Wayne Griffiths ismini duymuş muydunuz? Birazdan sıralayacağımız iki konuya merakınız varsa onu mutlaka tanıyorsunuz: İş dünyasının ikonik yöneticileri ve otomobil endüstrisi. Griffiths, bu iki tanımı da uzun yıllardır şekillendiriyor. Otomobile dair tüm kalıpları yıkarak ezber bozan CUPRA ve kendi segmentini yaratan SEAT markalarının Dünya Başkanı ve CEO’su Wayne Griffiths, geçtiğimiz hafta İstanbul’daydı.

theMagger olarak Zorlu PSM’de düzenlenen özel bir davette kendisini yakından tanıma ve heyecanlı biyografisini dinleme fırsatı bulduk. Keyifli söyleşide, Griffiths’in hayat öyküsü kadar ilginç olan CUPRA markasının serüvenine de tanıklık ettik. CUPRA’nın otomobil dünyası için taşıdığı devrimsel özellikleri anlatmaya başlamadan önce gelin sizi Wayne Griffiths’in ilhâm verici süreçleri ile tanıştıralım.

Wayne Griffiths Olmak

1989 yılında, Griffiths henüz 21 yaşındayken Audi’nin kapısına dayanıyor ve onu işe almaları gerektiğini söylüyor. Oturduğu daire için aldığı mobilyaların dahi ödemesini yapmakta zorlandığı yıllarda Audi ile başlayan serüveni tam 25 yıl sürüyor. Audi yolculuğunu, milyarlarca dolarlık yatırımı ve devasa bir ekibi yönettiği SEAT ve CUPRA markalarının Dünya Başkanlığı ve CEO’luğu izliyor.

Çeyrek asırı aşan bu süreç içinde görev aldığı üst düzey yöneticilik pozisyonlarında sadece başarıları değil, maceraperest karakteri de oldukça ilgi çekmeye başlıyor. Biz kendisinin David Bowie hayranı bir “rebel” olduğunu zaten biliyorduk ve alışılagelmiş bir CEO profili ile karşılaşmayacağımızdan emindik. Katıldığımız konuşma da bu bilgimizi doğruladı. Özellikle CUPRA dünyasını onun heyecanlı anlatımından dinledikten sonra o topluluğun bir parçası olmak istememek mümkün değildi diyebiliriz.

Bir “Life Style Brand” olarak CUPRA

2018 yılında, Barselona’dan dünyaya ilham verecek yeni bir marka çıkarma tutkusuna sahip birkaç inananın hayaliyle başlayan CUPRA, bugün statükoya meydan okuyan bir sembol. Peki ama neden?

Çünkü Volkswagen Grubu’nda daha önce kimsenin denemediği bir şeyi yapmak isteyen Griffiths ve ekibi, çağdaş değerleriyle öne çıkan bir markayla sektörü altüst etmek istiyordu. CUPRA’nın ne “olmayacağı” konusunda oldukça netlerdi: Sadece prestijden ibaret, mirasa ve geleneğe dayalı bir marka olmak değil, bunun yerine yeni nesil otomobil severler için yeni bir habitat oluşturmak.

Ebeveynlerinin kullandıklarından farklı, duyusal ve duygusal bir deneyim sözü vermek. 2030 yılına kadar tamamen elektrikli olmayı hedefleyen bir teknolojiyi sahiplenmek. Hem tasarımı hem de performansıyla fark yaratacak bir yaşam stiline öncülük etmek. Ve bu sistemi kurmayı başardılar. Elbette tüm yeni otomobil markaları bunu hayal eder değil mi? Fakat CUPRA’nın iki çok önemli ve ayrıştırıcı özelliği var.

Birincisi; herkes tarafından “hoşlanılmak” değil, özellikli bir kitle tarafından aşık olunmak istemeleri.

İkincisi; hayatın spor, müzik, moda, teknoloji gibi kaynaklarından beslenmeyi hiç bırakmayan, kullanıcısıyla sürekli olarak iletişimde kalan bir dünya kurgulamak istemeleri. Ve bunu da CUPRA City Garage ile başarıyorlar.

CUPRA City Garage’da buluşmaya hazırlanın!

Otomobil showroomlarına keyifli vakit geçirmek için gider misiniz? Pek yaptığımız bir aktivite değil haksız mıyız? City Garage’lardan sonra bu algı tamamen değişecek gibi görünüyor. Diğer otomobil markalarının yaptığı gibi şehir dışına değil  şehrin kalbine kurulan City Garage’lar şimdiden Münih, Milano, Sydney, Lizbon gibi 8 farklı şehrin ikonik noktalarında açıldı bile.

City Garage’lar, Primavera Sound ile ortaklık yaparak müzik dünyasıyla, Barselona Futbol Kulübü sponsorluğuyla spor dünyasıyla, Formula-E ile motor sporları ile bağlantı kuruyor. Moda koleksiyonları dahil tüm koleksiyonlar da bu deneyim merkezlerinde sergileniyor. Müjde kısmına gelirsek, 9. City Garage nereye açılacak dersiniz? CUPRA Türkiye’de tahminleri de aşan satış rakamları elde etmişken ve dinamizmi ile İstanbul’a bu kadar benzerken, başka bir nokta düşünülemezdi bizce de.

Çok yakında İstanbul’un yeni buluşma garajında karşılaşmak üzere!