Mulholland Drive (2001), aşkı saplantılı bir şekilde yaşayan ve hatta biraz da delilikler yapan kahramanların rüyalarının ya da yarattıkları dünyaların isteklerine itaat etmemesi, onların ise kendi istekleri doğrultusunda yaşaması.

 Mulholland Drive
Mulholland Drive | Fotoğraf: NTV

Eskiden hayatımızla ilgili tüm kararları kendi öz benliğimiz ile verdiğimizi düşünürdüm. Kontrol bizdeydi ve geleceğimizi biz belirliyorduk, eşlerimizi ve mesleğimizi biz seçiyorduk. Genel olarak toplum içinde yaşadığımız için attığımız her adımda sorumluluk hissiyle hareket ediyorduk. Peki ama hepimizin arzuları ve karanlık yönü yok mu? Bence tüm yaşadığımız duygular, biriktirdiğimiz anıların hepsi bilinçaltımızda yer ediyor ve bunları genelde rüyamızda görüyoruz. Belki rüyalar arzularımızın tatminidir; ama bilinçli olarak istediğimiz şekilde değil. Bazen bir arzuyu tatmin etmek için yola çıkılsa da, sonucunda varılan yer hiç de arzu edilmeyen bir kabus olabilir. Kapalı kapılar ardında çoğumuz aynı arzulardan muzdarip durumdayız. Bu arzular bazen utanç dolu, derin ve hatta karanlık olabiliyor. Bana kalırsa Mulholland Drive tam da bu konuyla ilgili bir film.

Gerçeklik üstünde çok az kontrolümüz vardır, ama kişi zihni üstünde bilincinin ya da farkında olduğu benliğin daha çok kontrol sahibi olduğu yanılgısını taşıyor bence. Sanki rüyalarımızı ve fantezilerimizi kontrol edebilirmişiz gibi. Ne de olsa arzular bizim! Fantezinin ana teması budur: Zor durumda size muhtaç olacak ve ilk görüşte vurulacak sevgili ya da sizden kopamayan bir arkadaş… Ama diğer tarafta bazen kötü güçler ya da hasta bilinciniz, maskeli adam, hayaletler ya da şizofren oluşunuz… Buna izin vermez. Başka etmenler vardır gidişatı etkileyen, güzel rüya tam olarak çıkışsız bir yoldur.

naomi-watts-mulholland-570x303
Mulholland Drive | Fotoğraf: cynicritics.com/

Bunlar bir yana, çoğu insan Mulholland Drive’ı ilk izlediğinde anlamamış olmasına rağmen, bence film çok anlaşılırdı. Nefret ve aşkın çatışması, öldürmek isterken arzulama olaylarını işlemeleri çok dokunaklıydı. Zıt duyguları aynı anda yoğun yaşamayı bu filmin çok iyi bir şekilde gösterdiğini düşünüyorum. Ayrıca, bu aşırı yoğun duyguların eğer kontrol edilmezse bazı insanlar için ne denli ağır olabilecekleri filmde çok güzel bir şekilde anlatılmış. İnsan izledikten sonra kendi düşünceleriyle baş başa kalıp, günlerce düşünüyor.

Rüya ile gerçeğin ayrımını arzular ile dengeleyen ve işin içine psikoloji katan bu denli başarılı bir film, daha önce izlememiştim. Baş karakter başaramadığı ve elde edemediği insanları rüyasında gerçekmişçesine yaşıyor. Ama hepsi bir illüzyondan ibaret. Gerçek ile rüyayı ayırmayı sorguluyor. Bir düşünün, bilinçaltınızda elde edemediğiniz her şeye aniden sahip olmak. Çok hoş değil mi? Ama gerçekliğe dönünce işlerin tam tersi bir şekilde ilerlemesi fazla arzularınızın birer birer kabusa dönüşmesiyle alakalı tüm olaylar.

Film, yönetmeni David Lynch ile özdeşleşen bulmacamsı kurgusuyla izleyicisinin kafasını karıştırsa bile bence kurgu ve olaylardan öte karakterlerin bulundukları psikolojik ve ruhsal durumlar, sahip oldukları duygusal derinlikleri oldukça etkileyi. Zaten karakterlerle yakınlık kuruldukça; olayları, sebep ve sonuçlarıyla birlikte, çok daha iyi anlıyorsunuz.

youtube play youtube play

Filmi izledikten sonra insanın böğrüne öyle bir hüzün çöküyor ki! Etkisi, izledikten sonra her an insanın içinde acı bir sızı duyduracak kadar kalıcı oluyor. Aynı zamanda film, bir bulmacadan çok insanın ana karakterle duygusal özdeşlik kurmasını gerektiren bir yapıya sahip. Karakterleri çözünce ve onların hislerini paylaşınca gerisi geliyor zaten. David Lynch, bu filmde geldiği en üst seviyeyi konuşturmuş; kendine has kurgusunu mükemmel bir şekilde konuşturmasının yanı sıra, karakterlerine de gerçekten bir derinlik kazandırmayı başarmış. Dolu dolu, izleyeni “işte güzel bir film izledim!” dedirtecek şekilde tatmin eden bir yapım.

Kapak fotoğrafı: The Telegraph

İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Film Önerileri