Puglia Mutfağı: Sadeliğin Aşkla Buluşmuş Hali

İtalya ve İtalyan kültürü dendiğinde ön plana çıkan İtalyan mutfağı, mutluluğu çağrıştırır her zaman. Renkli, eğlenceli ve aşk kokan bir mutfaktır İtalyan mutfağı. Yakından tanıdıkça daha büyük bir tutkuyla bağlanır, farklı tatlarla buluşmak ve yeni reçeteler öğrenmek için sabırsızlanırsınız. Genel olarak İtalyan mutfağı, birçok alanda olduğu gibi kuzey ve güney İtalya olarak ikiye ayrılsa da 20 bölgeden oluşan İtalya’nın hemen hemen her bölgesinin kendine has lezzetleri ve reçeteleri vardır. Çizmeye benzetilen İtalya’nın topuk kısmında yer alan Puglia bölgesinin mutfağı ise güney İtalya mutfağının leziz tabakları sayesinde mutlulukla doğrudan bir ilişki kurar.

image000111
Orecchiette al Pomodoro | Fotoğraf: Damla Anol Erol

İtalyan mutfağını yakından tanımak için her ne kadar araştırmalar yapsam da, birçok İtalyan şefi takip edip her İtalya seyahatimden topladığım kitapların içine gömülüp kendimi kaybetsem de mutfağı yerinde deneyimleyip öğrenmek bir başka güzel oluyor. Son seyahatimde ise Puglia mutfağını deneyimleme imkanım oldu. Basit ve az malzeme ile nasıl bu kadar leziz tabaklar çıkarabildiklerini merak etmemek gerçekten mümkün değil. 

Önce Puglia mutfağının başrol oyuncularından Orecchiette al pomodoro ile başlayalım. Orecchiette, italyanca kulak anlamına gelen ‘l’orecchio’ kelimesinden gelmektedir. Şekil itibariyle kulağı andırmaktadır. El yapımı hazırladıkları makarnaları özenle hazırladıkları domates sosuyla buluşturup yine el yapımı seramik tabaklarda servis ederek sade olmasına karşın göz alıcı bir tabak çıkarıyorlar. Hele bir de üzerine ‘stracciatella’ peyniri ilave edildiyse inanın lezzetine doyum olmuyor. 

image000071
Orecchiette al pomodoro (con la stracciatella) | Fotoğraf: Damla Anol Erol

‘Stracciatella’ peyniri ise Puglia bölgesinde bulunan Foggia ilinde İtalyan manda sütünden, germe ve parçalama tekniği kullanılarak üretilen bir peynir. Yumuşak ve inanılmaz lezzetli.

Eski Bari merkezinde bulunan bir sokağın adı da ‘la strada delle orecchiette’ yani ‘orecchiette sokağı’. Burada yerli kadınlar evlerinin önüne tezgah kurarak hem orecchiette yapıyorlar hem de ürünlerini satıyorlar. Çok renkli ve keyifli, daracık bir sokak. Çeşit çeşit orecchiette’ler… Küçük, büyük, rengarenk… Bir de ‘taralli’ yani ‘italian snack’ yapıyorlar. Mutlaka aperitivo yanında servis ettikleri bir atıştırmalık. Bir tane ağzınıza attığınızda kendinizi durdurmanız pek mümkün olmuyor. Bu tuzlu gevrek yine çeşit çesit hazırlanıyor. Tatlı, tuzlu, küçük, büyük, soğanlı, ıspanaklı, domatesli… Ama bence en güzeli sade orijinal olanı. Bu sokakta en meşhur orecchiette ustası ise Nunzia. Her zaman tezgahının başında ve çok hoş sohbet bir kadın. Yolunuz düşerse mutlaka onunla tanışıp biraz sohbet ettikten sonra alışveriş yapmanızı öneririm.

image000041
Panzerotti | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Ardından sıra ‘Panzerotti’ ye geliyor. ‘Panzerotti’ içi mozzarella ve domates dolgulu kızarmış kapalı pizza. Isırdığınızda akışkan, uzadıkça uzayan bir peynir ile karşılaşıyorsunuz. İnanılmaz bir lezzet! Sokak lezzetleri ön planda Puglia’da. Yolda yürürken birçok yerde ‘panzerotti’ veya ‘Sgagliozze’ tezgahı görebilirsiniz. ‘Sgagliozze’ ise mısır irmiği, su, tuz ve yağ ile kare veya dikdörtgen şekilde hazırlanan bir çeşit hamur kızartması.

‘Focaccia con i pomodorini’ ise İtalyan mutfağında sıkça rastladığımız bir ekmek çeşidi diyebiliriz ancak Puglia’ya özel olan kısmı oldukça ince yapılıyor olması. Çoğunlukla üzerinde az miktarda minik domates ve zeytin ile pişiriliyor.

image000091
Pasticciotto (Polignano a Mare)|Damla Anol Erol

Son olarak sizi ‘Pasticciotto’ ile tanıştırmak istiyorum. ‘Pasticciotto’ Puglia bölgesinde bulunan Salento ilinin tipik bir tatlısı. İçi muhallebi kremasıyla doldurulmuş dışı ise ağızda dağılan hamur ile kaplanmış tekli porsiyonlar şeklinde hazırlanan, güney İtalya’nın tatlı lezzetini en güzel şekilde yansıtmayı başaran bir hamur işi. İtalyanlar özellikle kahvaltıda tüketmeyi tercih ediyorlar ama günün hiçbir saatinde  ‘hayır’ denemeyecek bir tatlı bence. Ben orijinal yani sade olanını tercih ederim ama birçok tat ile çeşitlendirilmiş olarak bulabilirsiniz. Badem, çikolata, kayısı, vişne, fıstık gibi… 

Biz ilk kez bu tatlıyı Polignano a Mare’deki, 1950’de kurulan, birbirinden özel şeflerin birlikte çalıştığı meşhur ‘Martinucci Laboratory’ de deneme fırsatımız oldu. Yolunuz düşerse uğramanızı tavsiye ederim. Yanında bir de badem sütü ve buz ile servis edilen, İtalya’nın topuk kısmında, en uçta yer alan Lecce’den ismini almış ‘Caffè Leccese’ yani Lecce kahvesi içmeyi unutmayın derim.

image000101
Martinucci Laboratory | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Bakıldığında Puglia mutfağı, ağırlıklı hamur işi kullanılan bir mutfak. Yerel lezzetlerle tatlandırılıyor. Bu kadar leziz ürünler çıkmasının sebebi de doğal ve yerel ürünleri kullanmalarındaki özen. Mesela, domates sosu onlar için çok önemli bir unsur. Mutlaka kendi ürettikleri, güneyin o leziz domateslerini kullanarak, yine güneyin o leziz zeytinlerinden ürettikleri zeytinyağı ile buluşturuyor, çok ağır ateşte itinayla pişiriyorlar. Her çıkardıkları ürün kendi ürettikleri malzemelerden oluşuyor. Manda sütünden elde edilen peynir çeşitleri, özel mayalanmış hamur işleri, meyveler, sebzeler… En önemlisiyse hiçbir tabağı aceleyle değil, sakin ve yavaş, tutku ve aşkla hazırlıyorlar…

Kapak Fotoğrafı: Damla Anol Erol

İlginizi çekebilir: Hatun Vera Altunöz’den Bruschetta

Puglia Gezi Rehberi: İtalya’da Hayran Kalacağınız Bir Rota

Puglia son zamanlarda popülaritesi oldukça artan, İtalya’nin bir başka cennet köşesi. İtalya denildiğinde öncelikle aklımıza Roma, Floransa ve Venedik, sonrasında da modanın merkezi Milano ve öğrenci şehri Bolonya ile devam eden şehirler gelir. Ancak eğer benim gibi İtalya’nın her bir köşesini ayrıca beğenen ve her seferinde farklı bir köşesini keşfederken heyecanlanan biriyseniz, son zamanlarda en çok konuşulan yerlerden biri olan “Puglia” sizin için eşsiz bir tercih olacaktır. O halde gelin Puglia gezi rehberi ile bu bölgeye adım adım birlikte göz atalım.

Monopoli, Porto Nero
Monopoli, Porto Nero | Fotoğraf: İdil Deniz Selçuk

Puglia’nın neden bu kadar popülerlik kazandığı ile başlayalım… Öncelikle söyleyebilirim ki, denizi tek kelimeyle inanılmaz. Puglia bölgesinde herhangi bir noktada denize girdiğinizde turkuaz dışında bir renk ile karşılaşmanız imkansız. Puglia’nın öneminin artmasının altında yatan bir başka neden ise, özellikle İtalya’nın büyük şehirlerine kıyasla ve batı tarafında kalan Napoli, Positano ve Capri tatil rotasına göre çok daha ucuz olması!

Biz dört günlük hızlı Puglia gezimize Bari’den başladık. Milano’dan Bari’ye uçuş yaklaşık 1 saat sürüyor, havalimanı şehre çok yakın olduğu için birçok ulaşım seçeneği mevcut. Biz kısa zamanımız olduğunu göz önünde bulundurarak bölgesel trenlerle Bari merkeze ulaşımımızı sağladık. Bari’deki kısa zamanımızda gördüğüm şu ki, Puglia’daki diğer küçük kasabalara göre çok daha büyük bir şehir. Yazlık bir beldede olduğunuzu hissediyorsunuz, ancak büyük bir liman olmasından ötürü şehirleşmiş bir yapısı var. Puglia’daki diğer bütün şehirlere ulaşım Bari üzerinden sağlanabiliyor. Biz tatilimiz için Bari, Monopoli, Polignano a Mare, Alberobello, Ostuni ve Lecce şeklinde bir rota belirledik. Tümüne ulaşımın en kolay olduğu Monopoli şehrinde konaklamayı seçtik. Gelelim kısaca duraklarımıza.

Puglia Gezi Rehberi

Monopoli

İtalya’da şu ana kadar gezdiğim açık ara en ilginç yer! Özellikle Eski Şehir bölgesine girdiğinizde bembeyaz evleri ve kendine has mimarisiyle sizi ilk görüşte kendine hayran bırakıyor. Biz ilk gün, yan yana bulunan plajları gezmeyi seçtik. Puglia bölgesinde plajlara giriş genel olarak ücretsiz, eğer şezlong ve şemsiye kiralamak isterseniz günlük 10 euro gibi bir tutara kiralayabiliyorsunuz. Puglia’da girdiğim en güzel denizin de burada olduğunu (Porto Nero) belirtmeden geçemeyeceğim.

Monopoli | Fotoğraf: Unsplash/@max_libertine


Alberobello

Burası hakkında bugüne kadar yazılan çok fazla şey var ve söylemeliyim ki hepsi doğru. Gerçekten büyüleyici bir yer; zaten UNESCO Dünya Mirası listesinde. Tarihi çok ilginç; geçmişte İtalya’da sahip olduğunuz çatı sayısına göre konut vergisi veriliyormuş. Burada yaşayan insanlar da zamanında fazla vergiden kaçınmak amacıyla tam olarak çatı olmayan ama çatı işlevini gören bu trullileri inşa etmişler. Şu anda Alberobello’da yaklaşık 1500 trulli var. Çoğu çok bakımlı, bazıları ise sahipsiz ve bakımsız kalmış. Ama eğer isterseniz siz de burada bir trulli sahibi olabilirsiniz. Evet, okuduğum bazı kaynaklara göre trullileri restore etmek şartıyla siz de bir trulli sahibi olabiliyorsunuz 🙂

Puglia Gezi Rehberi | Fotoğraf: İdil Deniz Selçuk

Polignano a Mare

Puglia’nın en turistik yerlerinden biri, açıkçası Monopoli’ye benziyor ama biraz daha küçük bir yer. En önemli özelliği dik bir yamaçta bulunması ve çoğu noktasından inanılmaz bir manzaraya sahip olması. Hatta burada çok ünlü kayalıklar arasına inşa edilmiş bir restoran da bulunuyor. Biz Polignano a Mare’yi çok beğendik, hatta o kadar çok beğendik ki bir de denizden görmek için ufak bir tekne turuna çıktık. Tekne sizi şehrin bir ucundan diğer ucuna ve hatta biraz daha ilerisine götürüyor, şehir kayalıklara inşa edilmiş olduğu için tekneyle denizden geçerken mükemmel bir manzaranın yanı sıra kayalıkların içerisinde zamanla oluşmuş mağaraları da görebiliyorsunuz. Bizim en büyük şansımız, çok tatlı biri olan kaptanımızın bizi bu mağaralardan bir tanesinin içerisinde 30 dakikalık bir yüzme molasıyla şaşırtması oldu. Hayatımda yaşadığım en ilginç yüzme deneyimlerinden biriydi. Daha da güzeli yüzme molası sonrası gün batımı ile beraber şehre dönüşümüz ve La Casa del Mojitos‘da İtalya’nın en güzel mojitosunu keşfetmemiz oldu.

