Gaziantep’in Vejetaryen Lezzetleri: Alternatif Duraklar Peşinde

Kiremit rengi toprakları üzerinde hiç bilmediğim bir geçmişi biraz gizemli biraz cömertçe paylaşan Gaziantep; hâlâ çocukların oynadığı dar sokakları ve alışık olmadığım kibarlıktaki yaşayanları ile hiç dönmek istemediğim bir şehir oldu. Her ne kadar Gaziantep; et üzerine olan mutfağıyla ünlenmiş olsa da bu ziyaretimde beni çok keyif aldığım vejetaryen mutfağında ağırladı. Hem de istendiği zaman en geleneksel tariflerin bile alternatiflerinin mümkün olduğunu gösterdi. 

Gaziantep | Fotoğraf: Eylül Aytan

Gaziantep’te Vejetaryen Mutfak

İnsan olmayan hayvanların yaşam hakkı, daha sağlıklı bir beslenme ve iklim krizi derken çoğumuzun beslenme ve yaşam tarzı değişmeye başladı. Bu değişim kendisini şehri ziyaret eden kişilerde de göstermiş olacak ki bu gezimde ne yiyeceğim diye hiç düşünmem gerekmedi. Bir vejetaryen olarak yiyeceğim yemekler; biraz sora sora biraz da dar sokakların beni yönlendirdiği minik dükkânlar ile karşıma çıktı. Tam da mevsimi gelmişken Gaziantep’i ziyaret etme isteğini tetikleyecek vejetaryen seçenekli restoranları ve yemekleri sıralıyorum o zaman!

Yesemek Yöresel Gaziantep Mutfağı

Camlarından, seramiklerine; tabaklarından çerçevelerine kadar her detayında Gaziantep esintisi olan bu restoranda yemeklerin çoğunluğu vejetaryen! Rengârenk dizilen yöresel vejetaryen mezeleri içerisinde; şalgam suyuyla haşlanan bulgur salatasından o sırada çalışan tarafından “terbiyeli elma” ismi verilen süzme yoğurt ile karıştırılıp tarçın ve portakal suyu ile marine edilen yeşil elma var. Yoğurtlu semizotu üzerine konan fellah köfteler, limon tuzu ile marine edilen Pembe Sultan isimli lahana da diğer mezeler içerisinde.

Yesemek’in en güzel yanlarından biri ise yemek seçerken bize verdikleri rahatlık. Bu kadar vejetaryen yemekleri bir arada bulmuş hangisini seçeceğim diye zorlanırken tadımlık tabak hazırladıklarından bahsettiler. Böylece beş adet yöresel Gaziantep yemeğini de hiç tıkanmadan deneme şansı buldum. Aşağıdaki fotoğrafta görebileceğiniz tadım tabaklarındaki yemekler; Mıcırık aşı, Firik pilavı, Pimpirim aşı, Dövme çorbası ve tabii ki zeytinyağlı kuru dolma. Dürüst olmak gerekirse de iyi ki tadımlık tabakları varmış. Yoksa bu yemeklerden birini seçmek inanılmaz derecede zor olurdu! 

Yesemek | Fotoğraf: Eylül Aytan

Yemeğin sonunda çok sevdiğimiz çalışanlar bize reyhan şerbeti ikram ettiler. Normalde şerbet pek sevmesem de karanfil, tarçın, zahter gibi birçok tadın bulunduğu bu şerbet; tatlı ve ekşi dengesiyle HARİKAYDI! 

Gaziantep | Fotoğraf: Eylül Aytan

Tahtasına “geleneksel vejetaryen yemekler” yazan ve bunun altını hayal edebileceğimin ötesinde dolduran Yesemek, bana sorarsanız Gaziantep’i ziyaret etmek için başlı başına bir sebep. 

Dürümcü Habeş

Dürümcü Habeş | Fotoğraf: Eylül Aytan

Öncelikle Gaziantep’te en çok aklınızda kalacak şeylerden birinin inanılmaz büyük porsiyonları olacağından eminim. Dürümcü Habeş de bu konuda bir istisna değil. Tam veya yarım tırnaklı pidelerin içerisine dilediğimiz ürünü koyabiliyoruz. Ben içerisine baharatlı nohut, mücverin Gaziantep yorumu olan ökçe, kızartmalar ve bol yeşillik koydurdum. Fakat buradaki en önemli noktalardan biri her ne kadar Gaziantep’te nohutlu dürüm geleneksel bir yemek olsa da çoğu zaman nohut, kemik suyunda pişiriliyor. O yüzden herhangi bir yerde nohutlu dürüm yerken veya Dürümcü Habeş’te tırnaklı pidenizin içerisine nohut koydururken et suyu olmayandan demeyi unutmayın.

İmam Çağdaş Kebap ve Baklava Salonu

İmam Çağdaş Gaziantep | Fotoğraf: Eylül Aytan

Şimdi sıra hemen hemen hepimizin bildiği İmam Çağdaş’ta. Kimisi artık eski tadının kalmadığını ve gerçek Anteplilerin oraya gitmediğini söylese de zamanın ruhunu en hızlı yakalayan kebapçılardan biri İmam Çağdaş. İstanbul’da çoğu zaman alternatif bulamadığım kebapçıların aksine İmam Çağdaş’ta sebzeli lahmacundan etsiz patlıcan ve Alinazik kebabına kadar birçok seçenek var. 

Tatlıcı Abdurrahman

Tatlıcı Abdurrahman | Fotoğraf: Eylül Aytan

Burası Gaziantep’in dar sokaklarının beni çıkardığı minik bir “taze tatlıcı” dükkânı. Müşebbek tatlısını yerken sokaktan geçen bir esnaf “Siz Gaziantep’in en güzel dükkânını bulmuşsunuz” dediği; internette konum ve birkaç yorum dışında hiçbir bilgiye ulaşamadığım bu dükkân benim Gaziantep’te en sevdiğim yer oldu. Zaten minik bir dükkânın önünde yeni tepsinin çıkmasını bekleyenlere baktığımda sanıyorum ki Gaziantep’in en lokal tatlıcılarından biri tesadüfi bir şekilde karşıma çıkmış. 

Gaziantep; karşıma çıkardığı kültürünü tanıtmak isteyen nazik insanlarla, her adımımda karşılaştığım farklı bir tarihî parçasıyla beni büyüledi. Her sokağından, taşından ilham aldığım bu şehre umarım yakın zamanda sizin de yolunuz düşer. Ben en yakın zamanda geri döneceğimden eminim.

Bana göre Gaziantep’e kadar gitmişken iki saat mesafedeki Göbeklitepe’ye de mutlaka uğranmalı. Göbeklitepe’nin tarihini öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gaziantep ve Şanlıurfa: Efsanelerle Dolu İki Gün

Kaçamak bir hafta sonu, tarihler arası bir yolculuğa çıkmak ve kendinizi Antik Çağ, Roma ve İslam uygarlıklarının mistik hikayeleri, efsaneleri ve onların günümüze kadar gelebilmiş kültürlerinin içinde bulmak, üstüne bir de lezzet şöleni yaşamak istiyorsanız Gaziantep ve Şanlıurfa sizi bekliyor!

Halfeti
Halfeti | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Ne zamandır doğu illerini keşfetmek, yakından görmek istediğim için bu iki şehir güzel bir başlangıç oldu. Sıkıştırılmış bir hafta sonu turu olarak gittiğimiz ve hak ettiği itibarı görmediğini düşündüğümüz bu yerlerde umduğumuzdan fazlasını bulduğumuzu ve bizde tekrar gelme isteği uyandırdığını söylemeden geçemeyeceğim.

Gaziantep  [[konum_1]]

Küşlemeci Halil Usta [[konum_2]]

Gaziantep | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Söz konusu mutfağı olunca boş mideler ve büyük beklentilerle vardığımız Gaziantep’te ilk durağımız Zeugma Mozaik Müzesi‘ne birkaç sokak ötede bulunan Küşlemeci Halil Usta oldu. Buraya giderseniz “havyar kıymetinde” olduğunu sık sık duyduğumuz ve her yerde göremediğimiz küşlemenin et sevmeyenlere bile parmaklarını yedirdiğine siz de tanık olabilirsiniz.

Zeugma Mozaik Müzesi  [[konum_3]]

Zeugma Mozaik Müzesi
Zeugma Mozaik Müzesi | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Gaziantep Kalesi ve civarındaki çarşılarda kendimizi kaybetmeden önce gittiğimiz Zeugma Mozaik Müzesi‘nde kazılardan çıkarılmış eserleri incelerken fresk ve mozaiklerin canlılıklarını görüp hayrete düşmemek elde değildi.

Mitolojiye, Antik Yunan tarih ve yaşayış biçimine ilginiz varsa burası size de çok keyif verecek. Biz müzenin ardından sınırlı vaktimizi çarşı alışverişi yaparak, fıstıklı baklava ve şöbiyetlerin tadına bakarak geçirdik ama daha geniş bir vakitte Emine Göğüş Mutfak Müzesi, Hamam Müzesi, Savaş Müzesi ve Beyazhan Kent Müzesi’ni görmek de çok güzel olurdu.

Gaziantep Kalesi
Gaziantep Kalesi | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Otantik parçaları seviyorsanız Gaziantep’in rengarenk yemenilerinden (el yapımı deri ayakkabı), sedef işlemeli ürünlerinden, kutnu kumaşından yapılma veya sırma işlemeli giysilerinden kendinize ya da sevdiklerinize alabilirsiniz. Antep fıstığı alacaksanız önce içini açıp rengine bakmanızı tavsiye ederim; yeşil olanlar daha yağlı olduğundan sarı olanlara göre daha lezzetli çünkü. Bölgede fıstıkla birlikte zeytin de çok yetiştiği için doğal zeytinyağlı ürünler de bulmanız mümkün.

Şanlıurfa [[konum_4]]

Halfeti [[konum_5]]

Günümüzde Şanlıurfa’nın bir ilçesi olsa da Gaziantep’e daha yakın olan ve iki şehrin ortasında uzanan Halfeti, dünyadaki 204, Türkiye’deki 11 “sakin şehir” unvanına sahip yerden biri. Buraya gelince neden “Saklı Cennet” dendiğini daha iyi anlıyorsunuz. Bölge genellikle Birecik Barajı altında kalan Savaşan Köyü’nün hüzünlü ve güzel görüntüsü ile meşhur. Ancak daha eski medeniyetlerin izlerini görmek de mümkün. Burası pırıl pırıl cam rengi baraj sularının süslediği Rum Kalesi, yer yer fıstık ağaçlarının dizildiği ve koyunların otladığı sarp kayalıklarıyla, Frig Vadisi’ndekileri andıran taştan oyulma mezar anıtları ve antik mağaralarıyla, mistik hikayelerle dolu büyüleyici bir coğrafya.

Halfeti
Halfeti | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Tekne turuyla hepsini görmeniz, hikayelerini dinlemeniz mümkün ancak vaktiniz varsa burada daha uzun süre kalabilir, yüzen restoranlarda yerlilerin kendi usullerinde pişirdikleri balıkların tadına bakabilir, Savaşan Köyü’nün geriye kalan tek yerlisi olan amcanın çaycısına uğrayıp manzaraya karşı bir çay içebilir, sular altında kalmaktan kurtulan yüksek kısımlarında zamanın adeta durduğu terk edilmiş taş evleri ve dünyada doğal yollarla sadece burada yetişen siyah gülleri yakından görebilirsiniz. Biz sadece tekne turuyla yetindik ama güneş batmaya yakın şehrin ışıklarının suya vurduğu o anı da kaçırmadık.

Göbekli Tepe   [[konum_6]]

Göbekli Tepe ise bu geziyi yapmamızın başlıca nedenlerindendi. Stonehenge’den 7000, Mısır Piramitleri’nden 7500 yıl daha eski olduğu söylenen böyle bir yapının ülkemizde olması çok güzel. İnsanlığın henüz avcı-toplayıcı olduğu bir dönemde ortaya çıkan bu yapıdaki detaylı hayvan ve insan betimlemeleri insanı şok ediyor. Zira bu denli bir sanatsal ve teknik yeterlilik gerektirecek bir işçiliğin ve bunu yapabilmek için gerekli olan iş bölümü ve organizasyonun bu dönemde olmadığı düşünülüyordu. Müze Kart ile ücretsiz giriş yapabildiğiniz Göbekli Tepe’ye sizi kazı alanının bulunduğu tepeye kadar çıkaran servislerle ulaşıyorsunuz. Birkaç dakikalık bir yolculuğun ardından Şanlıurfa’nın uçsuz bucaksız düzlüklerini gören tepeye varıyorsunuz.

Kazı alanını gezdikten sonra onun çok yakınında bir yerde bir ağacın dibinde bulunan ve kaç yıllık olduğu bilinmeyen ama yöre halkının Göbekli Tepe kazıları başlamadan öncesine kadar bile hep ziyaret ederek dua ettiği, buradaki ağaca çaput bağladığı mezarları da görmeden geçmeyin derim. Aslında üst üste yığılı taşlardan mezar olduğunu düşündürse de o taşların altında gerçekten mezar olup olmadığı da bilinmiyor. Yine de binlerce yıl önce insanların tapınmak için uğrak yeri olan Göbekli Tepe’nin yine binlerce yıl sonra bambaşka uygarlıklarca dua etmek için ziyaret edilmesi beni etkileyen bir ayrıntı.

