ya gelirsek benim en sevmediğim Fellini filmidir ama ben onu Yeni Gerçekçilik'e göz kırpan ama Fellini'yi önceleyen bir film olarak görürüm. Dolayısıyla tipik bir neo-realismo değildir kanaatimce. Öte yandan akımın etkilerini özellikle de 3.Dünya Sinemaları'nda ve politik yapımlarda çokça görmek mümkün. Mesela Yılmaz Güney'in Umut filmi kendi içinde çok başarılı bir yeni-gerçekçi yapıttır ki Güney Sineması'nı hiç ama hiç sevmem ayrı. Uzun yazdım 🙂 elinize sağlık.
Köln'e iş gereği çok gittim ama açıkcası bu müzeyi ilk defa duydum. Tüm boş vakitlerimi sanat müzelerinde ve kitapçılarda geçirdiğimden kafamı kaldırıp bu cenneti farketmemişim. Bir daha Köln'e gider miyim bilemem iş dışında ama yolum düşerse ilk gideceğim yer burası olur.
Sosyal medya mesafesi de gerekli oldu bu pandemi döneminde. Çok önemli bir konuyu gündeme getirmiş durumdasınız. Tabi bizim gibi 'intimacy' konusunda sınırları olmayan bir toplumda iş fiziki alandan dijitale taşındığında kimi zaman taciz boyutunu alabiliyor.
Bu 27 mevzuu ilginç bir tartışma konusu ve açıkcası da rock müzik için yaratılan bir mit. Yoksa bakıyorum çok büyük efsanelere (klasik müzikçileri çıkarıyorum keza orada da genç ölümler var ama 27 değil ve çağ gereği gripten bile insanların öldüğü yıllar o dönemler.)Bob Dylan 79 hayatta; Rolling Stones üyeleri (74-79 arası hepsi hayatta); Pink Floyd üyeleri (Syd Barret 60, Wright ise 65 yaşında vefat etti, diğerleri 75-77 arasında). Beatles'da Lennon suikaste kurban gittiğinde 40 yaşındaydı; Harrison 58 yaşında kanserden öldü; diğerleri 80 oldu. Bu liste daha da uzar. David Bowie 70'de kanserden öldü. En hızlı yaşayan Iggy Pop bile 74 oldu.
''Şayet olacaksa, daha çok var
Gerçek ve maceracı bir Endülüslü’nün doğumuna
feryat eden kelimelerle zerafetinin şarkısını söyleyeceğim
ve hüzünlü bir esinti hatırlayacağım
zeytin ağaçları arasından''
Daniel Day Lewis gibi.. az ve öz filmde oynuyor. Fargo hala benim favori filmimdir.
3 kere gittim... 2 yaz bir kış. Yazın çok sıcak ve açıkcası sonbahar ve kış havası yok. Kışın ise sisler altında, bambaşka bir havaya bürünüyor. Bologna benim de 3 favori şehrimden biridir İtalya'da. Bir de merkeziliği sayesinde Kuzey Italya'nın Modena, Ferrara ve Parma gibi şehirlerine ve Tosca'daki Floransa, Siena ve Pisa'ya da ulaşmak mümkün. Anılarım depreşti, hüzünlendim... Ve kendime bir kez daha sordum: Bir gün gelecek de biz yine özgürce sevdiğimiz şehirlerin meydanlarında, sokaklarda dolaşabilecek miyiz? sevgiler
çok teşekkürler 🙂 Kerem'in adını da hem anlamı hem de zamansız oluşu yüzünden koyduk. Hem klasik hem de güncel. Kız için Azra da güzeldir, o da listemizde üst sıralarda. Bu isimle ilgili olarak bir anımı anlatayım da isim konusunun nasıl büyük bir toplumsal mevzu olduğunu anlayın: Aslı hamile iken ve henüz bebeğin cinsiyeti belli değilken çok yakın bir arkadaşımızla oğlan olursa Kerem kız olursa ben (naz) annesi de (Azra) istiyor demiştik. O da 'Azra ne kötü, işte Azra bilmem şu var çok itici dedi.' Ben de bir tek Azra biliyorum, o da Azra Erhat; kültür tarihimizin en önemli isimlerinden dedim. Meğer onu bahsettiği Azra Akın diye bir mankenmiş 🙂 isim koyarken bir de 'celebrity' boyutu var yani...