İstanbul’u yaşamanın onlarca yolundan biri de yazarların izinden şehri gezmektir. Onların dünyasının gizemini açığa çıkaran, bazense tüm gücüyle saklayan sokaklardan geçmek. Gecenin bir vakti, boyaları dökülmüş evlerin sıralandığı rutubet kokan bir sokakta bile, sokak lambaları altında “güzelliği” aramaktır biraz da. Bu yazarların sayesinde, İstanbul’un kuytu köşelerini sevmeye değer görürüz böylece. Öyle zamanlarda şehri tam anlamıyla yaşadığımızı hissederiz. İnsanın içinde susmak bilmeyen cümleler dolanıp durur. Halbuki sadece bir bina, bazen bir pasaj, bir han, eski bir pastanedir karşımızda duran. O cümlelerde yeniden bulur insan, özlediği, yakınındayken bile uzak kaldığı şehri.

01-30
Galata Köprüsü | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

“Benim için büyük şehir hayatı demek, milyonlarca hikâyenin içinde yaşamaktır.” diyen Orhan Pamuk, İstanbul’u kitaplarının arka fonu yapmak için özel bir çaba sarf etmediğini belirtir açıkça. Hatta kendi aile hikâyesinden yola çıkarak yazdığı kitaplarında bile aslında her şeyin gerçek olmadığını, hayal ile yaşanmış olan şeylerin iç içe geçtiğini biliriz. Yine de bir yanımızla inanmak isteriz, Merhamet Apartmanı’na, Huzur Lokantası’na, bayiler toplantılarına, bir sırrı arar gibi baktığımız vesikalık resimlerinin içindeki insan yüzlerine. Pamuk’un dünyasında yeniden buluruz İstanbul’u. Neyle karşılaşacağımızı artık bilsek de kaybolmayı göze alarak. Ve en önemlisi kaybolmanın keyfine vararak.

Pamuk’un hayatında önemli bir yere sahip semtlerin, mekânların izini sürüyoruz bu yazıda. Kitaplarındaki karakterleri ve onların yaşamlarının orta yerine yerleşen kenti arıyoruz. Yazarın kitaplarını pusulamız yaparak geziyoruz İstanbul sokaklarında.

Orhan Pamuk’un İstanbul’u

02-20
Beyoğlu | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Beyoğlu ve Çevresi

Beyoğlu, Orhan Pamuk’un kitaplarında ve hayatında büyük bir yer tutar. Yaşamından kesitleri, anılarıyla kaleme aldığı Manzaradan Parçalar kitabında, bu semtin önemine sıkça değinir. Örneğin; çocukluğunun en sevdiği eğlencesi annesi ve abisiyle beraber Harbiye’den -bazen tramvayla, bazen yürüyerek- Taksim’e gelmektir. Yazarın hafızasında çok canlı kalmış bir anısı vardır bu semtte. 1940’lar ve 1950’lerin İstanbul’unda yaşamış herkesin zihninde yer etmiş, Ağa Camii yakınlarında, Rus salatalı, hardallı sosisli sandviç yemeye geldikleri Atlantik Büfe. O zamanlar, bu büfe, Amerika kültürünün şehre yavaş yavaş nüfuz ettiğinin habercisi niteliğinde, bira eşliğinde yenen sosisli sandviçleri (o zaman hot-dog ismi kullanılmıyordu) ile ünlüdür. Çocuklara da -Orhan ve Şevket’e- sandviç yanına ayran içmek düşer. Yetişkinlerse bu büfeye uğrayıp, ayaküstü bira içmenin keyfini o yıllarda tatmaya başlar. Çiçek Pasajı yine aynı yıllarda, bugün olduğu gibi meyhanelere değil, birahanelere ev sahipliği yapar. Günümüzde artık yerinde olmayan Atlantik ise ne yazık ki birçokları gibi, 6-7 Eylül olaylarında Rum sahibi olmasından ötürü tahrip edilir. Bir daha da eski günlerine kavuşamaz.

