Fatih Akın’ı, sekanslarını, kadrajını ve bir de zaman tünelinde yolculuk yapmayı seviyorsanız, size Taksim ile Tünel arasında, Tepebaşı’nda konuşlanan kendinizi dinleyebileceğiniz, şımartabileceğiniz, Büyük Londra Oteli’nden bahsetmek isterim. Belki daha önce –kafanızı şöyle bir kaldırmaya fırsat bulamadığınız günlerde- önünden defalarca telaşlı adımlarla geçtiğiniz, vaktiyle Hemingway’in de konuk listesinde yer aldığı güzelim Grand Hotel De Londres.

 Grand Hotel De Londres
Grand Hotel De Londres | Fotoğraf: booking.com

Otel size 19. Yüzyılın ortalarından bir yerden sesleniyor; o zamanları bir de klasik havaları, neo –klasik akımı seviyorsanız; kayıtsız kalamayacağınız türden bir sesleniş bu. Benim kendisine rastlamamsa; 2016 yılı yazının ilk günlerine tekabül ediyor. İstanbul Barosu’na staj evraklarımı teslim etmişim, Şişhane’den Taksim’e doğru yürüyorum. Tatlı bir akşamüstü, bir yere yetişme telaşınız da yoksa avareliğe oldukça müsait vakitlerdeyiz. Pera’ya uğrayıp, öyle ilk görüşte kanımın kaynadığı caddeye bakan bir masada kahve içme fikri var aklımda derken Tepebaşı’na geldiğimi fark ediyorum. İki kanatlı ahşap bir kapıya takılıyor gözüm; dönüp bir daha bakıyorum: “Grand Hotel De Londres, 1892.”

Grand Hotel De Londres
Grand Hotel De Londres | Fotoğraf: Işıl Göksü Edeer

Biraz heyecan ve merakla aralıyorum kapıyı, görkemli merdivenler ve şamdanlar göz alıcı, sonrasında lobiye yoğun hâkimiyeti olan kırmızı içine alıyor sizi. Sola doğru yöneldiğinizde otelin birçok filme, belgesele ev sahipliği yapmış salonuna geçiyorsunuz. Tabii ki tavanlarımız olabildiğine yüksek, tavandaki alçı işlemeler de o biçim, bir de açık hava müzesindeymişim gibi bir his.

Grand Hotel De Londres
Grand Hotel De Londres | Fotoğraf: Işıl Göksü Edeer

Sağda bara doğru geçerken hoş bir piyano var; meğer bu Duvara Karşı filminde Cahit’in çaldığı piyanoymuş. Hatta -izleyenler hatırlayacaktır- bu esnada otel personeli gelip “Cahit Bey Cahit Bey size telefon var!” diye sesleniyor. Ayrılmasaydı kendisine seslenmek, birkaç şey sormak isterdim diye düşünürken Akın’ın Yaşamın Kıyısında filminde “Kellner Londra” rolü ile karşımıza çıkan İlhan Hüzmeli ile tanışıyorum. Kendisi halen Büyük Londra’da çalışıyor. Paylaştıkları ve samimiyeti için çokça teşekkür ederim.

 Grand Hotel De Londres
Grand Hotel De Londres | Fotoğraf: Işıl Göksü Edeer

Duvara Karşı’yı, lisede izlemiştim. Çıkaramadım tabii ilk görüşte piyanoyu, lobiyi ama söylemeden geçemeyeceğim bir şey var. Fatih Akın’la ve filmografisi ile ilk temas edişimdir bu film. Haliyle yeri bende ayrı, apayrı.  Piyano şöyle dursun, bara doğru ilerliyoruz; bir Rock – Ola Jukebox’u görüyorum, bu Jukebox denen şey; neşeli bir şey arkadaşlar, repertuara da bakınca istemsiz bir tebessüm ediyorsunuz. (Jukebox derken, müzik kutusu bir nevi; içine paranızı atıyorsunuz seçtiğiniz şarkı çalıyor.)

Bir de otelin rengi, barda uzun yıllardır gelene gidene selam veren, konukların gözdesi iki papağan var: Yakup ile Yusuf. Müşterilere farklı dillerde selam verebildiklerini söyleyenler var diyorum, İlhan Bey ekliyor: “ Bonjour diyorlar Bonjour! “Ooo Bonjour demek… Yusuf’un ayrılışından haberdarız, ama gözler Yakup’u arıyor, nerede? Yakup (34) hastanedeymiş, gelip kendisini soranlar var, öyle kıymetli, diyor İlhan Bey. Bar alışkın tabii papağana, yeni bir arkadaş gelmiş hemen; 4 yaşında, adı Boncuk. Hoş geldin deyip, Haliç’i geniş açıdan seyre açan terasına doğru ilerliyoruz.

Grand Hotel De Londres | Fotoğraf: Işıl Göksü Edeer

Terasın manzarası öyle güzel ki, otel uzun yıllar “Hotel Belle Vue” olarak da anılmış. “Belle Vue” Fransızca bir güzelleme, Türkçe’de “güzel manzara” anlamına geliyor… Teras konuklara bahar ve yaz aylarında açılıyor, günbatımı terasın en keyifli olduğu vakitler diyebilirim; zaman farklı akıyor. Belle Vue yani. (Bu arada fiyatlar Otel’in dışarıdan verdiği izlenimin aksine  oldukça makul, hatta bütçe dostu bile diyebiliriz.) Sevdiğiniz birilerine sizi mahcup etmeyecek türden bir günü güneşi var terasın… Keyfimize ve İstanbul’u seyre değer.  

Büyük Londra (1892) ile aynı mimari aileden Pera Palas (1895) ve Tokatlıyan (1897 ) otelleri var bir de… Bu 3 otelinde tarihteki yolculukları da paralel aslında, lokomotifleri Avrupa’dan Doğu’ya turist getiren “Orient Express” ve yine üçünün cephelerindeki hâkim üslubun, aşırı süslemeye ve Rokoko ağırlığına tepki olarak doğan, klasiğe dönüşten gücünü alan Neo- Klasik üslup olduğu görülüyor. Klasiğe dönüş yüzünü Antik Yunan’a çeviriyor. Antik Yunan ise, filozofuyla, mitolojisiyle mimarisiyle birçok fikre, yazıya, çiziye gebe ve fazlasıyla merak uyandıran bir dünya.

O halde kadehimi merak uyandıran dünyalara ve karşılaşmalarımıza kaldırarak otelden ayrılıyorum, bir de tabii Fatih Akın’ a; bin yaşayın, şerefe!

Kapak Fotoğrafı: Işıl Göksü Edeer

İlginizi çekebilir: Istanbul Flaneur’den Pera