Göbekli Tepe’deki İsimsiz Türbeden
Göbekli Tepe’deki İsimsiz Türbeden | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Vaktiniz varsa müzenin hediyelik eşya bölümüne uğramanızı ve buradaki güzel hediyelik eşya ve anı ürünleri dışında yerli ve yabancı yazarlara ait tarih, arkeoloji (bilhassa Göbekli Tepe) ve mitoloji kitaplarından oluşan özenle seçilmiş kitap seçkisine de göz gezdirmenizi şiddetle tavsiye ederim. Hatta bunu yaparken bir nevi kitap kafe olarak düzenlenen bu mağazada manzara eşliğinde biraz oturup soluklanabilirsiniz.

Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi [[konum_7]]

Göbekli Tepe Replikaları, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi
Göbekli Tepe Replikaları, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Göbekli Tepe’yi görüp Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne gitmemek olmaz. Müzeyi gerek sergileme biçimi gerek içinde barındırdığı parçalar gerekse Göbekli Tepe’deki dikili taşlar ve taş duvarların birebir yapılmış replikaları açısından çok başarılı bulduğumuzu söyleyebilirim. Sabah tepeden gördüğünüz tapınağın burada bir nevi içine girmiş gibi oluyor ve binlerce yıl önceden tasarlanmış bu tapınağın heybetini deneyimleme imkânı buluyorsunuz. Ayrıca Göbekli Tepe ve Şanlıurfa’nın çeşitli yerlerindeki kazılardan çıkarılmış tarih öncesi çağlara ait eserleri gördükçe zaman yolculuğuna çıkmış gibi oluyorsunuz. Ayrıca Göbekli Tepe’deki dikili taşlarla benzerlik gösteren ve dünyanın en eski heykeli olarak bilinen Urfa Adamı’nı (Balıklı Göl Heykeli) görmeden geçmeyin derim.

Harran [[konum_8]]

Bize göre Harran kesinlikle içinde olduğumuz yüzyılda yaşamıyor; burada halk kendi geleneklerini devam ettiriyor. Bölgenin kendine has bir ilginçliği var. Büyük beyaz taşlarıyla şehre serilen kendi haline terk edilmiş Harran Kalesi’nin, önünüzden geçen keçi sürüleriyle onlarla oynayan yerli çocukların ve Harran Konik Evleri’nin görüntüsü buranın genel hatlarını çiziyor. İnsanlar Atatürk Barajı’nın yapımıyla bir nebze zenginleşip beton evler yapmadan buraya özgü konik evlerde kalıyormuş. Bazen hala yılın belli zamanlarında bu yazın serin kışın sıcak tasarlanmış evlerde kalıyor, yazları dışarı kurdukları yataklarda yatıyorlarmış.

Harran Konik Evleri
Harran Konik Evleri | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Bu yöresel evlerden dünyada sadece Haran’da, Halep’te bir de ilginç bir şekilde İtalya’da bulunuyor. Bunun nedeniyse, buraya gelen bir ressam turistin bu evlerin çizimini yapması ve ardından İtalya’da hayata geçirmesi. Meşhur matematikçi İbn-i Sina gibi pek çok doğulu alimin zamanında çalışmalar yürüttüğü, bugün restorasyonda olan “Harran Üniversitesinden” ise geriye ise gözlemevi olarak kullanılan kulesinin bir kısmı ile heybetli giriş kapısı kalmış. Kaybolmamak için tek başına direnen değerli tarihiyle Harran yalnızlığıyla biraz iç burksa da görülmeye değer.

Balıklı Göl ve Şanlıurfa Kalesi  [[konum_9]]

Balıklı Göl ve Şanlıurfa Kalesi
Balıklı Göl ve Şanlıurfa Kalesi | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Şanlıurfa denince hepimizin aklına hep o bilindik Balıklı Göl fotoğrafları gelir. Ben de artık fotoğrafları göre göre ezberlediğimi sandığım bu yeri kendi gözümle görünce bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim.

Tüm heybetiyle tepeye konumlanmış Şanlıurfa Kalesi’nin üzerindeki iki dev sütun ve tam karşısına denk gelen Balıklı Göl ile Ayn Zeliha Gölü’nün varlığı, Hz. İbrahim’in dev bir mancınıkla devasa büyüklükte bir ateşe atıldığı sırada ateşin göle, yanan odunların balığa dönüştüğü Balıklı Göl efsanesine ev sahipliği yapıyor. İnsanların hala bu balıkları kutsal saydığından onlara dokunmaması insanı gülümsetiyor. Balıklar büyüleyici güzellikteki Halilurrahman Cami önündeki Balıklı Göl ile Ayn Zeliha Gölü’nün arasında huzurla yüzüyorlar.

Halilurrahman Cami ve Balıklı Göl
Halilurrahman Cami ve Balıklı Göl | Fotoğraf: Neşe Coşkun

Burayı hem gündüz hem gece gözüyle görmenizi tavsiye ederim. Gece daha sakin ve daha gizemli bir hale bürünüyor ve o zaman ortaya daha güzel kareler çıkıyor. Ama en güzel fotoğrafı çekme derdine kapılıp binlerce yıllık tarihi ile efsanelerinin birbirine karıştığı bu yeri karış karış fotoğraflamanın da çok gerekli olduğunu sanmıyorum. Çünkü bence en güzel fotoğrafına bakmak bile burada olmanın verdiği hissi veremiyor. Burayı kendi benliğinizle deneyimlemenin bir yolunu bulmanızı öneririm. Bu; menengiç kahvesi eşliğinde Ayn Zeliha’nın etrafındaki mekanlarda soluklanmak olabilir, balıkları izlemek olabilir, camilerin ve efsaneye konu olan mağaraların, tünellerin içini gezmek, mimarisini incelemek olabilir. Benim için bunun yolu; oturup gün batımına doğru Halilurrahman Cami ve Balıklı Göl üzerindeki yansımasının hızlı bir biçimde not defterime skecini çıkarmak oldu.

Biz Şanlıurfa’dan kısa programımız nedeniyle uzaktan görebildiğimiz mağara evleri, kalesi, bugün cami olan tarihi kiliseleriyle sonradan uzun soluklu bir gezi yapma hayalleriyle ayrıldık ama sadece gördüğümüz kadarıyla bile beklentilerimizin ötesinde bir hafta sonu deneyimledik.

Kapak fotoğrafı: zeugma.org.tr

İlginizi çekebilir: Neslihan Sancak’tan Gaziantep Lezzet Durakları

Gaziantep Yeme İçme Rehberi: Dolu Dolu Bir Lezzet Turu

Eşimle güzel bir lezzet turu yapmak istedik ve mutfağı UNESCO tarafından koruma altına alınmış Gaziantep’e gitmeye karar verdik. Antepli arkadaşlarımıza sorarak ve birkaç blog okuyarak gidilecek yerleri belirledik. Başta konakta mı kalsak diye düşündük ancak mevsimsel olarak rutubet sorunu olabileceğinden merkezde Novotel’de kalmayı tercih ettik. Bu sayede araba da kiralamadık ve her yere cüzi miktarda ücret ödeyerek taksi ile ulaşım sağladık. Cuma akşam yemekte Antep’te olacak şekilde iş çıkışı uçağımıza bindik ve Gaziantep yeme-içme rehberi lezzetli bir şekilde başladı!

Gaziantep’te Yeme-İçme

Hışvahan [[konum_1]]

Hışvahan
Hışvahan | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Hışvahan’ın akşam yemeği için harika bir ambiyansı vardı! İnsanlar fazla şıktı; benim uçaktan inmiş halim ortama pek uymadı ama yapacak bir şey yoktu. 🙂 Çıtır mantı, lahmacun, tadımlık tabak, karışık kebap tabağı ve eritme Antep peyniri istedik. Lezzetsiz bir şey yeme ihtimalinin olmadığını bilmek çok güzeldi. Peynire bayıldım, lahmacun zaten Antep’in her yerinde çok güzeldi bence; malzemesi bol, ince ve çıtırdı. İlerleyen dakikalarda çok güzel bir canlı müzik başladı. Güzel olan ortam daha da keyifli bir hal aldı ve akşamımızı keyifle tamamladık. 

Instagram

Hayad Restaurant [[konum_2]]

Hayad Restaurant
Hayad Restaurant | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Sabah kahvaltı tercihimizde açıkçası beyran gibi ağır şeyler içip güne başlamak istemedik çünkü gideceğimiz çok yer vardı. 🙂 Peynir, zeytin, yumurta, börek vs. derken nispeten hafif bir kahvaltı yaptık.

Hayad Restoran
Hayad Restoran | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Antep’te evlerin avlusuna “hayad” denirmiş. Hava almaya çıkmak demezlermiş de, hayad aldım derlermiş, ne kadar güzel. Burada da biz hayad aldık gerçekten; ortam o kadar keyifli, her detay o kadar güzel düşünülmüştü ki bayıldık.

Üçler Lahmacun [[konum_3]]

Üçler Lahmacun
Üçler Lahmacun | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Bizim gibi yerli turistlerin pek bilmediği ama Gaziantep yerli halkının iyi bildiği ve çok sevdiği bir yer: Üçler! Hayad’a yürüme mesafesinde olunca, kahvaltı sonrası olsa da fırsatı kaçırmayıp soluğu burada aldık. Lahmacun ve dönerimizi yedik, sabah havalimanına giderken teslim almak için 50 adet lahmacun siparişimizi de verdik. İstanbul’da da birçok yerde lahmacunun güzelini yemiş bir insan olarak söylüyorum, böyle bir lahmacunu İstanbul’da yeme şansımız çok zayıf. İnanılmaz bir lezzet…. Döner de aynı şekilde, Bayramoğlu fanı olarak buranın dönerine de ba-yıl-dım!

Instagram

Kebapçı Halil Usta  [[konum_4]]

Kebapçı Halil Usta
Kebapçı Halil Usta | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Müze sonrası yürüme mesafesinde olan ve küşlemesini mutlaka denememiz gereken Halil Usta’ya gittik. Lezzeti geri planda bırakıp işi ticarete dökmüşler gibi geldi bana. Çok kalabalık, her şey hazır, yemekler sipariş verince sonra servis ediliyor ama o anda yapılmıyor. Üçlü fiks bir menü belirlemişler, her yeni oturana hızlıca sayıp servis etmek istiyorlar gibi de geldi bana. Ama biz sadece küşleme, salata ve ayran aldık. Evet gerçekten lezzetli ama beklentiye girecek kadar değil. Halil Usta’nın yanından ayrılan Mehmet Usta bir yer açmış, orayı da denemek lazım, başarılı olduğunu duydum.

Instagram

Koçak Baklava  [[konum_5]]

Koçak Baklava
Koçak Baklava | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Çarşıdan sonra İstanbul’a götüreceğimiz tatlı siparişlerimizi halledelim diye Koçak’a uğradık. Sipariş hazırlanırken ikram edilen baklavalardan tattık. Bu süper lezzeti buradan nasıl anlatayım ki, mutlaka denemeli!

Dolu dolu vakit geçirdikten sonra hem aldıklarımızı bırakmak hem biraz dinlenmek için otele uğradık. Akşam yemeğimiz için hazırlandık ve soluğu çok çok gitmek istediğim Bayazhan’da aldık.

Instagram

Bayazhan Restaurant [[konum_6]]

Bayazhan Restaurant
Bayazhan Restaurant | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Burası  bir tütün tüccarı olan, Bayaz Ahmed Ağa tarafından Halepli bir mimar ve taş ustalarına yaptırılmış. I. Dünya Savaşı sonrası İngilizler, Antep’i işgal ettiklerinde Bayazhan’ı karargâh olarak kullanmışlar. Hanın bir bölümü ise eski yıllarda hapishane olarak kullanılmış. Gaziantep’te ilk sinema filmi de Bayazhan’ın büyük salonunda gösterilmiş.

Bayazhan Restaurant
Bayazhan Restaurant | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Yani çok güzel bir tarihi var bu hanın. İçine girdiğinizde de tarihi çok net hissedebiliyorsunuz. Zaten tok gittiğimiz için yemek konusunda abartmak istemedik ve ortaya tadımlık şeyler söyledik: Antep cacık, patlıcan salata, mini içli köfte, ale nazik (orada ali nazik denmiyormuş), havuç baklava. 

Yediklerimiz çok güzel olsa da insan ilişkisi olarak çok zayıf buldum. Garsonların ilgisizliği, servisin yavaşlığı, isteğimizi 2-3 kez dile getiriyor olmamız, bu güzelliğin içinde bizi biraz üzdü. Yine de kendimizce keyifli bir akşam geçirdik. Son yudumlarımızı dışarıda teneke varillerin içinde yakılmış ateşlerin başında aldıktan sonra Antep turumuzu tamamlamış olduk.