Polignano a Mare, Grotta Palazzese | Fotoğraf: İdil Deniz Selçuk

Lecce

Güneyin Toskana’sı olarak bilinen Lecce, orta çağlardan kalma bir şehir. Sokaklarında kaybolabileceğiniz, bol bol dondurma ve hamur işi yiyebileceğiniz Puglia’nin en önemli yerlerinden. Bizim en büyük şansımız beraber çalıştığım Lecceli iş arkadaşımın da bizim gittiğimiz dönemde orada bulunması ve bizi şehirde ve çevresinde gezdirmesi oldu. Monopoli’den Lecce’ye yaklaşık 2 saatlik tren yolculuğumuz sonrasında araba ile önce Torre dell’Orso‘ya gittik. Burası fotoğraftan da görebileceğiniz gibi tüm gününüzü muhteşem denizinde geçirebileceğiniz, arada da kendinizi Lecce’ye özel şaraplar ve deniz ürünlü makarnasıyla şımartabileceğiniz bir yer. Deniz keyfinden sonra şehir merkezinde sokakların arasında kaybolduk, tüm şehir boyunca yaklaşık elli metrede bir inşa edilmiş kiliseleri ziyaret ettik ve günü Lecce’ye özgü incirli dondurmamızı yiyerek noktaladık. Burası Puglia’ya geldiğinizde mutlaka listeye alınması gereken bir yer.

Puglia, Torre dell’Orso | Fotoğraf: İdil Deniz Selçuk

Puglia’da Ne yemeli?

İtalya’da olduğumuza göre bu sorunun tek bir cevabı var, makarna ve pizza! Ama İtalya’nın her bölgesinde olduğu gibi Puglia’nın da kendine özgü yemekleri ve tatlıları var. Bunlardan en önemlisi “Orecchiette alla cime di rapa“, yani aslında taze şalgamın yaprakları kullanılarak yapılan bir sosla Puglia’ya özel “Orecchiette” makarnasının birleşimi. Benim favorim olmasa da, denenmesi lazım. Benim en çok sevdiğim ise, Ostuni’de şans eseri keşfettiğimiz Borgot Antico Bistrot‘daki Burrata peynirli ve fesleğenli aşağıdaki makarna olmuştu. Bunun dışında mutlaka deniz ürünleri ile yapılmış makarna ve pizzalar denenmeli diye düşünüyorum.

Borgot Antico Bistrot’da öğle yemeği | Fotoğraf: İdil Deniz Selçuk

Tatlı olarak ise Puglia’nın en önemli ürünü Pasticciotto. Bu tatlıyı içi kremalı bir kurabiyeye benzetebilirsiniz. Farklı çeşitleri var, benim en çok beğendiğim en klasiği olan kremalı versiyonu ve çikolatalısı olmuştu. Pasticiotto’yu Puglia’da hemen hemen her pastanede bulabilirsiniz. Puglia benim İtalya’da en çok beğendiğim bölgelerin başında geliyor. Tekrardan buluşacağımız günü sabırsızlıkla bekliyorum! Herkese iyi gezmeler!

Kapak Fotoğrafı: İdil Deniz Selçuk

İlginizi çekebilir: Neslihan Ersoy’dan Bir İtalyan Rüyası: Puglia

Bayramda Yollarda: Puglia’dan Rodos’a Bayram Rotaları

Her fırsatını bulduğumuzda kendimize keşif rotaları yaratmayı seven theMagger ailesi olarak bayramın gelişi de tabii ki yeni seyahat planları için ideal bir zaman bizim için. Bayram bahanesi olsun dedik ve sosyal medyamızda takipçilerimize bayramda nereye gitmeyi planladıklarını sorduk. Anketimizin sonuçları bizi ilhamla doldurdu, valizleri yapıp bir an önce yola çıkma isteğimizi arttırdı. İşte sizlerden aldığımız ilhamla derlediğimiz, Puglia’dan Rodos’a Londra’dan Berlin’e bayram rotaları…

Puglia, İtalya

giulia-gasperini-1055244-unsplash

Fotoğraf: Giulia Gasperini

Puglia, İtalya’nın güneydoğusundaki üç tarafı Akdenizle çevrili bölgesi, buraya “çizmenin topuğu” yakıştırması yapıldığını da çokça duymuşsunuzdur. Güneşin kavurduğu Puglia kasabalarının her birine aşık olacaksınız. Noel Baba’nın kemiklerinin bulunduğu bazilika nedeniyle kutsal sayılan, büyük liman şehri Bari‘ye ya da Ferzan Özpetek filmlerinden hatırlayacağınız Lecce‘nin sapsarı sokaklarına da öyle… Puglia’da mutlaka uğramanız gereken o birbirinden eşsiz kasabalar arasında trullo denilen, konik kireçtaşı çatılarıyla UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş Alberobello, bembeyaz evleri ve Akdeniz’e tepeden bakan meydan ve sokaklarıyla Ostuni ve sarp kayalıklara dalgaların vurduğu Polignano a Mare. Puglia’ya uğramışken İtalyan mutfağından da nasibinizi almadan dönmemelisiniz tabii ki: İtalyan mutfağının bu bölgeye özgü lezzetleri arasında etli ya da kaparili olarak hazırlanan makarna çeşidi orecchiette, başta polipetti (bebek ahtapot) olmak üzere deniz mahsülleri, taralli adlı gevrekler ve taş fırında yapılan zeytinyağlı çıtır ekmek frisella sayılabilir.

Bologna, İtalya

bogdan-dada-156739-unsplash

Fotoğraf: Bogdan Dada

Bologna, İtalya’nın Emilia Romagna bölgesinin merkezi olmakla kalmayan, konumu da merkezî olan büyük bir şehir. Roma İmparatorluğu dönemi öncesinde uzun yıllar Etrüsk uygarlığına ev sahipliği yapmış olan Bologna’da 1088 yılında kurulan Bologna Üniversitesi dünyanın en eski üniversitesi olarak biliniyor. Bu bilge şehre “Kırmızı Şehir” de deniyor çünkü sizin de şehrin ortasında yükselen Torre di Asinelli‘nin yüzlerce merdivenini tırmanarak tadını çıkarabileceğiniz o manzarada fark edebileceğiniz gibi şehir kırmızı tuğlalı ve kırmızı kiremitli binalarıyla özdeşleşmiş durumda. Bologna’da bulunan, revaklı cepheleriyle dikkat çeken tarihi binaları, üniversiteyi, Etrüsk ve Roma tarihine adanmış müzeleri, geniş meydanları ve görkemli kiliseleri çoktan görülecekler listenize eklemiş olabilirsiniz. Bologna Modern Sanat Müzesi, kısa adıyla MAMbo‘yu da es geçmemenizi öneririz; 1915’te inşa edilmiş eski bir fırından dönüştürülen bu bina, bugün sinematek, atölye alanı ve müzesiyle büyük bir kültür merkezi işlevi görüyor ve müze koleksiyonunda birçok çağdaş İtalyan sanatçının eserleri yer alıyor. Bologna’da makarnanızı (tercihen tagliatelle) adını şehirden alan bolonez sosla yemeyi, Bologna ve Parma’nın meşhur prosciutto ve salamlarını tatmayı ve eve dönmeden biraz parmiggiano reggiano peyniri almayı unutmayın.

Belgrad, Sırbistan

belgrade_street_mushaboom8_sezen-27

Fotoğraf: Sezen, theMagger

Yugoslavya’nın başkenti oluşundan Sırbistan’ın başkenti oluşuna Balkanlar politikasını ve yakın tarihi şekillendiren birçok önemli olaya ve döneme tanıklık etmiş Belgrad, son yıllarda en çok tercih edilen destinasyonlardan biri. Bunda vizesiz seyahat edilebilmesi kadar hareketli gece hayatının, Avrupa’nın en yeşil başkentlerinden biri oluşunun, hip mahallelerinin ve kültürel zenginliğinin de etkisi var tabii ki. Aradığınız ister dans pisti, ister romantik bir akşam yemeği, ister bir rakı rakija sofrası olsun, şehrin en hareketli sokaklarından Skandarlija‘da mutlu olacaksınız. Graffitiler ve duvar resimleriyle dolu sokaklarda kaybolarak, kolektif etkinlik alanı Mikser House ve tasarım mağazaları, butiklerle dolu Belgrade Design District‘e uğrayarak ya da şehrin en hip, en yeni kahvecilerini bulacağınız Dorcol‘de soluklanarak şehrin değişen, gençleşen yüzüne tanık olabilirsiniz.

Tallinn, Estonya / Riga, Letonya

ruslan-valeev-599019-unsplash

Fotoğraf: Ruslan Valeev

Baltık ülkelerinin iki başkenti, Tallinn ve Riga hem kültürel kimlikleriyle hem ortaçağ esintili mimarileriyle hem de birer günde tüketilebilecek boyutlarıyla çoğunlukla bir arada seyahat planlarına dahil ediliyor. (Bu rotaya Tallinn’in hemen karşı kıyısındaki, Finlandiya’nın başkenti Helsinki’yi dahil etmek de mümkün.) İki kuleli Viru Kapısı‘ndan girerek ulaşacağınız Tallinn’de yemyeşil tepelerden şehrin kendisini, hatta uzaklarda yükselen Helsinki’yi izlemeniz mümkün; bunun için Kohtuotsa Seyir TerasıPatkuli Seyir Terası‘nı ya da Tallinn TV Kulesi‘nin cam tabanlı platformunu deneyebilirsiniz. Şehirde aynı zamanda dünyanın en eski eczanelerinden biri olan Town Hall Pharmacy, Estonya’nın en büyük müzesi olan Kumu Sanat Müzesi ve eski bir endüstriyel kompleksten kolektif bir yaratıcı alana dönüştürülen Telliskivi Loomelinnak gibi kaçırılmaması gereken duraklar var. Riga’da ise bir zamanlar zeplin hangarı olan geniş bina, bugünlerde ise yerel lezzetleri ve ürünleri tadabileceğiniz bir pazar yeri olarak kulanılan Rigas Centraltirgus, tepesindeki iki kedi heykeliyle Kedili Ev ve gümüş heykellerden mücevherlere gümüşe dair her şeyi bulabileceğiniz Live Silver Museum görmeniz gerekenler arasında. Estonya ve Letonya’da Baltık mutfağının derinlerine inmeyi, bol bol çorba, sarımsak, et yemekleri ve çikolata tüketmeyi unutmayın.

