theMagger.com'a kayıt olduğunuzda,
• theMagger’a keşiflerinizle katkıda bulunarak, yazar olup dilediğiniz konuda yazılarınızı yayınlayabilir ve kendi blog sayfanızı oluşturabilirsiniz,
• Yazılarını kaçırmak istemediğiniz yazarları, sevdiğiniz kategorileri ve ilginizi çeken etiketleri takip edebilirsiniz,
• Takip ettiğiniz yazar, kategori, etiket ve okuduğunuz yazılara göre size özel ana sayfa akışınızı oluşturabilirsiniz,
• İlginizi çeken yazıları sonra okumak için kaydedebilirsiniz,
• Yakınımdakiler bölümünden çevrenizdeki mekanlarla ilgili theMagger.com'da yazılmış yazıları görebilirsiniz,
• Yazılara yorum yaparak merak ettiklerinizi yazara sorabilir; fikirlerinizi yazar ve okurlarla paylaşabilirsiniz,
Bizimle birlikte pek keyifli bir keşif yolculuğuna çıkacağınızdan emin olabilirsiniz. Şimdiden hoş geldiniz!
Ben çok kötü dönemlerimde burada yazdığınız gibi uyanmamak için uyumamayı tercih ediyordum ki sonu insomniaya gidiyordu. Bu bavul metaforunu çok sevdim; keza ergenliğimden beri benzer şekilde hissediyorum. Normal-nörotipik- insanlar gibi yaşamda tutunmak, başarılı olmak için ekstra uğraşmak; hem maddi hem manevi hem de beşeri olarak. Hala başta dayım olmak üzere herkes yaşamda yetenek, zeka ve entelektüel seviyeme uygun bir konuma gelemediğimi söyler. İşin aslı başka tabi. Bazen yitik biri olmadığıma, aile kurabildiğime, babalık yapabildiğime, önemli sayılabilecek finansal ve yönetsel sorumluluklar alabildiğime, insan yönetebildiğime şükredin diyesim geliyor. Ama tabi bunun bedeli da başka oluyor tabi. Sıradan insanlar için sıradan şeyleri yapamamak. Bende bu çocukluk travmalarının da etkisiyle yüzme ve araba kulanmada kendini gösterdi. Bu yaz tam 40 yıl sonra ilk defa suya girdim. Bunu kimse anlamaz. Uzun yazdım ama yazı çok iyiydi dayanamadım. Bir de Horseman alıntısı da çok iyi ve doğru: kolaylaşıyor ama her gün yapmak zorundasın bu da yoruyor; hem ruhu hem bedeni.
Crying Game ve ve elbette Boy George yorumu ile aynı başlıklı şarkı. Sonra daha önce yazdığım Bond Şarkıları var. Her bir film ve onun şarkısı bu alanda çok iyi bir örnektir. Butch Cassidy & The Sundance Kid ve Raindrops Keep Fallin' On My Head; Midnight Cowboy Everybody's Talkin; Four Weddings and A Funeral Love is all around; Midnight Express Chase; Chariots of Fire Chariots of Fire; Young Americans Play Dead ilk aklıma gelenler. Öte yandan The Graduate dedince benim aklıma ilk Mrs. Robinson geliyor, sanırım doğrudan filmin ana karakterilerinden birine gönderme yaptığı için.
Ben en çok In the Name of the Father filminin soundtrack albümünde yer alan 'Your Make Me Thief of Your Heart' şarkısını severim. Gerek vokal gerekse de İrlanda folk müziğinden esinli orkestrasyonu ile gerçekten çok sevdiğim, ara ara dinlediğim bir parçadır.
Yine bit pazarına nur yağmış 🙂) Balmorhea geçmişte çok takip ettiğim bir gruptu. Bu albümü dinleyeyim. Keza Slowdive da ara ara radarıma giriyordu; yeniden albüm yaptıklarını öğrenmek hoşuma gitti.