Instagram

Çok güzel yedik, peki Gaziantep’te başka neler yapalım derseniz…

Zeugma Müzesi       [[konum_7]]

Zeugma Müzesi
Zeugma Müzesi | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Yemeği biraz abarttıktan sonra hem biraz yürüyüş yapıp yer açalım hem de Zeugma Müzesi’ni müzeyi görelim istedik. 24 TL giriş ücreti sonrasında isteğe bağlı olarak 5 TL’ye de 3D görselli, çok güzel bir video anlatımı vardı. Roma dönemini, mozaiklerin anlamlarını, çingene kızını çok güzel anlatıyordu. Bu bilgileri aldıktan sonra gezince her şey daha anlamlı oldu. 

Bakırcılar Çarşısı [[konum_8]]

Bakırcılar Çarşısı
Bakırcılar Çarşısı | Fotoğraf: Şeyma Bilge

Bu kadar yemenin üstüne akşam midelerimizde yer açmak için biraz yürümek lazımdı tabii. 🙂 Taksi ile Bakırcılar Çarşısına geldik, ince sokaklarında gezdik. Kapalı çarşıya çok benzettim ben. Tahmis Kahvesi’ne gitme planımız vardı ancak yer yoktu. Biz de çarşının içinde mağaralara yapılmış kafelerden birine oturduk. Elimiz boş çıkmayalım bu çarşıdan dedik ve gözümüze kestirdiğimiz bir esnaftan, çok güzel bir alışveriş yaptık; kuru patlıcan, kuru biber, sade yağ, pul biber, antep fıstığı (gerçekten çok iyi) aldık.

Her şeyiyle çok keyifli, çok doyurucu bir şehirdi. Tarihine hayran kaldım. İnsanı sıcak ve turiste çok alışık. Buraya, bu lezzet turunu yaşamaya bence fırsat buldukça, diyetlerimiz elverdikçe gelinmeli.

Sevgiler…

Kapak fotoğrafı: Pinterest

İlginizi çekebilir: Neslihan Sancak’tan Gaziantep Lezzet Durakları

Leziz Bir Diyar: Gaziantep’in Lezzet Durakları

Gaziantep dendiğinde aklımıza ilk gelen, tabii ki dillere destan Gaziantep mutfağı! Gaziantep sadece mutfağının ünüyle kalmıyor, tarihi yapılarıyla da, meşhur baklavaları kadar, etkileyici olduğunu bizlere kanıtlıyor… Üç günlük bir program yaparak gittim. Eğer ki programınızın planını iyi yaparsanız, üç gün, yemeye de gezmeye de fazlasıyla yetiyor. Öyle ki bir günümü de Urfa-Halfeti’ye ayırabilmiştim. Hatta gelecek yazımda da Halfeti’den bahsedeceğim.

Gaziantep’e beş kişi, grup olarak gittik. Uçaktan iner inmez, İstanbul’dan ayarlamış olduğumuz araba kiralama işlemlerini hallettik ve Şahinbey bölgesinde kalan bir hotele yerleştik. Buradan, gezilmesi gereken yerlere en fazla 25 dakikada ulaşabiliyorsunuz. Eğer siz de kalabalık gidecekseniz, araba kiralamak çok mantıklı bir seçenek.

Evet! Şimdi size gidip gördüklerimi, yediklerimi, içtiklerimi sıralıyorum…

Katmerci Zekeriya Usta

Katmerci Zekeriya Usta

Öncelikle, katmer katmer lezzet sunan, ‘Katmerci Zekeriya Usta’dan başlayalım; Gaziantep’e geldiğinizde güzel bir başlangıç yapmak istiyorsanız, rotanızı buraya çevirin. Gözünüzün önünde açılan incecik yufkalar ve üzerine eklenen bol kepçe fıstıklarla ‘dehşet’ül vahşet’ bir katmer deneyimi yaşıyorsunuz. Gaziantepliler katmeri kahvaltıda da yiyormuş. Değişik bir deneyim olabilirdi ama ben yine de öğle saatlerine doğru yemeyi tercih ettim. Girişte karşılaştığınız aşırı lezzetli katmer manzarasının etkisiyle, muhtemelen katmerlerinizi kişi başı olarak sipariş vereceksiniz. Ama, öyle bir şey yapmayın çünkü iki kişi bir katmeri anca bitirebiliyor!

Katmeriniz tabii ki süt ile sunuluyor. Mekanın atmosferi gayet doğal ve şirin; kapının önüne oturmak da ayrı zevkli (özellikle hava güzelse). Zekeriya Usta ve çırakları müşterilerle sürekli iletişim halindeler, o yüzden ilgi ve alakadan tam puan aldı. Zekeriya Usta’nın muhabbeti de katmeri kadar güzel. Bir daha gitsem, yine ilk durağım burası olurdu.

Gaziantep Gezisi: Kahramanlık Panoraması Müzesi

Antep

Millet Han’a da uğrayarak, Gaziantep Kalesi ve Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesi’ni ziyaret ettim. Burası, Gaziantep Kalesi’nin çevresinde, yüksek bir bölgede yer alıyor; Gaziantep’in güzel manzarasını buradan doya doya seyredebilirsiniz. Müze içerisinde, Türk tarihinin, milli mücadele dönemlerinin önemli ayrıntılarına ilişkin çok zengin görseller, detaylar ve hikayeler var. Bu müze, dünyadaki sayılı panorama müzelerinden biri olduğu vurgulanarak haberlere konu olmuştu. Kesinlikle görmeniz gereken yerler arasına almalısınız.

Kebapçı Halil Usta

Kusleme

Havasından suyundan mıdır, çok leziz kokularından mıdır bilinmez ama Gaziantep’te gezerken çok acıkıyorsunuz. Sıra bir lezzet durağına daha geldi; Kebapçı Halil Usta! Burası pek merkezi bir noktada yer almıyor ama lezzeti o kadar dillere destan olmuş ki, içerisi tıklım tıklım. Kapısının önünden daha içerisinin ne kadar kalabalık olduğunu anlayabiliyorsunuz. Özellikle küşlemesiyle fazlaca ün salmış bir mekan burası. Deneyip test ettim, kebabının da küşlemesinin de tadı çok başarılıydı!

Zeugma!

O ünlü Çingene Kızı mozağinin evine geldik. Zeugma Müzesi’ne girer girmez içerideki mistik havayı hissedeceksiniz. Burası Anadolu’da yaşayan nice uygarlıklardan kalma mozaiklerle dolu. Aynı zamanda, dünyanın en büyük mozaik müzesi olma ünvanına sahip. Etrafı çok inceledim ve çok etkileyici görsellerle karşılaştım. Mozaiklerin karşısına geçip onlar hakkında bilgi almadan önce biraz kendinizce yorumlamayı deneyin. Onların da bir ruhları olduğunu hissedecek, size hikayeler anlatmaya çalıştıklarını göreceksiniz. Çingene Kızı’nın sergilendiği odaya girerken, heyecanlanacaksınız. Bu özel mozaiğin ismi, kazı sırasında, dış görünüşüne bakılıp sonunda bir tahmin yürütülerek konmuş. Çingene Kızı mozaiğinin, isminin yazılı olduğu düşünülen alt kısmı bulunamadığından, aslında kim olduğu bilinmiyor.

İmam Çağdaş

İmam Çağdaş

Şimdi Gaziantep’in kült mekanı, İmam Çağdaş’tan bahsetmeliyim. Burada her şey leziz! Baklavaları, burmaları, neyi var neyi yoksa yiyiniz efenim. İçeri girer girmez, şehir dışına transfer olmaya hazırlanan tepsi tepsi baklavaları görüyorsunuz. O kadar talep var yani… Ortam güzel, tatlar güzel, servis iyi. Sadece, havuç dilimimin arasına dondurma istediğimi söyleyip, olmadığını duyduğumda biraz hayal kırıklığına uğradım. Benden başka herkes memnundu, nazlılığıma veriyorum. Sonuçta Gaziantep’te ilk kez baklava yerken hayal kırıklığı yaşamak çok da normal bir davranış değildi…

İmam Çağdaş’ın ardından bir güzel kahveye geliyor sıra… Ünlü Tahmis Kahvesi’nde buluyorum kendimi. İçeride, sizi kemiklerinize kadar ısıtabilecek soba mevcut. Bu sıcaklığa bir de ortamın sıcaklığı ekleniyor ve eğer yorgunsanız, çok tatlı bir uyku isteği sarıyor dört bir yanınızı. Ben burayı çok sevdim, çok keyifli bir yerdi. Tahmis’e kadar gelmişken, içeriğinde antep fıstığı tozu olan Menengiç Kahvesi deneyeyim dedim; yoğun bir tadı vardı ve tadı bana pek hitap etmedi. Ardından güzelim Türk Kahvesi ile kapanış yaptım. Burada kahvenin yanında, özenli kaseler içinde minik kuruyemişler sunuyorlar. Osmanlı kahvesini çok severim, eminim Tahmis’te de oldukça güzeldir. Burada beğendiğiniz kahveleri satın alabileceğiniz bir bölüm mevcut. Güzel bir hediye seçeneği de olabilir, aklınızda bulunsun.

Gaziantep’e gelmişken, Gaziantep Atatürk Anı Müzesi’ne de mutlaka uğrayın. Çok güzel ve gerçek detaylarla, Atatürk’ün kaldığı odayı ve ona ait anıları görebilme ve inceleyebilme şansı yakalıyorsunuz. Hemen yakınındaki Oyun ve Oyuncak Müzesi de Gaziantep’in en ünlülerinden. İçeride oyuncaklara ve dünyaca ünlü markalara ait çok güzel örnekler, sizi çocukluğunuzun minnoş sıcaklığına götüren anılar var. Kesinlikle görülmeye değer.

Gaziantep’ten almayı unutmamanız gerekenler listesinde başı çekenlere gelelim… Öncelikle baklava almadan evinize dönmeyiniz. Baklavayı aldıysanız, antep fıstığını sakın es geçmeyiniz. İkisi de tamamsa, Antep’in enfes baharatlarına gelmiştir sıra. Eğer çok acı yiyemiyorsanız, baharat alırken bunu belirtin ki, aldıklarınız boşa gitmesin. Bir de Bakırcılar Çarşısı’nın bulunduğu kısımda kendinizi kaybedebilirsiniz… Oralardan çok güzel hediyelikler çıkıyor. Son olarak, tabii ki magnetinizi almayı unutmayınız.

Anlattıklarımı, kanalımdan izleyebilir, enfes görüntülere ortak olabilirsiniz.

Herkese hem güzel hem de lezzetli bir hafta diliyorum!

Lezzetin Zirvesi: Gaziantep

Tarih ve kültürel varlıklarının yanında enfes lezzetleri de barındıran keyifli bir Anadolu şehri Gaziantep… Gezi öncesindeki gün yemeği biraz az tutup gezi boyunca karşılaşılacak lezzetlere yer açmak iyi olabilir, zira ihtiyacınız olacağı muhakkak!

[[konum_1]]

Gaziantep’te keyifli 2 gün geçirdik. Geziyi gerçekleştirdiğimiz yerlerleri sırayla aktarmayı deneyeceğim.

Zeugma
Zeugma Müzesi

Havaalanına inip otele eşyaları bıraktıktan sonra ilk durağımız Zeugma Müzesi oldu. Burası, zamanında dünyanın en büyük kentlerinden biri olan Zeugma’daki kazılarından çıkarılan mozaikler ve ilginç hikayelerinin sergilendiği oldukça büyük ve keyifli bir müze. Gaziantep’te görülmesi gerekenler arasında bence olmazsa olmaz.

Çingene kız
Çingene Kız / Zeugma Müzesi

Bereket ve güç simgesi olan Mars’ın heykeli ve Gaziantep’in dört bir yanında görülebilecek Çingene Kız mozaiği öne çıkan eserlerden. Çingene Kız müzenin ikinci katında özel bir odada sergileniyor. Müzenin hakkını vererek gezecek olursanız uzunca bir vakit ayırmanızı tavsiye ederim.

IMG_1663
Zeugma Müzesi
IMG_1665
Lezzetin Zirvesi: Gaziantep

Müze sonrası acıkan karnınızı, hemen arka sokakta bulunan meşhur Küşlemeci Halil Usta‘da doyurmanız ısrarla öneririm. Halil Usta benim Antep’teki açık ara favori mekanım oldu.

IMG_1632
Lezzetin Zirvesi: Gaziantep

Akşam için tercihimiz ise Bayazhan‘dı. Gerçekten çok güzel bir mekan. Yakın geçmişte geçirdiği restorasyon ile bugün mevcut halini almış. Bistro, kebapçı ve meyhane konseptli mekanlar olan Bayazhan‘ın bahçesi de bahar ve yaz günleri için oldukça keyifli bir seçim.

IMG_1652
Tahmis Kahvesi, Gaziantep

İkinci gün Bey Mahallesi, Gaziantep Kalesi, Zincirli Bedesten, Almacı Pazarı ve Bakırcılar Çarşısı‘nı rotaya ekledik. Öğle yemeği için her ne kadar turistik havası nedeniyle uzak olsam da tadım yapmadan dönmemek için İmam Çağdaş‘a uğradım. Birbirine oldukça yakın konumlanan bu mekanların sonrasında Tahmis Kahvesi‘nde bir mola hiç fena olmayacaktır.

IMG_1654
Lezzetin Zirvesi: Gaziantep
IMG_1655
Lezzetin Zirvesi: Gaziantep

Son akşamki duraklarımız kebap için Çulcuoğlu, baklava içinse Koçak Baklava oldu.

