Gizem benim liseden çok yakın arkadaşım. Liseden sonra ODTÜ’de de yollarımız kesişti, uzun yıllar beraberdik. O şimdi New York’ta doktora yapıyor ama sohbetimizi okuyunca siz de bana hak vereceksiniz; içtenliğiyle, samimiyetiyle, anlattıklarıyla ve verdiği tavsiyelerle hala yanımda hissediyorum onu. Hadi New York’ta Yaşamak konulu sohbetimize buyrun! Kahvenizi alın, sohbet koyu…

New York'ta Yaşamak, Gizem Güzel
New York’ta Yaşamak, Gizem Güzel | Fotoğraf: Instagram / @gizguz

Sevgili arkadaşım Gizem, röportaj teklifimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Seni yakından tanıyarak başlayabilir miyiz? Ne zaman taşındın, nasıl karar verdin doktora için New York’a yerleşmeye?

Canım arkadaşım, esas bu güzel teklifin için ben sana çok teşekkür ederim. 14 Haziran 1989, İstanbul doğumluyum. Liseyi Beyoğlu Anadolu Lisesi’nde okudum; seninle de bu güzel dostluğumuzun başladığı yer. Lisedeyken biyoloji ve kimya en sevdiğim derslerdi, bu da benim üniversite bölüm tercihimde epey etkili bir rol oynadı. 2008 yılında ODTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nü kazandım, Ankara’ya taşındım. İlk senesi İngilizce hazırlık olmakla beraber, burada 5 sene geçirdim. ODTÜ’nün bendeki yeri çok ayrıdır. Beni ben yapan, dünyaya bakış açımı değiştiren yerdi ODTÜ. Sonradan gittiğim hiçbir yer, Amerika dahil, onun yerini tutmadı, bunu belirtmek istiyorum. Mezun olduktan sonra yüksek lisans için Koç Üniversitesi’ne başladım, burada Moleküler Nörobiyoloji üzerine tezimi verdim. 2016 Ağustos’ta da doktora için New York’a yerleştim. Şimdilerde New York Üniversitesi’nde “Kanser Metabolizması” üzerine çalışmalarımı sürdürüyorum.

Yılları geri alsak, karar verme sürecine geri dönsen, yine New York’u seçer miydin?

Liseden beri kafamda hep yurt dışına gitme fikri vardı ama bu daha çok Avrupa üzerine kuruluydu, hatta ODTÜ’deyken üçüncü sınıfta 3 aylığına yaz stajı için Almanya’ya gidip Avrupa’yı deneyimlemiştim. Aslında yüksek lisansın sonuna kadar aklımda Amerika hiç olmadı, neden bilmiyorum. Belki Türkiye’ye çok uzak diye olabilir. Sonrasında biraz daha akademinin içindeki araştırma ortamına girince ODTÜ’de olsun Koç’ta olsun hocaların neredeyse hepsinin bir Amerika geçmişi olduğunu gördüm. Yani Türkiye’de iyi bir üniversitede pozisyon bulabilmeniz için aranan şartlardan biri Amerika’da belli bir süre araştırma yapmış olmaktı. Bu da benim Amerika’ya karşı fikrimi değiştirdi ve başvuru yapmaya karar verdim. Birkaç okuldan kabul aldım, hepsi güzel yerlerdi ama ben New York Üniversitesi’ni tercih ettim, iyi ki de öyle yapmışım, yine olsa yine New York’u seçerim. Burası kesinlikle dünyanın başkenti, devamlı hareket halinde, hiç uyumayan bir şehir. Her gün yeni şeyler deneyimlememe vesile olan bir şehir. Bu yüzden de New York’ta yaşamanın benim için çok farklı bir yaşam tecrübesi olduğunu düşünüyorum.

Okula ilk gittiğin zamanları anlatabilir misin? Yepyeni bir yere taşınmak, yeni insanlar tanımak nasıldı? Nasıl bir adaptasyon süreci geçirdin, en çok zorlandığın konular neler oldu?

Okuldaki ilk zamanlarım bölüme alışmak, derslere konsantre olmak ve araştırma konum üzerine yoğunlaşmakla geçti. Bunlar dışında bir de üniversite birinci sınıfların biyoloji dersine giriyordum, o da üzerimde ayrı bir sorumluluktu, ilk zamanlar oldukça yorucuydu benim için.

