Aslında başta kitaplaştırılması planlanmayan fakat yazılarımın ortak bir hedefte birleşebileceği fikriyle meydana gelen, ilk yazarlık deneyimimden söz etmek istedim bu kez: Yalnız Kalırsan Kalbine Sarıl…

Yalnız Kalırsan Kalbine Sarıl, Nesliay Ocakküçük | Fotoğraf: Nesliay Ocakküçük

Yazarlık Serüvenim Nasıl Başladı?

Bana kalırsa yazmak ne bir hobidir ne de meslek. Yazmak bir ihtiyaçtır. Yemek yemek gibi, su içmek gibi; içinden gelen bir ses sana “yaz” der, yazarsın. Yazmaya başladığınızda bilirsiniz ki, yazmaktan başka çareniz yoktur. Benim için de çocukluğumdan beri en iyi vakit geçirdiğim zamanlar okuyup yazdığım zamanlardı. Çocukken şiirler, hikayeler, masallar yazar, kapaklarına kuş resimleri çizdiğim dergiler hazırlardım. Hala en büyük hazinem, sayfaların birbirine zımbayla tutturulduğu, ciltlediğim dergilerimdir. Çocukluğumdan beri, bana hep iyi hissettiren dergilerde ve kitaplarda benim de adımın olması, en büyük hayallerimden biriydi. Ancak beni bu hayale stratejik bir planlama değil, hayatın doğal akışı götürdü. Galiba o çok istediğimiz şeyler, bizim çok da fazla bir şey yapmamıza gerek kalmadan gelip bizi bulabiliyor… Sonuç olarak ben bu işe hiçbir ticari kaygım olmadan girdim diyebilirim, tek hedefim çocukluğum hayallerimi gerçekleştirebilmek ve başkalarının kalplerine dokunabilmekti.

Yazmak
Yazmak | Fotoğraf: Unsplash/@kylejglenn

Muhtelif zamanlarda, her biri farklı bir duygunun etkisinde yazılmış 38 denemenin birleşmesinden oluşuyor kitabım. Bazen yaşınızdan, konumunuzdan bağımsız olarak kazandığınız çoğu deneyim, sizi farklı bir noktaya getirebiliyor. Benim için de büyük bir cesaret örneği olabilecek bu girişim, paylaşma ve yardımlaşma isteğimden doğdu.

Bu yazıların her birini nerede ve hangi duygularla yazdığımı hatırlıyorum. Her biri yazdıktan sonra bana nefes aldırmıştı. Hani Sait Faik Abasıyanık Son Kuşlar kitabında demişti ya: “Yazmasaydım deli olacaktım”  İşte benim için de tam olarak böyle… Kendi içinize kapandığınız, belki başkalarına kendinizi ifade edecek gücünüz olmadığından ya da sizi anlamayacaklarını düşündüğünüzden sadece kaleme kağıda sarıldığınız zamanlar vardır ya, benim de tam bu dönemime rastladı her bir denemenin ortaya çıkışı. Uzun zamandır odağıma kendim dışında her şeyi koymamdan mütevellit, o an sadece düşünmek ve yazmak istiyordum. Bu düşünme süreci benim için öyle verimli geçti ki, hem sanatın katarsis etkisiyle içimdekilerden arındım hem de algılarımın açılmasıyla çevremde gördüğüm her şey beni beslemeye başladı.

Dönüm Noktaları

Yazarlık Serüvenim
Yazarlık Serüvenim | Fotoğraf: Unsplash/@kellysikkema

Benim için ilk dönüm noktası; katıldığımı bile unuttuğum bir hikaye yarışmasını kazanmak oldu. Yarışma sonrası hikayeler kitaplaştırıldı ve o ana kadar bazı dergilerde öykülerim yayımlanmış olsa da, ben ilk kez bir kitabın içinde kendi adımı gördüm. Bu bana gururla birlikte cesaret verdi. Böylece “Neden tamamen kendime ait bir kitabın kapağında ismim yazmasın ki?” sorusu beni heyecanlandırmaya başladı.