Rodos, Yunanistan

serhat-beyazkaya-677558-unsplash

Fotoğraf: Serhat Beyazkaya

Rodos‘u tarif etmenin en iyi yollarından biri “ortaçağ kenti” demek olacaktır; hatta adaya gerçekten “Şövalyeler Adası” da denmekte. Ege Denizi’nin ve Yunan Adaları’nın en büyük adalarından biri olan Rodos, Avrupa’nın Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı gibi birçok tarihi döneminde stratejik bir ada olmuş. Rodos’un görkemli surları içindeki eski şehrin sokaklarında gezdiğinizde ve tabii Rodos Kalesi‘ni ziyaret ettiğinizde bu şehrin tüm bu uygarlıklara rağmen neden hâlâ ortaçağ referanslarıyla anıldığını anlayacaksınız. Kiliseleri, camileri, işlek limanı, kahvehaneleri ve tavernaları bir yana, adanın dört bir yanındaki onlarca plajda kendinizi ilkbahar ve sonbahar aylarında dahi Ege’nin serin sularına bırakabilirsiniz. Adanın doğusunda Ege kıyılarının en güzel manzaralı antik kentlerinden Lindos‘u, adanın en kuzey noktasında ise art deco stilindeki şirin mimarisiyle Rodos Akvaryumu‘nu bulacaksınız.

Londra, İngiltere

ming-jun-tan-121082-unsplash

Fotoğraf: Ming Jun Tan

Yüzyıllarca “Güneşin Batmadığı İmparatorluğa” başkentlik yapmış, bugünlerde ise Brexit kriziyle uğraşan Londra, krallar ve kraliçeler kadar Sherlock Holmes’ten Harry Potter’a birçok kahramanla da özdeşleşmiş bir şehir. Her rehberde bulacağınız öneriler, dünyaca ünlü müzeler, hit müzikaller ya da en turistik lokasyonlar dışında bir tavsiyede bulunmak için şehrin biraz dışına çıkmanız gerekiyor:  Örneğin yeşillikler içindeki, kanal kıyısında yürüyüşler ve lezzetli burgerler vadeden Hackney Wick‘e, punk-rock pub’lar ve bağımsız sinemaların kapısından girebileceğiniz, İngiliz tarihinin ünlü isimlerinin mezarları arasında dolaşabileceğiniz Kensal Rise‘a ya da Walthamstow‘daki sanatçı pazarlarına – özellikle de neon tabelalara adanmış God’s Own Junkyard‘a uğramanız. Sherlock Holmes ve Harry Potter demişken; Baker Street‘te dedektife adanmış The Sherlock Holmes Museum‘un, King’s Cross tren istasyonunda ise The Harry Potter Shop at Platform 9 3/4 adlı dev bir Harry Potter mağazasının olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.

İlginizi çekebilir: Ece Yazıcı’dan Londra’nın Sağlıklı ve Lezzetli Durakları

Amsterdam, Hollanda

joel-de-vriend-518064-unsplash

Fotoğraf: Joel de Vriend

Amsterdam, kanalların, bisikletlerin ve lalelerin şehri ve Avrupa’nın en çok turist çeken noktalarından biri olmasında birçok unsurun etkisi var. Bunlardan biri zevkli, yenilikçi ve cool mekanlarla dolu mahalleleri; örneğin Jordaan ve Haarlemmstraat. Bu iki mahallede tasarım mağazaları, butikler, kahveciler ve farklı konseptlerdeki lezzet dolu kafe ve restoranları bulacaksınız. Vondelpark‘ın çimenlerinde uzanıp gökyüzünü izledikten ve keyifli bir yürüyüşün ardından şehrin batısına doğru yürüyüp Foodhallen‘de bulacağınız onlarca standda, farklı dünya mutfaklarından lezzetler deneyebilirsiniz. Seyahatinizin kültür kısmı içinse Museumplein‘deki büyük müzelerden birini ya da birkaçının zaten listenizde olduğunu varsayıyoruz; bir diğer öneri, şehrin kısacık bir feribot yolculuğuyla ulaşacağınız kuzey kısmındaki, film gösterimlerinin yanında sinemaya adanmış kapsamlı sergileriyle ve çarpıcı mimarisiyle de dikkat çeken Eye Filmmuseum.

Berlin, Almanya

anastasia-dulgier-675605-unsplash

Fotoğraf: Anastasia Dulgier

Tarihi boyunca başta II. Dünya Savaşı ve Doğu Almanya dönemlerinin yol açtıkları olmak üzere birçok acıya fon oluşturmuş, bugünse sadece Avrupa’nın değil tüm dünyanın en kozmopolit, en eğlenceli, en hareketli kentlerinden birine dönüşmüş olan Berlin... Berlin’de kültür ve sanat için Mitte‘de, en yeni mekanlar için Kreuzberg‘de, modern mimari için Potsdamer Platz ve çevresinde dolaşmanız gerektiğini biliyorsunuzdur. Şehrin gizli kalmış mekanları için daha sakin bir mahalle olan Prenzlauerberg‘i ya da Berlin Duvarı kalıntılarının ardındaki sokakları kaplayan Friedrichshain‘i de ziyaret etmelisiniz. Mitte’deki galerilerin ve sanat alanlarının tümünü gezmeye vaktiniz olmadığını düşünüyorsanız KW Institute ve me Collectors Room‘u es geçmemenizi, bu uyumayan şehirde gündüzleri olduğu kadar geceleri de vakit geçirmenizi ve özellikle Vietnam ve Türk mutfaklarını bir de Berlin’de denemenizi öneriyoruz.

New York, ABD

freddie-marriage-40227-unsplash

Fotoğraf: Freddie Marriage

Hiç kimsenin kendini yabancı hissetmediği, çünkü kimsenin yerlisi olmadığı şehir. Hiç uyumayan, dünyanın dört bir yanından insanların hayallerini gerçekleştirmek için geldiği New York City‘i keşfetmek artık Manhattan’la sınırlı değil. Hatta bundan on yıl önce pek kimsenin adını bile duymadığı Williamsburg, artık Brooklyn’in en pahalı ve en kalabalık mahallelerinden biri. Peki sürekli büyüyen, değişen bu dopdolu şehirde, Times Square‘in renkli dünyasında kaybolduktan, Central Park‘ta soluklandıktan, MoMA ya da The Met‘te kültür ve sanata doyduktan sonra neler yapabilirsiniz? Brooklyn’de sanatçı ruhlu insanların mahallesi Bushwick‘te sokak sanatının peşinden koşabilir, Red Hook‘un sakin sokaklarından sahile inip Özgürlük Anıtı’nı uzaktan izleyebilir, ucuz ve zevkli mağazaların Polonya kültürüyle buluştuğu Greenpoint‘e dolanabilirsiniz. Governors Island‘da bisiklete binebilirsiniz. Manhattan’sız da olmaz tabii; eski bir metro hattının boylu boyunca bir parka dönüştüğü High Line‘ı bir ucundan diğerine yürüyün, Chelsea Food Market‘ta yemek ya da Whitney Museum of American Art‘ta sanat molası verin.

Los Angeles, ABD

adam-berkecz-1425648-unsplash

Fotoğraf: Adam Berkecz

Hollywood yıldızları, palmiyeler ve sörfle özdeşleşmiş olan Los Angeles, Kaliforniya’nın en güzel şehirlerinden. Yıldızların yaşadığı yerlerin, kaldırımdaki el izlerinin ya da çalıştıkları stüdyoların peşinde değilseniz de Los Angeles’ta yapacak çok şey var. Örneğin Highland Park‘taki plak mağazaları, bağımsız kitapçılar, tasarım mağazaları ve oldukça popüler bowling pistini, bir de gece hayatının son yıllarda yükselişe geçtiği Koreatown‘u listenize kesinlikle ekleyin. Petersen Automotive Museum ve Walt Disney Concert Hall gibi mimari başyapıtları, Chinese Theatre ve Dolby Theatre gibi ünlü sinemaları kaçırmayın, Griffith Gözlemevi‘nden hem şehri hem de yıldızları izleyin. Ve tabii Venice Beach‘te, Long Beach’te, Malibu‘da ve daha fazlasında güneşin, okyanus dalgalarının ve kumsalların tadını çıkarın.

rosche_1

Seyahatiniz nereye olursa olsun, Ferrero Rocher ile bayramınızın ilk durağı hep ailenizin yanı olsun! #entatlıziyaret

Puglia Turu Vol.2: Matera, Bari, Alberobello, Polignano a Mare

Neslihan Ersoy’un Bir İtalyan Rüyası: Puglia Vol.1 – Lecce, Otranto, Gallipoli yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

4. Gün – Taranto – Matera (Matera’da Konaklama)

4. günümüzde programın ilk bölümü olan Lecce ve bölgesini tamamladıktan sonra Matera şehrine gitmek için yola çıktık. Buraya giderken yol üstünde Taranto’ya uğradık. Taranto’nun yeni bölümü lüks mağazaların, restaurantların olduğu güzel bir liman şehri. Eski bölümü ise çok bakımsız, bizdeki Tarlabaşı’nı anımsatan bir yer. Açıkcası burası gitmeye değer bir bölüm değil. Burada öğle yemeği yedikten sonra Matera’ya gitmek üzere yine yola çıktık.

MATERA

Matera

Matera’nın eski şehir bölümüne arabayla girilmediği için arabayı en yakın yere park edip, eski şehir bölümüne yürüyerek geçtik.  Manzarayı ilk gördüğümüzde gerçekten Mardin-Midyat ile olan benzerliği karşısında gözlerimize inanamadık. Biz burada bir gece kalmayı planlamıştık, yerel halkın yaşadığı eski bölüm tarafında çok şirin bir evde kaldık. Bahçesinde içtiğimiz kahvenin keyfini unutamam. Ev sahibi inanılmaz şeker bir çifti, La Casa di Alice’i kesinlikle tavsiye ederim. Evin önünde sizi çok yaşlanmış Alice isminde Golden Retriever cinsi köpek karşılıyor, yaşlılıktan dolayı gözlerinin kör olduğunu öğrenince inanılmaz üzülmüştüm 🙁

La Casa Di Alice, Matera

Matera şehri 1993 yılında UNESCO dünya mirası listesine eklenmiş, bu antik şehir Arap, Bizans ve Fransız etkisi altında kaldığı için 3 farklı kültürün de yansımalarını görebiliyorsunuz. Matera’ya “Sassi di Matera”, yani Matera’nın taşları deniliyor. Matera eski şehri, Sasso Barisano ve Sasso Caveoso olmak üzere iki bölgeden oluşuyor. Aslında iki farklı vadi olarak düşünebilirsiniz. Sasso Caveoso bölgesinde St Pietro katedrali, Sasso Barisano da ise Duomo Katedrali görülecek yerler arasında. Her iki bölgede de eski yaşamı anlatan evler var, buraları gezerek halkın nasıl yaşadığını canlandırma ve anlatımlardan öğreniyorsunuz. Sasso Caveoso bölgesinde “Casa Grotta di Vico Solitario”, Sasso Barisano bölgesinde ise “Casa del Barisano Grotta”, biz Sasso Barisano bölgesindekini gezdik. Eğer vaktiniz varsa bir kaç saatlik tarihi turlara da katılabilirsiniz.

Matera2

Akşam yemeği için ev sahibleri bize Ristorante Francesca’yı tavsiye etti ama maalesef buraya önceden rezervasyon yapmak gerektiği için yer bulamadık, sizin de aklınızda olsun. Regia Corte Oteli’nin restoranında Ristorante Regia Corte ‘de akşam yemeğimizi muhteşem manzaraya karşı yedik. Burası bütün tatil boyunca gittiğimiz en lüks restoran oldu, farklı çeşit et ve makarnaları denedik, bu manzara ve lezzetli yemekler hafızalarımıza kazındı.

Matera mutlaka görülmesi gereken bir şehir, Puglia turunda biraz lokasyon olarak farklı kalıyor ama kesinlikle ziyaret etmeye değer. Tüm turda, Lecce ve Matera benim iki favorim olarak hafızamda yerlerini aldı.