IMG_1667
Koçak Baklava, Gaziantep

Hem gözümüze hem midemize hitap eden iki günü böylece tamamladık. Görülecek yerler listesine eklemenin farz olduğu yerlerden Gaziantep’ten oldukça keyifli ayrıldık.

Gaziantep’ten daha fazla öneri için Beril’in ve Naz’ın Gaziantep seyahat notlarını okuyabilirsiniz.

Gaziantep Günlükleri: Her Yönüyle Bambaşka

Ülke içinde, Marmara ve Ege bölgesindeki şehirler dışında yalnızca üç dört şehir görmüş, çok da uzaklara gitmemiş biri olarak söyleyebilirim ki, Güneydoğu Anadolu apayrı bir bölgeymiş. Özellikle de Gaziantep çok farklı bir dünya. Yürüdüğümüz yollar, gördüğümüz yerler, yediklerimiz, insanlar… Hepsi bambaşka…

Gaziantep’e gideceğimiz belli olduktan sonra pek tabii küçük bir araştırma yaptım. Gidenlere sordum, internette bakındım. Özellikle gidip görenlerden aldığım duyumların yarısı, mide fesadı, hastaneye düşmeler ve kilo almakla ilgiliydi. Gözüm korkmadı diyemem; ama benim gibi bir yemeksever yemekten korkar mı, asla. Uçağa atladık ve kendimizi Antep’te bulduk. Burada insanların yemek için yaşadığı, bir sofradan öbürüne onlarca öğün geçireceğimiz belliydi ki, kendimizi aslen Antepli olan arkadaşımızın akrabalarının evinde uzun ve leziz bir sofrada buluverdik hemen. İlk gözüme ilişen içli köfte, yuvalama çorbası ve katmer oldu. Sabahın 9’unda bunları nasıl tüketeceğiz derken kendimi ikinci ve üçüncü tabağı doldururken buldum. Seyahatin ilk dakikaları, sonraki iki günün nasıl geçeceğine dair doneleri vermiş oldu bize.

Evden çıkıp kendimizi sokaklara attık ve Gaziantep’te yiyip içilecek, ziyaret edilmesi gereken yerleri bir bir gezdik.

Gaziantep Kalesi [[konum_1]]

antep 1

Gaziantep Kalesi, Gaziantep’in merkezinde bir tepede kurulu. Oraya doğru yürürken birçok küçük müze gezdik, özellikle de baharatçılarda zaman geçirdik. Kale gerçekten büyüleyici. Ne zaman inşa edildiği bilinmiyor; ancak Roma dönemlerinde gözlem için kullanıldığını öğrendik. Burada Bizans ve Osmanlı dönemine ait savaşla ilgili birçok şey sergileniyor.

KALE2

Mutfak Müzesi, Zeugma Mozaik Müzesi, Hamam Müzesi

Yeme-içme kültürünün en önemli merkezlerinden biri olan Antep’te böyle bir müze olmasa şaşırırdım aslında. Müzede Gaziantep’e ait yemekler, bu yemeklerin yapımında dikkat edilmesi gereken hususlar ve sofra adabı gözler önüne seriliyor. İlk katı bitirip ikinci kata çıktığımda tok olduğum halde yeniden acıkmış hissettim itiraf etmeliyim. Fotoğraflara bakmak bile insanı acıktırıyordu.

[[konum_2]]

MUTFAK MÜZE

Zeugma Müzesi, dünyanın en büyük mozaik müzesi. Zaten şehrin merkezinde gözünüze direkt çarpacaktır. Mutlaka gezilmesi, görülmesi gereken müzelerden biri.

[[konum_3]]


Hamam Müzesi ise Osmanlı zamanındaki hamam mimarisi ve kültürünün en güzel örneklerinden biri olan bu hamam Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Hamamda; soğukluk, ılıklık, sıcaklık bölümleri, hamamda kullanan araç gereçler, Osmanlı’ya ait adetler ve heykeller sergilenmekte.

[[konum_4]]

Bakırcılar Çarşısı, Hanlar, Tarihi Zincirli Bedesten

Burası gezginlerin ilk duraklarından. Her yanda dükkanlarının önünde oturmuş bakır döven ustalar var. Onları izlemek bir keyif. Eh gelmişken bu bakır el yapımı eşyalardan satın almak da şart. Özellikle yumurta yapımında kullanılan bakır tavalar, kahve yapabileceğiniz cezveler ve türlü çeşitli ev gereçleri çok şık. Hediye almak isterseniz mutlaka bir seçenek olsun derim. Ayrıca burada birçok han var, her birine girip dolaştık, özellikle baharatların çoğunu alıp eve götürmek istedik.

[[konum_5]]

Bedesten eskiden alışveriş hayatının yürütüldüğü, üstü kapalı, uzun, çarşılardan. Bişeyler satın almak isteyenler için özellikle baharatçı ve turistik eşya satıcıları mevcut. Otantik ve farklı bir atmosfer.

[[konum_6]]

Tahmis Kahvesi [[konum_7]]

antep 2
Tahmis Kahvesi, Gaziantep

Tahmis Kahvesi, Antep’in en meşhur kahvehanesi. Bir tarihi yansıtan ortamı, kahveleri, samimi ortamı bir harika. Kahvehane doğallığına sahip bir atmosferde menengiç kahvesi içip, buranın müdavimlerini, insanları seyir epey keyifli. Aynı zamanda müzik aletleriyle gelip, insanları coşturan bir grup müzisyen de burada geçireceğiniz saatlerin daha da güzel olmasını sağlıyor. Antep’te olduğunu her anında hissediyor insan. Buraya uğramadan kesinlikle dönmeyin.

İmam Çağdaş [[konum_8]]

antep 3
İmam Çağdaş, Gaziantep

İmam Çağdaş şehrin klasiklerinden. Buraya uğramadan şehri terk etmek imkansız. Çok kalabalık, siparişler epey geç geliyor; ancak fena halde değiyor beklemeye. Hayatımızda yediğimiz en güzel Alinaziklerden birini tadıyoruz burada. Önden gelen enfes salatalar, ezme ve pidelerle karnımızı doyurmamaya çalışıyoruz; ama zaten Antep’in ruhunda tokken de yemek, hep yemek, daha da çok yemek var! Gavurdağının cazibesine kapılmamak elde değil. Hele bir de bakır kaplarda kepçeyle içilen ayranı var ki bardaklarca içilebilir. Baklavası için de güzel duyumlar aldık; ancak bir Antepli ile gezdiğimizden onun şehirde en iyi dediği baklavacıda aldık soluğu.

Koçak Baklava [[konum_9]]

Hem İstanbul’daki eş dosta hediye almak hem de baklavalardan tatmak adına Koçak Baklava’ya geldik. Kapıdan girerken burada da yemem artık (yaklaşık 4 öğün yemek yemiştik öncesinde) dedim; ancak ne mümkün, bir de baktım gruptaki herkes elinde baklavalar, mekandaki bir kişinin yönlendirmesiyle baklavanın yenme stilini de öğrenip birer ikişer yiyorlar. Eh dedim ben de tadayım. Sıcacık baklavalar öyle lezzetliydi ki, eve de bir sürü aldım. Koçak baklava gerçekten harikaydı. Herkese tavsiyemdir.

Cumba Künefe [[konum_10]]

KÜNEFE
Cumba Künefe, Gaziantep

Madem tatlılardan bahsettim, akşam gittiğimiz künefeciyi de anlatmalıyım hemen. Açıkçası tatilin yıldızı oldu diyebilirim bu künefeler için. Akşam geç saatte gittiğimiz halde inanılmaz kalabalıktı. Mekandan içeri girdiğimiz an burnumuza ilişen mis gibi tereyağı kokusu, ne denli leziz bir tatlı ile karşı karşıya kalacağımızın göstergesiydi. Gerçekten bugüne kadar yediğim en lezzetli künefeydi. Künefe sevmem derseniz burada kadayıfın da bulunduğunu söyleyeyim. Bu kadar tatlıdan bahsettikten sonra şunu da söyleyelim, mutlaka ama mutlaka katmer yiyin Antep’te. Hatta fırsat olursa eve de götürün.

Küşlemeci Mehmet Usta, Beyran [[konum_11]]

Gaziantep’e gelip de sabah beyran içmemek, akşam da küşleme yememek olmazdı. Bunu en usta ellerden tatmak istediğimiz için yıllardır var olan bir klasik dedikleri küşlemeci Mehmet Usta’ya geldik. Küşleme gerçekten etseverlerin mutlaka tatması gereken lokum gibi bir çeşit. Beyran ise, genelde sabahın erken saatlerinde tercih ediliyor. Her damak zevkine uygun olduğunu söyleyemem, ağır da gelebilir; ancak Antep denince akla gelen yiyecekler arasında başı çekiyor. Beyranda kuzunun gerdan kısmı kullanılıyor. Sarımsak, biber ve et suyuyla hazırlanıyor. Eğer bu lezzeti tatmak isterseniz Gaziantep’in en meşhur beyrancıları; Metanet ve Dukat. Denemeye değer…

Kadir Usta Kebap ve Lahmacun [[konum_12]]

Buraya kadar gelmişken lahmacun yemeden olmaz. Kadir Usta’nınki gerçekten bir başka. İncecik hamuru enfes, çıtır çıtır. Öncesinde gelen salata, lahmacunun eşlikçisi açık ayran ve sonrasında tattığımız patlıcanlı kebabı da bir harika!

Hitit Cafe [[konum_13]]

antep 4
Hitit Cafe, Gaziantep

Antep sokaklarını keşfe çıkıp, uzun uzun yürüdükten sonra dar sokakların arasında kahve içilecek bir yer ararken karşımıza çıktı Hitit. İçeriye girdiğimiz an büyülendik. Özellikle mimarisi, şirin bahçesi ve doğasıyla son dakikada bize iyi ki burdayız dedirtti burası. Kahvelerimizi beklerken bu fotojenik mekanın iç kısmını gezmeye koyulduk ve epey şaşırdık.

Halfeti [[konum_14]]

halfeti
Halfeti

Gaziantep’e kadar gelmişken bir buçuk saatlik bir yolculuk sonunda ulaşabileceğimiz Halfeti’yi görmeden dönmeyelim dedik. Halfeti, Şanlıurfa’nın batısında bulunan bir ilçe. Burayı farklı kılan, taş yapıların, evlerin ve camilerin su altında kalmış olması. Ufak bir tekne turuyla, buranın doğasını keşfedip, saklı kalmış bir kent havasına bürünmüş su altında kalan kısmını görebilmek mümkün. 2000 yılında Birecik Barajı’nın hizmete girmesiyle birlikte Fırat kabarmış ve çevresini de su altında bırakmış. Gerçekten görülesi!

HALFETİ2
Halfeti

Gaziantep’te Bir Hafta Sonu

Haziranın ilk hafta sonunda Gaziantep’te yemekle başlayıp yemekle biten dolu dolu iki gün geçirdik. Şimdi, gidecek olanlara tavsiye niteliğinde, iki güne mükemmel sığdığını düşündüğüm “Gaziantep’te bir hafta sonu” programımı açıklıyorum!

[[konum_1]]

1434702920155
Gaziantep

Cumartesi öğlene doğru Gaziantep’e iniyoruz ve ilk durağımız Kebapçı Halil Usta! Zeugma Müzesi’nin iki sokak arkasında bulunan Kebapçı Halil Usta öğreniyoruz ki her daim müşteriyle dolup taşıyor. Masaya oturunca metal kapların içinde kendilerinin spesiyali olan özel soslu salataları ve ayranları servis ediliyor. İtiraf etmeliyim ki onca et bir kenara, bu salata Gaziantep gezimizin en özel lezzetlerinden biriydi. Et konusunda kendinizi şefe teslim etmenizi öneriyorum. Öncelikle karışık kebap servis ediliyor, ardından ise buranın en özel eti olan küşleme. Küşleme koyunun ense kısmından elde edilen, ve bir koyunda en fazla 200-300 gram civarında bulunan eşsiz bir lezzet. Böylece Antep’e mükemmel bir başlangıç yapıp, çıkışta ise biz de herkes gibi kasada beyaz önlüğüyle duran Halil Ustayla bir anı fotoğrafı çektirip Zeugma Müzesi’ne geçiyoruz. (Dikkat, Kebapçı Halil Usta Pazar günleri kapalı)

antep1
Gaziantep

Zeugma Müzesi’nde beklentimizin çok üzerinde bir müzecilik başarısıyla karşılaştık diyebilirim. Eserlerin değeri ve Zeugma antik kentinden alınıp sergilenecek duruma getirilmesi bir kenara, müze tasarımı oldukça dikkat çekici. Zeugma antik kenti M.Ö. 3. yüzyılda bu bölgede kurulmuş ve yaklaşık M.S. 7. yüzyıla kadar varolmuş. Şu an ise büyük bir bölümü Birecik Hidroelektrik Santralinin suları altında bulunuyor. Buradan çıkarılan eserler Zeugma Müzesinin mozaik yüzölçümü açısından dünyanın en büyük mozaik müzesi olmasını sağlıyor. Karşılaştığımız eserler adeta Avrupa’da gezdiğimiz müzelerde gördüğümüz eserlerin mozaikle yapılmış hali. Örneğin Uffizi’deki meşhur “Venüs’ün Doğuşu” eserinin burada da farklı bir anlatımla karşımıza çıkması oldukça etkileyici. Gaziantep’in simgelerinden biri olan “Çingene Kızı” da bu müzede sergileniyor. Adının kazı çalışmaları sırasında bu şekilde konulduğunu, kendisinin aslında Yeryüzü Tanrısı Gaia olduğunu belirtmekte fayda var. Bu eserin ilginç bir özelliği de “3 çeyrek bakış” adı verilen teknikle yapılmış olması. Mona Lisa dersem herkes anlayacaktır. Evet, aradaki bir kaç yüzyıllık farka rağmen aynı teknik dünyanın farklı yerlerinde uygulanmış, ve Çingene Kızı da bizi Mona Lisa gibi gözleriyle takip ediyor.

