Bir 8 Mart’ı daha geride bıraktık. Goethe’nin dediği gibi “Ebedi dişidir. Bizi yukarıya taşıyan.”. Ursula K. Le Guin, fantastik ve bilim kurgu yazınının tanrıçası olarak biliniyor ve bir kitabını okumak çoğunlukla bu yargıya tamamen hemfikir olmamıza yeterli. Okuduğunuzda zekâsına, bilim kurgunun merkezine insanı yerleştirişine, bilimi felsefeyle kurgulayışına, cinsellik, siyaset, ölüm gibi insani unsulardaki fikirlerinin çarpıcılığına ve yazılarının her bir köşesine serpiştirdiği propogandadan fersah öte feminizmine hayran kalırsınız. Uçsuz bucaksız hayal dünyasının muazzam kurgularının içinde gezinmekten duyduğunuz haz, okuduğunuz kitabını elinizden bırakıp yaşantınızın vasatlığına dönmeye engeldir çoğu zaman. Ki vasatlık, onun zihninin içinde gezindikten sonra yerkürede sürdürdüğünüz yaşama yapılabilecek en iyi tanımlamadır belki de.

Ursula K. Le Guin | Fotoğraf: PBS

1929 yılında Berkeley, Kaliforniya’da doğan Ursula K. Le Guin’ın babası Alfred L. Kroeber başarılı bir antropolog, annesi ise psikoloji mezunu olan bir biyografi yazarı. Kendisinin yaşamı ile ilgili bir şeyler öğrendikten sonra uzmanlığı, insan davranışı, kültürleri, toplumları ve dil bilimi olan antropolog bir baba ve psikoloji mezunu olan ve yazan bir anne ile aynı çatı altında kültürel çeşitliliğe değer verilen ve devasa bir kütüphaneye sahip bir evde büyümüş olmanın bu derece harika bir zihne sahip bir yazar oluşundaki etkilerini düşünmeden edemiyorsunuz. Özetle anladığımız edebiyat dünyasının en önemli yazarlarından biri olan bu bilge ejderha kadının kendisi oluşuna gen haritasının ne muazzam bir şekilde eşlik ettiği!

Ursula K. Le Guin | Fotoğraf: worldsofukl.com

Bir Ursula K.Le Guin kitabı okurken, yaşama ait rutinlerin araya girmeye çalıştığı her anda tam olarak hissettiğim: zihnimi geçmişe döndüren, ablasının kitaplığından çıkamayıp onun çalışma saatlerine içine düştüğü romanlarla eşlik eden ve her yemeğe çağrılışında içinde kaybolduğu o muazzam dünyadan yemek gibi bir sebeple çıkmak zorunda olmasının ne kadar üzücü olduğunu düşünen küçük kız çoçuğunun düşünceleri… Ve anıların çok uzağında, Le Guin’in 1983 yılında bir kolejin mezuniyet töreninde yaptığı çarpıcı konuşmasına denk gelip anlamaya çalıştığımda dönüp o minik çocuğa bakıyorum ve bir çocuğun Ursula kitaplarıyla o yaşta tanışmasını sağlayacak birinin hayatında olabilme ihtimalinin etkilerini düşünüyorum. İhtimaller güzeldir diyerek hayatımdaki miniklere Le Guin’in çocuk edebiyatına bahşettiği dört harika kitaptan oluşan kanatlı kedi masallarını ve düşünen adam ile yazan kadının dostluğunun büyülü dünyasını anlattığı Balık Çorbası kitabını okuyorum. Çünkü ihtimaller güzeldir.

Ursula K. Le Guin | Fotoğraf: Kader Gur

İçdeniz Balıkçısı adlı romanının Bilim Kurgu Okumamak Üzerine adlı giriş bölümünde, karşımızda oturmuş gülümseyerek kendi eleştirisini yapan, kafasının içindekileri okurken o kadar da zorlanmayalım diye (ki biliyoruz zorlanacağız ve bazı paragrafları tekrar tekrar okuyacağız) her bir öyküde kurguladığı sistemi nelere dayandırdığını anlatan, kimi öyküsü içinse insanın kendi yaptığı espriyi anlatması berbattır diyerek gülüp geçen bir Ursula K. Le Guin var. Dünyanın Doğum Günü kitabının ön sözünde ise “Önce farklılığı kurmak, yabancılığı oturtmak, sonra da ateşli bir insani duygu kıvılcımının sıçrayıp bu farkı kapatmasını sağlamak; hayal gücünün bu akrobasisi beni her şeyden çok büyüleyip tatmin ediyor…” der sizi kendisiyle o gezegenden bu gezegene, o ırktan bu ırka, masaldan masala sürükleyip duran, peşini hiç bırakmak istemediğiniz bu ütopik dünyaların masalcısı kadın.