5. Gün – Alberobello- (Bari’de Konaklama)

ALBEROBELLO:

Alberobello1

Alberobello, 1996 yılında UNESCO Dünya Mirasına eklenmiş. Bizdeki Kapadokya’yı andıran bu kasabaki evler küçük kireç taşlarının harç kullanılmadan üst üste konarak inşa edilmesiyle oluşmuş, bunlara da Trulli evleri deniyor. Alberobello’da İtalyanca “güzel ağaç” anlamına geliyor. Eskiden bu evlerde yaşayan halk, şuanda buraları hediyelik eşya dükkanlarına, cafelere çevirmiş turistik olarak kullanılıyor. Trulli evlerini, renkli çiçeklerle bezenmiş güzel sokakları görünce kendinizi bir masal dünyasında hissedeceksiniz. Sokakları gezdikten sonra Katedrale doğru yukarı çıktık, ancak bir cenaze olduğu için kiliseyi göremedik. Bir kafede biraz dinlendikten sonra Bari’ye gitmek üzere yola çıktık.

BARİ:

Bari

Akşama doğru Bari’deki Hotel Palace otelimize yerleştik, tarihi, büyük ve şehir merkezindeki otelimizi tavsiye ederim. Bari’ye vardığımızda açıkcası biraz şaşırdım, çünkü okuduklarıma göre çok çok daha güzel bir şehirle karşılaştım. Palmiyeleri ile İzmir’i andıran, ama bana daha çok Barcelona’yı anımsatan hem eski şehir bölgesinden hem de lüks mağazaları, cafeleri, yat limanıyla yeni şehir bölgesinden oluşan hareketli ve güzel bir şehir  olarak Bari karşımıza çıkıyor. Öncelikle biraz şehrin yeni bölümünü gezdik, burası 1 haftadır görmüş olduğumuz İtalya’dan tabi ki çok farklıydı. Yeni şehir bölümünde tüm lüks mağazalar, değişik İtalyan butikleri, şık cafeler vardı. Araştırmalarımıza göre şehrin en ünlü ve en güzel restaurantlarından olan Ristorante Biancofiore’ye gittik. Burası mekan olarak açık bölümü olmayan, küçük kapalı bir yer ilk başta kapalı olması yani sokağı görmemesi bize biraz garip gelsede İtalya’da bu çok normal olduğu için bu tatlı restoranda yemeğimizi yedik. Şef yemekleri hazırlarken camekandan izleyebiliyorsunuz, bir ailenin işlettiği bu restoranda hizmet ve balık çeşitleri çok lezzetli ve ortam çok kaliteliydi, kesinlikle tavsiye ederim.

6. Gün – Polignano a Mare – (Bari’da Konaklama)

BARİ

Bari’deki 2. günümüzde aslında buranın en çekici kısmı olan Bari vecchia’yı yani eski tarafı gezmek üzere sabah otelimizden ayrıldık. Eski Bari dediğimiz bölüm bize Gallipoli’yi anımsatan, fakir halkın küçücük bitişik evlerde yaşadığı bir bölüm. Burada evler gerçekten çok küçük, sokaktan geçerken göz ucuyla evlerin içine bakınca insan inanamıyor sadece küçük bir oturma odası ve yatak odasından oluşan minnacık evler, çok eski bir masa takımı ve çok eski bir televizyon tabi hal böyle olunca herkes evlerinin önüne koyduğu sandalyede oturuyor, çocuklar top oynuyor koşuşturuyor, yaşlısı genci çoçuğu herkes halinden çok memnun ve çok mutlu görünüyordu. Basit hayatın getirdiği mutluluk, trafiksiz, stressiz bir yaşam, sosyal insanları ile Bari halkı bizi kendine hayran bıraktı. Bu bölgede gezilmesi gereken yerler; Piazza Mercantile cafeler ve restaurantlardan oluşan meydan, Aziz Nikola Bazikilası, keyifli gezilecek dar sokaklar, Lungomare denen kordon boyu.

POLİGNANO A MARE

POLİGNANO A MARE

Son günümüzü de değerlendirmek için Bari’ye yakın bir sahil kasabası olan Polignano a Mare’ye  gitmek üzere yola çıktık. Buraya da 45 dakikada gittik, arabayı park edip eski şehrin olduğu bölüme giderken sizi buranın en ünlü yeri olan kayalarla çevrili doğal havuz görünümlü plajı karşılıyor. Renkli şemsiyeler, denizde yüzen İtalyanları ile doğallığı bozulmamış bu plaj bile sadece burayı görmeye değer kılıyor.

Şehrin içinde küçük kafeler, restoranlar, hediyelik eşya satan minik dükkanlar mevcut, burası da bana  Alaçatı’yı anımsattı. Buranın tüm gezi sitelerine, kitaplarına konu olmuş bir de mağara içinde bulunan meşhur restoranı var, Ristorante Grotta Palazzes, uzun uğraşlar sonucu burayı bulduk ama gündüz açık değildi, eğer özellikle buraya gelmek isterseniz akşam yemeğine gelebilirisiniz ama önceden rezervasyon yaparsanız işiniz garanti olur.

Bu kasabada 2 katlı küçük evlerden oluşuyor, buraları daha çok yazlık olarak kullanıyorlar. Biz gittiğimizde gündüz olduğu için restaurantların çoğu kapalıydı ama akşam yine Alaçatı gibi sokaklarda yemek yiyen İtalyanları ile bu kasabayı hayal edebilirsiniz, burayı da görülmesi gereken yerlere eklemenizi tavsiye ederim. Biz akşam yemeği saatine kadar bekleyemediğimiz için Bari’ye döndük ama siz buraya geliş zamanınızı akşama denk getirirseniz keyifli olacağını tahmin ediyorum.

7. Gün – Bari

Panificio Fiore, Bari

Bari’deki son günümüzde öğlen 12’ye kadar vaktimiz olduğu için bu günü en çok sevdiğimiz gıda alışverişine ayırdık. Eski merkezin orda bir şarküteri bulup, evde kendimize İtalyan yemeği yapabilmemiz için gereken tüm peynirler, makarna çeşitleri ve şarapları doldurduk. Bir de Bari’de ünü duyulmuş, bir fırın var ismi Panificio Fiore (çiçek fırını) burada da pizzaya benzeyen Focaccia’yı yedikten sonra artık yola çıkmak için son hazırlıklarımız yapıp ve havaalanına giderek arabamızı teslim ettik.

Bari Aile

Çok şükür ki hiçbir sorun yaşamadan, aile içinde uyumlu, herkesin gönlünü yaparak güzel bir tatil geçirdik. Ailenin tüm tatil planlarının rehberi olarak bu tatilden de alnımın akıyla çıkabildim. Eğer daha detaylı sorularınız olursa yardımcı olmaktan memnuniyet duyarım 🙂

Bir İtalyan Rüyası: Puglia Vol.1 – Lecce, Otranto, Gallipoli

puglia

Puglia bölgesi en büyük şehir Bari, en otantik şehir Lecce ve küçük sahil kasabalarından oluşan İtalya’nın çizmenin topuğu olarak adlandırılan bölgesi. Puglia da klasik İtalya gibi turiste doymuş bir bölge değil, o yüzden hem halk sizi çok güzel ağırlıyor hem de çok turistik olmadığı için konaklama, yeme-içme fiyatları gerçekten uygun. Bu bölgede araba kiralamak biraz ihtiyaç gibi diyebilirim. Daha önce İtalya’nın Amalfi kıyılarına gittiğimizde tren ve motosiklet kiralayarak çok rahat bir tatil geçirmiştik. Ancak aynı şeyi Puglia bölgesi için söyleyemeyeceğim. Tabi ki büyük şehirlerden birbirine trenle ulaşım sağlanıyor ancak küçük sahil kasabalarını ve plajları rahatça gezebilmek için bu bölgede araba kiralamak çok faydalı olacaktır, eğer böyle bir imkanınız yoksa da trenle belirli yerlere ulaşımın sağlandığını seyahat öncesi araştırmalarımda görmüştüm. Biz bu seyahatte çekirdek ailem olan annem, babam ve kardeşim ile birlikteydik ve arabayla ulaşım sağladığımız için çok rahat ettik, araba kiramalaya karşı olan babam bile tatil sonunda “evet haklıymışsınız arabasız buralar gezilemezdi” dedi. 🙂

Şimdi gelelim hangi bölgelerin nasıl gezileceğine ve hangi bölgede kaç gün kalınacağına. Bu rota planını oluşturmadan ben de daha önce bu tarafa seyahat edenlerin tecrübelerinden faydalandım. Gördüğüm kadarıyla genellikle insanlar Bari’ye direk uçuş olduğu için buraya gelip tatil programlarına bu şehirden başlayıp, güneye doğru inerek gezilmesi gereken yerleri gezip her gün farklı yerde konaklayacak şekilde yapmışlar. Ancak biz bu şekilde yapmadık; çünkü her gün ayrı bir yerde kalmak ve çok küçük kasabalarda kalmayı istemediğimiz için büyük şehirlerde konaklayıp gezilmesi gereken yerlere günü birlik gidip geldik. Seyahatimiz sonunda bize uygun olana karar verdiğimizi gördük, çünkü kasabalar çok küçük bir kaç saat içinde gezilebiliyor sonrasında burada kalmak bize göre biraz sıkıcı olabilirdi.

Diğer bir konu ise Puglia tatilinin ne zaman yapılmasının uygun olduğu, eğer yazın giderseniz İtalyanlarla birlikte denize girip, plajda onların eğlenceli konuşmalarını dinleyebilir, güzel bir yaz tatili yapabilirsiniz. Eğer bahar aylarında giderseniz de yine güzel havanın keyfini çıkarıp gezilmesi gereken yerleri çok sıcak olmadığı için rahatça gezebilirsiniz. Biz özellikle yazın keyfini çıkarmak için Temmuzda gittik, gündüzleri çok sıcak olduğu için o sıcak saatleri deniz ve plajda değerlendirip, kasaba gezmelerini sabahtan ve öğleden sonraya denk getirmeye çalıştık. Toplamda 7 günlük tatilimizi kaldığımız yerlere göre 3 bölüme ayırabilirim; Lecce, Bari ve Matera. Lecce ve Bari Puglia bölgesindeki iki büyük şehir, Matera ise Basilicata bölgesinin içinde yer alıyor. Biz 6 günde, Lecce, Otranto, Gallipoli, Taranto, Matera, Alberobello, Polignano a Mare ve Bari’yi gezdik. Listede daha gezilecek yerler vardı ama bir yandan deniz ve plajda vakit geçirdiğimiz için en çok bilinen ve farklı özellikleri olanları kasabaları gezebildik, açıkcası bize bu kadarı yetti çünkü belli bir noktadan sonra gittiğiniz kasabalar birbirini anımsatmaya başlıyor eğer siz vaktinizi ayarlayabilirseniz bu bölgede gidilmesi gereken diğer yerler Monopoli, Locorotondo, Martina Franca, Ostuni…

Şimdi gün gün gezdiğimiz yerleri ayrıntıları ile anlatacağım.