Orhan Pamuk’un, sanki biraz da bu çocukluk ritüelini devam ettirirmişçesine uğradığı bir köşe var. Taksim Meydanı’nın karşısına düşen, Sıraselviler Caddesi başındaki, yazarın deyişiyle yarım ay şeklinde yan yana sıralandığı büfelerden söz ediyorum. Öteki Renkler kitabında anlattığı üzere yazar, bazı sabahlar bu büfelerin birinde taburelere oturur; havuç-portakal suyu ve çift kaşarlı tostu eşliğinde gazetesini okur. Gazetesini okurken tahmin edeceğiniz üzere sıkça başını kaldırır ve etrafa şöyle bir bakar.

03-21
Aya Triada| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Öteki Renkler kitabında “Sevdiğim Köşeler” diye belirttiği, Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’nin avlusunu gören Hacı Baba Lokantası isimli mekandan söz eder Pamuk. Hacı Baba’nın yerinde artık yeller esse de ne zaman o avluda gezinsem, sevdiğim diğer yazarların da anılarında karşıma çıkan bu lokantayı anarım. Bir kebap lokantası vardır artık o noktada. Buğulanmış pencerelerinden insanlar görürüm. Müşteriler, her şeyden bihaber yemeklerini yer ve dönüp bir kez bakmazlar bu güzel kilise avlusuna.

03-2-2
Hacı Abdullah Lokantası | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Ağa Camii yakınındaki, günümüzde de açık olan tarihi Hacı Abdullah Lokantası’na geldiğimde ise gözlerimin önüne Orhan Pamuk’la babasını getirmek hiç zor olmaz. Muhtemelen turşu ve komposto eşliğinde içli pilav ve tepsi kebabı yerler. Tam o esnada gördüğüm o genç delikanlının biraz da Masumiyet Müzesi’ndeki Kemal olduğunu anlarım. Hem kitap karakteri, hem yazarın kendisi için bu lokantanın önemi büyüktür ve anılarında birkaç kez ismine rastlarız.

04-18
Ara Kafe | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Pamuk, yurt dışından gelen kitap paketlerini almaya gittiği, önünden geçmesini seviyorum dediği Galatasaray Postanesi’ni, Öteki Renkler kitabında sevdiği yerler arasına koyar. Günümüzde ise muhtemelen buradan Tünel’e kadar yürümeden önce uğramayı es geçmediği bir yer daha vardır. Ara Güler’in evinin alt katında bulunan Ara Kafe. Yazarın, Ara Güler vefat etmeden önceki dostluğuna da bu kafede tanık oluruz çoğu zaman. Kitaplarında İstanbul’u anlattığı sayfalarının arasında, hatta bazen kapaklarında Ara Güler fotoğrafları yer alır. Benim için, “Ara Güler’in İstanbul’unu” Orhan Pamuk’tan okumak ayrı bir zevktir. Fotoğrafçının koleksiyonunda yer alan siyah beyaz portre fotoğrafları arasında Pamuk’un yüzü de vardır. O portrede kameraya yarı ciddi yarı şakacı gözleriyle bakar Pamuk. Her an bir muziplik yapacak gibidir. Ya da abisi Şevket’le Meşhurlar Serisi kart oyununu oynadığı günlerdeki gibi aniden kızıp ortamı terk edebilir her an. O fotoğrafına çok benzeyen bir başka portresi, Yeni Hayat kitabının arka sayfasında dururdu. İşte o kitap benim hayatımda elime aldığım ilk Orhan Pamuk kitabıydı. Babamın kitaplığından indirip, arka kapakta yazan gizemli cümleleri okuduğumda 10 yaşındaydım ve gelecekte kendisinin sıkı bir okuyucusu olacağımdan habersizdim.

inci-kolaj
İnci Pastanesi| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Masumiyet Müzesi’nde Füsun ve Kemal’in gittikleri İnci Pastanesi yıllar önce caddedeki yerinden Mis Sokak’a taşınmış olsa da aynı nostaljiyi yaşatır gelenlere. Mis gibi kakao kokuları eşliğinde uzaklara dalıp giden bir İstanbul delisi, karşısındaki sandalyelerden birinde günlük gezilerine çıkmış Orhan Pamuk’u, abisi ve annesiyle canlandırabilir gözlerinde. Beyoğlu’nun en güzel sokaklarına gizlenmiş Avrupa Pasajı, Rejans Lokantası veya Ayaspaşa Rus Lokantası’nda da rastlaşabilir birçok karakterle. Kimlerle mi? Orhan Pamuk’la, Şeküre Hanım’la, Kemal ve Füsun’la, Galip ve Rüya’yla, Cevdet Bey ve Oğulları’yla.

