İrlanda ruhunu kulaklarınızla duymaya hazır mısınız? #theirishspirit’in özgür, cesur ve yaratıcı ruhu etrafında bir araya gelen On Fade ile, Snapmuse prodüktörlüğünde çıkan yeni albümleri “The Irish Spirit” üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Albümde yer alan parçaların hikayesinden söz ettik, bolca ilhamla dolduk. Hazırsanız, bu heyecan verici projeyi ve yaratıcılarını yakından tanımaya başlayalım.

On Fade ile Röportaj
On Fade ile Röportaj

İlk kez, İrlanda ruhunu doyasıya yaşatan yeni albüm “The Irish Spirit” için bir araya geldiniz. Her biriniz, bugüne gelene dek neler yapıyordunuz?

Erkan: Ben geçtiğimiz yıl Bombay’dan döndüm, orada film müziği yapıyor, indie bir Bolywood film yapım şirketi için çalışıyordum. Yıllardır biriken müzikal işlerimi tamamlamak için artık zaman gelmişti. O yüzden döndüm ve albümümüzü yayınlayan Snapmuse’la çalışmaya başladım. Zaten hepimiz oradan tanışıyoruz.

Fatih: Profesyonel müzik hayatıma ilk adımı 1997 yılında attım. O yıllarda “Anadolu Halk Ezgileri” adında bir müzik grubuyla ilk üniversite yıllarımda Ankara’da konserler veriyorduk. Daha sonra İstanbul’da konservatuar yıllarımda bağlamanın yanında gitara ve gitar müziğine bir yönelişim oldu. Ve bu sayede dünya müziğine daha çok yakınlaştığımı söyleyebilirim. 2008 yılında “Kıyıların Ardı” adında solo albümüm yayınlandı. Kendi solo konserlerimin yanında yurt dışında ve yurt içinde gitarımla birçok popüler sanatçıya eşlik ettim. Dizi ve jingle müzikleri yaptığım 2010-2015 tarihleri arasından sonra bugüne dek devam eden süreçte Snapmuse’un kuruluşuna katkıda bulunarak tüm müzik tarzlarında kendine özgün müzik kataloğuna sahip yeni fikirler ile yolumuza devam ediyoruz.

Lara: Müzik ve şarkı söylemek her zaman için hayatımın bir parçası oldu. Müzik lisansımı “popüler müzik” alanında aldım ve Londra’da vokal üzerine uzmanlaştım. O zamandan beri, Türkiye’de ve yurt dışında; vokal koçu, dönemlik vokalist ve söz yazarı olarak çalışıyorum.

Derya: Ekonomi ve ses mühendisliği eğitimi aldım. Kariyer olarak benim için vazgeçilmez bir yolculuk olan müziğe yönelmeyi tercih ettim. Klasik müzik ile başlayan sürecimde gitar eğitmenliği ve dj’lik, pub ve kulüp işletmeciliği yaptım; aynı dönemde ses ve kayıt teknolojilerine merak saldım. Eğitimimi tamamladıktan sonra SN Music Publishing ve Sezen Aksu’nun sahibi olduğu Mod Yapım Stüdyoları’nda kayıt ve mix asistanı olarak çalışmaya başladım.

Benim için inanılmaz geliştirici bir süreç olan bu yıllarda; Sezen Aksu’nun bestelerinin yer aldığı birçok albüm, dizi ve film projelerinin demolarını aranje etme, yerli ve yabancı çok sayıda değerli müzisyenler ile çalışma ve projelerde gitar çalma şansını elde ettim. Ardından Smg ve Snapmuse ailesine prodüktör olarak katıldım.

Onur: Yurt dışından birçok farklı label’dan kendi prodüksiyonlarımı yayınlıyorum. Ayrıca yaklaşık 3 yıldır her cuma 21:00 – 22:00 saatleri arasında LoungeFM 96.0’da yayınlanan “Routes” isimli bir radyo programım var. Yakın zamanda ise Snapmuse’un oluşturduğu özgün içeriklere katkıda bulunmaya başladım.

#theirishspirit’i önceden tanıyor muydunuz, kendisiyle tanışmanız nasıl oldu?

Erkan: #theirishspirit’i daha önce Street Art’a verdiği destekten ötürü tanıyordum, sokak sanatı yapan birkaç arkadaşım çok olumlu şeyler söylüyorlardı. Cool event’ lerde de karşıma çıkıyordu.

Fatih: #theirishspirit’le ilk tanışmam, Jam Session sahnesinde yer alan müzisyen arkadaşlarımın can attığı bir platform olduğunu duymamla oldu diyebilirim. Zira ülkemizde bu denli iyi vizyona sahip dünya standartlarında bir jam session konseptini maalesef çok göremiyorduk.