1.Gün – Lecce – (Lecce’de konaklama)

Lecce Binaları

 

Ulaşım: THY‘nin direk Bari’ye uçuşunun olması bu bölgeye ulaşmayı çok kolaylaştırmış durumda. Bizde direk Bari’ye uçup, internetten ayarladığımız aracımızı havalimanından alarak yola çıktık. Tatili planlarken önce direk Lecce’ye gidip sırasıyla kuzeye doğru çıkıp en son Bari şehrini gezme şeklinde programladık. Bari havalimanından Lecce’ye varmamız 2 saatimizi aldı, cuma günü olduğu için şehirden yazlıklara güneye inen İtalyanlarla birlikte keyifli bir yolculuk yapmış olduk. Lecce şehri, rüya gibi,  eski bölümü Mardin’i anımsatan ve Arap esintisini fark edebileceğiniz taş evlerden oluşuyor, balkonlardan çiçekler sarkıyor, akşamları küçük kafeler ve şık restaurantlarda yemek yiyen şık İtalyanlarla Lecce şehri tam bir film karesi gibi diyebilirim. Benim tüm Puglia turu içinde en beğendiğim en çok kendimi bulduğum şehir burası oldu.

Lecce’de Konaklama: Lecce’de kalınacak çok güzel butik oteller var, mutlaka şehir merkezinde bu tarz yerlerde kalın. Bizim kaldığımız otel Sui Tetti Luxury Rooms ‘du burayı gönül rahatlığıyla önerebilirim. Personel çok yardımcı, odalar tertemizdi ve şehir merkezinde olduğu için çok rahat ettik, arabayı da çok yakında bir otopark vardı oraya bıraktık çünkü şehir merkezine araç park etmek ikamet edenler dışında yasaktı.

Lecce

Lecce’de Gezilecek Yerler: Lecce’de asıl gezilecek yerler eski şehrin olduğu bölümde bulunuyor. Burada görmeniz gereken yerler Sant’ Oronzo Meydanı, Santa Croce Bazilikası, Porta Napoli, Duomo Meydanı, Lecce Katedrali. Sant Oronzo Meydanı şehrin kalbi diyebiliriz, bir çok ara sokak hep buraya çıkıyor. Sant’ Oronzo Meydan’ında 2.yüzyıldan kalma amfitiyatro var, burayı camlarla çevirmişler ve şehri yapılandırırken burayı yıkıp dökmemeleri ve korumaları tarihe verdikleri değeri gösteriyor. Bu meydana çıkan sokakların birinde Santa Croce Bazilikası var, burası ihtişamlı yapısıyla direk dikkatinizi çekecektir. Şehrin Napoli’ye çıkan kapısına Porta Napoli demişler, burada da yine görkemli kapıyı görebilirsiniz.Diğer önemli nokta ise Lecce katedralinin olduğu Duomo Meydanı ki burda da birçok tarihi yapıyı bir arada görebilirsiniz. Lecce küçük bir şehir olduğu için sokakta gezerken bu yapılar zaten karşınıza çıkacak, merak etmeyin 🙂

Duomo Meydanı Lecce

Lecce’de Yeme – İçme: Yeme – içme konusuna gelince, aslında nerde oturursanız oturun İtalya’da olduğunuz için yiyeceğiniz her yemek lezzetli olacaktır. Öncelikle Sant’ Oronzo meydanında bir sabah veya akşam kahvesi içmeye mutlaka gitmelisiniz. Burası şehrin en hareketli noktası, tabi manzaranız tarihten kalan amfitiyatro ve açık hava müzesi gibi binalar da olunca kahve keyfiniz daha da bir artıyor. Puglia’ya özel makarna türü olan Orecchiette’yi mutlaka deneyin. Bizim orda olduğumuz 2. akşam Avrupa Kupasın’da İtalya-Almanya maçına denk geldik. Sant’ Oronzo meydanında oturacak yer ararken ıslık, alkış seslerini duyunca meydana çıkan bir sokağa girdik ve tam da istediğimiz gibi bir manzara ile karşılaştık. Yan yana 4-5 tane cafe- restaurantın hepsi dışarlara televizyonlar koymuş, bir kısım insan restaurantlarda maçı oturarak izlerken, bir çoğu da çimlere sandalye koyup buradan maçı izlemek için hazırlanmıştı. Bizim için de İtalya’da maç izlemek inanılmaz güzel bir anı oldu, tabi bir de maç penaltılara kalınca heyecan doruklara çıktı. Sonunda maçı İtalya kaybetti ama penaltılarda yaşadığımız heyecanı unutamayacağım. Maçın olduğu gün cumartesiydi tabi kardeşimle beni sadece maç keyfi kesmedi, biz ordan Lecce’nin Karaköy’ü diyebileceğimiz gençlerin meydanlarda oturup sadece konuştuğu ve elinizde içkinizle takılabileceğiniz ara sokaklarını keşfe çıktık. Buranın en meşhur barı Quanto Basta; içerisi çok küçük ama inanılmaz sevimli zaten içerden içkinizi alıp dışarıda sohbet eşliğinde takılabiliyorsunuz. İçerde barmenlerin önünde insanlar sıra oluşturuyor ve sizin sıranız geldiğinde bar sandalyesine oturuyorsunuz ve kokteylinizi hazırlarken size şov yapıyorlar, gidilmesi gereken noktalara ekleyebilirsiniz.

2. Gün – Otranto – (Lecce’de Konaklama)

OTRANTO: 

Otranto

Otranto, Lecce’ye 1 saat uzaklıkta çok tatlı bir sahil kasabası. Otranto’ya vardığımızda şehir merkezindeki plajda güneşlenenler, renkli şemsiyeler ve denize giren İtalyanlar bizi karşıladı. Önce görülmesi gereken kilise, meydan ve eski merkezdeki sokakları gezdik. Ben buranın tertemiz  dar sokakalarını, küçük restoranlarına hayran kaldım diyebilirim. Burası sahil kasabası olduğu için restoranlarda genellikle balık ürünleri vardı, kalenin orda bir yerel restorana oturduk yediğimiz her şey çok lezzetliydi.

Otranto’nun bizim tarihimizde de yeri olduğunu buraya gittiğimizde öğrendik. Fatih Sultan Mehmet 1480 yılında İtalya’ya Dalmaçya kıyısından girmeye karar verince, 100 donanma gemisiyle Otranto’yu fethederek karaya çıkış yapmışlar. 13 ay boyunca Osmanlı’nın işgali devam etmiş, halkı Müslüman olmaya zorlamışlar ve bunu kabullenmeyen 800 kişiyi de burada öldürmüşler, başları kesilen bu kişiler aziz ilan edilmiş ve iskeletleri katedralde sergilenmekte daha sonra Fatih Sultan Mehmet rahatsızlanınca İtalya işgali yarım kalmış ve donanma geri çekilmiş. Hatta İtalya’da bilinen söz olan Mamma mia, vengono i Turch sözününde (Anneciğim Türkler geliyor) buradan kaldığı söylenmekte.

Otranto

Gündüz hava çok sıcak olduğu için buradaki gezimizi tamamlayıp bir an önce kendimizi denize atmak istedik. Şehir merkezinde isterseniz halk plajı mevcut, ama biz burdan girmek yerine özel bir plaj bulduk. Bizdeki özel plaj mantığında şezlong ve şemsiyeye para ödenen, denizin tertemiz olduğu güzel bir mekan olan  La Dolce Riva‘ya gittik. Denize doğal havuz şeklinde oluşan kayaların arasından giriyorsunuz, buraya da bayıldık. Eğer sakin ve huzurlu bir plaj arıyorsanız, burayı çok beğeneceksiniz. 4 şezlong ve bir şemsiyeye 50 euro verdik, yani fiyatları bizim Çeşme’deki beachlere giriş fiyatı gibi düşünebilirsiniz. Hatta buranın geceleri de bar olduğunu öğrendik ama akşam Lecce’ye dönmemiz gerektiği için gece nasıl olduğunu göremedik.

3. Gün – Gallipoli – (Lecce’de Konaklama)

Gallipoli2

Lecce’ye yakın diğer bir sahil kasabası ise Gallipoli, burası da yine Lecce’ye 1 saat uzaklıktaydı. Gallipoli denince hepimizin aklına Gelibolu geliyor, zaten her ikiside Yunancada aynı anlama gelen “güzel şehir” demekmiş. Eski şehir bölümü  yeni şehire bir köprüyle bağlı, asıl gezilecek bölümse tabiki eski şehir bölümü. Burası için aslında gerçek güney İtalya diyebiliriz, halkın geçim kaynağı balıkçılık, bitişik nizam evler çok küçük, sokaklarda gezinirken mis gibi sabun kokan çamaşırları, evlerinin önünde sandalyede oturan yaşlı İtalyanları, sokaklarda top oynayan küçük çoçukları, balıkçı tekneleri ve plajıyla çok tatlı bir kasaba. Gündüz hava çok sıcak olduğu için bir kaç saat gezebildik. Ara sokakları gezdikten sonra öğlen yemeği için bir yerler baktık ama siesta zamanı olduğu için restoranlar açık değildi, akşam sokaklara masalar atılıyormuş ve eminim akşam çok keyifli oluyordur.

Balık Pazarı Gallipoli

 

Artık güneş bizi yormaya başladığından bir an önce kendimizi denize atmak için arabaya doğru giderken balık pazarını görünce merak edip girdik. Taptaze midyeler, jumbo karidesler, deniz kestaneleri tezgahta parlıyordu. Bunlara Frutti Di Mare yani Deniz Meyveleri diyorlar. Tezgaha yaklaştığımız anda İtalyan tezgahtar bize illaki orada oturup yememiz konusunda ısrar edince, bizde taze balıkları görünce bayağı heyecanlandık. Ancak İtalyan denizcimiz bize midyenin, jumbo karidesin çiğ yendiğini söyledi tabiki biz nasıl olur, çiğ yiyemeyiz diye anlatmaya çalışırken kendinden çok emin şekilde bizi ikna etmeyi başardı. Bunları çiğ yediğimize inanmak zor biliyorum ama inanın ki yedik! Bir yandan da acaba gerçekten böyle mi yeniyor yoksa adam bizi kekledi mi bunu anlamaya çalıştık ama gerçekten yerken çok eğlendik. Etrafımızdaki İtalyan’larsa genellikle çiğ deniz kestanesi yiyordu. Aşağıdaki tabağada 50 Euro verdik, yani pişmişi varken çiğsini yemek pek akıl karı değil, ama tecrübe oldu bize 🙂

Deniz ürünleri gallipoli

Yediğimiz çiğ balığın ardından, denize girmek için Gallipoli’de beach aramak için yola düştük. Eski şehirden yeni şehre geçtiğinizde Lungomare dedikleri upuzun bir kumsalla karşılaştık. Yan yana çok fazla beach var burada, hepsinde şezlong ve şemsiye mevcut, aralardaki boşluklarda da halk kendi eşyalarını getirip denizin keyfini sürüyordu. Gittiğimiz gün pazar günü olduğu için ve anca öğlen gidebildiğimiz için yolda arabayı bile park edecek yer yoktu. En ünlü olan Samsara Beach‘e baktık ama aşırı kalabalık olduğu için girmeye ceserat edemedik, onun yerine G Beach diye özel bir koyda yer alan diğer ünlü beache gitmeye karar verdik. Arabayı boş bir tarlaya park ettikten sonra ormanın içinden geçerek mekana ulaşıyorsunuz, burası yine doğallığını korumuş kayalıkların içinde bayağı büyük bir yerdi. Bir kısım şezlong deniz kenarında, bir kısım kayaların üstüne kurulan tahta iskelede yer alan geniş ve şık bir mekandı. Giriş ve şezlong için ayrı bir ücret ödemedik, tabi şezlong içinde bir ücret almamalarına açıkcası şaşırdık, mekanda sadece yediğinizi içtiğinizi ödüyorsunuz diyebilirim. Buradan denize kayalıkların arasından giriyorsunuz, bizdeki Kaş’ı anımsattı bize, bütün gün denizin ve güneşin keyfini çıkardıktan sonra kardeşimle heyecanla Happy Hour’u bekledik. İtalya’daki Aparativo konsepti burada da vardı, yani içki için 8 Euro ödüyorsunuz açık büfeden istediğiniz aparatif yemeklerden yiyebiliyorsunuz. Güzel müzik eşliğinde güneşin batışını çılgın İtalyan’larla yaşadıktan sonra yine Lecce’ye döndük. Bu beachi de kesinlike tavsiye ederim.

