Babadağ’da, 1300 metre yükseklikte, sedir ve çam ormanlarıyla çevrili iki gün geçirme fikri kulağa nasıl geliyor? 26-27 Ağustos’ta Babakamp’ta #germanlegend sayesinde gerçek bir bushcraft deneyimiyle kendimizi keşfetme ve doğanın mucizesini yaşama şansı yakalandık. Bu eşsiz yerde geçirdiğimiz iki günlük Back’s to Basics deneyimine gelin daha yakından bakalım.

Dağcı Conrad Anker’ın da dediği gibi: “Bizi harekete geçiren şey zirvedir, ama asıl önemli olan tırmanışın kendisi.” Bir cuma sabahı, Babadağ’ın virajlarından dönerek Babakamp’a doğru ilerlerken gördüğümüz eşsiz manzaralar Anker’ın bu sözlerini bir kez daha kanıtlıyor. Üstelik henüz “Movement, art & global community” mottosuyla yola çıkan Babakamp’ta geçireceğimiz iki günün ne çok şeyi içine sığdırabileceğini tam kavramış değiliz. Kampa ulaşır ulaşmaz bungalov odalara yerleşiyoruz ve ardından mekanı keşfe çıkıyoruz.

Her yanımız ağaçlarla çevrili; çoğumuz kampın çitlerinin ardında, ormanın içlerinde özgürce dolaşma lüksüne sahip yabani atlarla ilk kez karşılaşıyoruz. Babakamp doğanın gerçek anlamda içinde geniş bir mekana sahip. Benzer arayışlarla doğada birkaç gün geçirmeyi tercih etmiş insanlar kaynaşmaya imkan tanıyan pek çok ortak alanı bulunuyor. Back’s to Basics sayesinde biz de bu iki gün boyunca bu mekanın her bir karesinden keyif alıyoruz çünkü program bize yeni sanatçılar keşfetmek, ateş başında masallar dinlemek, trekking, zipline gibi maceralara atılmak ve sanatsal yönümüzü harekete geçirecek etkinliklere katılmak için şans tanıyor. İşin en ilgi çekici kısmıysa tüm bunları yaparken sık sık telefonumuza bakmıyoruz çünkü hem internet kullanımı sınırlı hem de anda kalmanın gerçek anlamını keşfedip tam o an olduğumuz yerde olmaktan, tam o anda yapmakta olduklarımızı yapmaktan keyif almaya başlıyoruz!

İki gün boyunca doğa fotoğrafçılığı, ‘contemporary collage’, ‘wooden mug’ ‘workshop’ları tekrarlanıyor böylece istediklerimizin hepsini deneyimleyebiliyoruz. Workshop’lar sırasında empresyonistlere hak vermeden geçemiyoruz çünkü doğanın ışığı ve enerjisiyle çalışmak bambaşka hisler vadediyor. Manet’nin de dediği gibi: “Doğada çizgiler yoktur yalnızca birbiri ardına gelen renk alanları vardır.” Kolajlarımıza imaj bulmak için karıştırdığımız eski dergilerden ve bira kupalarımızı yapmak için birleştirmeye çalıştığımız ahşaplardan başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz de tam olarak bu: Yeşil ve mavinin birbiri ardına gelen tonları.

Elbette doğada zihnimizle olduğu kadar bedenimizle iletişime geçmek de önemli. Back’s to Basics ile geçen iki günde zipline ile Babadağ manzarasının üzerinden süzülürken ya da ‘trekking sırasında zirveye doğru eşsiz bir gün batımı görmek için tırmanırken bedenimizin bizi yalnızca A noktasından B noktasına değil, maceralara da götürebileceğini hatırlıyoruz. Beden-zihin koordinasyonunu bir arada isteyen Hayatta Kalma Okulu’nda ise ağaç dalı ile yön bulma, doğada saati öğrenme ve ateş yakma gibi temel becerileri edinirken doğayla iş birliği içinde olmanın önemini de yeniden keşfediyoruz.

Günlük yaşamda alışık olduğumuz tetikleyicilerden olmadan beş duyumuzu harekete geçirebilme lüksü iki güne sığdırabildiklerimize şaşırmamızı sağlıyor. Babadağ manzarasında, gün batımına eşliğinde gerçekleşen Derun ve Eren Dutlu performanslarında özgürce dans ediyoruz; geceleri ateş başı konserlerinde Sufle ve Kum’un müziğini paylaşıyoruz ve bizi yalnızca birlikte olduğumuz grubun duyabiliyor olmasının verdiği özgürlükle şarkılara doya doya eşlik ediyoruz. Tabii bir de Arbil Çelen Yuca’nın masallarına ve Majnoon’un performansına eşlik eden ‘Closer Fire’ dansçılarına hayran kalıyoruz. İki günün sonunda, şehrin ışıkları tarafından engellenmedikleri için tüm parlaklığıyla görebildiğimiz yıldızlara veda ediyoruz ve kendimize en kısa zamanda geri dönme sözleri vererek Babakamp’tan ayrılıyoruz…

Kapak Fotoğrafı: