Kurumsal hayattayken çoğumuz isteklerimizi, hayallerimizi ikinci plana atıyoruz. Ya zaman bulamıyoruz ya da erteliyoruz. Emre Onar ise hem kurumsal hayatta çalışıp hem de çalışma hayatının monotonluğuna inat kendi hobilerine göre üretmeye devam ediyor. Blog yazıları, Instagram paylaşımları ve özellikle pandemi döneminde hepimize ilham olan #bigidenesoralım podcast yayınları. İstanbul-Londra arası hayallerinden peşinden koşan Emre’ye bu sefer biz #bigidenesoralım dedik. 

Kendinden bahsetmek gerekirse neler demek istersin?

“Yazmayı, paylaşmayı ve üretmeyi çok seven biri” diye kısaca özetleyebilirim. Bir yandan dijital pazarlama alanında kurumsal hayatta çalışıyorum ama bir yandan da içimdeki paylaşma içgüdüsüyle önce blog, sonra Instagram, dergi yazıları, şimdi podcast derken vaktim oldukça ve elimden geldiğince bir üretim halindeyim.

Londra maceran nasıl başladı? Ne kadar daha süre oradasın?

Her zaman yurt dışına taşınmayı çok istemiştim ve üniversiteden mezun olduktan sonra hep fırsatları kovaladım. Linkedin’de gördüğüm bir ilan ile Londra maceram başladı diyebilirim. 2 sene boyunca şirketimin İstanbul ofisinde çalışırken Londra’ya transfer konusunu hep gündemde tuttum. Bolca sabır ve gayretin sonunda 2017’de Londra’ya taşındım. Türkiye’yi çok seviyorum ama bir süre daha burada olmak istiyorum.

Yenilikleri başkalarıyla paylaşma fikri, sitenle mi başladı yoksa ondan önce de başka girişimlerin oldu mu? 

Daha önce de dediğim gibi yenilikleri, ilgimi çeken şeyleri paylaşmak çocukluğumdan beri yaptığım bir şey. 2003’te Mynet üzerinden bir site yapıp o zaman bile blog tadında, bir şeyler paylaştığım bir dönem olmuştu. İlkokul arkadaşlarımla 2005’e kadar falan devam ettirmiştik. Blog olarak devam ettirsek Türkiye’nin en eski bloglarından olurduk aslında. 🙂

2010’da ilk blogumu açtım ve 2015’ten beri de emreonar.com üzerinden güncel formatında devam ediyor. Yeni yerleri keşfetmeye bayılan ve seyahat etmeyi çok seven biri olarak seyahat rehberi tadında önerilerimi yazıyordum, İstanbul’da en iyi 5 kokteyl yeri gibi liste yazılar paylaşıyordum. Zamanla blogların popülaritesi azaldıkça Instagram’a ağırlık verdim ama hala blogumu güncel tutmaya çalışıyorum, gezi rehberleri yazmaya devam ediyorum. Zaten seyahat önerileri yazdığım için organik trafik alan bir konsept. İnsanlar öneri istediklerinde web sitesi linki paylaşmak da işimi kolaylaştırıyor. 🙂 2017’den beri Tempo Travel, Pegasus, Alem gibi dergilerde de dönem dönem seyahat yazıları yazdım.

Bi Gidene Soralım podcast yayın süreci nasıl gelişti? 

Yurtdışına göç etme konusu son 5 yılın en popüler konularından biri ve ben de sosyal medya üzerinden İngiltere ile ilgili çok fazla soru almaya başlamıştım. Çevremde de hem İngiltere’de farklı alanlarda çalışan hem de Avustralya’dan Çek Cumhuriyeti’ne kadar birçok farklı ülkeye göç etmiş arkadaşlarım var. Mesela üniversite arkadaşlarımın yarısı artık yurtdışında yaşıyor! Bu farklı hikayeleri yansıtacak bir platform olsun diye düşünerek 2019 Mayıs ayında kendi sitem üzerinden 10 röportajlık bir seri planladım. Konuklarımı seçtim, soruları gönderdim vs. ama sonradan yazılı bir formatın ne kadar uygun olduğu konusunda emin olamadım ve projeyi erteledim. Daha sonra son zamanlarda sıkı bir dinleyicisi olmaya başladığım podcast formatını denemek istedim ve Aralık 2019’da da ilk bölümleri yayınlamaya başladım.

Podcat yayınları nasıl gidiyor, nasıl tepkiler alıyorsun?

