İstanbul’u İstanbul yapan ve burada yaşadığımıza “iyi ki” dedirten iki unsur var bence: şehrin tarihi ve mimarisi. Ancak özenli tasarlanmış, tarihi merkezleri korunmuş bir şehir, mutlu güvenli bir hayat yaşamak için tek başına yeterli değildir diye düşünüyorum. Bir de o yapıların değerini bilen, ruhunu anlayan, onları içşelleştiren insanlara ihtiyaç var. O şehri derin ve kuvvetli bağlarla sevenlere ihtiyaç var. Başını kaldırdığında gördüğü süslemelere, mermer heykellere hayranlıkla bakanlara ihtiyaç var. Bu gerçeği yanımıza alarak çıkalım yola. Belki defalarca önünden geçtiğiniz binaların, apartmanların, pasajların içine bakalım, bakalım ve bir kez daha aşık olalım. İşte Suriye Pasajı ve Ada Kitabevi!

Arka plana “Hasret” isimli şarkıyı alalım önce, var ol Sema Moritz!

Suriye Pasajı Konum

İlk yapının adı da tarihi Beyoğlu pasajlarından Suriye Pasajı olsun! Öğrenelim bakalım acaba Suriye Pasajı’nın nasıl bir tarihi var? Kimler gelip geçmiş katlarından, neler yaşanmış orada? Bugünkü hali nasıl? En önemlisi, misafirleri onu ne kadar tanıyor?

suriyepasaji
Suriye Pasajı

Suriye Pasajı’nın Tarihi

Suriye Pasajı, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nin “Tünel” kısmında, Rus Konsolosluğu’nun karşısında 1901 yılında inşa edilmeye başlanmış. Suriye asıllı Hasan Halbuni Paşa ile dönemin İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet Abud Paşa’nın emekleri ile başlamış inşaat. Ancak en önemli detay, Demetre Th. Bassiladis’in mimarlığında gizli. 1908 yılında tamamlanan inşaat ile canım Suriye Pasajı, Beyoğlu’nun en eski ve en büyük pasajlarından biri haline gelmiş.

Suriye Pasajı, neoklasik bir pasaj olarak biliniyor. Pasajın mimarisinde Antik Yunan Dönemi ve Roma’nın referans noktası olarak kabul edildiği biliniyor. Başta tiyatro binaları ve saraylar olmak üzere; apartmanlar, devlet binaları neoklasik formun sıklıkla gözlemlenebileceği yapılar haline geliyor.

Suriye pasajı
Suriye Pasajı

Bu güzel pasaj, pek çok ilkin yaşandığı bir mekan esasen. Elektrik ve hava gazı gibi ihtiyaçların saraydan sonra bağlandığı ilk bina olarak tarihe geçmiş. Ayrıca bugün de olduğu gibi pasajın alt katı çarşı, üst katlarıysa ev olma özelliği taşıyor. Bu niteliğe de İstanbul’da ilk defa sahip olan yer Suriye Pasajı. Önceleri üç ayrı bina olarak tasarlanmasına ve üç apartmanın girişlerinin ayrı olmasına rağmen, sonra sağ taraftaki apartman girişi iptal ediliyor, sol taraftaki girişe asansör konuyor ve katlar arasına köprüler yapılıyor. Bu şekilde pasaj görüntüsüne kavuşuyor. 1900’lü yıllardan itibaren sanat dünyasıyla da içli dışlı bir geçmişe sahip olan pasajımız, Türkiye’nin ilk sinemasının açıldığı yer aynı zamanda. 1911 yılında burada Santral Sineması (Cine Centrale) açılıyor. Son olarak, çift asansör sisteminin ilk defa bu binada uygulamaya geçmiş. Sözün özü, Suriye Pasajı yerine Yenilikler Pasajı olarak da bahsedebiliriz buradan!

Görkemle yeniliğin buluştuğu Suriye Pasajı’nı tanıdıkça hayran kalmamak elde değil. Pasajın İstiklal Caddesi’ne bakan giriş çıkışına ek olarak iki çıkışı daha var. Sol taraftan Timoni Sokağı’na, sağ taraftansa Piremeci Sokağı’na çıkışı bulunuyor.

1925 yılı sonrasında, eski ve çok satan bir Rum gazetesi olan Apoyev Matini (Rumca “ikindi vaktinde”) Suriye Pasajı’nda yayımlanmış. Avlunun sağı ve solunda ise eskiden çeşitli esnaf odaları, üst katlarında konutlar bulunurmuş. 1875’den 1964’e kadar Fransızca yayınlanan İstanbul (Stamboul) Gazetesi’nin matbaası bu pasajdaymış. 

s1
Suriye Pasajı

Zemin haricinde üstünde 6 kattan oluşan Suriye Pasajı, 100 yıldan uzun bir süredir pek çok farklı kültüre ait kişilere, ailelere, bürolara, işletmelere ev sahipliği yapmış ve yapmaya devam etmekte.

Üzülerek belirtmeliyim ki, son dönemlerde gözlemlediğim üzere Suriye Pasajı, ana dolaşım koridorları bir geçit olmaktan çıkıp, işletmelerin bütünüyle işgal ettiği, kamunun ve bina sakinlerinin medeni mülki hak ve hürriyetlerinin zarar gördüğü, özensiz, düzensiz, işletmelerce kullanılan bir mekan halini almış. Umut ederim ki, en yakın zamanda hak ettiği saygıya ve özene kavuşur.

Bazı şeylerin kıymetini anlamanın öğrenmekten geçtiğine inanıyorum. Bildiğimiz, öğrenmek için emek verdiğimiz nesnelere, mekanlara, insanlara karşı özenli davranıyoruz. Öğrenmenin başlıca yolu ise okumaktan geçiyor bence. Bu nedenle ara ara kendimi nefes almak için İstiklal’deki Ada Kitabevi’nde buluyorum. Bazen de Galatasaray’daki Robinson Crusoe’da…

Ada Kitabevi, Beyoğlu Konum

Size şimdi kısaca Ada Kitabevi’nden söz edeceğim. Kapısından girip sağa döndüğünüzde size kocaman bir hazine sunan Ada Kitabevi, ne kadar küçük ve dağınık olursa olsun, insanda uzun saatler boyunca yorulmadan sıkılmadan kitapların içinde gezinme rahatlığı sunuyor. Farklı dillerde çok fazla kitap seçeneği bulabilir, işini severek yapan insanlar sayesinde iyiliğe olan inancınızı koruyabilirsiniz.

Kitabevi aynı zamanda cafe olarak da hizmet veriyor. Saatlerce arayıp seçtiğiniz, göz bebeğiniz, kitabınızı alıp güzel seçilmiş müziklerin ve demleme kahvenin tadını çıkarabilirsiniz. Daha doğrusu -benim için de- huzuru kucaklayabilirsiniz. Huzur fazla gelirse, İstiklal Caddesi’nin kalabalığını doyasıya izleyebilirsiniz.

Fonda Zuhal Olcay’ın sesinden bir şarkı varsa mesela, daha ne istenir ki? Şöyle diyor sevdiğim şarkısında; “Yine aşk var dönüyor dönsün dünyam”. Dünyanızın her daim keyifle dönmesi dileğiyle…

İlginizi çekebilir: İstanbul Flaneur’den “İstanbul’da Uğramanız Gereken 10 Kitapçı