Lara: The Irish Spirit ile Snapmuse aracılığıyla, onlar için şarkı yazmaya ve şarkı söylemeye başladıktan sonra tanıştım.

Derya: Aslında bu konudaki en büyük şansım İrlandalı grupların müzikleri ile erken yaşlarda tanışmak, onların müziklerini gitar ile icra etmeye çalışmak, bu kültürün yakın bir takipçisi olarak büyümüş olmaktı diyebilirim. Durum böyle olunca, müzik yaptığım bu yıllar içinde hayran olduğum bu kültürü yaptığım işlere de yansıtmam kaçınılmaz oldu tabii.

Onur:  The Irish Spirit’i, benim çok sevdiğim  bir grup olan Islandman’in sahne aldığı Jam Session ile tanımıştım. Şu an On Fade ile bunun bir parçası olmak gerçekten heyecan verici. 

Sizin için ne ifade ediyor #theirishspirit? Böyle yaratıcı, cesur, özgür bir ruhun parçası olmak nasıl bir duygu?

Erkan: The Irish Spirit bizim yaptığımız müziğin içindeki yaratıcı çabayı gördü. Biz ayrı ayrı solo çalışmaları olan sanatçılarız ancak bir araya geldiğimizde nasıl bir dinamiğimiz olduğunu görmemize fırsat verdi. Bu yüzden bu girişimi çok kıymetli görüyoruz.

Fatih: Benim için The Irish Spirit öncelikle İrlandalıların özgürlüklerine düşkünlüğüne olan karakterlerini simgeliyor. İrlanda halk müziklerine uzun yıllardan beri bir merakım var. Bağımsızlıklarına düşkünlükleri elbette ki müziklerine de fazlasıyla yansıyor. Bu ruhla sahnede olacak olmak benim için ayrı bir zevk ve mutluluk, zira içimde bu anlamda asi bir İrlandalı var. 🙂

Lara: Benim için, bu ruh tamamen özgür olmak ve iyisiyle kötüsüyle gerçek anlamda yaşamakla ilgili.

Derya:  #theirishspirit özgür ruhu, sanatı, kimi zaman da iklimi ve doğasıyla bağdaştırdığım tatlı melankolik bir kültürü ve en önemlisi özgünlüğü ifade ediyor. Yaptığımız müzik ile İrlanda kültürünün uyum ve etkileşimi sayesinde bu özgünlüğün ruhunu koruduğumuza ve sürdürdüğümüze inanıyorum. İrlanda ruhunun yaptığımız müziğin bir parçası olabilmesi gerçekten heyecan ve mutluluk verici.

Onur: Hepimizin cesur ve özgür olduğu sürece gelişebileceğine, üretebileceğine ve bir şeyler yaratabileceğine inanan biri olarak böyle bir ekiple buluşmak ve her yönüyle onlarla birlikte bir şeyler üretiyor, kafa yoruyor olmak oldukça keyifli.

On Fade ile Röportaj
On Fade ile Röportaj

Nasıl bir albüm bekliyor biz dinleyicileri? İlham aldığınız müzik türleri ne oldu albümün yaratımında, ne tarz parçalar dinleyeceğiz?

Erkan: Dinleyicileri dünya standartlarında bir albüm bekliyor, ancak şunu da ilave etmeliyim ki bizim live performanslarımız albümümüzden de daha iyi çınlıyor. Provalarımızda çok eğleniyoruz, zannediyorum dinleyiciler de hem albümü dinlerken hem de konserlerimizde bunu fark edeceklerdir.

Fatih: Sizleri özellikle Down Tempo Deep House altyapılarının, country/blues çalımlı gitar tınılarıyla birleştiği, hatta bir şarkımızda Anadolu’muzun sazıyla, daha ülkemize yakınlaştığı bir harman bekliyor. Bu yönüyle oldukça özgün bir anlayışın olduğunu söylemek mümkün müziğimizde.

Lara: Vokal olarak, benim açımdan oldukça soluklu ve hisli. Birçok stilin karışımı aslında, kendiniz dinleyip deneyimlemelisiniz. 🙂

Derya: Bu özgün projede benimle birlikte yer alan; çeşitli alt kültürlerden gelmiş prodüktör ve müzisyenlerin bir arada olduğu bir çalışmada, yaptığımız müzik türünü tek bir ifadeyle tanımlamak imkansız. Aslında bu çalışmayı On Fade üyelerinin geçmişlerinin bir sentezi olarak görmek mümkün.

Onur: Kısaca country ve ethnic tabanlı kendine özgün downtempo / deep house bir albüm diyebiliriz.

