Onunla kendi adını taşıyan, Andy Garcia’ nın başrolünde olduğu film sayesinde tanışmış, hayran kalmış ve kendimce, dilim döndüğünce toparladığım bilgileri kaleme almak istemiştim. Bir önceki yazımda çocukluğunu, resim sanatına olan ilgisini, sanat hayatına yön veren hastalıklarını, aldığı eğitimleri anlatmıştım. Şimdi kaldığım yerden Modigliani’yı anlatmaya devam ediyorum. 

Modigliani |Fotoğraf: gettyimages.com/

Modigliani’nin Paris Yılları

Venedik’ e taşınması ve kopuk yıllarının son derece belirgin bir şekilde başlaması bu döneme rastlasa da, eğitimini tamamladıktan sonra Paris’ e geçmesi ve tüm hayatının, sanat kariyerinin netleşmesi, hayatının aşkı ile tanışması Modigliani profilinin altında yatan sancıları gün yüzüne çıkarttı. Paris’te, dönemin deyim yerindeyse beş parasız bir şekilde hayatını sürdüren sanatçılarının bulunduğu Le Bateau-Lavoir’ a yerleşti. Burada en bilinen komşusu Picasso olacaktı.

Le Bateau-Lavoir sanat deneylerinin merkezi gibiydi, dönemin bir çok parasız sanatçısının evi ve stüdyosu burada bulunuyor ve bu bölgenin ruhu, gece gündüz fırça darbeleri ile pencerelerden taşıyordu. Modigliani’ nin ruhunu tam olarak burada yansıtması tesadüf değildi. Onun da ünü ve parası yoktu, bu da kaybedecek bir şeyinin olmaması demekti ve kuşkusuz belirli kalıpların içinde olmadan ruhundaki sanatı yansıtması, öz tavrının kalıcı ve keskin hatlarını belirlemişti. Buradaki stüdyosu Rönesans tablolarının etkisiyle düzenlenmişti ve esinlendiği sanat tavrı soluksuz izlenebilir şekilde gözler önündeydi.

Modigliani, Picasso ve Andre Salmon|Fotoğraf: wikipedia.org/

Modigliani çok güzel giyiniyordu, kendine has, dikkat çekici ve çok şık bir tarzı vardı; yine de kahverengi fitilli kadife pantolonu içinde, kırmızı fular ve büyük siyah şapkasıyla bile, zor zamanlar geçirmiş gibi görünmeye devam ediyordu. O zamanlar kendine has iş kıyafetlerini giyen Picasso ile tanışması üzerine: “Dâhi bir adam olsa bile, bu durumun onun kaba görünüşünü telafi etmediği” yorumunu yapması aslında şıklığa verdiği önemin en büyük ispatıydı. Paris’e geldiği ilk zamanlarda düzenli olarak annesine mektup yazıyor, aşırıya kaçmadan şarap içiyor ve Colarossi School’da nü resimler üzerine çalışıyordu.

Paris’te geçen bir yılın ardından Modigliani’nin tavrı ve izlenimi keskin bir biçimde değişime uğradı. O artık zarif akademisyen bir sanatçıdan avare bir prense dönüşmüştü. Bu değişim stüdyosuna da yansıdı. Rönesans röprodüksiyonları duvarlardan indirilmiş, stüdyoya bir kargaşa hakim olmuştu. Modigliani’nin o dönemdeki davranışları aslında ruhunu görenler için beklenendi. Stüdyosu hayatında ve eğitiminde bu noktaya kadar iz bırakan, akademik sanat hakkında kızdığı her şey için fedakar bir denek haline gelmişti. 

Stüdyosunda Modigliani
Stüdyosunda Modigliani|Fotoğraf: https://arteref.com/

Sadece burjuva mirasının tüm izlerini stüdyosundan çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda kendi erken çalışmalarının neredeyse tamamını yok etmeye başladı. Şaşırmış olan komşularına bu olağanüstü hareketlerini: “Kirli bir burjuva olduğum zaman yapılan bu çalışmalar, çocuksu önemsiz şeylerden ibaret ” diyerek ifade etmişti. Belki de benliğini şiddetle reddetmesi tanınma eksikliğine bir yanıttı ya da hastalığının erken yaşta onu öldüreceğine olan inancının verdiği bir tepki ile kendini yıkıma sürükleyen eylemlere düşmesi, hayatını sadece zevk almaktan ibaret yaşamasıydı.

Yakın arkadaşlarından Andre Salmon onun için: “Kendini belli ahlaksızlık biçimlerine bıraktığı günden itibaren, üstüne sanatını değişime uğratan etkili bir ışık geldi. O günden itibaren canlı sanatın ustaları arasında sayılması gereken biri oldu.” demişti. Sanatını özetleyen cümlelerden biri de buydu belki de; kalıplara sığmayan bir adamın kalıpların dışındaki eserlerin yaratıcısı olması.