antep2
Tarihi Zincirli Bedesteni, Gaziantep

Gaziantep’e özgü ürünler görmek için bir sonraki adımımız Bakırcılar Çarşısı ve mini bir Kapalıçarşı diyebileceğimiz Zincirli Bedesten. Bakır işçiliği Gaziantep’te önemli bir yer tutuyor. Gaziantep bakırlarının özelliği ise, hiçbir birleştirme tekniği kullanılmadan tek parça halinde üretilmesi. Bakırcılar Çarşısında ve etrafında Türk kahvesi setleri gibi birçok bakır ürünle karşılaşıyorsunuz. Bu çevrede rengarenk, genellikle kravat, eşarp gibi aksesuar niteliğinde kullanılan “Kutnu” adı verilen kumaşlarla da karşılaşıyoruz. Yine rengarenk Gaziantep işi ayakkabılara ise “Yemeni” adı veriliyor. Gaziantep’in her yerinde fıstıkçı ve baharatçılarla karşılaşıyorsunuz. Antep’ten, fıstığın yanı sıra eğer seviyorsanız kırmızı pul biber almanızı öneririm, kokusu bile çok farklı!

antep3
Gaziantep

Bakırcılar Çarşısının çok yakınında bulunan İmam Çağdaş’a ise yemek için değil, baklava için uğradık. Olağanüstü bir lezzetle karşılaşmadık ancak denemeye değer…

antep4
Gaziantep

Akşam yemeği için aklımızdaki iki yerden biri olan Bayazhan’a gittik. Ortasında kocaman bir avlusu bulunan bu konakta 4 ayrı konsept bulunuyor: Pub, restoran ve meyhane. Biz üst balkonda bulunan meyhane konseptini tercih ettik ve burada değişik mezeler deneme şansımız oldu. Antep peyniri, Arap köftesi ve Arap salatası, ve yine Antep’e özgü bir lezzet olan fıstık filizi aklımda kalan lezzetlerden bir kaçı.

antep5
Tahmis Kahvesi, Gaziantep

Ertesi güne ise kahvaltının üzerine meşhur Menengiç Kahvesini tatmak üzere 1635 yılından beri hizmet veren Tahmis Kahvesi’nde başlıyoruz. Menengiç Kahvesi benim damak tadıma göre biraz ağır ve aromatik, ancak bu kahvenin sertliğinden kaynaklanmıyor. Yine de içen bir çok kişi beğeniyor ve Tahmis Kahvesi’nin yapısını görmek için bile denemeye değer.

antep6
Gaziantep

Bir sonraki durağımız Katmerci Zekeriya Usta! Oldukça salaş bir dükkanda, çarşının içerisinde bir ara sokakta hizmet veren Zekeriya Usta’yı kime sorsanız gösteriyor. İstanbul’da yediğimiz katmerlerin aksine çok daha hafif olduğunu söyleyebilirim. Bunun sırrı da şerbetinin daha az yoğun olması ve taş fırında pişirilmesi. Buraya gittiğinizde sakın kişi başı bir porsiyon söylemeyin, iki kişi için bir porsiyon son derece yeterli.

Bir süre yemeğe ara vermek ve şehrin antik merkezini görmek için Bey Mahallesine gidiyoruz. Daracık sokaklarda yan yana konaklardan oluşan sevimli bir mahalle burası. Tipik Antep tarzını yansıttığı, ve şehrin ara sokaklarında gezmeyi sevdiğim için ben buradan çok hoşlandım. Gaziantep Belediyesinin mahalledeki restorasyon çalışmaları sürüyor ve konakların avlularında hizmet vermeye başlayan onlarca cafeden, buranın turistik bir merkez haline getirilmeye çalışıldığını anlıyoruz.

Gezici Günlük’ün sitesinde okuduğum tavsiyeyle kendimizi Papirüs Cafe’ye attık. 18. yüzyılda yapılan ve Ermeni bir aileden kalan bu konağın avlusunda, asma dalları altında otururken yukarı çıkan bir merdiveni görüp çıkma şansımız olup olmadığını sorduk ve “tarihe meraklıysanız mutlaka görmenizi öneririm” cevabıyla karşılaştık. Üst kat resmen 18. Yüzyıldan bu yana olduğu gibi kalmış ve her yerde kolay kolay göremeyeceğiniz özgünlükte bir yapı. Hem tozlu ve ürkütücü hem de masalsı bir havaya sahip. Duvarlar boydan boya ahşap ve üzerleri tablolarla süslenmiş. Gaziantep’te iyi ki görmüşüm dediğim yerlerden ilk 3’ünü saymamı isteseniz bu konağın üst katı mutlaka yer alır.

Dönüş uçağımıza 3 saat kala son akşam yemeğimizi Üçler Kebap’ta yiyoruz. (Bu noktanın çok yakınındaki Koçak Baklava’da kare baklava yemenizi öneririm.) İki gündür fırsat bulup da yiyemediğimiz Lahmacun’la açılışı yapıp, simit kebabı ve keme kebabını tadıyoruz. “Keme” trüf mantarının bir çeşidi ve Türkiye’de tam da bu coğrafyada yetişiyor. Tamamı yer altından çıkarılıyor ve patates ile mantar arası bir lezzeti var. Eğer mevsimine denk gelirseniz keme kebabını da tadabilirsiniz.

Antep gezimizle ilgili içimde kalan tek konu “Beyran Çorbası” oldu. Beyranıyla meşhur Metanet Lokantasına öğlen saatinde gittiğimizde kalmamıştı, çünkü Antepliler içi yoğun et ve pirinç dolu olan bu çorbayı sabah saatlerinde tüketmeyi tercih ediyorlar.

Rahatlıkla söyleyebilirim ki Doğu illerinin yemek kültürüne olan sempatim bu geziyle bir kat daha arttı. Bir dahaki sefere Mardin ve Urfa’ya gelelim diyerek ayrıldık Antep’ten. Antep’in ilk ve son olmayacağına eminim – belki bir sonraki gezimde Beyran’ı da tadabilirim 🙂

Karaköy Rotası: Seslerin ve Görüntülerin İç İçe Geçtiği Dünya

Haliç’in kıyısından başlayarak, bir eli Beyoğlu’na, diğer eli Eminönü’ne uzanan, günün her saati ayrı bir koşuşturması olan, çoğu zaman bir bayram yeri havasında; seslerin ve görüntülerin iç içe geçtiği bir dünya Karaköy.

00-19
Galata Köprüsü’nden Karaköy’e Bakış | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Köprü üzerinde ve rıhtımda yorulmak bilmez balıkçıları, sokak aralarını her türlü eşyayla doldurmuş hırdavatçıları, tarihi binalarda hizmet veren yüz yıllık bankaları, çehresi yaşlansa da ruhu kimselere benzemeyen hanları, bir gelip bir giden sarı çizgili şehir vapurları… Hepsi ve daha fazlasını belleğinde taşır. Dünyanın en eski mesleğine ev sahipliği yapma işi de Karaköy’ün başına düşmüştür.  Bundandır ki Alageyik’in, Zürafa’nın peşini bırakmaz dizeler. Sokaklarında oyalayacak şeyler öylesine çoktur ki gökyüzünün bile farkına varmaz insan, Karaköy’de gezerken.

Geçmişte ticaret gemilerinin yanaştığı limanı, her daim hareketlidir. Kıyı çevresini, dumanından hemen fark edilen balık-ekmekçiler, papağanıyla dolaşan bir gezenti, bir köşeyi tutmuş; elinde enstrümanı müzikle umudunu arayanlar doldurur. İstanbul vapurları yanaştıkça kıyıya, martılar uçuşur ve balıkçılar rıhtıma vuran dalgalardan kaçınmak için aniden geriye çekilirler. O anda tarihi yarımadayı izlemeyi bırakıp, sudan kaçan balıkçılara bakar insanlar. Bu görüntü, Karaköy Rıhtımı’na tebessüm gibi yerleşmiştir.

Limanın ötelerinde de hayatın ritmi başka bir hızda seyreder. Kuşaklarca büyür ve kabına sığmaz Karaköy. Mekanlardan müzik sesleri duyulur, insanları hep bir ağızdan konuşur. Aniden başlayıp biten kör sokaklarında, bir zamanların meşhur bankerlerinin adı duyulur. Nereye giderseniz gidin deniz çıkar karşınıza. İşte, o zaman anlarsınız Karaköy’ün, neden edebiyatçıların kalemlerinin ucunda deniz ile birlikte hayat bulduğunu.

Aklımın Bir Köşesindeki Karaköy Klasikleri

01-mabel
Mabel Çikolata | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Mabel Çikolata – Karaköy’ü özlediğimde burnuma mis gibi çikolata kokuları gelir. Eski gümrük binasının karşısında, tam köşebaşındaki Mabel Çikolata, çiklet ambalajları üzerindeki buğday tenli kadın resimleriyle akıllardadır. Bu resme ilham olan kadın, markaya isim aranılırken, toplantı esnasında “Mabel” (sevgili) ismini öneren bir çalışandır. İsim kabul edilir, grafik olarak da bu kadının yüzü kullanılır.

1947’de, Mihail Payotis ve Haralambos Küçük Anastasiadi tarafından kurulmuş Mabel’in Karaköy’deki bu dükkânında, kakaonun en renkli hallerine tanık olur insan. Şemsiye şeklinde, klasik napoliten, piramit, madlen tipi çikolatalar raflardan göz kırparak Gümrük Sokağı’ndan istediğiniz zaman dilimine ışınlar sizi.

Ece Ajanda – Kemankeş’le yıllarca özdeşleşen markalardan bir diğeri de Afitap ve Ece ajandasıdır. Dükkân artık orada değilse de ajanda çeşitli kırtasiye ve kitapçılarda satılmaya devam ediyor.

Ajandanın tarihi, 1890’ların Babıali’sine dayanır. Hacı Kasım Bey’in kurduğu Afitap Kırtasiye Babıali’de açılır. Kasım Bey’in kızı ile evlenen Mehmet Sadık Kağıtçı tarafından da devam ettirilir. Dönemin en sükseli kırtasiye malzemeleri satılan bu dükkân, yıllar içinde yazarların da sevdiği bir marka haline gelir. 1930’larda üretilen ajanda ve muhtıralarsa Ece adıyla çıkmaya başlar.

Ece ajandasının isim hikâyesi – Mehmet Sadık Kağıtçı’nın oğlu Ahmet Kağıtçı, pilot olmak için yurt dışına eğitime gider ve oradayken Ece isminde bir kıza aşık olur. Fakat bu aşkı aile tarafından onaylanmayınca, kendini yollara vurur ve kendisinden bir daha da haber alınamaz. Hatta kendini öldürdüğü bile düşünülür. Bu olay sonrasında ajandaların adı Ece olarak değiştirilir. Yani Ece, imkânsız bir aşkın izlerini taşır, altın yaldızlı o logosunun üzerinde.

Karaköy Güllüoğlu – 1843’ten beri üretim yapan ve Kemankeş’ten geçerken ağızları sulandıran bir lezzet durağı Güllüoğlu. Geçtiğimiz yıllarda vegan ve glutensiz seçeneklerini de ürün yelpazesine katan marka, adını Gaziantepli Güllü Çelebi’den alır. 1949’da Karaköy’de açılan bu şubesiyle, Gaziantep dışına çıkmış olan ilk baklavacı olarak anılır. O zamanlar İstanbullular baklava nedir bilmediğinden, müşteriyi dükkâna çekmek adına bir süre bedava baklava bile dağıtılır. 5 kuşaktan beri babadan oğula devam eden Karaköy Güllüoğlu’nun tek şubesi Kemankeş’te bulunuyor.

02-37
Karaköy Gümrük | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Karaköy Gümrük ve Galata Salon – Bu iki mekan hem ferah iç tasarımları, hem de kafe-restoran denildiğinde ürün ve hizmet kalitesiyle Karaköy civarında akla gelen ilk seçenekler arasında olmasıyla “günümüzün klasik olmaya aday” mekanları arasına girmeyi hak ediyor.

04-34
Özyer Hardal (1933)| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Özyer Hardal – Tarihi Sen Piyer Han’ın uzun yıllar sakini olan fakat geçtiğimiz yıllarda binada başlatılan restorasyon çalışması sebebiyle taşınan Özyer Hardal, bu şehrin hardal tozu üreten en eski markası (1933). Üstelik damak tadını önemseyenler için Karaköy’le özdeşleşmiş lezzetlerden.

