İşlerinde algı ve gerçeklik perspektiflerinden hareket, ışık, zaman ve mekan arasındaki ilişkiyi araştırmayı hedefleyen Ayşe Gül Süter, hem yurt içi hem de yurt dışında oldukça ilgi çeken bir sanatçı. Ayşe Gül, yeni medya teknolojileri ile geleneksel teknikleri bir arada kullanıyor. Biz de kendisiyle sanatın dijitalleşmesi, ilham kaynakları ve sanata bakış açısı hakkında sohbet ettik.

 Ayse Gül Süter, Pavelló d'Operacions
Ayse Gül Süter, Pavelló d’Operacions | Fotoğraf: Ayse Gül Süter

New York Üniversitesi’nde Animasyon ve Dijital Sanat bölümünü bitirdin. Seni ilk başta dijital sanat okumaya teşvik eden şey neydi?

Özellikle Animasyon bölümünü seçmemin sebebi hareketi öğrenmekti. Leonardo Da Vinci’nin doğanın devinimini matematiksel hareket teorileri ile birleştirmesinden, Eadweard Muybridge’nin fotografik hareket çalışmalarına, ilk Disney animasyonlarından, günümüz teknolojik animasyon tekniklerine kadar geniş bir yelpazede hareketi çalıştık. Daha sonra, kendi dilimizi bulmak için karakalem animasyonlarından, hareketli heykellere kadar pek çok farklı teknik deneyimledik veya geliştirdik. İlk ateşli öğrenme günlerinden bana kalan en önemli bilgi; sanat eserinin zamansız olabilmesi için en temel unsurlar duygu, fikir ve samimiyet.

Sanatın farklı alanlarında, farklı tekniklerle oluşturduğun işlerin var. Algı ve gerçeklik üzerinden araştırdığın ilişkileri izleyicilere nasıl aktarıyorsun?

10-12 sene önce gerçekliği sorgulatan dijital platformda işler üretiyordum. Bunu da izleyicinin kendi imgeleri üzerinden yapıyordum. Çeşitli sensörler ile izleyicinin görüntüsünü dalgalandırıyordum, renklendiriyordum veya kırıyordum.

İnsanların kendi görüntüleri üzerinden ürettiğim bu dijital sanat, beni heyecanlandırıyordu, çünkü izleyici kendi görüntülerini sanat nesnesi haline getiriyor ve en iyi kompozisyonu yakalamak için işin önünde zaman geçiriyordu. Fakat ne zaman cep telefonu teknolojisi çok ilerledi, dijital filtreler elimizin altına geldi, o zaman benim yaptığım dijital üretimlerin orijinalliği kalmadı. Bu da beni bu dijital işleri analog haline getirmeye zorladı.

İyi ki de bunun farkına varıp, gerçekliği sorgulatan analog aynalar üretmeye odaklandım! Bu fikirden de Acid Vision ayna serim ortaya çıktı veya dijital işlerim evrildi diyebilirim. İzleyicinin kendi imgesini normal bir aynada, dijital efektli bir filtre ile görmesi izleyiciyi eserle etkileşime davet ediyor. Bu seriyi üretirken çok keyif alıyorum. Atölyemde ara ara dijital efektleri analog olarak aktarabileceğim denemeler yapıyorum, önümüzdeki senelerde seriyi farklı efektlerle genişletmeyi planlıyorum.

Her alanda olduğu gibi sanatta da hem sergiler hem de işler anlamında dijitalleşmeye gidildiğini gözlemliyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsun? Sence ileride daha fazla sanatçıdan dijital eserler görecek miyiz?