Aslında, sanat tarihçilerine göre; Modigliani kendi kendine hoşgörülü davransaydı, kendini görmezden gelmeseydi daha da büyük sanatsal zirvelere ulaşması tamamen mümkün olacaktı. Sadece kendi kendini yıkıcı keşiflerinden sağlam bir şekilde ortaya çıkması yeterliydi belki de.

Modigliani ve Aşkları

Anna Akhmatova

Paris’teki ilk yıllarında Modigliani öfkeli bir hızla çalıştı. Sürekli olarak eskiz çiziyordu, bir günde yüzlerce çizim yapıyordu. Ancak, eserlerinin birçoğu onun tarafından yok edildi, sık sık adres değiştirmesi nedeniyle bir kısmını geride bıraktı ya da onları hiç önemsemeyen kız arkadaşlarına verdi. Bu dönemde birçok sanatçıdan etkilense de sonunda, diğer sanatçılarla birlikte kategorize edilemeyen kendi benzersiz tarzını geliştirdi.

Anna Akhmatova|Fotoğraf: bbc.co.uk

Hayatının ilk ciddi aşkı olan Rus şair Anna Akhmatova ile 1910’da 26 yaşındayken tanıştı. Aynı binada stüdyoları vardı ve 21 yaşındaki Anna’nın yeni evli olması onların sevgili olmalarına engel olmadı. Koyu saçlı, soluk tenli ve gri-yeşil gözlü bu kadın, Modigliani’nin estetik idealini adeta somutlaştırıyordu.

Her ne kadar yoğun, tutkulu bir ilişki içinde olsalar da Anna bir yıl sonra kocasına döndü. Fakat Modigliani, Anna’da derin izler bırakmıştı. Anna daha sonra kaleme aldığı hatıralarında onun için: “Sağlam bir yalnızlık halkası ile çevrili olduğunu hissettim… Tanıdığı bir arkadaş ya da ressamdan bahsettiğini hiç duymadım… Şaka yaptığını hiç duymadım… Nezaketi evde yetiştirilmenin sonucu değil, yüce ruhunun sonucuydu…” demiştir.

Modigliani Heykel Çalışması
Modigliani Heykel Çalışması| Fotoğraf: reuters.com

1909’da Modigliani, vahşi yaşamından hasta ve yorgun bir şekilde Livorno’ya dönse de yeniden Paris’e dönmesi kısa sürmedi. Bu sefer Montparnasse’de bir stüdyo kiraladı ve resimden daha çok heykelle ilgilendi. Uluslararası modernizm akımının başta gelen heykeltraşlarından biri olan Constantin Brancusi ile tanışması heykele devam etme isteğini güçlendirdi.  O dönemde yaptığı bir dizi heykel sergilenmesine rağmen, fiziksel açıdan zayıflaması taşı işlemesini zorlaştırdı ve 1914’te heykeltraşlığı bırakarak sadece resmine odaklandı.

Modigliani'nin Anna Akhmatova Portresi
Modigliani’nin Anna Akhmatova Portresi|Fotoğraf: Pinterest

Modigliani’ nin hem resimlerinde hem de heykellerinin yüzlerinde ayırt edici şekilde antik Mısır resimlerini andıran badem gözlere, büzülen ağızlara, bükülmüş burunlara ve uzun boyunlara rastlanmaktadır. Bununla ilgili detaylar yine Anna’ nın kaleminden: “Onunla geçirdiğim zaman boyunca Mısır’ a karşı coşkuyla doluydu. Beni Mısır odalarını görmem için Louvre’ ye götürdü. Odaların dışında hiçbir şeyin görmeye değer olmayacağını söyledi. Bir Mısır kraliçesinin süslerinden esinlenerek benim başımı çizdi. Mısır’ın büyük sanatı ile adeta büyülenmişti. Açıkçası onun takıntılarının en sonuncusu Mısır’dı.” şeklindeki detaylar kaynaklarda yerini alır. Deforme edilen bu yüzlerde; Afrikalı kabile maskelerine olası bir ilgi de açıkça görülmektedir.

Jeanne Hebuterne

Modigliani oldukça yakışıklı bir adamdı, serbest stili tüm kadınlar tarafından ilgi odağı olmasına neden oluyordu. Eşi ve iki çocuğunun annesi olan Jeanne ile tanışana dek birçok kadın geçti hayatından. Bir yaz günü 19 yaşındaki güzel sanatlar öğrencisi Jeanne ile tanıştı. Jeanne’in ailesi dindar bir Roma katolik ailesiydi ve Yahudi olan Modigliani ile görüşmelerine şiddetle itiraz etmeleri kaçınılmazdı. Fakat Jeanne tüm ruhu ve bedeniyle Modigliani ile olmak için ailesine karşı geldi; sefil bir hayat sürecek olması onunla birlikte yaşamaya başlamasına engel olmadı.