İnsan zor dönemlerden geçerken yaşadıklarını çok özel ve biricik zannediyor. İkinci dönüm noktam aslında bunun hiç de böyle olmadığını fark etmek oldu. Aslında benim yaşadığım her şeyi yaşayan milyonlarca insan var ve düşündüm ki zor dönemlerden geçerken insanı en çok rahatlatacak şey “Seni anlıyorum çünkü bunları ben de yaşadım.” diyerek bize sarılan kollar olabilir. İşte o an, o zamana kadar sadece kendi içimi dökmek için yazdığım ve birileriyle paylaşmanın aklımın ucundan geçmediği yazılarımın, bir başkasına kendisini yalnız hissetmemesi adına destek olabileceğine inandım ve bu yola girdim. Kitabımın ismi de düşündüğüm bu sarılma metaforuyla az çok şekillenmiş oldu. Birbirimizden çok uzak olsak da, hatta birbirimizi tanımıyor olsak da, sanatla, edebiyatla önce kendimize, sonra birbirimize sarılabiliyorduk. Sonrasında aldığım “Bunu ben de yaşamıştım”, “Ben de aynı böyle hissetmiştim”, “Yalnız olmadığıma çok sevindim” gibi tepkiler bana, amacıma ulaştığımı kanıtladı.

Yayıncılığın Gerçek Yüzü

Yazarlık Serüvenim
Yazarlık Serüvenim | Fotoğraf: Unsplash/@waterjournal

Fakat bilirsiniz ki, kapitalist sistem kapağında kuş çizili dergilerle başlayan hayallerin yeri değil… Açık konuşmak gerekirse bu sektör, üretime ve niteliğe değil, popülerliğe önem veriyor. Şimdiye dek hep duyardım da inanmak istemezdim ya da içimdeki umudu hep taze tutmayı, karamsar bakmamayı tercih ederdim. Ama bazı yayınevleri eserinizi yolladığınızda sizden Instagram adresinizi istiyorlar; takipçi sayınızı kontrol etmek için. Eserinizin niteliğine göre değil takipçi sayınıza bağlı olarak olumlu ya da olumsuz geri dönüş alıyorsunuz.

Çoğu yayınevi ise ismini lekelememek adına, araştırmalarını kendisi yapıp size geri dönüş yapmıyor. Hazırladığınız eseri mail ile veya posta yoluyla çıktı/yazılı olarak gönderiyorsunuz, 3 ay ile 1 sene arasında bir editör tarafından okunmasını ve size dönüş yapılmasını bekliyorsunuz. Bir başka eser yayımlatma yöntemi ise parayla kitap yayımlayan, hatta çoğu dolandırıcılık yapan yayınevlerinden biriyle çalışmak. Çok yüksek rakamlarla eserinizi yayınlayan bu yayınevlerinin okur skalası ise çok sınırlı. Sonuç olarak bir şekilde üzerinizden yapılan satış stratejilerine kurban gidiyorsunuz. Çok Satanlar’da yer alan Instagram ünlülerinin niteliksiz denecek kitaplarının sırf onların hayatlarına meraktan satın alınması ise, ne yazık ki bu çarkı döndüren dişlilerden biri…

Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılık | Fotoğraf: bindozofkeli.com

Yayıncılık hayatının gerçek yüzüyle tanışmak bir süre umutsuzluğa kapılmama sebep oldu. Ancak bir yazar arkadaşımın tesadüfen Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılık’ı duymasıyla, ben de KDY ile tanışmış oldum ve kitabımı yayımlatmaya dair umutlarım yeniden yeşerdi.

Kısa zaman önce kitabını yayınlamak isteyenler için sevindirici bir girişimi Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılık yaptı. Kitabınızın neredeyse tüm sorumluluğunu üstünüze alarak okuyucuyla buluşturabiliyorsunuz. Yayınlanma süreci sizden hiçbir ücret talep edilmeden işliyor fakat satılan kitaplarınızın %50’lik telif hakkını onlara bırakıyorsunuz.

Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılık’tan Kitabımızı Nasıl Bastırabiliriz?

KDY, kitap baskılarını POD (Print on Demand) sistemiyle gerçekleştiriyor. Yani kitabınıza gelen sipariş sayısı kadar üretebiliyor. Yayınevi, basılan kitapların satılmayıp elde kalması gibi bir riske girmemiş oluyor, bu yüzden sizden baskıya dair hiçbir maddi talepte bulunmuyor.