Yasemin Hanım iyi haftalar ve pazartesiler 🙂 Yorumunuza kişisel olarak şöyle cevap vereyim: Benim için pazartesi sendromu veya travması okulla beraber başladı. Dolayısıyla da etkisi daha derin ve çocukluk kaynaklı olduğundan bir şekilde bilinçaltında yer etmiş durumda. Yoksa 20 yılı aşan iş yaşamında sadece 3 yıl çok sevmediğim ve dolayısıyla pazartesi sendromunu derinden yaşadım. Genel olarak ise şunu söyleyebilirim: Pazartesi sendromunun insanların geneli için kaynağı çalışma hayatıdır; çünkü insanların ezici bir ağırlığı çalışmak zorunda olduğu için çalışır ve işinden memnun değildir. Siz bu bağlamda çok şanslı bir azınlık içindesiniz. İnşallah da böyle devam eder.
Yerel ve konuya bir rehberin yaratacağı farkları Kudüs, Prag, Zagreb gibi bazı seyahatlerimde o kadar yakından gördüm ki. Bir de bazen bir turist grubunun kulaklarında kulaklık, rehberlerinin büyük bir heyecan ve dolu dolu bir şekilde anlattığı bilgileri dinlediklerini görüyorum ve aklıma bizim rehberler geliyor 🙂
Ayça Hanım kötü patlamış seyahat. Büyük geçmiş olsun. Türkçemizdeki 'parayla rezil olmak' deyimi tam da sizin durumunuzu tanımlıyor. Ben şu ana kadar 3 kere tur ile seyahata çıktım. 2 tanesi eşimin çalıştığı şirkete özel olarak, sadece o şirket çalışanlarının katılacağı ve şirketin uzun zamandır çalıştığı çok iyi butik bir acente tarafından organize edilmişti. Açıkcası tüm seyahatlerde tüm lojistik, oteller, ulaşım vb. çok iyi ve sorunsuzdu. Yalnız dediğiniz gibi hepsinde de ciddi bi rehber sorunu yaşadık. Bir Budapeşte seyahatinde rehber ilk gün bize 'seks turizmi' için Doğu Avrupa'ya giden bayi toplantısı katılımcısı gibi davranınca kendisiyle çok sert bir konuşma yapmak zorunda kalmıştık. Viyana'da ise ki dünya üzerinde en iyi bildiğim şehirdir, rehber öyle sallıyordu ki turun ortasında dayanamayıp kendisine 'bir daha sallarsanız sizi herkesin içinde bozacağım' demek zorunda kaldım. Tabi o da intikamını başka türlü aldı 🙂) Tekrar geçmiş olsun.
Açıkcası bu yazıya bayağı önce başlamıştım ama bu pazartesi sabahını düşünerek tamamladım ne yazık ki.
Erksan sinemasının şiirsel boyutu ile ilgili olarak verdiğiniz örnekler dikkate alınması gereken ama üzerinde tartışılması gereken filmler. Öte yandan ben Erksan sinemasının sanat tarihi eğitiminin de etkisiyle edebiyat ile birlikte resim sanatıyla da yoğun bir ilişki kurduğunu düşünüyorum. Yine sözünü ettiğiniz filmlerin dahil olduğu Beş Hikaye zaten doğrudan edebiyat uyarlamaları ve uyarlanan yazarlar, belki biraz Müthiş Bir Tren hariç, şiirsel bir dile sahipler. Bu açıdan da şiirsel bir üslup ile her şeyden önce içeriksel olarak bir yakınlıkları var. Bu arada The Magger'da yayınlanan Metin Erksan yazımı okudunuz mu bilemedim. Uygun olduğunuzda bir bakarsınız belki: https://www.themagger.com/metin-erksan-kimdir/ İyi çalışmalar, sevgiler
Metin Erksan'ı hangi açılardan ve özellikle de hangi filmleri (Sevmek Zamanı dışında) ile şiirsel sinema ile özdeşleştirdiniz?