Cehennem Çiçekleri ile ilk karşılaştığımda kitaptan ne beklemem gerektiği konusunda emin değildim. Kitabın, “Ilaria Tuti’nin ilk haftada 3 baskı yapan, 70.000’den fazla satarak çok satanlar listesine giren kitabı Cehennem Çicekleri, 14 dile çevrildikten sonra şimdi Türkçede!” cümlelerinden oluşan iddialı bir arka kapak yazısı vardı. Yazarın ilk romanı olmasına rağmen kitabın kısa sürece çok satanlar arasında girdiğinden söz ediliyordu. Yine de hemen heyecanlanmadım çünkü arka kapak yazıları sebebiyle çok yükseldiğim, kitabı okumaya başladığımda ise büyük hayal kırıklığı yaşadığım çok kitap okudum. Özellikle son dönemde arka kapak yazılarındaki övgülerin fazlasıyla abartılarak yazıldığına şahit oluyorum. Neyse ki Cehennem Çiçekleri beni şaşırtmadı; arka kapak yazısında anlatıldığı gibi gerçekten elimden bırakamadığım bir roman oldu.

Cehennem Çiçekleri | Fotoğraf: Instagram @portakalkitap

“Her seri katil dönüşü olmayan o noktayı geçmeden önce acı çeken bir insandır. Çoğunlukla başkaları tarafından zarar verilmiş ve kesinlikle yalnız biridir.”

Polisiye romanları riskli buluyorum. Eğer elinizdeki iyi kurgulanmamış, aceleyle sona doğru ilerlemeye çalışan bir roman ise keyfiniz fazlasıyla kaçabilir. Hele benim gibi kitabı yarım bırakma konusunda fazlaca tereddütteyseniz, belki kitap bir yerden sonra daha iyi bir yere gider umuduyla, çaresizlik içerisinde okumaya devam edersiniz. Bu endişeler sebebiyle ben, özellikle polisiye romanlar konusunda, fikrine güvendiğim kişilerin önerilerini dikkate alarak okumaya çalışıyorum.

İtalyan Alpleri’nde gözleri oyulmuş ve bazı uzuvları ortadan kaybolmuş bir ceset bulunmasıyla açılıyor roman. Bunun bir seri katilin işi olup olmadığı anlaşılamadan devam cinayeti geliyor. Yılların deneyimi ve bilgi birikimi, katilin profilini çıkarmaya yeterli gelmiyor; bir sonraki cinayete doğru zaman azalırken gerilim de iyice artıyor. Ekibin bir yandan da “kol kırılır, yen içinde kalır” sözünü kendisine düstur edinmiş kasaba halkı ile uğraşması gerekiyor çünkü kasabalılar, aralarında bir katil olmadığı konusunda hayli ısrarcı.

Polisiyelerde ana sahnede bir cinayet olur ancak yan çatışmaların kalitesi, ana sahnenin görkemini de belirler. Cehennem Çiçekleri’nde, polisiye dizi ve kitapların vazgeçilmez çatışmalarından biri olan, o bölgeye yeni atanan bir memur ile kıdemli memurun arasındaki çatışma, yan hikâyelerin başında geliyor. Bu iki yabancının birbirlerine alışma öyküsü, hem karakterlerin hikâyesini adım adım öğrenmemize hem de ana çatışmanın çözüm sürecine hizmet ediyor. İkinci yan çatışma ise, cinayeti çözmeye çalışan ekip ile katilin arasındaki ilişkiden doğuyor. Daha doğrusu, ekibin başındaki Başkomiser Teresa’nın katile yaklaşımındaki klasik olmayan, hatta sıra dışı sayılabilecek şefkat, okuru da içsel bir hesaplaşmaya götürüyor: Suç ne? Normal ne? Bir suçluyu, bana sunulan profilinden bağımsız olarak, onu bir katile dönüştüren süreci göz önünde bulundurarak değerlendirebilir miyim? Bir suçluya şefkat duyabilir miyim? İnsanları o an yaptıkları “yanlış”a iten hikâyeyi bildiğimizde durumu, olayı yorumlama biçimimiz de dönüşüyor. Bu konu ile ilgili bir farklı bir bakış açısı kazanmak ve düşmanlığı değil, şefkati beslemeye dair bir şeyler izlemek isterseniz isterseniz “Human” belgeselini izlemenizi öneririm.

Başkomiser Teresa, katilin profili ve yaşam öyküsünün detaylarını ile ilgili daha çok şey öğrendikçe, hem kurbanları hem de katili kurtarmaya yönelik isteği de artıyor. Ve nihayetinde, bu cinayetlerin altından, cehennemin içerisinde kendisine ait bir çiçek saklamaya çalışan, yaralı birinin hikâyesi çıkıyor. Romanı bitirdikten sonra şu soruyla baş başa kalıyorsunuz: “Kendini tehdit altında hissettiği için öldüren bir hayvanın katil olduğunu söyleyebilir misiniz?”

Cehennem Çiçekleri, heyecanla okuduğum, yer yer polisiye klişelerine başvursa da okurun merakını diri tutmayı başaran bir roman.

Kapak Fotoğrafı: Instagram @bikitapokudum

İlginizi çekebilir: Ceren Oğuz’dan Edgar Allan Poe