Amerika çok farklı bir ülke. Türk kültüründen tamamen farklı, Avrupa’ya da hiç benzemiyor. O yüzden adaptasyonda sıkıntı çekmek muhtemel. Ama ben buraya alışma sürecimin çok zor geçtiğini düşünmüyorum. Bunda iki önemli etken var. Birincisi, ki bence en önemlisi, yalnız zaman geçirmekten çok keyif alan bir insanım. O yüzden burada yalnızlık hissine kapılmıyorum; aksine bunu bir avantaja çevirip kendimle baş başa kalıp, farklı yönlerimi keşfetmeye çalışıyorum. İkinci etken, kolay sosyalleşen biri olduğumu düşünüyorum, zaten New York aktivite kaynayan bir yer. O yüzden canım sıkılırsa ya da birileriyle iki laf etmek istersem dışarı çıkıp etkinliklere gidiyorum, insanlarla tanışıp güzel zaman geçiriyorum. Ama itiraf edeyim, Türkiye’deki arkadaşlarımla geçirdiğim kaliteli zamanlar gibi olmuyor ama yine de idare ediyorum. Özet olarak kolay bir adaptasyon dönemi geçirdim, zaten yepyeni bir hayat kurmak bana her zaman çok çekici ve heyecanlı gelmiştir. Kendimi hiçbir zaman bir yere ait hissetmedim, sanırım göçebe hayatı seviyorum. Hatta şimdi doktora bitince nereye taşınsam diye düşünüyorum.😊

Yurt dışında yaşamanın, başka bir kültür deneyimlemenin birey olarak avantajları ve dezavantajları neler sence? Türkler olarak oldukça farklı bir kültüre sahibiz. Amerikalılar nasıl insanlar, örneğin arkadaşlık ilişkileri nasıl?

New York çok kozmopolit bir yer, dünyanın her yerinden farklı kültürlere sahip milyonlarca insanın yaşadığı bir şehir. Böyle bir ortamda yaşamak bence çok büyük bir avantaj. Dünya mutfağı denemek, farklı diller öğrenmek, her yeni gün yepyeni şeyler görmek mümkün. Ayrıca Amerika çok büyük bir ülke olduğu için her eyaletin de kendine has bir kültürü var. Ben de zaman buldukça Amerika içi seyahat edip farklı eyaletleri keşfetmeye çalışıyorum. Bir de Türkiye’nin ekonomisi maalesef her geçen gün kötüye gidiyor, yurt dışında yaşamak ekonomik açıdan da büyük bir avantaj sağlıyor.

Amerikalılar arkadaş canlısı ve yeni insanlarla tanışmaya açık bir toplum. Yani burada arkadaş çevresine sahip olmak çok kolay, eğer isterseniz. Ben ilişkilerinin biraz yüzeysel olduğunu düşünüyorum ama yine de haklarını yemeyelim, bence oldukça sıcakkanlılar. Yurt dışında yaşamanın dezavantajına gelirsek, Türkiye’yi özlemek ve kendi dilini her istediğinde konuşamamak diyebilirim.

Amerika’da kültür şoku yaşadığın anlar oldu mu; çok ilginç, komik veya etkileyici bir anın varsa bizimle paylaşabilir misin?

Tabii ki oldu hem de çok, hatta her geçen gün yeni şoklar biriktiriyorum. Türkiye’de insanların kafasında nedense bir “Amerikan Rüyası” hakim. Amerika’nın mükemmel bir yer olduğunu düşünüyor herkes. Evet, fırsatlar ve özgürlükler ülkesi buna katılıyorum ama birçok yönden de Türkiye’den kat kat geride olan bir ülke. Mesela, birkaç büyük şehir dışında toplu taşıma yok burada. Buna çok şaşırmıştım ilk geldiğimde. Sokaklar, özellikle New York için geçerli bu, evsiz ve akli dengesi yerinde olmayan insanlarla dolu.

Sonra, insanlar burada o kadar yavaş ve beklemeye o kadar alışmışlar ki, bu beni ilk geldiğimde çileden çıkarıyordu. Çünkü biz Türkler olarak tez canlı bir milletiz, fakat burada bir ekmek için yarım saat market sırasında beklemek zorunda kalabiliyorsunuz ve kimse de çıkıp sıranın neden ilerlemediğini sormuyor.

