Geçmiş Bir Yangın Yeri: The Burning Plain
Sinemada kesişen hayatlar, kesişen hikayeler söz konusu olduğunda akla ilk olarak Alejandro González Iñárritu’nun Amores perros (2000), 21 Grams (2003) ve Babel (2006) filmlerinden oluşan üçlemesinin gelmesi çok doğal. Ne de olsa yönetmenin, senarist Guillermo Arriaga ile işbirliğinin bir ürünü olan bu üçleme ustaca iç içe geçirilmiş, zekice kurgulanmış çarpıcı yaşam-kesitlerinden oluşuyor. İşte bu üçlemenin senaristi Arriaga’nın, bu kez yönetmen koltuğunda da kendisinin oturduğu bir ilk-filmden söz edeceğim bugün size: The Burning Plain.
The Burning Plain‘in ilk karesinde, filme adını veren ve filmin tüm karakterlerinin kesişim kümesi niteliğindeki, çorak bir düzlüğün üzerinde dumanı tüten bir ateş görüyoruz. Henüz hiçbir karakterle tanışmadığımız, hiçbir hikayeden haberdar olmadığımız için yananın ne olduğunu da, bunun ne anlama geldiğini de bilmiyoruz. Kundaklama mı, yangın mı? Orada bir insan var mı, trajik bir kaza mı bu? Tüm bunların yalnızca filme adını veren bir imge olduğunu düşünmek de mümkün pekala. Sıcak? Tutku? Cehennem?
Derken, Oregon’da okyanus kıyısındaki lüks bir restoranın işletmecisi olduğunu öğreneceğimiz Sylvia ile tanışıyoruz. Cesur, utanacak hiçbir şeyi olmayan, özgür bir kadın Sylvia; biraz da gizemli. Sonra ondan biraz uzaklaşıp New Mexico’ya gidiyoruz. Filmin ilk karesinde gördüğümüz alevlerin bir karavanı yakmış olduğunu anlıyor ve o sırada içindeki yatakta sevişen bir çift olduğunu öğreniyoruz. Biraz zamanda yolculuk edip, henüz yanmamış bir karavanı gizli buluşmalarında kullanmak isteyen bir çiftle tanışıyoruz sonra ve tanıdıkça, trajik sonlarını bile bile, anlamaya çalışıyoruz yasak aşklarının sebeplerini. Bir anda başka bir hikaye daha seriliyor önümüze, Meksikalı küçük bir kız ve babasıyla tanışıyoruz. Zinanın cezasını, cehennem ateşiyle yeryüzünde tanışarak çeken iki insanın ölümünün tüm bu hayatları nasıl birleştirmiş olabileceğini düşünmeye başlıyoruz; kendimizi biraz da zaman ve mekanın dışında düşünmeye zorlayarak.
Biraz toparlayacak olursak, filmin dört ana öyküsü olduğunu söylemek mümkün: Sylvia’nın (Charlize Theron) Oregon’daki gizemli yaşamı, Nick (Joaquim de Almeida) ve Gina’nın (Kim Bassinger) yasak aşkı, Nick’in oğlu Santiago (JD Pardo) ve Gina’nın kızı Mariana’nın (Jennifer Lawrence) ebeveynlerinin ölümünün ardından yakınlaşmaları ve Carlos’un (José María Yazpik) arkadaşının kızıyla Meksika’dan ABD’ye zorunlu bir yolculuk yapması. The Burning Plain, Jennifer Lawrence’ın yeteneği ile tanıştığımız film olmakla kalmıyor, Charlize Theron ve Kim Bassinger’ın güçlü performanslarıyla izlettiriyor kendini. Guillermo Arriaga’nın senaryo yazmaktaki yeteneği yönetmenliğine kıyasla bir adım önde, fakat film de zaten oyuncu performansları ve Robert Elswit’in görüntüleri ile ayakta duruyor.
Oregon’daki Sylvia’nın evli bir adamla birlikte olması, onu başka bir adamla aldatıyor olması, taşlar tam olarak yerine oturana kadar Gina ile aralarındaki en büyük benzerlik olarak karşımıza çıkıyor. Gina’nın Nick ile beraberken alevlere kurban gitmesi, Sylvia’yı da benzer bir kaderin mi beklediğini düşündürüyor bize. Diğer yandan Mariana’nın annesinin babasını aldattığı adamın oğluyla bir ilişkiye başlayarak ailesine bir çeşit ihanet etmesi de öyle… (Yazar burada filmin sürprizini bozmamaya, bu dört hikayenin nasıl bir bütün haline geldiği konusunda fazla bir ipucu vermemeye çalışıyor.)
Guillermo Arriaga, birkaç kısa film ve geçtiğimiz yıl yapılan çok-yönetmenli iki filmdeki segmentleri dışında henüz ikinci uzun metrajlı filmini çekmedi. Fakat Alejandro González Iñárritu filmleri ile başlayarak, imzası haline gelmiş olan kesişen hikayelerini kendi elleriyle nasıl çektiğini merak ediyorsanız izlemenizi önereceğim bir film The Burning Plain. Özellikle kadın oyuncularının başarılı performanslarıyla öne çıkan ve uzunca bir süre nasıl-hangi noktada birleşeceğini merak ettiğiniz hikayelerden oluşan bir film.
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Film Önerileri
İlk yorumu siz yazın!