Jeanne Hebuterne
Jeanne Hebuterne| Fotoğraf: Tumblr

Jeanne de sanatçıydı ve Modigliani’ ye her anlamda destek oluyordu. Ona sonsuz bir aşkla bağlıydı. Modigliani’nin hayatının son yıllarını Jeanne ile geçirmesi, onu tablolarında model olarak kullanması belki de bu ilişkinin sonsuzluğa aktarılmasının en renkli biçimiydi. 1917’de Modigliani’nin ilk tek kişilik sergisi Berthe Weill Galerisi’nde açıldı. Paris polisi tarafından basılan bu sergi Modigliani’nin nü tablolarını da içeriyordu ve sergi, açılışından birkaç saat sonra kapatıldı. Bu olay Modigliani’nin döneminin ne kadar dışında eserler verdiğinin en keskin kanıtıydı.

Çift bir süre sonra Nice’ a taşındı ve Jeanne hamile kaldı. İlk çocukları bir kızdı ve adı Jeanne’ di. Jeanne Modigliani. Modigliani birkaç resim satmayı başarsa da bu ancak gündelik hayatlarına yetecek kadar oluyordu. Buna rağmen, daha sonra en popüler ve değerli eserleri haline gelen resimlerin çoğunu bu süre zarfında üretti. Yaşamı boyunca bir dizi eserini satsa da bunu asla büyük paralar için yapmadı, çizgisinden asla ödün vermedi. Aldığı bir miktar nakiti de kısa sürede alışkanlıkları yüzünden kaybetti.
Mayıs 1919’da Hebuterne ve kızlarıyla birlikte yeniden Paris’e döndü ve bir daire kiraladı. Oradayken, hem Jeanne hem de Modigliani birbirlerinin ve kendilerinin portrelerini çizdiler.

Kendisinin ve Modigliani’nin Gözünden Jeanne Hebuterne|Fotoğraf: christies.com

Modigliani, son hızla resim yapmaya devam etse de sağlığı hızla kötüleşti ve alkole bağlı bayılmaları gün geçtikçe arttı. Kaynaklara göre takvimler 1920 yılını gösterirken komşuları/yakın arkadaşları ondan haber alamayınca evlerini kontrole gittiler ve Modigliani’ yi tabir-i caizse ölüm döşeğinde buldular. Jeanne o sıralar ikinci bebeğine hamileydi. Modigliani o zamanlar tedavi edilemeyen tüberküloz hastalığı nedeniyle 24 Ocak 1920’de öldü.
Montmartre ve Montparnasse’deki sanatsal topluluklardan birçok kişinin katıldığı muazzam bir cenaze töreni düzenlendi ve bedeni toprağa verildi.

Modigliani’ nin ölümünden hemen sonra Jeanne ailesi tarafından evlerine götürüldü. Fakat bu acıya katlanamayan Jeanne karnında doğmamış çocuğu ile birlikte ailesinin beşinci kattaki evinin penceresinden atlayarak hayatına son verdi. Ailesi ölümünden Modigliani’yi suçladığı için mezarlarının yan yana olmasına izin vermese de yaklaşık 10 yıl sonra Modigliani’ nin kardeşi aileyi ikna ederek, mezarın Modigliani’nin yattığı yere taşınmasını sağladı. Jeanne’ in mezar taşında herşeyi anlatan “Aşırı fedakar, sadık yoldaş” sözcüklerine yer verilirken, Modigliani’ nin mezar taşında “Görkem anında ölüm tarafından vuruldu” yazmaktadır. Hayatları tek bir mezar taşının altında son bulsa da, tek bir mezar taşının üstünde de özetlenmiştir aslında.

Modigliani ve Hebuterne'nin Mezar Taşı
Amedeo Modigliani ve Jeanne Hebuterne’nin Mezar Taşı | https://www.akg-images.co.uk/

Anna’ nın onun için söylediği “Yakında o kadar orijinal olacak ki, tuvallerine bakan insanlar için herhangi bir yankı uyandırmayacak.” sözü Modigliani’nin sanattaki ölümsüzlüğünün tanımlanması olmuştur.

Amedeo Modigliani yazım umduğumdan da fazla uzun oldu. Bilmiyorum belki de böyle olması gerekiyordu. Onunla geç tanıştığıma üzülsem mi, yoksa bir şekilde tanımış olduğuma sevinsem mi bilemesem de, bu yazıyı yazmama neden olduğu için sanırım doğru zamanda doğru histe tanıştığım için şükretmeyi seçiyorum. O serseri ruhunun anısına; şimdi bu yazıyı okuyan kim varsa, üstüne Modigliani filmini izlesin ve Picasso ile atışmalarının, ressam arkadaşlarıyla olan tarifsiz sanat paylaşımlarının, uçta yaşadığı hayatının,  Jeanne’in ona olan aşkının, vefasının, gözü kara sevgisinin Fransızca müzikler eşliğinde keyfini çıkarsın derim.

Kapak Fotoğrafı: modigliani.org

İlginizi çekebilir: Esra Esma Hamurcu’dan Vincent Van Gogh