Yazının devamı yarın devam edecek, takipte kalın!

Puglia’nın Vazgeçilmezleri: Alberobello, Locorotondo ve Ostuni

Puglia seyahatimizin en keyifli anlarını oluşturan bölgeler başlıkta da yazdığım gibi Alberobello, Locorotondo, Cisternino ve Ostuni’ydi. Gelin size kısa kısa buralarda neler yaptığımız, neler yediğimizi anlatayım!

Biz seyahatimizde Ostuni’de 2 gece boyunca, Masseria Palombara Grande isimli bir “farmhouse”ta kaldık. Ostuni’ye 5 km uzaklıktaki bu çiftlik evi, sahibi Angelo tarafından işletiliyor. Buradaki bembeyaz duvarlarıyla, mavi ve sarı ağırlıklı dekore edilmiş odamızı çok sevdik. Aklınızda bulunsun; İtalya seyahatlerinizde “agriturismo” adını verdikleri, çiftlik evlerinde kalıp, farklı bir deneyim yaşayabilirsiniz.

Yukarıda saydığım bu dörtlü birbirlerine çok yakın olduklarından, hepsine yaklaşık 1’er saat araba yolcukluğu yaparak ulaştık. İlk olarak Alberobello’dan başlayalım!

Alberobello Arberobello’da Ne Yapılır?

Alberobello Puglia

1500’ü aşkın trulli evlerinin bulunduğu Alberobello, gerçek anlamda bir şirinler kasabasına benziyor. Tavanları koni şeklinde olan bu sempatik evlerin içinde eskiden İtalyan köylüler yaşıyormuş. Kalın duvarları olan trulli’ler hep tek katlı olarak, dışarısı kare şeklinde inşa edilmiş. Alberobello da Matera gibi Unesco Dünya Mirası listesinde. Bu kasabada biz, trulli’lere hayran kalarak 2 saate yakın gezdik, fotoğraflar çektik, kapısı açık olan evlerin içerisine gizli gizli baktık. Trulli’lerde yaşayan yaşlı teyzeler, buranın bu kadar popüler olmasından pek memnun değiller gibiydi 🙂 Çünkü tüm meraklı turistler truilli’lerin önlerinde fotoğraf çektirip, onları dakikalarca inceliyorlar. İşte biz de onlardandık! 🙂

Processed with VSCO with c1 preset

Alberobello’da dikkatimi çeken detaylardan biri, koni şeklindeki çatıların uçlarında farklı işaretlerin olmasıydı. Biraz araştırma sonrasında, bu şekillerin ne anlama geldiğini bulduk. Eskiden trulli’lerin içerisinde yaşayan insanların ne yaptıklarına göre tepedeki şekiller değişiyormuş. Büyücülerin, din adamlarının vs. evleri buradan anlaşılabiliyormuş.

Alberobello İtalya Puglia

Alberobello’yu Puglia bölgesine giden herkesin görmesini tavsiye ederim. Bazı yerler çok turistik olmasına rağmen, özünü hiç kaybetmiyor. Bu trulli kasabası da tam öyle bir yer işte!

Locorotondo Locorotondo’da Ne Yenir?  Ne Yapılır?

puglia

İtalyanların bile “İtalya’nın En Şirin Kasabası” dedikleri Locorotondo’nun merkezine geldiğim zaman gerçekten başka bir dünyaya geldim diye düşündüm. Sokaklarda fotoğrafçıların eserleri asılı, küçük balkonların hepsi çiçeklerle süslenmiş, restoranların dışlarında çerçevelerin içerisine İtalyanca şiirler yazılmış, evlere çıkan taş merdivenlerin etrafı küçük biblolarla dekore edilmiş… Locorotondo, gerçekten İtalya’da gördüğüm en şirin yerlerden bir tanesiydi.

Bina

Bu küçük kasabada fotoğraf çekmeye doyamazken, Tuna ile acıktığımızı fark edip restoran araştırmalarına başladık. Ve şans yine bizden yanaydı, BINA isimli harika bir restoran bulduk. BINA, klasik bir Locorotondo binasının –1’ince katında bulunuyor. Merdivenlerden aşağı doğru inerken, doğru bir adrese geldiğinizi hemen anlıyorsunuz. Mekanın sahibi, 70+ yaşlarında İtalyan bir adam, tüm masalardan siparişi o alıyor. Garsonlar yalnızca yemekleri getirip, şarap servisi yapıyorlar. BINA’da etrafımızda gördüğümüz pasta’lar (makarnalar) o kadar leziz duruyordu ki; Tuna’ya beyaz şarap eşliğinde iki adet makarna yiyelim dedim. İkisi de enfesti!

Locorotondo’ya giderken yanınızda profesyonel bir fotoğraf makinesi almayı unutmayın. Gördüğünüz her detay o kadar güzel ki; iPhone ile çektiğiniz fotoğraflar gerçekten sizi tatmin etmiyor.

Ostuni

Ostuni-

Sıra geldi Ostuni’ye… Ostuni Puglia’nın bembeyaz bir şehri. Her İtalyan şehrindeki gibi harika bir katedrali ve Piazza Della Liberta adında genişçe, güzel bir meydanı var. Etraf insanlarla, cafelerle, winebar’larla dolu. İçerlere girdikçe bir Akdeniz şehrinde olduğunuzu hissediyorsunuz; beyaz badanalı evler, dar sokaklar, hafif yokuşlar ve yine yüksek sesle konuşan sempatik bir halk… Ostuni’ye gittiğinizde meydanda pek vakit harcamayıp, hızlıca ara yolları takip edip dar sokaklarda kaybolmanızı öneririm. Biraz yürüdükten sonra şehrin bittiği bir köşeye geleceksiniz ve Ostuni’nin dışarısındaki güzel manzarayla baş başa kalacaksınız.

Ostuni-

Ostuni’ye gitmişken bir Osteria’da yemek yemeniz şart. O yüzden hemen size bir öneriyle geliyorum 🙂 Osteria Piazzetta Cattedrale! Merkezden 5 dakika yürüyüşle ulaşabildiğiniz, bir ara sokak restoranı olan Piazzetta Cattedrale, otantik dekoru, hoş ortamı ve güler yüzlü garsonlarıyla tam anlamıyla şık bir İtalyan Osteria’sıydı. Etobur bir çift olduğumuz için, önce aldığımız nefis spagettinin ardından, ortaya 500 gr’lık bir Fiorentina ve 300 gr’lık bir prizola aldık. Hepsi harikaydı!

Puglia tatilmizden anlayacağınız şekilde, sevgili eşim Tuna ile bolca yürüdük, şirin sokakları inceledik, ara yollarda kaybolduk ve sonra rahatça yerimizi bulduk, bol bol şarap içtik, çok fazla yemek yedik ve İtalya’ya ve İtalyanlara tekrar hayran kaldık.

Bir sonraki yazımda son iki günümüzü geçirdiğimiz, sarı şehir Lecce’yi okuyabilirsiniz. Herkese sevgiler!

Puglia: Çizme’nin Topuğu

IMG_1106

Puglia bölgesi ideal bir yaz destinasyonu olmasının yanında henüz yeni yeni keşfedildiği için henüz turist yoğunluğundan bunalmamış. Bu bölgeyi gezmek için en merkezi yer Bari şehri. Buradan tren ile Puglia bölgesindeki irili ufaklı tüm köy, kasaba ve şehirlere ulaşmak çok kolay: Polignano a Mare, Monopoli, Alberobello, Ostuni, Brindisi, Lecce, Otranto, Gallipoli ve Taranto… Biz de bunlardan Gallipoli ve Taranto hariç hepsine uğradık.

IMG_1095

 

Bari

IMG_1129

İzmir’e benzeyen sakin, güneşli, güzel bir şehir olan Bari, Napoli’den sonra güney İtalya’nın en büyük liman şehri. Tıpkı Kordon boyu gibi uzanan deniz kıyısındaki palmiyelerle çevrili ana caddesi ve karşısındaki Normanno Svevo kalesi , Teatro Pettruzelli, Palazzo del Governo tarihi yapılardan sadece birkaçı. Şehrin tam göbeğinde yer alan Eski Şehir bölgesi ise mutlaka görülmesi gereken yerler arasında.

bari 1

Eski şehir hem mimarisi hem de burada hala yaşamakta olan sakinleriyle ayrı bir dünya. Bir sokakta el yapımı orchiettelerini hazırlayan Barili kadınlar diğer bir sokakta balkonlardan sarkan çamaşırlar, bir başka köşede de aylaklık yapıp sohbet eden erkekler ile burası dışarıdaki modern şehirden çok farklı.

IMG_1118

IMG_1126

Buradaki St. Nicholas kilisesi bölgenin en önemli mimari yapısı. Efsaneye göre azizlerin, çocukların, gezginlerin ve yoksulların koruyucusu olarak bilinen St. Nicholas (Noel Baba) öldükten sonra mezarının yanına bu kilise inşa edilmiş.

IMG_1139

IMG_1165

IMG_1075

Bari şehrinin modern kısmını meydana getiren Corso Vittorio Emanuelle caddesi ise alışveriş mağazaları, cafe ve restoranlarıyla hoşça vakit geçirilebilecek yerlerden. Yemek konusuna gelince, İtalyanların Panini diye adlandırdığı sandviçleri hemen hemen her yerde bulabileceğiniz gibi, bunun yanında İtalyanların yerel birası Peroni’yi de denemenizi tavsiye ederim.

IMG_0735

Pizza konusuna gelecek olursak, Bari’nin en iyi pizzacısı olarak bilinen ‘Pizzeria Angelo Botta Restaurant’’ı es geçmemek gerekir bence. Burada envai çeşit pizza içinden zevkinize en uygun olanının yanında şarap olarak koyu ve meyvemsi bir kırmızı şarap olan Primitivo di Manduria’yı tavsiye ederim. Pizza sevmeyenler için de domates ve fesleğen soslarıyla sunulan, kulak memesine benzer bir şekli olan, Puglia bölgesinin en ünlü el yapımı makarnası, Orecchiette’yi nerdeyse tüm menülerde görebilirsiniz. Yemekten evvel aperatif olarak Güney İtalyalıların Paskalya kurabiyesi olarak adlandırdıkları ve her tarafta satılan ‘Tarelli’ krakerlerini denemenizi tavsiye ederim.

IMG_1037

IMG_1035

Bari’den sonra istikametimiz Bari ile Brindisi arasında kalan Itria Vadisi olarak adlandırılan bölge. Buralarda Masseira adı verilen irili ufaklı çiftlik evlerinin yanı sıra son derece şirin ve otantik pansiyonlara da rastlamanız mümkün. Yol boyunca doğal ve özenilmemiş bir bitki örtüsü üzerinde sebze meyve bahçeleri, huni şeklinde taştan yığma çatılarıyla ‘ Trulli’ evlerini görebilirsiniz.

Polignano a Mare

IMG_0371

IMG_0342

İlk durağımız şirin mi şirin bir sahil kasabası olan Polignano a Mare. Sert kayalıklar üzerine yapılmış beyaz binalar, binaların arasından ortaya çıkan çakıl taşlarıyla dolu bir koy ve turkuaz rengi bir deniz… Dev dalgaların kıyıya vurduğu manzarayı izlerken kulağıma biraz ileride bir sokak çalgıcısının söylediği İtalyanca bir şarkı geliyor. Ziyaretçilerin evlerin kapılarında kısacık şiirler yazdığı şairler sokağından geçerken ruhumu ısıtan bu müthiş İtalyan kasabası için “İşte burası tam aradığım yer” diyorum. Dönüş yolunda bir kafede oturup soluklanırken Aperol Spritz eşliğinde bölgenin ünlü zeytinlerini tatmayı da unutmuyorum.