Gerçekten çok güzel bir ilgiyle karşılaştım. Her hafta yaklaşık 10-15 mesaj alıyorum farklı ülkelerde yaşayan insanlardan. Aslında farklı ülkelerden konuklar alsam da herkes çok fazla ortak nokta buluyor. Bu yayınlar ile göç etmenin ne kadar evrensel bir konu olduğunu anladım açıkçası. Türkiye’den dinleyenlerden de çok fazla soru geliyor veya doğrudan konuklarıma ulaşıyorlar. Şu anda dinleyicilerin %70 gibi büyük bir çoğunluğunu Türkiye’den dinleyenler oluşturuyor. Aldığım en güzel mesaj ise, 3. bölümdeki konuğumun tavsiyelerini uygulayıp İngiltere’de bir şirketi, vizesine sponsor olmayı ikna ettiğini ve işe girdiğini söyleyen takipçime aitti! Birilerinin hayatlarında pozitif değişiklik yaptığımı duymak beni çok mutlu ediyor.

Bi' Gidene Soralım
Bi’ Gidene Soralım | Fotoğraf: Larissa Bapuçoğlu

Podcast konukları ve içeriklerini nasıl seçiyorsun?

Konuklarımın büyük bir çoğunluğunu yakın arkadaşlarım ve doğrudan tanıdığım insanlar oluşturuyor ama zamanla artık yurtdışında yaşayan gazeteciler veya akademisyenlerle de röportajlar gerçekleştirmek istiyorum. Mesela Kanada’da yaşayan kuşak araştırmacısı Evrim Kuran sağolsun kırmadı ve Nisan ayında konuk oldu. Kendisi muhteşem bir konuşmacı ve yurtdışına göç ile Z kuşağı üzerine konuştuğumuz harika bir bölüm yaptık. Genelde birkaç bölümde bir İngiltere’den bir konuk, diğer haftalarda ise farklı ülkelerden konuklara yer vermeye çalışıyorum. İngiltere’den olan konuklarımda ise podcastleri rutinleştirmemek adına farklı alanlardan konuklar seçiyorum – mesela Londra’da influencer olarak çalışmak, Londra pazarlarında stand açmak, Londra’da İK kariyeri gibi alanlar seçerek çeşitlendirmeye çalışıyorum.

Podcast son birkaç ayda hızlı bir yükselişe geçti bu konu hakkında ne düşünüyorsun?

Kesinlikle! Mart ayından beri Türkiye’de çok hızlı bir yükseliş var. Özellikle korona döneminde insanlar evlere kapanınca, “Neden ben de denemeyeyim” diye düşünerek kayıt yapmaya başladı sanırım. Bazı günler 3-4 yeni podcast serisi gördüğüm oldu. Benim yaptığım alanda da, yani yurtdışında yaşama ve yurtdışına göç konusunda, çok fazla yeni podcast dikkatimi çekmeye başladı. Sanırım Şubat’tan bu yana 4-5 tane benzer podcast gördüm. Hatta geçen günlerde benim konspetimi tamamen kopyalayıp, bir de Instagram’da takipçilerimin hepsini takip eden, hatta konuklarıma mesaj atan bir podcast’e denk geldim. Tabii bunların ne kadarı sokağa çıkma yasakları bittikten sonra da devam edecek orası meçhul. Ama ortada gerçekten bir trend sözkonusu ve dinleyici rakamları da son üç aylık dönemde hızla artmaya başladı.

Karantina süresinde Londra’da olmak nasıldı? Motivasyonunu kaybettiğinde anlarda neler yaptın?

Aslında evden çıkmayınca nerede olduğunuz da bir noktada çok belirsizleşiyor. Sokağa çıkılmayan senaryoda evin içinde insan Londra’da mı Amerika’da mı yoksa İstanbul’da mı pek fark etmiyor. 🙂 Londra’da ilk başlarda insanlar korkunç bir tüketim çılgınlığına girdi. Marketlerde tuvalet kağıdı, ekmek, et vs gibi birçok ürün resmen talan ediliyordu ve taze sebze vs. bulmakta zorlandığım bir dönem oldu. O açıdan Londra’da olmak, İstanbul’da olmaya göre daha farklıydı. Özellikle Mart ve Nisan aylarında motivasyonu ve morali korumanın zorlaştığı dönemler oldu ama hep bir noktada biteceğini düşünerek motivasyonu korumaya çalıştım. Bakalım umarım daha rahat günleri göreceğiz…

Geçirdiğin bu süreçte kendinde yeniden keşfettiğin noktalar oldu mu?

Normalde hayatın yoğunluğunda kendimi ne kadar yorduğumu fark ettim. Biraz geri adım atıp dinlenmek, kabuğa çekilmek iyi geldi.

Bu dönemde İstanbul’a  gelebilseydin gelir miydin? Yoksa Londra’da karantinaya devam ederdin? 

Göçmen olmanın zorlukları bu tür durumlarda devreye giriyor aslında. Açıkçası karantina döneminde İstanbul’da olmak isterdim ama ülke dışında geçirebileceğiniz maksimum gün sayısı vs derken burada kalmak daha mantıklı geldi.

Londra’da şu an hayat nasıl?  Normalleşme süreci sence tedbirli şekilde ilerliyor mu?