Özyer Hardal almak ve her bir tadımda burunları sızlatan o acısını tatmak isteyenler için yeni adres: Küçük Piyale, Bahriye Cd. No:77 // Cumartesi, Pazar kapalı.

Bir Not: Hazır buralara kadar gelmişken Ceneviz ruhunu taşıyan sokakları daha yakından keşfetmek isteyenleri Galata: Sesler, Görüntüler ve Bir Tatlı Kaos yazısına alalım.

05-27
Mahkeme Lokantası | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Mahkeme Lokantası – Karaköy’ün kendine has o tatlı kaosunun içinde, renkli camlarıyla ve ev yemeği kokularıyla öne çıkan bir lokanta burası. İsmini, bulunduğu Mahkeme Sokağı’ndan alır. Bu sokak ismini ise bir zamanlar burada bulunan eski bir Ceneviz Mahkemesi’ne borçludur.

Sakız beyazı örtülü masalarında, şık bir esnaf lokantası havasında öğlen yemeği yerken veya bir akşam masa başında rakılı sohbetlerde buluşurken, Mahkeme Lokantası’nın da neden bu kadar sevildiğini anlar insan.

07-30
Karaköy Hırdavatçılar Çarşısı | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Hırdavatçılar Çarşısı ve Perşembe Pazarı – İç içe geçmiş bu iki hengamesi bol yer, Karaköy’ün kalbini oluşturur. Her daim bir sese, bir kalabalığa kucak açan sokakları, güler yüzlü bir esnafıyla karşılaştığınız anda yumuşar, size Karaköy’ü anlatır.

Bir Not: Hırdavatçılar çarşısındaki Has-Mal Hırdavat, en eskilerden ve esnaflık konusunda en tecrübeli dükkanlardan biri. Kapı kulpu, kolu, banyo araçları vs. arayanların aklında olsun. Duvardaki siyah beyaz fotoğraflara bakmayı da unutmayın.

06-33
Karaköy Perşembe Pazarı | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman
  •  İlhan Berk Galata kitabında buradan şöyle söz eder: “Perşembe Pazarı her türlü betime karşı koyar. Bu yüzden yazıyla anlatılamaz! Kendine özgü koca bir sözlük yaratmıştır. Böylece yeryüzünün en özgün sözlüğünü kotarmıştır o. İnsanoğlunun uğraşlar sözlüğü: Kaynakçı, tornacı, demirci, elektrikçi, radyocu, tesisatçı, toptancı, hırdavatçı, cıvatacı, taşçı, presçi…”
  •  Pelin Esmer’in 11’e 10 Kala filmininde, Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nin eksik ciltlerini arayan Mithat Bey, kendini sıkça Perşembe Pazarı’nda bulur. Bu filmi izlerken, ben de Karaköy’ü özler ve ertesi gün tramvaya atlayıp kendimi Karaköy’de bulurum.
09-31
Keresteci Fazıl Sokak | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Bir Not Daha: Keresteci Fazıl Sokak’a sapın ve buradaki köfte kokularını takip edin. Küçük bir büfenin önündeki kalabalığı ve ofislerinden çıkıp takım elbiseleriyle burada köfte yiyen çalışanları gördüğünüzde doğru adreste olduğunuzu anlayacaksınız.

Son Bir Not Daha: Keresteci Fazıl Sokak ve Arap Cami Çıkmazı civarında, elinde seyyar camekan tezgâhı ve sepetiyle 40 yıldır gezen Sinoplu Mustafa Amca’yı bulun. Bu amcanın, soğan eşliğinde sattığı küp ciğerler, Karaköy’de çalışanların favori sokak lezzeti.

Karaköy Lokantası – Karaköy’ün vazgeçilmez klasiklerinden biri de Karaköy Lokantası. Aklıma ne zaman bu lokanta gelse, eski yerindeki mavi çinileri ve ferforje merdivenleri hatırlardım eskiden. Restoran başka bir yere taşınsa da bahçesinde mezelerle donatılmış bir masada akşamüstü keyfi yapmak halen çok güzel.

10-77
Karabatak| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Karabatak – Karaköy’ün Kemankeş Caddesi çevresinde büyük bir dönüşüm olmaya başlamadan evvel, açılan ilk kafelerinden biriydi Karabatak. O günden bu yana değişmeyen yüzü, kahveleri ve lezzetleriyle Karaköy’ün en sevilen eski sakinlerinden biri olma özelliğini koruyor.

Eyüp Sabri Tuncer – 1923’te kurulan, eski kolonya markalarından biri olan Eyüp Sabri Tuncer, Karaköy’deki Kemankeş Caddesi’ne açılmış mağazasında rengarenk ambalajları ve farklı aromalı kokularıyla turistleri selamlıyor.

MaeZae – Tarihi o kadar eskilere dayanmasa da Karaköy’ün mekanlarla dolup taşmadığı yıllardan bu yana hayatına devam ettiği için gelecekte artık bir klasik olma adayı olan bu konsept mağazada, tasarım ve sanat odaklı birbirinden farklı ürünler var.

16-kolaj2
Karaköy Çatı Kiliseleri | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Gözüme Çarpanlar

Karaköy’ün Çatı Kiliseleri
Karaköy’ün çatılarında yeşil kubbeli kiliseler göze çarpar. İsimleri Aya Andrea, Aya Pantelymon ve Aya Ilias’dır. Bu kiliseler, 19.Yüzyıl’da birer Rus şapeli olarak inşa edilmiş, Çarlık döneminde Kudüs’e giden Ruslara geçici olarak konaklama yeri olmuştur. 1917’deki Bolşevik Devrimi sırasında da Rusya’dan kaçan birçok Beyaz Rus’a yine kapılarını açmış olan bu kiliseler, günümüzde Fener Patrikhanesi kontrolünde Yunanistan’ın Aynoroz bölgesine bağlı.

16-kolaj
Aya Andrea Kilisesi| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Bir Not: Aya Andrea Kilisesi’ne çıkarken hikâyeler anlatan duvar resimlerine dikkatle bakın.
Bir Not Daha: Bu kiliseler, hafta içi günleri 09:00-15:00 arasında genellikle açık.

Bereketzade Medresesi Cami: Karaköy’ün göz alıcı hırdavat dükkânları arasında, dışarıdaki gürültüye sırtını dönmüş, saklı bahçesiyle zamanı kucaklayan cami, 1705’te medrese olarak yapılır. Caminin dış duvarlarına kondurulmuş, taş işçiliğinin en güzel örneklerinden olan kuş evleriyle görülmeye değer.

17-26
Kurşunlu Han| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Kurşunlu (Rüstem Paşa) Han: Günümüze kadar gelebilmiş tarihi hanlar arasında, revaklı avlusuyla han görünümünü kaybetmemiş yapılardan biri burası. Kesin olmamakla beraber; 1500’lerde Mimar Sinan tarafından inşa edildiği söylenir. Döneminin sadrazamı Rüstem Paşa’nın isteğiyle yapılan han, daha önce Cenevizlilere ait bir kilise üzerine inşa edilir.

Bir Not: Burada atölyesi olan ustalarla, çay molası verdikleri zaman sohbet edin. Ermeni ustaların bu handa geçen hayat hikâyelerini okuyun. İkinci katındaki galeriyi gezin ve antika meraklısıysanız kapıların ardına bakın!

20-15
Tarihi Karaköy Balıkçısı| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Bir Not Daha: Hanın girişinde, solda yer alan 1923 tarihli Tarihi Karaköy Balıkçısı’nı not edin. Restoranın üst katında, Süleymaniye ve Galata Köprüsü manzarası eşliğinde yiyeceğiniz balığın tadı damağınızda kalabilir. Giriş katındaki garson beyin gülümseyişini bir fotoğraf karesiyle taçlandırın.

21-15
Serpuş Han’ın Tavanındaki Galileo Çizimi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Serpuş Han: Bu hanı özel kılan ne mimarisi ne de tarihi geçmişi. Birinci katında, bir odanın tavanına çizilmiş olan ve yüksek ihtimalle Galileo’yu resmeden tavan resimlerinden ötürü özel bir han. Çizimin taş baskı olduğu ve muhtemelen 19.Yüzyıl’da yapıldığı düşünülüyor.
Bir Not: Burası bir ofis olarak kullanıldığından, sahibini ancak tatlı dil, rica ve güler yüzünüzle ikna edip, öyle içeriye girebiliyorsunuz. Geçmişte kitapçıların yer aldığı bu handa başka tavan resimleri de mevcut. Onların da 18.Yüzyıl’da yapıldığı düşünülüyor.

Arap Camii: Önceleri St. Domenico Kilisesi olarak kullanılan yapı, 1453’te camiye çevrilir. Kulesi, içinin ahşap detayları, şadırvanı ve geniş avlusuyla görmeye değer olan cami, hırdavatçılar arasında aniden karşınıza çıkan bir sükunet alanı.

29-akin-balik
Karaköy Balık Pazarı’ndaki Akın Balık | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Karaköy Balık Pazarı: Ömrü neredeyse bir asırlık olan tarihi balık pazarı, Karaköy’ün en hayat dolu köşelerinden biri. Denizin ortasında çınlayan vapur düdüklerinin, martıların ve balıkların kilo fiyatını gür bir şekilde bağıran balıkçıların seslerinin birbirine karıştığı yer burası.

  • Balık pazarının biraz ilerisinde bulunan Akın Balık’ın meşhur mezelerinden tadın. Haliç’i izlerken çay bardaklarına dolan anasonun mis gibi kokusunu içinize çekin.

Karaköy Palas: Karaköy Meydanı’nın en göz alıcı binalarından biri olan palas, 1900’lerin başlarında Giulio Mongeri tarafından yapılır. Bugün, bir banka tarafından kullanılıyor.

22-17
Bedri Rahmi Eyüboplu Panosu| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Aksu İş Hanı’nda Bedri Rahmi Eyüboğlu Eserleri: Karaköy Meydanı’nda, köprünün sol yanında kalan Aksu İş Hanı’nın dış duvarında yer alan pano rölyefler, sanatçı Bedri Rahmi Eyüboğlu’na ait. 1965’te tatlıcıların bulunduğu binaya ithafen yapılan eserin ismi “Tatlıcılar Rölyefi”. Hanın içinde yer alan tatlıcıda ise sanatçının Kağnı isimli mozaik panosu yer alıyor.

24-16
Ömer Abed Han | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Ömer Abed Han: Mimar Alexandre Vallaury’nin, Karaköy’deki Osmanlı Bankası kadar görkemli olmasa da görülmeye değer bir diğer eseri; 1900’lerin başında yaptığı Ömer Abed Han. Cephesindeki motifler ve bezemeler Neoklasik mimari üslubunda yapılmış.

Fransız Geçidi: Rıhtımdan devam edip, Kemankeş Caddesi’ne geçtiğinizde güzelliğiyle hala büyüleyen Fransız Geçidi karşınıza çıkacak. 1860’ta yapılan ve kapısındaki madalyonda “Cite Française” yazısı olan geçit, Kemankeş Caddesi’ni Mumhane Caddesi’ne bağlar. Şu anda, giriş katında dükkân ve kafeler, üst katlarında ise ofisler bulunuyor.

  • Geçidin yanındaki “süslü karakol” olarak anılan tarihi polis karakolunu görün.
  • Karaköy’ün arka sokaklarında, kalabalığın henüz sokakları doldurmadığı bir günün erken saatlerinde yürüyüş yapın. Ali Paşa Değirmeni Sokak’ın asmalarının altından geçin. Karşınızda aniden beliren Meryem Ana Kilisesi’nin huzurlu avlusunu görün.
28-10
Karaköy Rıhtımı Balıkçıları | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Karaköy İskelesi: Tekrardan rıhtıma dönünce, geçmişte semtin en önemli vapur geçişlerine şahit olan ve Galata’nın eski bir köprüsünün yerine inşa edilmiş 1959 tarihli Karaköy İskelesi’ne uzanılır.

  • Buradan kalkıp Kadıköy’e ya da Eyüpsultan’a kadar giden vapurlara binin. Balat durağında inerseniz, Haliç’in harika manzaraları eşliğinde kısa bir deniz yolculuğu yapmış olursunuz.
  • İskelenin solunda yükselen; seramiklerle kaplı Denizcilik İşletmeleri Binası’nın eski fotoğraflarına bakın. Bina, birkaç yıldır restorasyonda. Bazı sahnelerinde binanın yer aldığı “Küçükhanım Avrupa’da” filmini izleyin.
  • Karaköy Limanı’ndan hareket eden Karadeniz Vapuru ile ilgili “Karadeniz: Seyr-i Türkiye” belgeselini izleyin. Bu belgesel, 1926’da Karaköy’den kalkarak tüm Avrupa’yı gezen ve Türk mallarını yabancılara tanıtan bir sergi vapuru projesini anlatıyor.