Ursula K. Le Guin | Fotoğraf: PULP Libri

Le Guin’in Karanlığın Sol Eli kitabı, insanların cinsiyetinin olmadığı kurgusal bir dünyada cinsiyet ile cinsellik konularını irdeleyip zihnimizi yine alternatif toplum ve de düşünme biçimleriyle tanıştırdığı, feminist konular üzerine yazdığı ilk anlatısı. “Cinsiyeti ortadan kaldırdığımda ne olacağını görmek istedim.” dediği bu kitabıyla en iyi roman dalında Hugo ve Nebula ödüllerini kazanan ilk kadın oldu. Ki Le Guin’in Mülksüzler ve Yerdeniz serisi başta olmak üzere tüm yapıtları, kurgusal alanda ses getirdi ve eleştirmenlerin yoğun ilgisine her zaman konu oldu. Oscar Wilde’ın “Toplum son derece hoşgörülüdür. Her şeyi affeder, deha hariç.” sözünün aksine dehasını her şeye rağmen kabul ettirerek anarşist ve sosyalist fikirlerinden hiç haz almayan en önemli edebiyat kurumlarının ödüllerini almayı başardı. Sekiz Hugo, altı Nebula ve yirmi dört Locus Ödülü de olmak üzere sayısız ödül, altmış yıllık yazım yaşamına eşlik etti.

Ursula K. Le Guin | Fotoğraf: Esquire

Le Guin’in cinsiyet, feminizm, ataerkil gibi konuları ele alışı, daha önce hiç düşünmediğiniz bakış açılarıyla karşılaştırır sizi, zihninizde farklı pencereler açmanıza ve görmediğiniz manzaralara bakmaya zorlar. Ataerkil ve de anaerkil öykü üzerine “Bazı öyküler mızrak gibidir (ataerkil) dosdoğru düz başı sonu belli olan, bazıları da çuval gibidir (anaerkil) içinde her şeyi barındıran ama belli düzen kaygısı olmayan…” der. İnsani tüm duygulara saygı duruşu gibi olan, bilimi fantastik öğelerle kurguladığı öyküleriyle bu anarşist ütopya yazarı kadının yarattığı dünyalarda gezinmek ve hayal gücünün uzantılarını görmek okurları için her zaman muazzam bir deneyim.

Ursula K. Le Guin | Fotoğraf: Corriere

İklim değişikliği ve küresel ısınma ile doğayı ve kaynaklarını fütursuzca yok ettiğimiz, çığlığını duyuramıyormuşcasına haykıran yer kürenin sesini, 1994 yılında kaleme aldığı Newton Uykusu kitabında hüzünlü bir masal gibi ele alan L. Guin, virus salgını ile sarsıldığımız 2019 yılından birkaç yüzyıl sonrasına ayna tutuyor. Öykü, hızla mutasyona uğrayan ve iki milyardan fazla insanın ölümüne yol açan, salgınların hüküm sürdüğü bir dünyada IQ’ları 150’nin üzerinde olan, yetişkinlerin birkaç uzmanlık alanlarının olduğu, yaşlarına, üreme yetilerine göre seçilmiş sağlıklı insanların, vücutlarındaki tüm virüslerden arındırılarak uzayda devasa bir uyduda kurdukları koloniyi anlatıyor. Cephelerinde uzayın zifiri karanlığı yerine dünyanın geçmişinden ormanların, mavi suların, dağların gösterildiği, yerküreyi hiç görmemiş çocukların doğup büyüdüğü, dünyadaki sevdikleriyle yayın ağı bağlantılarıyla irtibat kurabilen, duygusallık gibi akıl dışı güdülerden kaçınılan, uzayda bir hiçlik içinde dönüp duran devasa bir top. Sonrasındaysa, tüm güvenlik ve konfora rağmen, usun oyunlarıyla salgınlarla boğuşan dünyaya ait sanrıların, hayallerin hüküm sürmeye başladığı, insani duygularını ve zaaflarını dünyada bırakmayı beceremediğini fark eden mükemmellerin yaşadığı kaosu görüyoruz; zihnimizde, insanın yaşam formunu kurabileceği yeni bir gezegen arayışı için çalışan bilim insanları, Nasa, SpaceX projeleri, ve Mars’a planlanan yolculuklar uçuşurken. Ve salgın etkilerinin geçmesiyle her şeyi kolayca unutan belleğimizle yerküreyi, biricik evimizi hırsla yok etmeye devam ederken.

Ursula K. Le Guin | Fotoğraf: Medium

Ünvanlardan koşarak uzaklaşmamız gerektiğini bolca deneyimlediğimiz bu yüzyılda, ona verilen “Living Legend” (Yaşayan Efsane) ve “Grand Master” (Büyük Usta) gibi ünvanlara şapka çıkartıp Ursula K. Le Guin’i her okuyuşumuzda idrak edemediğimiz bu zihni hazmetmeye çalışmak ve bir an önce yarattığı tüm evrenleri okumak için sabırsızlanıyoruz; 88 yıl geçirdiği yer kürede birkaç on yıllık uykusu daha olsaydı kim bilir daha ne düşler görüp anlatırdı diye merak ederek… Belki, bir ejderhaya dönüşüp bilmediğimiz bir evrende bambaşka öyküler anlatıyordur, yer kürede gördüklerine dair.

Kapak Fotoğrafı: Ursula K. Le Guin

İlginizi çekebilir: Mihriban Çerçi’den Edebiyatın Kraliçeleri