Tanık olduğumuz gibi bugün yeni olan teknolojik cazibeler, yarın önemini yitirebiliyor. Bu aldatıcı alana düşmeksizin zamansız eserler üretmek dijital eserlerin en büyük mücadelesi. Ama şu konuda haklısın, kesinlikle daha fazla sanatçı hem dijital hem analog platformlara uygun, birbirleriyle bir diyalog içinde olan eserler üretecek. Fakat farklı teknolojik gelişmeler olmadıkça dijital sergi, fuar, etkinlik, konser, vs., yani fiziksel deneyimlerin dijital olarak deneyimlenmesi aynı etkileyiciliği sunmuyor. Eminim bu alandaki teknolojik gelişmeler bize başka deneyimleme yolları açacak.

la-vanguardia-quo-artis
La Vanguardia | Fotoğraf: Ayse Gül Süter

Hem yurt dışında hem de yurt içinde oldukça fazla sergiye katıldın. Biz de keyifle ve gururla takip ettik! Peki hepsi arasından senin en çok sevdiğin hangisi ve neden?

Beni en çok heycanlandıran, Barcelona Sant Pau Hastanesi’nin eski ameliyathanesindeki, 2019 senesinde gerçekleşen kişisel sergim. Bu serginin yeri benim için çok özel, çünkü bu sergi, farklı iki disiplinin yani bilimin ve sanatın ortak çalışması olarak gerçekleşti.

Önce IRB Barcelona’da (Biyomedikal Araştırma Enstitüsü) 1 sene boyunca konuk sanatçı olarak çalıştım. Burada edindiğim tecrübeleri, fikirleri, içselleştirip, görsel sanat diline çevirdim. Dünyanın pek çok bilimsel araştırma kurumlarından sanatçılara açık çağrılar yapılır. Böylelikle araştırmalar bilim dilinden çıkarak sanat diliyle çok daha fazla kitlelere ulaşabilir. Fakat bio-art pratiğinin açık çağrılarındaki en önemli koşul, bilimdeki bulguları veya görüntüleri birebir üretmek değil, onlara sanatsal bir yorum katmaktır. Sanat diline çevirmek derken bundan bahsediyorum. 

IRB Barcelona Enstitüsü’ne girebilmek için Avrupa Birliği destekli QuoArtis kurumu tarafından sanatçı olarak seçilip desteklemiştim. İnsan hücrelerini konu alan bir sergi, en iyi bir hastanede sergilenebilirdi. Barcelona’da eski bir hastane olan Recinto Modernista, günümüzde turistlerin şehirdeki en önemli ziyaret noktalarından biri. Ayrıca Avrupa’da en büyük Art Nouveau mimarisinin bir arada olduğu yer. Şu ana kadar hiç sergi yapılmamış, çünkü o sebeple kurgulanmış bir alan değil. Fikrimi sunduktan aylar sonra, sergi için gerekli izinleri alabildik. 1400’lerden kalan tarihi bir yapının içinde, yapıya zarar vermeden bir sergi gerçekleştirmek, projenin görünen zorluklarındandı. Katalan mimarisinin en önemli örneklerinden biri olan bu yapıdaki ilk serginin Türk bir sanatçıya verilmesi ise projenin görünmeyen zorluklarındandı.

Exposició Art Made of Science – Microspheres de l'artista Ayse Gül Süter
Exposició Art Made of Science – Microspheres de l’artista Ayse Gül Süter | Fotoğraf: Ayse Gül Süter

Bu büyüleyici Art Nouveau mimariyi gezerken beni en çok etkileyen alan ameliyathane olmuştu. Gün ışığından yararlanmak için ameliyathanenin camları kocaman tasarlanmış ve o alanda başka hiçbir şey yok. İnsan vücudundaki hücrelerini konu alan bir sanat eserini sunarken, hücrelerin enerji kaynağı olan güneş ışığı ile etkileşime giren bir iş hayal ettim. Gündüz (gün ışığı) olduğunda deneyimlenen, fakat akşam gözükmeyen bir vitray yerleştirmesi. Güneş ışığının parlaklığına göre ifadelerini alan renkler.

Biyomedikal laboratuvarında konuk sanatçı olarak başlayan proje 1 sene sonunda, turistik olarak gezilen bir ameliyathanenin camlarında vitray olarak ifade bulmuştu. İşte bu yüzden bu proje benim için çok özel. Bilim ve sanatın ortak çalışması, çağdaş vitray yorumlarım ve büyüleyici Art Nouveau mimarisi. Her şey olması gerektiği gibi… Bu sergiyi gerçekleştirmiş olmaktan çok büyük mutluluk duyuyorum.