Kapak Fotoğrafı: Deniz Yılmaz Akman

İlginizi çekebilir: İstanbul Flaneur’dan Karaköy Mekânları

Meltem Gürlevik ile: Herkes Yolunda Oyunu Üzerine

Gitmek mi zordur yoksa kalmak mı? Bu soruyu yaşamımız süresince pek çok kez düşünmüş, en az bir kez de olsa deneyimlemişizdir. Her birimiz için farklı bir duyguyu uyandıran bu soru, Meltem Gürlevik’in sahne aldığı Echoes Sahne yapımı Herkes Yolunda oyunuyla geçtiğimiz sezondan bu yana seyircisine farklı bir kapı aralıyor. Yakın çevresindeki insanların aksine “gitme”yi henüz hiç deneyimlememiş genç bir kadının, gitmeye cesaret edişini sahneye taşıyan oyunda Sevgi Soysal’ın Tutkulu Perçem ve Tezer Özlü’nün Yeniden Akdeniz adlı öykülerinden ilham alarak yola çıkan Gürlevik, yazdığı ilk oyunla bir kadının zihnindeki duyguların tam ortasına davet ediyor. Ben de bu vesileyle yakın zamanda izlediğim oyuna dair oyuncu, yazar ve yapımcı Meltem Gürlevik ile gerçekleştirdiğim röportajla hikayesini, anlatmak istediklerini, rolünü ve tiyatroyu konuşma fırsatı buldum. Keyifli ve ilham veren okumalar dilerim. 

meltem-gurlevik
Meltem Gürlevik | Fotoğraf Kaynağı: Fatma Sarıgül

Herkes Yolunda, yazıp yönettiğiniz ve aynı zamanda oynadığınız ilk oyun olma özelliğine sahip. Dilerseniz sizden ilk olarak bu maceranın tohumlarının ne zaman filizlendiğinin ve bugünlere ulaştığının hikayesini dinleyelim.

Uzun zamandır tek kişilik bir tiyatro oyunu yapma hayalim vardı. Bu hayalimi çok ertelediğim için de oyun, tek kişilik oyunların oldukça arttığı bir döneme denk gelmiş oldu. 2019 yılından bu yana yazdığım tüm hikâyeler, masallar, yazılar kendiliğinden “gitmek” teması altında birleşiyordu. Mezuniyet, tamamlayıcı oyunculuk eğitimleri, yer aldığım sanat projeleri, pandemi vs. derken 2022 yılının şubat ayında bu metinlere yenilerini de ekleyerek bir tiyatro oyunu yazma sürecim başladı. Aynı yılın ekim ayında oyun ekibini kurdum ve provalara başladık. Nihayet, hayalimdeki bu projenin prömiyeri 2023 yılının mart ayında gerçekleşti. 

herkes-yolunda-afis
Herkes Yolunda | Fotoğraf Kaynağı: Meltem Gürlevik

Oyununuzu Sevgi Soysal’ın “Tutkulu Perçem” ve Tezer Özlü’nün “Yeniden Akdeniz” öykülerinden ilham alarak yazdınız. Hiç kuşkusuz bu ilham metnin özünü ve seyirciye anlatmak istediği o durumu daha da güçlü kılıyor. Metnin yazım süreci bu yönüyle sizin için nasıl bir periyot oldu? Zorlandığınız noktalar oldu mu?

Yazdığım metinlerin ortak bir temada buluşması tesadüf değildi. Belli ki “gitmek” konusu yıllardır süregelen bir dert olmuştu benim için. Sevgi Soysal ve Tezer Özlü, ayrı ayrı bana yaratmak istediğim bu kadın karakterin tavrının belirginleşmesi için yol gösterici oldular. Bu iki öyküde de kadın karakterler, belirgin istekleri ve arzuları olan, toplumun dayatmalarını umursamadan ve cesurca sokağa çıkan, yolculuğa çıkan ve bunu yaparken sadece kadın olmanın özünden beslenen karakterler. Bu cesur kadınlar, oyun yazma sürecimde bana çok destek oldu. Tutkulu Perçem’deki “bozkır” özellikle oyunun en bağlayıcı kısmı için büyük bir ilham kaynağı oldu. Oyun metni; evimde, odamda tek başıma doğaçlamalar yaparak ortaya çıktı. Aklımda resimler ve sesler canlandıkça kaydettim, not aldım. Yazma süreci, zordan ziyade çok keyif aldığım yaratıcı bir süreçti benim için.

Bir karakter yazmak, olay örgüsü içinde onu geliştirmek, oyuncu olarak hayat vermek, hissettirmek istediği tüm duyguları seyirciye aktarmak gibi çok yönlü bir denklemin içindesiniz adeta Herkes Yolunda’da. Oyunun yazanı, yöneteni, oyuncusu, yapımcısı ve proje tasarımcısı olmak sizin için nasıl bir avantaj oldu? Hiç dezavantajını yaşadınız mı?

Metni yazarken aynı zamanda sahneleri de çalışıyordum. Bu noktada, oyunu bir yönetmene teslim etmek beni zorlayacaktı. Yönetmenle çalışmak yerine “dış göz” olarak fikirlerine güvendiğim Umut Kırcalı ve Burak Zafer’e göstermeyi tercih ettim. Kıymetli geri dönüşleri sayesinde oyun, hayalime daha da yaklaşmış oldu. Bağımsız bir kadın sanatçı olarak, oyunun sahnelenebilmesi için gereken maddi tutar bütçemi oldukça aşıyordu. Bu noktada, var olan havuza destek olmak amacıyla Bengi Berfin Odabaşı öncülüğünde Diyarbakır Trucks şirketi sponsorlarımızdan biri oldu. theMagger aracılığı ile bağımsız sanatçıya ve sanata desteklerinden ötürü kendilerine tekrar teşekkür etmek istiyorum. Sahnelerle koordinasyonu sağlamak, festivallere başvuru yapmak ve tanıtıma destek olmak için de Echoes Sahne’nin kurucusu Gökhan Civan ile anlaştık. Oyunun Echoes Sahne adı altında çıkması ve ortak yapımcı olarak yola Gökhan ile devam etmek en büyük avantajlarımdan biri oldu.

herkes-yolunda-3
Herkes Yolunda | Fotoğraf Kaynağı: Fatma Sarıgül

Oyunda yakın çevresindeki insanların aksine “gitme”yi henüz hiç deneyimlememiş genç bir kadının, gitmeye cesaret edişini izliyoruz. Esasında “gitme” düşüncesi veya eylemi bu röportajı okuyan her okurumuzun veya oyununuzu izleyen her seyircinin zihninde olan bir olgu. Peki bizi gitmeye teşvik eden veya gitmekten alıkoyup “kalma”ya zorlayan unsurları neler sizce? Güvenli alanlarımızın içinde mutluluğa gerçekten ulaşabilir miyiz yoksa tek çare “gitme” eylemi ve bir şeyleri değiştirme iradesine sahip olmak mı?

Gitmek de kalmak da cesaret gerektiren eylemler. Sebeplerimiz ne olursa olsun, güvenli alanlarımızda kalmak elbette bir seçenek. Buradaki önemli nokta, buradan çıkmak isteyip istemememiz. Eylemlerimiz bu noktada devreye giriyor. İstemek, çaba olmadan ne yazık ki bir anlam ifade etmiyor. Değişim cesaret gerektirir. Oyunda, kadın gitmek istiyordu. Bunun için kadının geçmişiyle hesaplaşması ve bunun için çabalaması gerekiyordu. Geçmişi hatırlamaya cesaret ettiği an özgürleşmeye başladı aslında.

Herkes Yolunda’da karakterimiz seyirciyle birlikte önce odanın dışından sokağa, sokaktan ormana, denize ve en son bozkıra varan bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuk aynı zamanda kendiyle hesaplaşmanın, toplumu mevcut dinamiklerini irdeleyip tartışmanın ve geleceğini nasıl şekillendireceğinin de bir evresi oluyor bir bakıma. Değişmek, bir şeyleri değiştirmek veya değişime vesile olmak için yolculuğun bu gücüne ne derece inanıyorsunuz?

Yolculuğu sadece bir yerden bir yere fiziki olarak gitmek olarak görmüyorum. İçsel yolculuk da bu yolculukların bir parçası. Oyunda da kadının içsel yolculuğuna tanık oluyoruz. Farkındalık düzeyi ne kadar fazlaysa, değişim için o kadar hazırsın demektir. Olumlu ya da olumsuz hiçbir şeyin farkında olmayan bir kişi/topluluk neden değişmek istesin ki? Farkındalık düzeyi de kendinle ya da çevrenle ne kadar ilgiliysen o kadar artıyor. İlgi, merak ve istek yolculuğa çıkmanın temel nedenlerinden. Yolculuğun kişiyi değiştirmeme ihtimalinin çok az olduğunu düşünüyorum. “İnsan, insanı yolculukta tanır” sözü de bunu destekliyor. Kişi de kendisini yolda tanıyor, yolda değişiyor bazen.

herkes-yolunda-1
Herkes Yolunda | Fotoğraf Kaynağı: Fatma Sarıgül

Hayat verdiğiniz karakter, onun gitmesine ve değişime olan cesaretine olan bağını kırmaya çalışan toplumsal düzene, ikili ilişkilere, aile yapısına ve büyükşehir yaşantısına karşı dürtüsel tepkiler vermiyor. Bunun yerine kendine özgü alaycı üslubunu düşünme, sorgulama, çözüm üretme ve mücadele etme davranışlarıyla güçlendiriyor. “Meltem” olarak kişiliğinizle sahnedeki karakteriniz hangi yönleriyle birbirine benziyor veya ayrışıyor? Kendinizi onunla karşı karşıya getirdiğinizde neler söylemek istersiniz?

Elbette kadınsal içgüdülerimizi özgürce dile getirme ve yaşama isteğimiz karakter ile örtüşüyor. Bunu yaparken benim de alaycı bir üslup takınmak hayattaki çoğu şeyle baş etme yöntemlerimden biri açıkçası. Fakat karakterin aksine, çoğu şeyi yapmaya daha erken cesaret ettim. Hayatım boyunca hayallerim için hep çabaladım. Öte yandan ben, bazı konularda dürtüselliğime engel olamıyorum, bazen üzerine düşünmeden pat diye yapıveriyor, söyleyiveriyorum. Heyecanlı yapımdan kaynaklanıyor sanırım.

Özgün ses tasarımının ve oyuncu bedeninin fiziksel sınırlarını araştırmaya yönelik düzenlenen hareketlerin merkezde olduğu bir hikâye anlatıcılığı biçimi kullanıyorsunuz oyunda. Tabii ki bunun yanında oyundaki renk paleti ve ışık kullanımı da anlatımın dinamizmini oyun süresince diri tutmayı başarıyor. Oyunun bu teknik yönlerine dair neler söylemek istersiniz?

Burada, Seril Aksoy, Melisa Damla Telli (ışık tasarımcıları) ve Doruk Koç’un (ses tasarımcısı) yetenekleriyle becerileri devreye giriyor. Hepsiyle, ekibi kurduğum süreçte tanıştık. Birlikte ilk projemiz. Kurmak istediğim oyun dünyasını anlattığımda ekiple büyük ortaklıklar yakaladık. Yaratıcı fikirleriyle hemen dahil oldular dünyaya. Hayalimdeki resimler ve sesler onların sayesinde canlandı. Oldukça hareketli ve dinamik bir oyun olduğu için ses ve ışıkta da aynı dinamikliği yaratmak gerekiyordu. Oyun asistanımız Gökçe Gizem Uzun sayesinde de provalarımız çok düzenli ve programlı gitti. Tüm ekip beklediğimin ötesinde çok daha fazlasını yaptı. Sektörde yapacakları işlerle isimlerini daha çok duyacağımızı düşünüyorum. İyi ki denk geldik!

herkes-yolunda-4
Herkes Yolunda | Fotoğraf Kaynağı: Fatma Sarıgül

Ekranda ve sahnede kadın hikayelerine daha çok ihtiyaç duyduğumuz, kadınların mevcut her türlü soruna dair geniş perspektifinin daha da değerli olduğu bir dönemin içindeyiz. Toplumun pek çok yönden kutuplaşmış yapısı içinde en temelinde bir “sanatçı” olarak üretmek sizin için ne anlam ifade ediyor?

Sanatın birleştirici gücüyle toplum olarak yeterince ilgilenemiyoruz. Bununla ilgilenmeye fırsatı yok insanların. Böyle bir pratiğe inanılmıyor belki de. Fakat ben, bir kadın sanatçı olarak üretmeye başladığım andan itibaren bu güce tanık oluyorum. İyileştirici etkisinin yanı sıra sanat; anlatım yolları, biçimleri, aktarım şekilleriyle yüzyıllardır toplumu bir arada tutmayı sağlamaya, ortak değerleri, dertleri ortaya çıkarmaya yardımcı oluyor. Kadın sanatçıların, bunca sosyo-ekonomik zorluklara rağmen, çok daha fazla işler üretmesine tanık olmak bu anlamda çok daha değerli. Bunun bir parçası olabildiğim için çok mutluyum.

Bağımsız olarak tiyatro yapmanın ve tiyatroların ayakta durmasının mevcut ekonomik şartlardan dolayı her geçen daha da zorlaştığı Türkiye’de sanata, sanatçıya ve en önemlisi “emek” dediğimiz kavrama ne derece değer veriyoruz toplum olarak?