Aşırı bedavacı bir toplum ayrıca, bir yerde bedava bir şey dağıtıldığını söyle önünde 10 saat kuyrukta beklerler. Çok para hesabı yaptıkları da bir gerçek. Bir keresinde bir arkadaşla UBER’e binmiştim ve 3 dolar falan tutmuştu. Arkadaşım parayı ödemişti ve benden 1.5 dolarını istemişti, o da yaşadığım şoklardan biriydi. Hani bizde lafı bile edilmez ya cüzi bir miktar sonuçta ama burada 1 dolar bile çok değerli, inanılmaz.

Hep kötü özelliklerinden bahsettim gibi oldu bir tane de sevdiğim bir şey söyleyeyim; mesela, Türkiye’de insanlar devamlı başkalarının özel hayatlarını didik didik etmekle, ne giydiğiyle ya da ne yaptığıyla ilgilenmekle meşgul. işte burada bu yok, kimse kimseyi umursamıyor. New York’ta sokakta bikiniyle dolaşsanız kimse dönüp size bakmaz ve ben bunu çok seviyorum. Çünkü insan kendini burada özgür hissediyor, başkaları ne der diye değil de kendisi nasıl isterse öyle yaşıyor.

New York’ta ne yenir, ne içilir diye sorsam? Yeme-içme konusunda birkaç lokal öneride bulunabilir misin, nerelere mutlaka gitmeliyiz sence?

En heyecanlı yerlerden birine geldik, hemen şöyle uzun bir liste yapalım:

Kahvaltı için: Bagel, yani New York simidiyle güne başlamak isterseniz Russ&Daughters; yok ben sabah tatlı bir şeyler yemek isterim derseniz o zaman Donut-Doughnut Plant; uzun boylu bir brunch yapmak isterseniz de Balthazar, Jack’s Wife Frida ya da Sarabeth’s öneririm.

Kahve için: Bana göre şehrin en iyi kahvecileri SoHo’da La Colombe; Dumbo’da Brooklyn Roasting Company ve Greenwich Village’deki Stumptown Coffee Roasters; unutmadan matcha severler için de Nolita’da Cha Cha Matcha’yı tavsiye ediyorum.

Tatlı için: NYC’de yemeden dönmeyin dediğim tatlılar: Magnolia Bakery’de muzlu puding; Taiyaki NYC’de Japon usulü sufle pancake; Dominique Ansel Bakery‘de cronut; Veniero’s Patisserie‘de İtalyan esintili strawberry milfoy ve Sundaes and Cones dondurma.

Akşam yemeği için: New York, dünya mutfaklarının hepsini barındıran bir şehir. Her ülkenin mutfağını denemeniz mümkün burada. Ben özellikle Ethiyopian denemenizi öneririm çünkü efsane güzel! Bir de Kore usulü barbekü çok değişik ve güzel yapılıyor ama ben burada daha çok New York’a özel lezzetlerden örnek vermek istiyorum:

Katz Delicatessen’de Pastrami sandwich; Emily’de New York’un en iyi hamburgeri; Joe’s Pizza’da, favorim olan, pizzayı ve Mighty Quinn’s BBQ’da Amerikan usulü barbeküyü kesinlikle denemelisiniz!

Rooftop için: New York denince rooftopsız olmaz, hem manzara hem kokteyl açısından şehrin en iyileri; 230 5th Avenue, Le Bain, Gallow Green, Mr.Purple ve The Water Tower. Gece kulübü olarak da House of Yes güzel bir deneyim olur. 

İstanbul’un kendine özgü tatları vardır bizim için unutulmaz olan, peynir-simit,Boğaz’da rakı-balık gibi… Özlüyor musun İstanbul’u? Mesela, aileni görmek için İstanbul’a geldiğinde ilk yaptığın şey ne oluyor veya mutlaka yemeliyim dediğin yemekler, gitmeliyim dediğin yerler var mı?

