Pek çoğumuz küçüklüğümüzden beri bize empoze edildiği şekilde; mutsuzluk, stres, endişe gibi negatif hatta toksik olarak sınıflandırdığımız duygulardan kaçınarak olabildiğince neşeli, mutlu, huzurlu olmak için beynimizi kodlamaya çalışıyoruz. Oysa artık “en trend tavsiye” biraz değişmiş durumda. Duyguların yaşanış biçimiyle ilgili doğru varsaydığımız bilgiler de. Öyle ki, yaşadığımız pandemi krizi ile birlikte yeni ve şaşırtıcı bir toksik tanımı ile tanıştık. Şimdi toksik pozitiflik ve fazla mutluluktan da kaçınma zamanı!

Toksik Pozitiflik
Toksik Pozitiflik | Fotoğraf: ogrencikariyeri.com

Sokakta oynayan neslin neredeyse son temsilcileri olarak bizler; toz, toprak, mikrop gibi endişelerin görece çok daha az olduğu çocukluk yıllarımızın tadını doyasıya çıkarmış, deyim yerindeyse hakkını vermiştik. Sonraki dönemde, küçük yaşta mikropla tanışmayan çocukların ilerleyen yaşlarda daha çok hastalandığına, neredeyse daha sağlıksız olduğuna ilişkin araştırmaları da sık sık okuduk. O halde şanslıydık. Peki sıra ruhumuza geldiğinde de o kadar şanslı mıyız?

Hepimiz uzun yıllardır mutsuzluk, stres, endişe gibi negatif olarak sınıflandırdığımız duygulardan kaçınarak olabildiğince neşeli, mutlu ve pozitif  olmak için beynimizi kodlamaya çalışıyoruz. Bize öğretildiği ve önerildiği şekilde “olumlu” olarak değerlendirdiğimiz bu duygularla, kendimize dolu bir dünya yaratmaya çalışıyoruz. Son yıllarda, bu algının biraz daha evrimleşerek sahte nitelik de kazandığını itiraf etmeliyiz. Üstelik, bu algının ya da alışkanlığın daha da kanıksanma durumunda, Instagram gibi görsel sosyal medya araçlarının pompaladığı duyguların etkisinin çok olduğu yadsınamaz bir gerçek. Öyle ki hep “daha çok gülümsemeliyiz” ya da hep “cool görünmeliyiz”. Bizden daha mutlu, daha çok eğlenen insanlara tahammül edememe pahasına… 

Barışmamız Gereken Duygular
Barışmamız Gereken Duygular | Fotoğraf: Alexas_Fotos (unsplash.com)

Toksik Pozitiflik Nedir?

Neyin gerçek neyin sahte olduğunun ayırt edilmesinin giderek güçleştiği bu toz pembe mutluluk bulutu içine hapsolduğumuzda, hayatımızın odak noktasına mutlu ve pozitif olmayı koysak dahi büyük sorunlar karşısında çok daha büyük yıkımlar yaşayabildiğimizi pek çoğumuz fark ediyoruz. Bu durumun en büyük sebeplerinden birisini, toksik pozitiflik olarak tanımlanan bir yanılgı içinde olmamıza bağlıyor uzmanlar. Kısaca değinmek gerekirse; toksik pozitiflik, gerçek hayatta olumsuzlukları görmezden gelerek, bu duygulardan kaçınma refleksine sahip olmamıza neden oluyor. Toksik pozitifliğin etkisi altında kaldığımız dönemlerde, kaçınamayacağımız sorunlarla nasıl başa çıkacağımızı anlamakta zorluk çekiyor, kısacası krizler karşısında idmansız kalıyoruz.

Toksik Pozitiflik
Toksik Pozitiflik | Fotoğraf: Unsplash/@fairytailphotography

Oysa, duygusal olarak güçlü ve dengeli bireyler olmanın sırrı her konuda olduğu gibi duyguların da azar azar ama hepsine sahip olmamızdan geçiyor. Ya da tüm duygular için “azı karar çoğu zarar” diyebiliriz. Yani, aslında bizlerin toksik olarak tanımladığı bu duyguların “toksikliği”, niteliklerinden değil niceliklerinden kaynaklanıyor. Duyguların özellikleri değil, yaşanış biçimlerindeki “aşırılıklar” onları toksik hale getiriyor ki bu durumda fazla pozitiflik, fazla üretkenlik, fazla mutluluk da bizim için pekala toksik hale gelebiliyor.

Toksik pozitiflik kavramına göre işin sırrı, olumsuzlukları ya da olumsuz duyguları reddederek onların üzerimizdeki beklenmedik etkilerine açık olmak değil, onları tüm gerçeklikleri ile kabul etmekten geçiyor. Gerekirse ağlamak, acı çekmek, belki stres olmak ama nihayetinde her duygunun yaşanması gereken doğal devinimi tamamlamasına izin vermek… Çünkü unutmamak gerekir ki; olumsuz olayları bile gereksiz optimizm ile ya da mutlulukla karşılamak, onları gerektiği gibi yaşamaktan çok daha fazla yoruyor bizi. Toksik pozitiflik daha çok stres olmamıza, kendimizi daha fazla zorlamamıza neden oluyor ve bu olaylar ardında derin izler bırakıyor.

Çok mutlu olmalıyım, çok gülmeliyim, çok gezmeyelim, çok iyi olmalıyım baskısı toksik duygularımızı besleyen en büyük unsurlardan. Oysa tarih boyunca hiçbir şeyin doğasını bozmak insanlığa iyi gelmemiştir. Bu nedenle bize ait olan her şeyi iyisiyle, kötüsüyle kabul etmek, kötü olanlarla savaşırken şansımıza, gücümüze ve iyi giden şeylere tutunmak yapılacak en sağlıklı şey oluyor. ”Reddedeceğimiz şeyin kendimiz değil, bize dayatılan kişilikler” olduğunun farkında olduğumuz her günün bizi en eşsiz ve sağlıklı halimize taşıyacağı şüphesiz! Herkese bol keşifli günler 🙂

Kapak Fotoğrafı: Youtube

İlginizi Çekebilir: Mahmut Arslantaş’tan Sağlıklı ve Mutlu Yaşam