Toplum olarak içinde bulunduğumuz koşullar, hayatta kalabilmek için önceliklerimizi sıralamamız şartını önümüze koydu maalesef. Sanat bu anlamda, yukarıda da belirttiğim gibi gözden çıkarılan ilk şey oluyor. Bu algı, sanata ve sanatçıya bakış açısının hatalı veya eksik olmasından kaynaklanıyor. Bir sanatçının öncelikle; yasal güvenceler ve düzenlemeler altında korunması, desteklenmesi ve sanatçıya emeklerinin karşılığının verilmesi gerekiyor ki bu sistemde sanatçı kendi için kalıcı bir yer bulabilsin. Aksi takdirde, düşük bütçelerle çalışan sanat emekçileri, ekonomik destek alamayan özel tiyatrolar, büyük yapım şirketleri ile yarışamaz hale geliyor. Yapılan işlerin kalitesi düşüyor, işler tek tipleşiyor. İyi bir sanat ürünü göremeyen insanlar, sanatın ilerletici gücüne ve sanatçıya olan inancını ve saygısını yitirebiliyor haliyle. Çok katmanlı ve birbirine bağlı olan bir yapı bu.

herkes-yolunda-2
Herkes Yolunda | Fotoğraf Kaynağı: Fatma Sarıgül

Oyunculuğun yanı sıra aynı zamanda şehir plancısısınız. Hayat sizin için nasıl ilerliyor? Bir yandan sınırları daha keskin çizgilerle belirlenmiş bir alan, diğer yandan ise sanatın eşsiz sonsuzluğunu içinde barındıran bir başka evren.

İTÜ Şehir ve Bölge Planlama bölümünde okurken, İTÜ Sahnesi ekibinde oyuncu olarak yer alıyordum. Bölümden mezun olduktan sonra, alanında başarılı sanatçılardan oyunculuk atölyeleri ve beraberinde Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları’nda oyunculuk eğitimi aldım. Profesyonel olarak oyunculuk hayatımı devam ettirirken, pandemi sonrasındaki ekonomik koşullar sebebi ile Şehir Plancısı olarak da çalışma kararı aldım. İki meslek arasında bir denge kurdum. Oyun bu sırada ortaya çıktı. Bir yandan Şehir Plancılığı yapıyor, mesai sonrası ise provalara gidiyordum. Şimdiyse, akşam mesai bittikten sonra sahneye koşuyor ve oyuna çıkıyorum. Çalışmak beni her zaman canlı tutan bir şey oldu. Zamanın kısıtlı olması beni daha üretken kılıyor.

Bağımsız bir sanatçı olarak üretmenin, mevcut şartlara karşı ilkelerinizi korumanın ve bunu yaparken de sanatınızın kalitesinden ödün vermemenin bu mücadele alanındaki kazanımları neler oluyor?

“Herkes Yolunda” oyunu bu anlamda benim için çok önemli bir adım. Tam olarak, böyle bir mücadelenin ürünü. Oyun sırasında, seyirci ile aramda çoğu zaman tarifsiz bir iletişim oluyor. 65 dakika içerisinde, küçücük sahnede kurulan dünya ve o dünyadaki paylaşımın karşılıklı olduğunu görmek doğru yolda olduğumu hissettiriyor. Sonrasında aldığım yorumlar ve eleştirilerle çalışmaya hep devam ediyorum. Günün sonunda bu çaba, kendime duyduğum güveni ve saygıyı daha da artırıyor. Seyircilerden, çok güzel destekler alıyorum. Bu koşullarda üretmek için güçlü bir motivasyon kaynağı yaratıyor.

herkes-yolunda-5
Herkes Yolunda | Fotoğraf Kaynağı: Fatma Sarıgül

Sizce tiyatro yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?

Tiyatronun gücü, içinde barındırdığı güncelliği, canlılığı ve değişkenliğinde. Bir hikayeyi, iyi prova edilmiş, dünyası iyi kurulmuş bir oyun ile birlikte kusursuza yakın bir denklem içerisinde sahneye koymak, izleyeni de içine alıyor ve değiştiriyor haliyle. Bu anlamda tiyatro, oldukça etkili bir biçim. Tiyatro yaşama ve umutsuzluğa alan açar elbette; ama bunun gerçekleşebilmesi için önce bizim yaşamımızda tiyatroya daha fazla alan açmamız gerekiyor.

Röportajımızı gelecek hedeflerinizi konuşarak bitirelim dilerseniz.

Öncelikli hedefim, henüz dokuz aydır sahnelenen “Herkes Yolunda” oyununu daha fazla seyirci ile buluşturmak. İstanbul dışına çıkmaya, tiyatro festivallerine katılmaya başladık. Gaziantep’te düzenlenen Gazişehir Tiyatro Festivali’nde oynadık kasım ayında. Bu ay Ankara’da, Bi’ Aralık Tiyatro Festivali’nde oynayacağız. Yurt içi ve yurt dışındaki festivallere başvurmaya devam ediyoruz. İstanbul’daki sahnelerde düzenli olarak oynuyoruz. Öte yandan, bir kısa film için prova sürecindeyim. O da oldukça güzel ve heyecanlı bir süreç olacak.

Kapak Fotoğrafı: Fatma Sarıgül

İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Piaf! The Show

Berliner: Donut’a Benzeyen Geleneksel Bir Alman Çöreği

Hamur işiyle, tatlıyla genelde arası iyi olan bir milletiz. Durum böyle olunca hem hamur işi hem de tatlı olan aşırı lezzetli bir tatlıyla geldim. Bakmayın ona çörek denilmesine. Bizim bildiğimiz çöreklere hiç benzemiyor. Bu çörek başka çörek diyorum ve sizleri harika ve aşırı lezzetli bir tatlıyla tanıştırmak istiyorum. İşte karşınızda Berliner!

Fotoğraf Altyazısı | Elisheva Gohar (unsplash.com)
Berliner | Fotoğraf: Elisheva Gohar (unsplash.com)

Berliner, biçimi ve yapımı itibariyle donuta benzeyen, içi dolgulu puf puf hamur topu. Donut gibi ortası boş halka yerine yuvarlak olarak yapılan esasında Alman Donutu olarak adlandırılan bir tür tatlı olan Berliner, Alman pastası ya da Alman çöreği olarak da adlandırılıyor.  

Berliner, isminden dolayı aslında Berlin’in meşhur tatlısı olarak düşünülebilir ama birisine sorsanız tam olarak neyi kastettiğinizi anlamayabilir. Peki ama neden? Nedeni tam olarak şu; tatlı Almanya’nın birçok yerinde farklı isimlerle biliniyor. Berlin, Köln ve Stuttgart’da “Berliner”, Nürnberg ve Müchen’de “Krapfen”, Frankfurt’da Krâppel ve Erfurt’da ise Pfannkuchen olarak farklı şekilde adlandırılıyor. Diğer bölgelerine baktığımızda Hessen’de “Krâppel”, Schwaben’de “Kuchli”, Achen ve çevresinde “Puffel ya da Puffelchen” olarak da karşımıza çıkıyor. 

Aslında Almanya’nın dışında diğer ülkelerde durumun aynı olduğu, farklı isimlerle adlandırıldığı görülüyor. Örneğin, Polonyalılar pączki veya krepel, Macarlar fánk, Avusturya Krapfen, Slovaklar šišky, Çekler ise koblihy terimini kullanırken, Slovenya’da daha çok krofi, Hırvatistan, Bosna ve Sırbistan’daki standart ismi ise krofne veya krafne olarak kullanıyor. Ayrıca Fransa’da Boule de Berlin, İngilitere’de  Jelly Donut, İtalya’da ise Bomboloni olarak tercih ediliyor. Türkiye’de ise genellikle Alman pastası olarak biliniyor.  Tabi bizler aslında farklı bir pasta türüne alman pastası diyoruz, onunla karıştırmamak gerek. 

Fotoğraf Altyazısı | Lukas Seitz (unsplash.com)
Berliner | Fotoğraf: Lukas Seitz (unsplash.com)

Değişik isimlerle adlandırılan bu tatlının kökeniyle ilgili farklı efsaneler yer alıyor. Tatlının kökeniyle ilgili en bilinen efsaney ile başlamak istiyorum. Orduda nişancı olarak görev yapan birinin kendi yeteneklerini pasta sanatı üzerinde kullanmaya karar vermesiyle 1740-1786 yılları arasında hüküm süren Prusya hükümdarı II.Friedrich’in özel fırıncısı olarak işe giriyor. Orduda nişancı olduğundan top mermisi yani gülle şeklinde bir tatlı yapmayı deniyor. Elinde fırın olmadığı için o anki şartlar altında kızartma tavasını kullanıyor. Kızartılan hamurların üzerine de pudra şekerini attıktan sonra fırıncı Berlin doğumlu olduğu için de tatlıya “Berlin” ismini veriyor. İşte bizim bildiğimiz “Berliner”in böyle ortaya çıktığı söyleniyor. Başka bir rivayette ise, Avusturya Bavaria’da yaşayan Viyanalı bir pastacı olan Cäcilie Krapf’ın 1960’lı yıllarda dükkanında sattığı chilli toplarına geliştirerek içine meyve marmelatı koymasıyla elde ettiği anlatılıyor. Ayrıca Romanların etkisi olduğu bile söyleniyor. 

Peki bu lezzet nasıl yapılıyor? Sorusuna gelin hep birlikte yanıt arayalım. Almanların bilinen en güzel tatlılarından biri olan Berliner, mayalanmış hamurun yağda kızartılması ve sonrasında ikiye bölünerek içine reçel, çikolata ya da başka malzemelerin eklenmesiyle ortaya çıkan bir lezzet. Almanya’nın batı bölgesinde iç dolgu olarak çilek, ahududu reçeli ön planda ancak kayısı marmaletı da görürseniz şaşırmayın. İç dolgu diğer ülkelerde nasıl bilmiyorum ama geniş bir yelpazesi olabilir. Sonuçta puf bir hamurun içine sanırım birçok malzeme yakışabilir. Ben Türkiye’de iç dolgusu nutella üstü badem parçacıklı olanı denemiştim mesela. Nefisti. Zaten nutellanın yakışmadığı ne olabilir ki doğrusu. Tüm bu aşamalardan sonra en son üzerine karamelize şeker ya da pudra şekeri dökülerek servis ediliyor.

Fotoğraf Altyazısı | Leon Ephraïm (unsplash.com)
Berliner | Fotoğraf: Leon Ephraïm (unsplash.com)

Ayrıca tatlının iç dolgusu hakkında bambaşka bir şey daha öğrendim. Bu tatlı karşı tarafa şaka yapıldığında iç dolgu tamamen şaka amacına uygun bir malzemeyle bile yapılabiliyormuş. Karşıdakinin surat ifadesi görülmesine dayalı bir tür şaka yoluyla eğlenme yöntemi olarak da tercih ediliyor. 

Berlin donutu olarak da bilinen bu tatlı esasen dünya çapında da tanınıyor. Dünya çapındaki ününün nedeni ise ABD Başkanı John F. Kennedy’dir. 26 Hazirn 1963’te Batı Berlin’de yaptığı konuşmada “ Ich bin ein Berliner” yani “Ben bir donutum/ Ben bir reçelli çöreğim” anlamına gelen bir cümle kurmasının o döneme damga vurduğu söyleniyor. “Icb bin Berliner” “Ben Berlinliyim” demesi gerekirken “ein” ekiyle bambaşka anlama gelen cümleyle tarihe geçiyor ve tatlı dünya çapında tanınan bir tatlı oluveriyor.

Peki son olarak bizler bu tatlıyı özellikle nerede yemeliyiz? Bu soruyu aslında  yerinde deneyimleyip sizlerle paylaşmak isterdim ama şu an elimde böyle net  deneyime dayalı bir veri ne yazık ki yok. O yüzden konuyla ilgili yaptığım araştırmalar sonucunda birkaç mekanı sizlerle iletmek istiyorum. Berlin’de Brammibai’s Donuts mekanını sevgili yoldabiblog.com sayesinde keşfettim. Donut sevmeyeni bile sevdirmeyi başardıysa bu mekan şimdiden merak uyandırıyor diyebilirim. Ayrıca tatlı mekanı olarak Kereuzberg’teki Pastel’i de epey duydum, ona da şans verebilirsiniz. Ben listeme önerilen mekanları ekledim, seyahat planlarınız varsa sizler de not almaya vakit kaybetmeden başlayabilirsiniz. 

Fotoğraf Altyazısı | Anja Bauermann (unsplash.com)
Berliner | Fotoğraf: Anja Bauermann (unsplash.com)

Türkiye’de ise ben bulunduğum şehirde deneyimlediğim, gayet güzeldi. Gaziantep İbrahimli’de Geek adlı mekanda harika berliner mevcut. Bu taraflardaysanız ya da yolunuz düşerse tavsiye ederim. Son olarak internet sayfalarında epey farklı berliner çeşitlerini gördüm. Tiramisulu, kitkatlı, kayısılı, bavyera, frambuazlı ya da orman meyveli birçok farklı çeşitleri var. İstanbul’da birden fazla şubesi olan “Gurmania”yı not edebilirsiniz. ( Sosyal medya hesabı @gurmaniafoods, buradan da inceleme yapabilirsiniz.) Eminönü, Bakırköy ve Kadıköy Moda’da yer alan şubelerine uğrayıp farklı birçok lezzetle de buluşabilirsiniz. 

Kapak Fotoğrafı: Pinterest

İlginizi çekebilir: Gizem Öztürk’ten Babka