Peki bu müzik türleri, #theirishspirit’in hangi yönüyle bağdaşıyor, hangi karakteristik özelliğini çağrıştırıyor sizce?

Erkan: Biz müzikal olarak dünyada neler olup bittiğinden haberdar olan müzisyenleriz, ancak burada Türkiye’de üretilen ve daha önce üretilmiş müziğin de etkisinde kalmış olmamız kaçınılmaz. Bu da bize, müziğimize başka türlü bir rayiha katıyor. Şimdiye kadar aldığımız tepkiler de gayet doğru bir yerde durduğumuzu gösteriyor.

Fatih: The Irish Spirit’le en çok bağdaşan yönü kesinlikle kendine has, özgün ve cesur bir müziğin varolması olduğunu söyleyebilirim.

Derya: Akustik enstrümanlarımıza eşlik eden altyapılarımız elektronik müzik tabanlı yani sentezleyicilerin dünyası, dolayısı ile sınırsız kombinasyonlar ve her türlü denemeye açık bir müzik tarzı ile karşı karşıyayız. Bu bize prodüksiyonda ve kayıtta gerçek anlamda bağımsız, sınır tanımaz ve özgün bir şekilde müziğimizi icra etmemizi sağlıyor. Kısaca bu yönü ile özgünlüğü ve özgürlüğü çağrıştırdığını söyleyebilirim.

Onur: Aslında sizin de belirttiğiniz gibi cesur ve özgür bir ruhu olması bence. Biz de farklı müzik türlerini bir araya getiririken biraz özgür ve cesur davrandık.

Parçaların isimlerini nasıl seçtiniz, karar sürecinde size ilham veren bazı hikayeler oldu mu?

Erkan: Her şarkı kendi ismini çağırıyor aslında. Kendi ismini şarkılar kendi seçiyor sanki.

Fatih: Şarkıların isimlerini seçerken önceliğimiz sözlerle beraber bize hissettirdikleriydi elbette. Özel bir hikaye anlatmak gerekirse The Irish Spirit adını alan şarkımızdan bahsetmemiz mümkün, zira bu şarkının ismi bu ruhu taşıyan ve hisseden tüm ekip tarafından verildi. Bu yüzden herkesin bu şarkıda emeği var. 🙂

Lara: Birçok hikayenin bir araya gelmesiyle oluşturuldular, hep birlikte hissettiklerimiz ve deneyimlediklerimizden yola çıktık.

Derya: Parçaların isimlerini proje ekibi ile beraber ortak bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkardık.

Sizlerin ayrı ayrı en sevdiğiniz parçaları merak ediyoruz. Neden bu parçalar?

Erkan: Şarkılardan hangilerini sevdiğimizi sormak, ebeveynlere çocuklarından hangilerini sevdiklerini sormaya benziyor, ama her ebeveyn gibi gizli de olsa bir tercih mutlaka vardır. Çaktırmayın ama galiba benim en sevdiğim track “The Irish Spirit”.

Fatih: İşte en zor soru! Çok klişe olacak ama hepsi benim çocuğum gibi… Ayırıp bir sıraya koyamıyorum. 🙂 Sadece şunu belirtmeliyim “The Ghost” şarkısı On Fade ile The Irish Spirit’i bir araya getiren ilk adım. Bu yüzden ilk çocuk olduğu için ilk göz ağrısı duygusunu hissetiriyor.

Lara: Hepsini gerçekten çok seviyorum ama içlerinden “In My Bones” parçası benim için ayrılıyor. Sebebi, parçanın sözlerini yazmaya başlayalı birkaç yıl olmasına rağmen tam anlamıyla On Fade ekibiyle bir araya geldikten sonra ortaya çıkmış olması. Ve tabii en sonunda özgürlük ve ifade üzerine muhteşem bir şarkı yaratmış olmamız. Parçanın dönüşümüyle ilgili çok mutlu hissediyorum.

Derya: Klişe bir cevap olacak ancak gerçekten her bir parça benim için kendi içerisinde farklı anlamlar ve hisler barındırıyor. Hepsi için bir şeyler söylemem gerekirse; In My Bones’ un enerjisi, Ghost’un büyülü dünyası, The Irish Spirit’ in keyfli akışı, Never Let You Go’nun hikayesi ve melankolisi, Reload The Gun’ın cool duruşu, 1780 ile çıktığımız etnik ve eğlenceli yolculuk; sevme sebeplerim olarak sayabileceklerim. 🙂

Onur: Birini seçmem gerekir ise hikayemizin başlangıç noktası olduğu için “Ghost” diyebilirim. Ama gerçekten tüm parçaları çok severek ve eğlenerek yaptık.