IMG_0418

polignano 3

Alberobello

IMG_0541

IMG_0516

Ve Alberobello’ya doğru yol alıyoruz.UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Alberobello kasabası huni şeklindeki taş çatılı evleriyle sizi adeta ‘Şirinler’ köyüne konuk ediyor. Kökeni 16 yy.’a dayanan Trulli adı verilen bu evleri insanlar kralın koyduğu ağır vergilerden kaçmak amacıyla bu şekilde inşa etmişler. Söylentiye göre o zamanlar çatısı olan her evden vergi alınıyormuş ve vergi ödemek istemeyen fakir halk da vergi memurları geldiğinde çatının ipini çekerek çatıyı yıkıyorlar ve vergi memurları gittiğinde tekrar inşa ediyorlarmış. Her bir çatının üzerinde görebileceğiniz semboller batıl inançlara göre o evde yaşayanları koruyormuş. Elimizde buranın ünlü bir kirazı olan ‘Ferrovia’ kirazımızı yiyerek tren istasyonuna doğru yol alarak bir sonraki kasabamıza varıyoruz.

IMG_0586

 

Otsuni

IMG_1071

IMG_0807

Hem tipik mimarisi hem de doğal güzellikleriyle insanın hafızasına kazınan diğer bir kasaba ise Otsuni. Bembeyaz taşlardan yapılmış bu kasaba da, ara sokakları ve meydanları ile güzellik bakımından diğer kasabalar ile yarışıyor. Burada zamanımız kısa da olsa, güzel bir kafeye oturup gelato’muzu (İtalyan dondurması) yemeyi ihmal etmiyoruz.

otsuni 2

 

Lecce

IMG_0884

IMG_0858

Ve en beğendiğim, sokaklarında kendimi kaybedercesine yürüyerek büyük keyif aldığım şehri en sona bıraktım. Seneler önce Ferzan Özpetek’in ‘Mine Vaganti’ (Serseri Mayınlar) fiminin çekildiği yer. Güneyin Floransa’sı olarak bilinen bu yer, Barok mimarisi ve sarı taştan yapılmış binalarıyla sizi adeta büyülüyor. Eski şehirin içine girdiğinizde her bir dönemeçte sizi muteşem çarpıcı binalar, meydanlar ve kiliseler bekliyor. Gençleriyle dolup taşan meydanlardan en büyüğü St. Oronzo Meydanı. Buradaki Roma Amfitiyatrosu gerçek bir tarihi eser. Duomo meydanı, Piazza Vittorio Emanuele de şehrin kültürünü yansıtan diğer meydanlarından bazıları. Lecce’ye bayılıyorum ve buraya bir daha gelmek için ünlü katedrallerden birinde mum yakıp dua ediyorum.

IMG_0890

 

Otranto

IMG_1012

IMG_1024

Lecce’den sonra beni pek bir şey açmaz derken kendimi oldukça ihtişamlı bir kaleyle çevrili bir liman şehrinde buluyorum. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1480 yılında 13 aylığına Osmanlı tarafından ele geçirilmiş olan bu şehirde Müslüman olmayı reddeden 800 kişi öldürülmüş. Öldürülen İtalyanların kemiklerinin halen Otranto Kalesinde sergileniyor olması da işin üzücü bir boyutu. Otranto’da sahil kenarında biraz gezinerek el yapımı makarna, zeytinyağı ve hediyelik eşyalarımı alarak dönüş yoluna geçiyorum.

IMG_1029

Puglia’ya veda ederken, buraya tekrar geleceğim günü şimdiden iple çekiyorum.

Evet, ben galiba tadı damağımda kalan şeyleri çok seviyorum…

Puglia’da Bir Masal Kasabası: Alberobello

İtalya’nın alternatif seyahat rotalarından biri olan Puglia bölgesinde, minnacık evleriyle masallardan fırlamış gibi bir kasaba: Alberobello.

[[konum_1]]

Alberobello
Alberobello

İtalya’ya bir kez gelip klasik Roma, Floransa, Venedik rotasını çizmiş ve çok sevmiş herkes, diğer ziyaretleri için alternatif rotalar arar. Bu alternatif rotaların en keyiflilerinden biri de, “çizmenin topuğunda” yer alan Puglia’dır. Puglia bölgesinde, büyük şehirlerin arasında kalmış ve masallardan fırlamış gibi bir kasaba var: Alberobello. Alberobello, Puglia’nın en büyük ve havaalanı olan tek şehri Bari’ye arabayla 1 saat uzaklıkta. Bu kasabayı meşhur yapmış olan özelliği ise Trullo evleri.

Bölgeye yapılan ilk yerleşimin tarihi 16. yüzyılın başlarına uzanıyormuş. Trullo evlerinin tamamı beyaz boyalı, çatıları ise gri renkte taşların harç konmadan üst üste konulması ile yapılmış. Tabii evlerin bu şekilde yapılmasının bir sebebi varmış. Rivayete göre, zamanında vergi memurları gelip çatısı olan evlerden vergi topluyorlarmış. Yerel halk da vergi vermemek için evlerin çatılarını taşları üst üste yığarak yapmış ki, memurlar geldiğinde çatılar kolayca yıkılsın. Zira ortada sadece dört duvar kalınca vergi vermekten kurtuluyorlarmış. Tabii aradan geçen yılların ardından çatılar sağlamlaştırılmış ve günümüzdeki haline kadar gelmiş.

Village
Alberobello

Alberobello 1.5 saatte rahatlıkla gezilebilecek bir yer. Zaten tüm ilginiz trulloların olduğu bölgede oluyor. Trulloların bir kısmı hediyelik eşyacılara, kafelere dönüştürülmüş. Bir kısmında ise hala yerleşim var. Trulloların bazılarının çatılarına kalp ve güneş gibi çeşitli semboller resmedilmiş. Bu semboller içinde yaşayan ailenin etnik kökenini belirtirmiş.

Benim tavsiyem kasabayı bir de panoramik açıdan görmek. İçinden trulloların tepesine çıkılan bazı dükkanlar var, onlardan rica edip manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.

alberobello3
Alberobello

Alberobello’nun, İtalyanca’da “güzel ağaç” anlamına geldiğini söylemeden geçmeyelim. Ayrıca, Puglia’nın bu şirin kasabası UNESCO Dünya Miras Listesinde. Eğer sizin de yolunuz çizmenin topuğuna, Puglia bölgesine düşerse, rotanızı Alberobello’ya çevirmeyi ve trullo evlerinin içinde masalsı birkaç saat geçirmeyi ihmal etmeyin!

Lisya Kalma’nın, theMagger’daki “Puglia’nın Muhteşem Üçlüsü: Alberobello, Locotorondo ve Ostuni” yazısını da mutlaka okuyun!

Deniz Gormezano’nun “Çizmenin Topuğu: Puglia” yazısını buradan okuyabilirsiniz. 

Çizmenin Topuğu: Puglia

Bari sokak

İlk ve ana durağımız Bari. Çünkü Planımız, uçakla Bari’ye uçup, 5 gün boyunca sadece Bari’de konaklayıp her gün trenlere atlayarak Puglia’yı şehir şehir gezmekti. Bari, Puglia Bölgesi’nin baş şehri aynı zamanda en büyük ve en gelişmiş şehri. Klasik Avrupa şehirlerinde olduğu gibi bir tarihi kalesi, tarihi eski şehir bölgesi ve baş dini yapı olan domun olduğu bir ana meydanı var.

Bari Liman

Buranın en büyük özelliği limanının olması ve Cruise gemilerinin İtalya’daki duraklarından biri olması. Hristiyanlık dünyası özelinde de bizim için Noel baba onlar için Saint Nicolas’ın Antalya Demre’den getirtilen kemiklerinin burada olması Bari’yi Hristiyanlığın hac noktalarından biri yapıyor. Bari için de Puglia Bölgesi’nin geneli gibi bahar-yaz en doğru zamanlar. Çünkü çok fazla turistik olmayan bir yer olduğu için Şubat ayında açık restoran-cafe tarzı yer bulmak zor. Hal böyle olunca da şehirde akşam yemeği için kışın da açık olan 3-5 yer dışında çok da alternatifiniz kalmıyor. Biz ilk gün nokta atışı yapıp tarihi merkeze yakın bir yerde Fra Bo adlı restorana denk geldik. Taş fırından çıkardığı 40’a yakın pizzası, el yapımı şarabı, yerel mutfaktan aperatifleri, uygun fiyatları, sıcak ortamı ile gerçekten güzel bir yer. Üstelik Bari’nin yerlisi de burayı tercih ediyor. Her akşam 19.30’dan sonra mekan doluyor. Bari’de 4 gece kaldıysak 3’ünde burada yedik. Üç günde gide gele mekanın İngilizce bilmeyen ama güleryüzlü garsonları da bizi tanır oldu. Massimo’ya buradan selamlar!

Bari Kalesi

5 günde deneyimleyerek öğrendik ki Puglia mutfağının olmazsa olmazı hamur işleri. Özellikle deniz mahsulleriyle kombinlenen makarna çeşitleri, hamur kızartmaları, foccacialar…Bir de buraya özgü bir makarna türü var: Orecchiette. Türkçesi “kulakçık”. Tipi makarnaya benzese de ondan biraz daha “al dente”. Pazar günleri yaşlı teyzeler mutfaktan Bari’nin dar sokaklarına açılan kapı önlerinde hem taze taze Orecchiette yapıp satıyor. Hiçbiri İngilizce bilmese de kaş göz yara yara da olsa alışveriş yapabiliyorsunuz

Bari

Bir de yine buranın spesiyallerinden Taralli diye bir atıştırmalık gevrek var ki buranın Beypazarı kurusu diyebiliriz. Bol yağlı ve aromalı bu minik halkalar acıktığınızda hayat kurtarıcı. Fakat bence Puglia Bölgesi’nden çıkma en güzel lezzet Burrata peyniri. Dıştan mozzarella içten sütlü kaymaklı yapısıyla adeta bir sürpriz yumurta. Manda sütünden yapılan bu peynir hem kahvaltıda reçellerle hem de aperatif olarak şarküteri ürünleriyle inanılmaz güzel gidiyor. Tabii Ricotta peynirini de unutmamak gerek. Kahvaltıda ya da yemek öncesi iştah acıcı olarak servis ediliyor ve en az bizdeki lor peyniri kadar her şeye çok yakışıyor.

Puglia, bitki örtüsü ve iklimiyle tam bir Ege Bölgesi. Deniz kıyısındaki kasabalar, Şubat ayı da olsa ılıman bir hava, tren kompartımanından göz alabildiğince zeytin ağaçları ve üzüm bağları…Bölgenin en önemli özellikleri arasında İtalya’nın zeytinyağı ihtiyacının % 60’ını tek başına karşılıyor olması, İtalya’daki diğer popüler destinasyonlarda olan turistik kalabalığın daha az olması ve buna paralel olarak da yeme-içme-konaklama-ulaşım fiyatlarının her türlü daha uygun olması sayılabilir. Tüm bunlara ek olarak, sıradan İtalyan şehirlerine benzemeyen otantik güzergahlarının olması da cabası. Öyle ki bir dünya markası olan Red Bull bile her yıl düzenlediği cliff diving etkinliği için buralara kadar geliyor. Burası Polignano a Mare. Bodrumvari küçük bir sahil kasabası. Her yaz Red Bull cliff diving turnuvasını burada yapıyor ve bu küçücük sakin kasaba bir anda turist akınına uğruyor. Polignano a Mare’ye bir de turnuva zamanı gelip haraketli halini görmek lazım. Çünkü buranın tadı asıl yazın çıkar gibi geldi bize. Buraya Bari’den trenle ulaşım sadece 25 dk. Sahile ulaşmak için de istasyondan aşağı 1 km kadar yürüyorsunuz.