Bio-Lab'den Görüntüler
Bio-Lab’den Görüntüler | Fotoğraf: Ayşe Gül Süter

Çoğu sanatçı pandemi öncesinde de üretim süreci boyunca karantinadaymışçasına çalıştığından bahsediyor. Kimileri de tam tersine bu dönemden negatif etkilenmiş. Sen pandemi döneminden nasıl etkilendin? Bu durum sanatına nasıl yansıdı?

Pandeminin ilk dönemindeki tedirginlikten ve askıya alınan projelerden ötürü atölyeye gitmek hiç istemedim, bu yüzden planlarımı pandemi sürecine adapte ettim. Bir süredir üzerinde çalıştığım “Kristalleşme” fikrini atölyeden eve taşıdım. Mutfağımın bir bölümünü “laboratuvara” dönüştürüp, evimde kristaller büyüttüm.

Sürekli evde olduğum için kristallerim ile çok daha iyi bir bağ kurup, onların istediği sıcaklık derecesini, gün ışığını, ihtiyaç duydukları karanlığı sağladım. Doğanın yarattığı bu formları daha sonra mikroskop altında gökkuşağı renkleri ile birleştirdim. Pandemi sürecinin karanlık rengi, şu ana kadar ürettiğim en renkli ve parlak kristal eserlerime ilham oldu. 

Kristaller
Kristaller | Fotoğraf: Ayşe Gül Süter

Üretim sürecindeyken neler sana ilham kaynağı oluyor? Hangi malzemeleri ve teknikleri kullanacağına nasıl karar veriyorsun?

Haftada minimum 5 gün atölyeme gidiyorum. Sürekli ve sistemli üretim sürecinde olunca ilham kaynağı konusunda sıkıntı çekmiyorum ve genellikle benzer konular üzerinde üretiyorum. Malzeme konusunda ise deneysel gitmek beni çok heyecanlandırıyor. Bir fikri anlatırken en doğru malzemeyi seçmeye çalışıyorum. Doğru malzemeyi bulmak, işin yarısını bitirmek gibi geliyor bana. Bilgisayar yazılımları, sıcak/soğuk cam ile şekillendirme teknikleri, reçine ile boyama, yapay ışık çeşitleri, ve LED teknolojileri, mikroskop ile görselleştirme, bilimsel yazılımlar… En önemlisi bunları malzeme ve teknikleri benim dilime nasıl adapte edebileceğim. Bu süreç zorlu ama iyi bir sonuç çıkınca çok büyük mutluluk veriyor. 

microspheres_vitray-yerlestirme
Ayse Gül Süter, Pavelló d’Operacions | Fotoğraf: Ayse Gül Süter

Halihazırda işlerinin görmek isteyenler nereden görebilir?

7 senedir uyum içinde çalıştığım ve beni her zaman destekleyen PG Art Gallery’nin Maslak’taki yerinde işlerimden bazı örnekleri görülebilir. Aynı zamanda yine aynı sokakta Project 7.8.9’a özel hazırlanmış cam enstalasyonu da görülebilir.  

Yeni sergi planı var mı? Bir sonraki serginin konusu ne olacak?

2021 Mart ayında PG Art Gallery’de gün ışığı veya yapay ışıkla etkileşime giren “Mikroküreler” serimi göstereceğim. Mikroküreler, yaşam hücrelerinin en soyutlanmış şekilleri. Bir yüzeyin üzerindeki yüzlerce “Mikroküre”, ışığı kırıyor, yoğunlaştırıyor, yansıtıyor, renklere ayırıyor, yani stabil olanı hareketlendiriyor. Ayrıca 2021 sonbaharda Michigan Science Center’da Science Gallery’nin düzenlediği bir grup sergisinde Kristaller üzerine bir yerleştirme kurguluyorum. 

Keyifli röportaj için çok teşekkürler! 

Kapak Fotoğrafı: Ayse Gül Süter

İlginizi çekebilir: Melis Büyükerk’ten Ahmet Rüstem Ekici Röportajı