Yayına hazır gönderilmiş, yasal ve etik açıdan sorun içermeyen tüm dosyalar 72 saat içinde kitaplaştırıyor. Kitabınızın içeriğinde herhangi bir sorun görülmediği takdirde ikinci aşama olarak yazım ve noktalama hatalarını düzeltiyorsunuz. Bu konuda gerçekten çok hassaslar diyebilirim, tek bir virgül için bile kitabımın geri dönmüşlüğü olmuştu. Sonrasında uymanız gereken taslakları ve imzalayacağınız sözleşmeleri sistemden indiriyorsunuz. (Gerekli detayların hepsi internet sitesinin sık sorulan sorular bölümünde var.) Eserinizi her şeyiyle hazır olarak göndermenizi bekliyorlar. İç baskı dosyasına, kapağına, mizanpajına, size verilen İsbn numarasına, barkoduna kadar her şeyi sizin özenle hazırlamanız gerekiyor. Tüm aşamalardan mail yoluyla haberdar oluyorsunuz.

whatsapp-image-2021-03-31-at-22-40-02
Yalnız Kalırsan Kalbine Sarıl | Fotoğraf: kitapyurdu.com​​​​

Eğer teknik konularda kendinize çok güvenmiyorsanız, bu programları kullanamayacağınızı, mizanpajı hazırlayamayacağınızı düşünüyorsanız ya da yazım ve noktalamada iyi değilseniz, dışarıdan ya da Kitapyurdu’nun önerdiği ajanslardan destek alabiliyorsunuz. Eğer isterseniz kapağınızı kendiniz çizebilir, sonrasında teknik konularda bilgi ve beceri sahibi birinden kapak tasarımınızı yapmasını isteyebilirsiniz. (Ben yazım ve noktalamayı kendim halletmiş, mizanpaj gibi teknik konularda da birlikte çalıştığım bir arkadaşımdan destek almıştım.) Son hali de kabul gördükten sonra kitabınıza onay veriyorsunuz ve 3 gün içinde basımına başlıyorlar.

Aslında bu girişim Türkiye için çok önemli çünkü KDY için, dünyada Amazon’un Kindle Direct Publishing (KDP) örneğinin Türkiye’deki hâli demek de mümkün.

“En büyük korkun ne?” diye sorduğum birçok kişiden şaşırtıcı şekilde aynı cevabı almışımdır: “Yalnız kalmak“. Doğacaksın, büyüyeceksin, yargılanacaksın. Gittiğin her yol, attığın her adım için. Bazen sevilmeyeceksin, aslında yabancı olduğun kalabalıklar arasında kabul görmeyeceksin. Dışlandığın yerlerde kendini yalnız hissedecek, boynunu bükeceksin. Kendini bile sevmeyenler, seni sevemezler. Başı hiç okşanmamışlar, senin başını şefkatle okşamayı bilmezler. Ama büktüğün boynunu kaldırmaya cesaret ettiğin an, zaten oralara ait olmadığını anlayacaksın. Onlara kızmayacak, sadece merhamet duyacaksın. Hep onların yaralarına merhem olmak yerine, ilk önce kendi yaralarını iyileştirmeye koşacaksın. Bu yalnız kalmak değil, tek başına durma cesaretidir. Her zaman kendinin arkasında dimdik dur, önce kendini sev ve ait olmadığın kalabalıklardan, tek başına durmayı seçerek ayrıl. W. Churchill ne der: “Uçurtmalar rüzgar gücü ile değil, o güce karşı koydukları için yükselirler. Sen, daima senin yanında olursan, hiçbir zaman yalnız kalmazsın ama eğer yalnız kalırsan, kalbine sarıl…

Yalnız Kalırsan Kalbine Sarıl’da Nelerden Bahsettim?

