Doğulu mu batılı mı olduğuma, hangi medeniyete ait olduğuma karar veremediğim; Bach’ın Goldberg Çeşitlemeleri’ni Glenn Gould’dan dinleyip severken İhsan Özgen’den Abdülkadir Meragi’nin Şeş Avaz Kar’ını dinleyip o duyarlılığı paylaştığımı hissettiğim ve bir şekilde bu topraklara ait olduğumun bana hatırlatıldığı bir dönemde karşıma Ahmet Hamdi Tanpınar çıktı. Özellikle de onun Huzur romanı ve romanın ana kahramanı Mümtaz… Mümtaz’ın tek bir cümlesi bu arada kalmanın, bir tür kimlik bunalımının ve bölünmesinin; üstelik de müzik üzerinden ortaya çıkan bu krizin tanımını yine müzik üzerinden gösterdi: ‘‘Debussy’yi Wagner’i sevmek ve Mahur Beste’yi yaşamak, bu bizim talihimizdi.’’

Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi Tanpınar | Fotoğraf: Instagram / muazzamedebiyat

Ahmet Hamdi Tanpınar

“Hayır, der, burada her şeye bu kadar basit bir gözle bakan insanların arasında yaşamak bana güç gelecek. Bunlar için ölüm, hayat, günün her hadisesi, saadetler ve felâketler o kadar tabiî şeyler ki… Hâlbuki ben bir masalı olan adamdım” Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Evin Sahibi” hikâyesindeki bu cümlelerini okuduğumda hayatımın yazarlarından biriyle daha karşılaştığımın farkına vardım.

Türk şiirinde kendimi bulduğum, başka bir deyişle ortak bir duyarlılıkta, benzer bir varoluşsal düzlemde buluşabildiğim pek çok şair vardı; Divan edebiyatında Şeyh Galip, modern Türk şiirinin ilk isimlerinden Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Haşim; ondan sonraki kuşaklardan Oktay Rifat, Edip Cansever, belli oranda İlhan Berk, Cemal Süreya… Ve hatta Attila İlhan, sonrasında Hilmi Yavuz ve sonra Tuğrul Tanyol, az biraz Enis Batur…

Tanpınar üzerinde yoğunlaşana kadarsa itiraf edeyim; kendimi bulabildiğim bir Türk romancı ile karşılaşmamıştım. Çok sevdiğim romanlar oldu elbette; Mehmet Rauf’tan Eylül, Halit Ziya Uşaklıgil’den Aşk-ı Memnu’dan başlayarak Orhan Pamuk ve Hasan Ali Toptaş’a kadar severek okuduğum pek çok önemli romancı var ama hiçbiri beni Tanpınar kadar etkileyememişti. “Hâlbuki ben bir masalı olan adamdım…” Bu cümle beni sonradan Mahur Beste’ye, Huzur’a, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne, Sahnenin Dışındakiler’e ve Yaz Yağmuru’na götürdü.

Bugün, yani 24 Ocak, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölüm yıl dönümü. Büyük yazar 24 Ocak 1962’de, sadece 61 yaşında yaşama veda etmişti. Enis Batur’un, şairler için yaptığı İdeolojik nedenlerden dolayı okunanların dışında Türk şiirinin en iyi şairleri çok az okura ulaşmışlardır.” yargısı Tanpınar için de geçerli bence. Zamanında çok az okura ulaşmış, sonrasında da ideolojik, sanatsal ve yayınsal nedenlere de bağlı olarak hak ettiği değeri uzun zaman görememiş bir yazar Tanpınar. Günümüzde de Tanpınar’ın hala yeterli derecede tartışıldığını ve anlaşıldığını düşünmemekle beraber onun önemini anlayanların sayısında ciddi bir artış olduğunu sevinerek görüyorum. Bu sayının artması oldukça önemli, çünkü Tanpınar, romancılığının ve edebiyatının büyüklüğü yanında özellikle üç alanda günümüz tartışmalarına ışık tutacak ve onları derinleştirecek düşünceler ortaya koyan büyük bir entelektüel ve düşünür olarak tanınıyor:

  • Sembollerin ve ideolojik sığlığın içinde ahlaki, tarihi, kültürel, estetik ve nihayetinde de politik derinlikten uzak Türk Muhafazakârlığı için Tanpınar, anlaşılması halinde elbet, önemli bir entelektüel bağlam sağlayabilir.
  • Batılı mı doğulu mu olduğumuz, medeniyetimizin kaynağı, “Yeni-Osmanlıcılık”, “Müslüman Olmak”, “Müslümanlık Nedir?” gibi konuların yeniden tartışıldığı bir ortamda Türk Düşün hayatında bu konulara en fazla kafa yormuş bir entelektüel olarak Tanpınar’a başvurmak zihin açıcı olabilir.
  • Başta İstanbul olmak üzere şehirlerin görüntüsü, ruhu ve nihayetinde kimliği ile bu kadar çok oynandığı bir dönemde, tartışmasız Türk edebiyatında yazılmış en büyük “şehir-gezi” kitabı olan Beş Şehir, geçmiş ile Tanpınar’ın deyimiyle geleceğe duyulan iştiyak -arzu– arasında nasıl bir denge kurulabileceğine dair kültürel, felsefi ve estetik bir bağlam…

Kişisel olarak entelektüel gelişimim sürecinde Tanpınar’a çok şey borçluyum. Tanpınar, çift gerçekli olarak tanımladığı bir toplumda, tezatlar içinde huzursuzluktan kaçamayacağımızı ama bunu samimi bir şekilde kendimize itiraf ederken bu ikilemi, bu krizi estetik, kültürel ve entelektüel bir talihe dönüştürmenin yaşamımızı nasıl zenginleştireceğini ortaya koyuyor. Berna Moran’ın muhteşem tanımı ile “Bir Huzursuzluğun Romanı” olan Huzur ile aslolanın huzura erememek olduğunu ve bu topraklarda da gerçek bir entelektüel tavrın ancak huzura ermeden gerçekleşebileceğini gösteriyor. İlhan’ın ağzından Mümtaz’a “Niçin bugünü yaşamıyorsun Mümtaz? Neden ya mazidesin ya istikbaldesin? Bu saat de var. derken bize sesleniyor aslında Tanpınar; geçmişi ve geleceği tartışmaktan anı kaçıran bizlere…   

Tanpınar’ın büyük bir romancı ve denemeci olmasına karşın çok başarılı bir şair olmadığı aşikar. Günlüklerini okuyanlar kendisinin de şairliğinden pek hoşnut olmadığını görebilir. Poetik yaşamında birkaç tane iyi şiir yazan Tanpınar, şiirlerinin çoğunda Fransız sembolistlerin, özellikle de Valery, Verlain ve Nerval’in ağır etkilerini taşıyor. Az sayıdaki iyi şiiri içinde muhtemelen Türk Edebiyat Tarihi’nde yazılmış en derin ve etkileyici şiirlerinden olan “Ne İçindeyim Zamanın” şiirinin “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpare, geniş bir anı n/ Parçalanmaz akışında. dizelerinin çok ayrı bir konuma sahip olduğunu söyleyebilirim. Bu şiir dışında yine izleklerinden biri “zaman” olan ve onun hem sanat hem de düşünce dünyasının anahtarı sayılabilecek şu şiir ile Tanpınar’ı anarak yazımı sonlandırıyorum:

Bir gül bu karanlıklarda

Sükute kendini mercan

Bir kadeh gibi sunmada

Zamanın aralığından.

Başında bu mucizenin

Sesler, kokular ve renkler

Ebediyete kadar derin

Bir anın vadiyle bekler.

Ve diyor fecirden berrak

Sesiyle her ürperişte

Geceyi yumuşatarak

Bütün gözyaşlarım işte.

Serinletmesin, ne çıkar

Bu ümitsiz yalvarışı

Hiç bir meyve ve pınar

Ne de günlerin akışı.

Yetmez mi bu müjde sana

Aydınlatırsam alnını

Ben her rüyayı zamana

Taşıyan yıldız kervanı.

Kapak fotoğrafı: dunyabulteni

İlginizi çekebilir: Aybüke Dizman’dan Stefan Zweig Kimdir