İngiltere, Avrupa ülkeleri arasında karantina kararını en geç veren ülkeydi. Diğer ülkelere göre bu kararı yaklaşık iki hafta sonra aldılar, fakat bunun çok kötü sonuçları oldu. Şu anda Avrupa’da en yüksek vefat rakamı İngiltere’de. Bu nedenle şu an çok ihtiyatlı davranıyorlar, hala tedbirler devam ediyor. Mağazalar 15 Haziran’dan itibaren açıldı ama kafeler, barlar hala kapalı. Burada aslında hiçbir zaman tam bir sokağa çıkma yasağı olmadı, insanlara günde bir kez bir saatlik dışarı çıkma hakkı verilmişti ve maske kullanımı da hiç empoze edilmedi. Hatta sokakta maske takanlara insanlar hala çok garip bakıyor, fakat 15 Haziran’dan itibaren Londra’da toplu taşımada maske takma zorunluluğu getirildi. Bazı tedbirleri çok geriden takip ediyorlar.

Her dönemin bir trendi vardır, sence karantinanın trendleri nelerdi? 

Çok güzel bir soru! Kesinlikle her dönemin trendleri var ve karantina sürecinin de kendi içinde trendleri oldu tabii. Yemek yapmak, Zoom’da arkadaş buluşmaları, Instagram canlı yayınları, Tiger King gibi bazı Netflix programları, ilk başlarda Instagram’daki garip challenge’lar… Evde bir şeyler pişirmek bile kendi içinde dönemsel trendlere ayrıldı. 🙂 Mesela başta herkes banana bread yaparken sonra ekmek yapımı furyası başladı, sonra herkes lahmacun ve mantı yapmaya başladı gibi gibi. Instagram’da paylaştığım 3 malzemeli yulaflı kurabiye de ufak bir trend yarattı 🙂 Bu şaka tabii ki ama yemek tarifleri en ilgi çeken içeriklerden oldu dönem.

Karantinanın başlarında herkes heyecanla Bengi Kurtçebe’nin tariflerini takip edip anında onları yapıyordu. Tabii karantina dönemi deyince Instagram canlı yayınları da akılda kalanlardan olacak diye düşünüyorum. Çoğu pek bir etki yaratamadan bitti ama Bartu Küçükçağlayan ve Melikşah Taş’ın Mücbir Sebepler canlı yayınları kesinlikle karantinanın yıldızı oldu. Bir ara her akşam TR saati 12’yi heyecanla bekler oldum, bu dönem için muhteşem bir moral oldular!

Sosyal medya detoksu yapıyor musun arada?

Sanırım iflah olmaz bir sosyal medya bağımlısıyım. 🙂 Ara ara birkaç günlük paylaşım detoksu yapıp takibi de azaltıyorum ama tamamen bıraktığım bir dönem uzun süredir olmadı diyebilirim. Aslında yapmak lazım tabii, iyi hatırlattın.

Sınırlar açıldığında tatil planın var mı? Yoksa bir süre bir yerlere gitmemekten yana mısın?

Bu yaz ülke içi tatil yapılabilir gibi geliyor. Türkiye’ye gelip Ege’de bir yerlere gitmek hayalim ama bakalım nasıl olacak.

Yaptığın seyahatlerden hangisi sende unutulmaz bir yer bıraktı? Diğerlerinden ayıran nokta hangisi?

Dubai’ye gitmek seyahatlerim için bir dönüm noktası oldu diyebilirm. Bir şehir olarak Dubai’nin bir etkisi değildi ama orada yaşadığım his etkili oldu. Unutmuyorum, Burj Al Arab’ın orada kumların üzerinde denize karşı oturuyorduk ve o an dünyanın böyle bambaşka bir noktasında olma hissini fark ettim. O zamana kadar hep Avrupa’da gezmiştim ve aslında Avrupa kendi içinde ayrışsa bile yine de benzer bir yapı ve kültür var. Dubai’den sonra önceliğimi başka kıtalardaki ülkeleri keşfetmeye verdim.

Londra’da ve İstanbul’da gitmeyi en çok sevdiğin yerler hangisi?

Londra’da haftasonu kahvaltı için yumuşacık pancake’leri ile Notting Hill’deki Granger&Co, akşam bir şeyler içmek için Doğu Londra’da Mare Street Market, yazın güzel havalarda Boundary’nin terası ve hem suşileri hem de kokteylleri ile Sushisamba. Aslında daha çok yer var ama şu an bir çırpıda aklıma gelenler bunlar oldu. İstanbul’da ise, şu anda uzaktayken Boğaz’ı çok özlediğim için Yeniköy’de Pero’da oturup bir şeyler içmek güzel olurdu, kahve molası için Bağdat Caddesi’nde Grön Coffee ve tabii ki Burgaz’da Yasemin’de rakı balık.

Kapak Fotoğrafı: Instagram.com/emreonar/

İlginizi çekebilir: Larissa Bapuçoğlu’ndan Mösyö Taha Röportajı