Polignano a Mare

Gelelim kendine has özellikleri olan diğer Puglia şehirlerine. Alberobello, Matera, Lecce, Ostuni…Hepsine Bari’den trenle ulaşım var. Her ne kadar Trenitalia trenleri, Alman Demiryolu şirketi Deutsche Bahn trenleri kadar dakik ve organize olmasa da öyle ya da böyle gitmek istediğiniz şehre 10-15 dk rötarlar dışında sorunsuz gidebiliyorsunuz. Polignano a Mare, Lecce ve Ostuni aynı hat üzerinde ve Trenitalia şirketine bağlı. Buralara giden trenler Bari Centrale istasyonundan kalkıyor. Hepsi için istasyondaki makinalardan ister kredi kartıyla isterseniz nakit olarak bilet alabiliyor, kalkış-varış saatlerini kontrol edebiliyorsunuz. Tek yapmanız gereken trene binmeden yeşil kutucuklara biletinizi onaylatmak. Alberobello’ya ve Matera’ya giden trenler ise ayrı ayrı demiryolu şirketlerine bağlı. Alberobello’ya gitmek için Bari Centrale’nin en son peronu olan 10 numaralı peronu geçtikten sonra 1 numara diye ayrı bir peron var. İşte orası Alberobello’ya giden Ferrovie del Sud Est trenlerinin kalktığı yer. Bileti de buradaki küçük gişeden alabiliyorsunuz. Matera için de Bari Centrale’nin sağındaki binadan Ferrovie Appulo Lucane şirketi trenlerine biniyorsunuz.

Trenden

Polignano a Mare ile aynı hat üzerinde olan Bari’ye trenle 1.30 saat uzaklıktaki Lecce için Güney’in Floransası deniliyormuş. Fakat Matera ve Alberobello gibi daha otantik yerleri gördükten sonra burasının o kadar da etkileyici gelmediğini söyleyebilirim. Fakat tabii ki her İtalya şehri gibi günü geçirmek için güzel bir yer. Özellikle şehrin merkezinde 00 diye bir cafe-restoran var ki saatlerce vakit geçirilecek kadar zevkli bir yer. Küçük bir şehir cafe-restoranına göre lezzet, sunum, hizmet ve ambiyans 10 numara.

Lecce 00

Bizce Puglia’da mutlaka görülmesi gereken 2 yer var. Biri Yedi Cücelerin ve Hobitlerinkiyle yarışır tatlılıkta evleriyle Alberobello diğeri de Mardin ve Kapadokya karışımı atmosferiyle taştan şehir Matera. Her iki şehir de diğerleri gibi deniz kıyısında değil ve her ikisinin de apayrı, bozulmadan kalmış otantik bir dokusu var. Alberobello ismi gibi (küçük ağaç) küçük beyaz konik çatılı evlerin olduğu film seti gibi bir yer. Adeta zamanda donmuş kalmış bir masal kasabası. Evlerin çatılarında bazı semboller var. Hepsinin Hristiyanlık’ta ayrı ayrı anlamları var.

Alberobello

Matera ise Kapadokya tarzı taşa oyulmuş mağara evler ve Mardin tarzı sarı taştan evlerin olduğu mistik bir şehir. Şehre istasyondan ilk girdiğinizde nasıl bir manzarayla karşılaşacağınızı kestiremiyorsunuz. Çünkü her şey çok sıradan başlıyor. Evler, mağazalar, turistik dükkanlar…Sonra ilerledikçe şehrin geri kalanının kilometrelerce aşağı vadi boyunca uzanan bu tarz evlerle kaplı olduğunu görüyorsunuz. İşte o an Mardin’nin, hiç bozulmadan ayakta kalmış bu küçük şehir karşısında sönük kaldığını düşünüyorsunuz.

Matera

İtalya’ya ne kadar çok gitmiş olursanız olun yine de bir şekilde kan çekiyor, bünye istiyor. Zaten her bölgesinde ayrı ayrı güzellikleri olan İtalya’da yapılacak şeyler, görülecek yerler ve tadılacak yeni tatlar da öyle kolay kolay tükenmiyor. Bir en kuzeyden Bologna, bir de en güneyden Sicilya yaptıktan sonra İtalya’daki son durağımızı Puglia Bölgesi olarak seçtik ve şubat ayı itibariyle 2016’nın seyahat açılışını da böylece yapmış olduk.

La Pasta: İtalyan Mutfağının En Zengin Mirasçısı

Dünyanın en çok sevilen yiyeceklerinden biri olan İtalyan mutfağının en zengin mirasçısı makarna, günümüzde 300’ü aşkın çeşide sahiptir. Kuru ve taze makarna olarak ana iki sınıfa ayrılsa da kesim şekli, hamurun türü, yüzeyi, dolgulu ise dolgunun içeriği, ince, kalın, uzun, kısa, yumurtalı, yumurtasız olması gibi birçok klasifikasyonu bulunur. Makarnanın formu, hayal gücünün bir meyvesi olarak ortaya çıkar ancak gerçek kişiliğini, sanatsal bir yorumla eşleştirilen soslar ile bir araya geldiğinde kazanır. Makarnanın tarihsel yolculuğuna gelin birlikte bakalım.

post_image_mobile_carboidrati_e_sport_wide_v2-compressa
Paccheri Tricolore | Fotoğraf: Miscusi

Makarnanın ilk izleri ise 4000 yıl öncesinde Mezopotamya’da Sümerler ve Babillere dayanıyor. Buğday unu ve su kullanılarak yapılıyor ve güneşte kurutularak tüketiliyor. Ardından makarna geleneği dünyanın farklı bölgelerine yayılıyor. Mısırlıların ve Çinlilerin de makarna konusunda uzun bir geçmişleri var. Özellikle Çinliler zaman içinde farklı pişirme teknikleri geliştiriyor. Ancak finalde makarna, gerçek anlamda en yüksek ifade gücüne İtalya’da ulaşıyor. 1295 yılında Marco Polo Çin’de makarnayı tattıktan sonra batılıların da makarnanın muhteşem dünyasını keşfetmelerini sağladığı söyleniyor. Makarna fabrikalarına ait izler ise 14. yüzyılın başlarında Cenova’da görülüyor. Sicilya, Liguria ve Campania bölgelerinde de üretim tesisleri bulunuyor. Ancak teknolojik gelişmeler sayesinde fabrikalar 17. yüzyılda çoğalıyor ve üretimin artması ile makarna tüketimi yaygınlaşıyor.

Günümüzde ise makarna birçok kültürün vazgeçilmez gıdası haline gelmiş durumda ancak İtalya, makarnanın çok yönlülüğünü en etkili şekilde ifade edebilen ülke olarak zirvedeki yerini koruyor. 20 bölgeden oluşan İtalya’da her bölgenin kendine özgü makarna spesiyaliteleri mevcut. Bunlardan bazılarına örnek vermek gerekirse:

Piemonte: Bu kuzey bölgesinin ‘il raviolo’ ünlü bir spesiyalitesidir. Et ve sebze veya peynirle doldurulur. Genellikle eritilmiş tereyağı ve adaçayı ile servis edilir.

Emilia-Romagna: İtalyan makarnasının anavatanı sayılan Emilia-Romagna, çok çeşitli şekil ve türde makarnalar sunuyor. Burada etle doldurulmuş ve et suyunda servis edilen meşhur ‘tortellini’nin yanı sıra, geleneksel olarak et sosuyla servis edilen kalın ‘fettuccine’ de bulabilirsiniz.,

Fotoğraf: unsplash.com/@peterlaster

Toskana: Toskana bölgesindeki ana makarna, yaban domuzu veya ördek soslarıyla mükemmel uyum sağlayan büyük yumurtalı makarna şeritleri olan ‘pappardelle’dir.Lazio: Burada İtalyan makarnasının kraliçesi “spaghetti alla carbonara”yı buluyoruz. Bu ikonik tabak spaghetti, yumurta, prosciutto (bir çeşit domuz pastırması) ve pecorino romano(tuzlu ve yoğun bir peynir çeşidi) ile yapılıyor.

Sicilya: Sicilya’da tipik makarna, ‘rigatoni’ veya ‘spaghetti’ domates, kızarmış patlıcan, fesleğen ve tuzlu ricotta ile yapılan “pasta alla norma”dır.

Puglia: En ünlü makarnası, kulak kelimesinden türemiş ve şekil itibariyle de kulağı andıran ‘orecchiette’dir. (Bknz. Puglia Mutfağı yazım) Genellikle domates sosu ve ricotta ile servis edilir.

MISCUSI: İtalya’da Bir ‘Fast-Food’ Makarnacı

whatsapp-gorsel-2024-01-11-saat-13-22-13_69ae7498
MISCUSI | Fotoğraf: Damla Anol Erol

Tabii birbirinden leziz bu makarna çeşitlerini keyifle yiyebileceğiniz sayısız adres var ama benim için makarna restoranı olarak önemli bir keşif olan ‘MISCUSI’ (‘Mi scusi’, türkçede ‘affedersiniz’) den bahsetmek istiyorum sizlere. Özellikle Kuzey İtalya’da birkaç şehirde restoranı bulunan ve menüsünde sadece makarna çeşitlileri bulunan ev ortamı sıcaklığını hissedebileceğiniz bir mekan burası. Ben Milano’da bulunan bir restoranını deneyimleme fırsatı buldum. Restorandan içeri girdiğinizde dekorasyon oldukça sade. Ahşap masa ve sandalyeler çok sıcak bir ambiyans yaratmış. Geri dönüşüme önem veren bir restoran. Masaların üzerinde fesleğen saksıları ve kırmızı, beyaz ekose peçeteler dikkatimi çekiyor. Bir bölüm açık mutfak olarak dizayn edilmiş. Makarna hazırlayan şefleri görebiliyorsunuz.

Rezerve ettiğimiz masaya yöneliyoruz ve oldukça aç olduğumuz için hemen menüyü incelemeye başlıyoruz. Menü çok keyifli bir menü. Favori makarnalardan tercih yapabiliyorsunuz veya makarnanızı, sosunuzu hatta üzerine ilave edebileceğin ekstra malzemeyi tercih ederek kendi makarnanızı oluşturabiliyorsunuz. Biz favori makarnalardan tercih ettik çünkü makarna ve sos olarak doğru eşleşmeyi yakalayabilmek çok önemli bence. Şişede şarap alternatifi çok sınırlı. Masa şarabı öneriliyor. Çok da şirin bir karafta servis ediyorlar şarabı. Porsiyonlar çok büyük değil. Farklı çeşitlerin tadına bakmak mümkün olabiliyor. Makarna aslında İtalyan restoranlarında, İtalyanların ana yemekten önce ilk tabak olarak tüketmeyi tercih ettikleri bir seçenek. Menülerde ‘primi piatti’ başlığı altında yer alır normalde ancak ‘MISCUSI’ makarnayı öğün olarak bizlere sunarak daha farklı konumlandırmış ve bu yorumu oldukça sevilmiş, böylelikle tercih edilen bir restoran haline gelmiş. Bir nevi ‘fast food’ formuna sokmuş ama bunu yaparken kaliteden ödün vermemiş. Biz makarnaların tadına doyamıyoruz ama bu keyifli yemeği tatlı ile sonlandırmadan da yapamıyoruz ve tercihimizi her zamanki gibi tiramisu’dan yana kullanıyoruz. MISCUSI’ya uğrayacak olanlara şimdiden afiyet olsun!

Kapak Fotoğrafı: MISCUSI

İlginizi çekebilir: Damla Anol Erol’dan Aperitivo Sanat