06-17
Dolapdere| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Dolapdere ve Tarlabaşı Sokakları

İstanbulluların, tabiri caizse biraz burun kıvırdıkları, gezmek için pek de can atmadıkları yerlerdir buralar. Ancak yabancı turistler gelir fotoğraf çekmeye, otantik buldukları apartmanlarda kalmaya, aralarına çamaşırlar asılmış eski binalarla çevrili Tarlabaşı ve Dolapdere sokaklarına. Bir de elbette Orhan Pamuk. Hatta, geçtiğimiz sene bizzat gördüm kendisini Dolapdere’de sokaklarında; elinde birkaç dosya ve not defterleriyle.

Yazarın mekan olarak kitaplarına almaktan çekinmediği, her haliyle anlamaya çalıştığı şehrin köşelerinin en kalbi kırık noktasındadır bu iki yerin mahalleleri. Göç verir, göç alır, değişir, dönüşür… Kimilerine göre pek tekin değildir, kimilerine göre İstanbul haritalarında çoktan unutulmuş, silinmiştir.

07-14
Fatih | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Orhan Pamuk, ruhumuza bütünüyle işleyen ve samimiyetinden bir an bile şüphe etmeğimiz bir karakterle, Mevlut Karataş ile tanıştırmıştır bizi, Kafamda Bir Tuhaflık romanında. Mevlut de aynı bu mahallelerde yaşayanlar gibi Anadolu’dan gelmiş, sokak satıcılığı yaparak hayatını geçindirmeye çalışmıştır. Önce yoğurt, dondurma ve sonra boza satmaya başlayan karakterin geceleri adımladığı sokaklar, loş ışıklar altında gözümüzde canlanır. Bazen Tarlabaşı, Dolapdere sokaklarında gezdirir bizi yazar, bazen de Fatih’in, Ara Güler’in de yaşarken çok sevdiği Zeyrek semtinde. Bu semtin insanları, sanki gerçekte yarım kalan hikâyelerini, Pamuk’un satırlarında ve gözlerimizin önüne gelip de “pek tekinsiz” görünen gecenin içindeki resimlerinde tamamlar.

16-bogaz-havasi
Tarabya | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Boğaziçi

İstanbul Hatıralar ve Şehir kitabında, yazar çocukluğundan bahsederken sıkça İstanbul yangınlarına, ailece yaptıkları Boğaz gezilerine ve arabalarıyla geçmekten keyif aldığı Boğaz hattına değinir. Çocuklar kabakulak olunca veya boğazları rahatsızlandığında yine temiz hava almaya geldikleri yer Boğaz’dır. Masumiyet Müzesi’nde, Kemal Füsun’a yüzmeyi Tarabya Plajı’nda öğretir, Bebek sahilinde bir kayığa binip kürek çekerek açılırlar. Kara Kitap’ta “Boğaz’ın Suları Çekildiğinde”, yazar benim için en etkileyici, en distopik bölümlerinden birini aktarır. Okudukça, Boğaz’sız bir İstanbul’un nasıl bir kabus olacağını iliklerinize kadar hissedersiniz. Pamuk için Boğaz semtlerinin, sahil hattının önemli bir yer tutması hiç de tesadüf değildir çünkü ergenlik yıllarını da Boğaz’ın yanı başında; Robert Koleji’nde geçirmiştir. 

08-12
Masumiyet Müzesi | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Cihangir ve Çukurcuma

Cihangir, Pamuk’un çocukluğundan itibaren yaşadığı İstanbul’u ve hayatını anlattığı kitabı İstanbul Hatıralar ve Şehir kitabında önemli bir yer tutar. Ailesinin Nişantaşı’ndaki evinden buraya gelip, resimler yaptığı, vapurları izlediği ve hatta aşk acıları yaşadığı o ev, benzer bir şekilde Masumiyet Müzesi’nde de karşımıza çıkar. Kemal, buhranlarını ve aşk kaçamaklarını bu evde yaşayacaktır.