Aslında hepsi birbirinden farklı zamanlarda, farklı duygular etkisiyle yazıldı ama birleştikleri ortaya nokta; benim kendimi tanımamdan ve kendimden bile gizlediklerimi bulup ortaya çıkarmamdan bir kesit olmalarıydı. Kendini tanımak bir ömür süren bir yolculuk ve buna neresinden başlasak kâr…

Bir yürüyüş anında daha önce hiç fark etmediğim bir detaya bakışım, kendimi gerçekten bir başkasının yerine koyabildiğim an, çocukluğumdan beri unutamadığım bir oyuncağın bilinçaltımdaki akisleri, geçmişime göndermek istediğim mektuplar, çocuklardan öğrendiklerim, sadece 2 aylık bir kurstan aldığım büyük dersler, kafamızda hiç susmayan ve zamanla kendi sesimiz sanmaya başladığımız o “Başaramayacaksın” sesleri, değersiz hissiyle başa çıkabilmek ve ne kadar değerli olduğunu hatırlamak, son kez gördüğümüzü bildiğimiz yüzler, hayatımıza giren ve bize çok şey öğreten yüzlerce insan… Hepsini koydum içine. Biliyorum, sizde de bunlardan var. Hepimizde var.

Yalnız Kalırsan Kalbine Sarıl, Nesliay Ocakküçük | Fotoğraf: Nesliay Ocakküçük

Kitabın son bölümü olan “Ben Bu Kitabı Neden Yazdım?” bölümümden küçük bir alıntıyla bitirmek isterim: “Şu an sözlerime kıymet verip beni dinleme vaktini bana ayıran okuyucum: İstedim ki, bir gün batımında kendini çok yorgun hissedersen, yazdıklarımın altını çiz. Tam olarak söylemek istediğin ama belki gücünün yetmediği, belki doğru kelimeleri bulamayıp kendini ifade edemediğin cümleleri yazdıklarımda bul. Bunları bir tek senin yaşamadığını, o kara bulutların mutlaka bir gün yerini güneşe bırakacağını bil. Yaşadıklarının seni büyüttüğünü, bugün güneşi batırırken olduğun insanın, yarın güneş doğarken kendisini yeniden doğurabileceğine inan. Hangi satırları okurken gözünde bir damla yaşın biriktiğini, hangilerinin altını çizip yeniden okuduğunu, hangilerini okurken boğazının düğümlendiğini gözlemle. Bize verilen yetenekler aslında önce kendi yaramızı kapatan bir yara bandıdır. İşte ben bu yara bandına sahip olduğumu anladığım gün, bir başkasının da yarasını kapatabileceğime inandım. Eğer var olduysam, beni mutlu eden, bana acı çektiren bu duyguları yaşadıysam, bunun bir anlamı olmalıydı. Bunları kendi kendime anlatarak yaşamaya devam edip, toprağa gömemezdim…

Yazmak ya da Yazdıklarını Yayınlamak İsteyenlere Naçizane Önerilerim

Yazmak
Yazmak | Fotoğraf: Unsplash/@danielalvasd

Benim ilk yazarlık deneyimim böyleydi. Siz de yazmak istiyorsanız, zaten bunu bilirsiniz. Ama yayınlamaktan, içinizi böylesine açmaktan korkuyorsanız eğer size naçizane tavsiyem; yaralarınızın başkalarına merhem olabileceğini bilmek ve cesaretinizi toplamak olur. Eğer “Yazacağım konular zaten çok yazılıp çizildi.” diye düşünüyorsanız, kendi sesinizi hatırlayın. “Şu gök kubbe altında söylenmemiş sözcük yoktur.” demiş Çiçero. Hepimizin ortak hikayeleri olabilir ama hiçbirimizin sesi aynı değil. Evrende küçücük bir nokta olabilirsiniz ama aslında birçok şeyi değiştirmeye, ilham olmaya, başkalarına daha önce hiç bakmadıkları pencereler açmaya yetecek kadar gücünüz var. “Beni kim okuyacak ki?” demeyin, neredeyse tüm büyük yazarların gönderdiği ilk eserler reddedilmiş, hatta çoğunun öldükten sonra değeri anlaşılmıştı. 😊

Eğer merak eder ve incelemek isterseniz linkini buraya bırakıyorum.

Kapak Fotoğrafı: Nesliay Ocakküçük

İlginizi çekebilir: Ceren Muslu’dan Yazmak Üzerine