İstanbul’u çok özlüyorum. Bunu dile getirdiğimde arkadaşlarım “Saçmalama, New York’tasın, ne yapacaksın İstanbul’u?” derler hep bana. Klişe olacak ama hiçbir yer insanın kendi ülkesi gibi, doğup büyüdüğü, kendi dilini konuştuğu yer gibi olmuyor. Türkiye’ye geldiğimde ilk yaptığım şey uçaktan iner inmez bir kebapçıya gitmek oluyor. 🙂

Bunun dışında İstanbul’da olmazsa olmazlarım; Rumelihisarı Kale’de ya da Yeniköy Emek Kafe’de kahvaltı, sonrasında sahil boyunca yürüyüş, Sarıyer Muhallebicisi’nde su muhallebisi, Kireçburnu Fırını’nda kıymalı börek, Boğaz’da rakı-balık ve Balık Pazarı’ndaki Şampiyon Kokoreç’te kokoreç ve midye dolma… Bak sayarken acıktım burada. Ayrıca dönmeden, Beşiktaş-Kadıköy vapurunda çayım ve simidimle bütün Boğaz, Galata Kulesi, Tarihi Yarımada ve Kız Kulesi’ni mutlaka bir kez seyrederim. Bir de İstanbul’dayken gidebildiğim kadar tiyatro oyununa gitmeye çalışıyorum, daha gelmeden oyun biletlerini alıyorum. Yeni açılan mekanları da sosyal medya üzerinden takip edip zamanım olursa gitmeye çalışıyorum. theMagger’a da mutlaka göz atıyorum.

New York’a geldiğimizde mutlaka ziyaret etmemiz gerektiğini düşündüğün 5 yer neresi diye sorsam?

New York’ta yapılacak o kadar çok şey var ki, 5’e indirmek çok zor oldu şimdi. O zaman şöyle sıralayalım:

  1. Brooklyn Köprüsü’nden yürüyerek Manhattan’dan Brooklyn’e geçebilir, Dumbo ve Brooklyn Heights’ı keşfedebilirsiniz.
  2. HighLine’da yürüyüş yapmak ve sonrasında Chelsea’deki sanat galerini gezebilirsiniz.
  3. Tabii ki Central Park’a gidip sonrasında MET Müzesi’ni gezebilirsiniz.
  4. Eğer zamanınız varsa Broadway’de bir show izleyebilirsiniz. Ayrıca çok farklı bir tiyatro deneyimi yaşamak icin Sleep No More’a da bir göz atabilirsiniz.
  5. SoHo, West Village ve Tribeca’nın tatlı sokaklarında kaybolabilirsiniz.
  6. Hadi bu da ekstra olsun; eğer yazın New York’a gelirseniz, Smorgasburg ve Coney Island’ı mutlaka denemelisiniz.

New York’ta yaşamak sana neler öğretti? Yurt dışında yaşamak isteyen ama buna cesaret edemeyen kişilere tavsiyede bulunabilir misin?

New York’ta yaşamak bana kendi kendime yetebilmeyi, fikirlerini açıkça belirten ve çok daha özgür hareket eden bir birey olmayı öğretti. Yalnız kaldığımda dışarda beni bekleyen yüzlerce farklı aktivitenin olduğunu bilmek, farklı yanlarımı bulmamı sağladı. Spor, hayatımın bir parçası haline geldi. Daha fazla kitap okumaya başladım, yogaya başladım, pilatese tekrar zaman ayırdım. Boş zamanlarımda New York’u keşfettim, yeni yerler görebilmek için seyahat sıklığımı artırdım, kısacası yeniliklere daha açık bir insana dönüştüm.

Yurt dışında yaşamak isteyen ama cesaret edemeyen kişilere tavsiyem: Cesaret! “Comfort zone”larından çıkıp tam olarak ne istedilerini anladıktan sonra bu yolda bir adım atmaları… Türkiye’deki insanların en büyük sorunu her gün şikayet ettikleri halde, alıştıkları hayattan bir türlü vazgeçememeleri. Birçok arkadaşım var ve hepsi bir şekilde yurt dışına yerleşmek istiyor ama hiçbiri bunun için kılını kıpırdatmıyor. Çünkü iyi kötü bir gelirleri var, evleri var, aileleri, arkadaşları yanlarında ve haliyle bu düzeni bozmak istemiyorlar. Bunların hepsini anlıyorum ve her şeyi geride bırakıp yeni bir hayata başlamanın kolay olmadığını da biliyorum. Ama işte burada önemli olan şey, hayattan ne beklediğini ve hayatının geri kalanını nerede ve nasıl geçirmek istediğini bilmek. O yüzden, tavsiyem yurt dışındaki fırsatları araştırıp, sonrasında harekete geçmeleri, biraz risk almaları bir de hemen morallerini bozup vazgeçmemeleri olur. Denemeye her zaman devam!

İyi ki varsın Gizem!

Kapak fotoğrafı: Unspalsh / Sam Trotman

İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’ndan New York Müzeleri