Yazarın yazıhanesi, dünyaları içine sığdıran geniş kütüphanesi ve manzaralar seyredip Paşabahçe vapurunun yolunu gözlediği balkonu Cihangir’deki bu evdedir. Pamuk, bu balkondan çektiği fotoğrafları geçtiğimiz senelerde Balkon / Fotoğraflar adı altında sergiler ve kitaplaştırır. Bütün bu manzara fotoğraflarının, gençliğini geçirdiği, resimler yaptığı ve şimdilerde yazıhane olarak kullandığı o Cihangir apartmanı, zaman içinde değişti mi yoksa hepsi Taray Apartmanı’nda mı geçti, kesin olarak bir şey söylemek zor. Fakat, geçtiğimiz aylarda birkaç dairesi yazara ait olan bu apartman, deprem gerekçesiyle yıkım kararı alındığı için gazetelerde yeniden karşımıza çıktı.

Cihangir’in bir başka sokağına, Pürtelaş’a geldiğimizde sokağın en sevilen sakinlerinden Kaktüs Cihangir Kafe’ye rastlarız. Öteki Renkler kitabında yazar, bu mekana çok sık takılmasa dahi tanıdıklarının hep buraya gidiyor olmasından ötürü, kendini de gitmiş kadar sayıyor. Yakınlardaki bir ucu Sıraselviler’e çıkan Arslan Yatağı Sokak ise yazarın çocukluğunun futbol sahalarına ev sahipliği yapar. Pamuk’un, “Sokaklarının bu şakacı tarihini bildiğim için İstanbul’u seviyorum.” dediği İstanbul’un hızla atan kalbinde, Cihangir belli ki yazar için daima büyük bir öneme sahiptir.

09-11
Masumiyet Müzesi| Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Çukurcuma’yı Masumiyet Müzesi’nde yakından duyarız, hissederiz. Kitapta, şimdikinin aksine Beyoğlu’nun gözde mahallelerinden değil, varsıl sınıfın pek yanaşmadığı, kendi hallerinde yaşayan ailelerin hayatlarını geçirdiği mütevazi bir köşesidir. Füsun ailesiyle burada yaşar. Kemal sık sık Dalgıç Sokak ve Çukurcuma Caddesi kesişimindeki bu eve gelir. Füsun’un evini kitapta betimlerken bir yandan da dönemin sosyolojisini yansıtır:

“Füsunlar’ın evi, Çukurcuma Caddesi ile daracık Dalgıç Sokak’ın kesiştiği köşedeydi. Haritadan da anlaşılabileceği gibi, buradan kıvrıla kıvrıla ilerleyen dik yokuşlardan on dakikada Beyoğlu’na İstiklal Caddesi’ne çıkılırdı. Bazı akşamlar Çetin ara sokaklardan ağır ağır kıvrılarak Beyoğlu’na çıkar, ben de arka koltukta sigara içerek ev içlerini, dükkanları, sokaklardaki insanları seyrederdim. Parke taşlı bu dar sokaklarda yıkılacakmış gibi eğilen yıkıntı halindeki ahşap evler, Yunanistan’a göçen son Rumların bıraktığı boş binalar ve o boş yapılara kaçak yerleşen yoksul Kürtlerin pencerelerden dışarıya uzattıkları soba boruları, geceye korkutucu bir görüntü verirdi.”

masumiyet-muzesi-kolaj
Masumiyet Müzesi Koleksiyonu | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Manzaradan Parçalar kitabında ise Pamuk, kızı Rüya’yla olan anılarından, her sabah kızının okuluna kadar yürüdükleri Çukurcuma sokaklarından bahseder. Semtteki Çukurcuma Hamamı, Firuzağa Camii ve caddedeki sokaklar ekseninde hikâyeler can bulur.

10-56
Masumiyet Müzesi – Kemal’in Odası | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Dalgıç Çıkmazı Sokak’ta bordo rengiyle karşımızda duran Masumiyet Müzesi ise Kemal’in Füsun’a olan aşkının saplantıya varan çıkmazlarında topladığı, gözü gibi sakladığı eşyaları görmemizi sağlar. Mektuplar, o döneminin İstanbul’una ait efemera, kimi hayali kimi gerçek lokantalara ait olan kibrit ve peçeteler, fotoğraflar, defter sayfalarından notlar sergilenir bu müzede. Bütün bunlar aslında Orhan Pamuk’un üzerinde yıllarca çalışarak biriktirdiği ve kitapla örtüştüğünü düşündüğü koleksiyonundan oluşur. Müze oluşum sürecinin bütün detaylarına Manzaradan Parçalar kitabında yer verir.

13-35
Alaaddin’in Dükkânı | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Nişantaşı

Kendimce Orhan Pamuk’u en çok özdeşleştirdiğim semtlerin başında Teşvikiye ve Nişantaşı gelir. Yazar, aile apartmanı olan Pamuk Apartmanı’nda yaşar. Bütün çocukluğu, gençliği bu semtte geçmiştir. Kara Kitap, Masumiyet Müzesi, Cevdet Bey ve Oğulları’nda bunu hissederiz. Kara Kitap’ta okuduğum yıllarda gerçek mi değil mi diye merakla peşine düştüğüm Alaaddin’in Dükkânı’nın (Nejdet Güler) renk cümbüşüne kapılmamak mümkün değildir. İçerisi, Nişantaşı’nın tam aksidir. Hiçbir şey uyum içinde ve şatafatlı değildir. En büyük lüks, yurt dışından getirtilen purolar ve pahalı dergilerdir. Evet, o dükkân da, yazarın birçok romanındaki mekanlar gibi gerçektir. Nejdet Güler yoksa, tezgâhın arkasında eşi durur. Gözümde Orhan Pamuk’u, dükkan sahipleriyle şakalaşırken gözümün önüne getiremem. Çünkü sahipleri gayet ciddi, mesafeli dururlar.

14-30
Süslü Karakol | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Palasların, şık butiklerin, pahalı zincir markalara ait mağazaların, ardı ardında açılan kafe, restoran ve barların, eski tip esnaf büfelerinin doldurduğu Nişantaşı sokaklarında gezerken Süslü Karakol bir anda göz çarpar. Kremalı pasta görünümüyle diğer karakollardan hemen ayrılan binası, Masumiyet Müzesi’nde çıkar karşımıza. Artık yerinde olmayan ve eski Nişantaşılıların anılarında daimi yeri olan Maçka Parkı yakınlarındaki Konak Sineması’na ve Teşvikiye Camii’ne yine Masumiyet Müzesi’nde rastlarız.

Turuncu isimli fotoğraf kitabında ise yazarın Şişli ve çevresinde çekmiş olduğu fotoğrafları görürüz. Aynı, Mevlut’un seyyar arabasıyla gezindiği saatlerde olduğu gibi hepsi loş ışıklar altında, gecenin bütün dürüstlüğü içinde makyajsız görüntüler sergiler bize. Esnaflarını, sokaklarda köşe başını tutturmuş mahalle sakinlerini, sokak satıcılarını, berber dükkânlarını İstanbul’un birer parçasıymışçasına, bütün doğallığıyla ortaya koyar Pamuk.

15-31
Burgazada | Fotoğraf: Deniz Yılmaz Akman

Adalar

Orhan Pamuk, Manzara’dan Parçalar ve İstanbul Hatıralar ve Şehir kitaplarında, adaların hayatındaki yeri ve önemine vurgu yapar. Ada demek, yazar için nefes alma noktası gibidir. Kitaplarının bir kısmını yazdığı, çay bahçelerine uğrayıp etrafındakileri izlediği, sahillerinde yürüyüş yaptığı adalar, yazarın babaannesinden dolayı hayatına çocukluğunun ilk yaşlarında girer. Babaannesinin, ailenin ekonomik durumu bozulmasından sonra elden çıkaracağı yazlık evi Heybeliada’dadır. Sabahları değirmen seslerine uyanan yazar, Hüseyin Rahmi’nin harabe halindeki evinin bahçesinde gezindiğini, adadaki Rum komşuları sayesinde sevgiyi öğrendiğini anılarında belirtir. Buradan yaptığı vapur yolculuklarıyla Burgazada ve Büyükada’ya geziler düzenler.  Cevdet Bey ve Oğulları’nda da adadan izler buluruz.

Babaanne evi satılsa da adalardan kopamayan Pamuk, son yıllarda yazı yazmak ve şehrin keşmekeşinden kaçmak için Büyükada’ya gidip, ev kiralar. Buradaki evinin manzarasında vapurlar görünmez belki ama bahçesindeki fuşya begonvillerin uzandığı balkonunda, biraz dağınık ve belki kahve fincanlarının izi çıkmış olan yazı masasında, sayfaları kıvrık kitaplarının arasında kendi dünyasını bütün iyimserliğiyle yeniden inşa etmiştir yazar.