Etkisinden uzun süre çıkamayacağınız, kıyamet sonrası olarak ifade edebileceğimiz bir dünyada bize hayatı sorgulatan, her bir sahnede görüntülerin içinde kaybolacağınız, unutulmayacak bir kült filmden bahsetmek istiyorum sizlere; Delicatessen (Şarküteri). Geçtiğimiz aylarda İKSV Film Festivali çevrimiçi gösterimlerinde karşıma çıkan bu filmi bugüne kadar nasıl izlemeyi atlamışım dedim izledikten sonra. 1991 yapımı Delicatessen, Fransız yönetmenler Jean-Pierre Jeunet ve Marc Caro’nun muhteşem eseri. “Gerçeküstücülük” kavramını başarıyla yansıtan bu filmin her sahnesi görsel bir şölen sunuyor bizlere.

Louison | Fotoğraf: cinemaoceania.wordpress

Editör Notu: Yazının devam eden bölümlerinde spoiler bulunabilir. Dilerseniz filmi izledikten sonra bu yazıya tekrar dönebilirsiniz.

theMagger Banner
Advertisement

Delicatessen, gerçeküstü bir dünyada geçiyor. Kanunun, kuralın, düzenin olmadığı bir Fransa’da, açlık ve kıtlık yaşanıyor… Para yerine yerine nohut, fasulye gibi gıdalar takas ediliyor. Hikâyemiz böyle bir dünya içerisinde, etrafında hiçbir şey bulunmayan kasvetli bir apartmanda geçiyor. Apartman sakinleri süregelen bu açlıkla mücadele için kendilerine bir yöntem buluyor. Apartmanın girişinde Delicatessen yani Şarküteri dükkanı bulunan kasap belirli dönemlerde iş ve kalacak yer ilanı açıyor ve apartmanın bir dairesini kiralıyor. Gelen kişiyi ise bir süre geçtikten sonra öldürüp etlerini apartman sakinlerine satıyor ve hep birlikte yiyorlar. Bu noktada bir yamyamlık hikâyesi başlıyor. Hatta zaman zaman apartmanda yaşayan yaşlı ve güçsüz kişileri de kurban ettikleri oluyor.

Bu yöntem böylece sürüp giderken eskiden palyaçoluk yapan Lousion’un iş ilanına başvurup apartmana yerleşmesiyle ve kasabın kızı Julie’nin Lousion’a aşık olmasıyla işler değişmeye başlıyor. Evet, biraz rahatsız edici olduğunu söylemek gerek, film de bunu istiyor zaten, koltuğunuza kurulup rahatça izletmek değil amaçları, izleyiciyi rahatsız edip sorgulatmak, insanların kendi ihtiyaçları doğrultusunda ne kadar kötü olabileceklerini anlatmak belki de.

delicatessen-2
Kasap | Fotoğraf: malvern-theatres

Filmde insanları kurban etme eylemini gerçekleştiren karakter kasap olarak karşımıza çıkmakla birlikte apartmanın bütün sakinleri de bu durumu rahatlıkla kabulleniyor. Açlık ve kıtlıkla bu şekilde mücadele etme yolunu seçmişler ve açıkçası kimse bu duruma karşı çıkmıyor, kabulleniyor ve uyumlu davranıyorlar. İnsanların hayatta kalma içgüdüsü devreye giriyor tam da bu anlarda. Kendi hayatları ve menfaatleri için başkalarının hayatlarının hiçbir önemi kalmıyor.

theMagger Banner
del
Şarküteri | Fotoğraf: cultfilmcrazy.wordpress

Hem kurgu hem de görsellik açısından bu filmi tam bir “Distopya” olarak nitelendirebiliriz. Filmin ilk sahnesinde gördüğümüz post-apokaliptik (kıyamet sonrası) ortam ile distopik bir evrenin içine gireceğimizi anlıyoruz. Toz bulutlarının ardından hayal meyal bir apartman görüyoruz. Bildiğimiz apartmanlara benzemeyen, adeta bir makineyi andıran, gri renkte, ürkütücü bir apartman bu. Delicatessen’de tanık olacağımız bütün garip olaylar bu tek apartmanda geçiyor. Adeta “hiçliğin ortasında” tek başına duran, devasa çarklardan oluşan, çarkları devamlı dönen bir makine gibi. Filmde kullanılan müzikler ve karakterlerin ritmik hareketleri bu makinenin mekanik bütünlüğüyle adeta bir harmoni oluşturuyor. Yazının sonuna ekleyeceğim filmin tanıtımında da bu harmoniyi görebilisiniz.

Delicatessen’deki karakterlerin her biri de en az bu apartman kadar ürkütücü. Duyduğu sesler yüzünden devamlı intihar etmeye çalışan ancak her seferinde başarısız olan bir kadın, salyangoz ve kurbağa dolu bir dairede yaşayan bir adam, insan eti yemeye karşı olan ve yer altı lağımlarında yaşayan isyancılar ve tabi ki insanları avlayanlar… 

image-w1280-5
Julie ve Louison | Fotoğraf: mubi.com

Neredeyse tüm karakterlerin kötü olduğu, insanların birbirlerine sadece yiyecek olarak baktığı bu dünyada bir tane parlayan yıldız bulunuyor, o da kasabın kızı Julie. Babası ne kadar insan avcısı ve vahşi de olsa Julie bir o kadar saf ve iyi niyetli bir karakter. Gözleri aşırı derecede miyop olan Julie ile Louison’un çay içme sahnesi bu kasvetli atmosferin en tatlı sahnesi belki de, bir de Julie çello çalarken, Louison’un ise testereyle melodiler çıkararak ona eşlik edişi… Julie apartmanda yenmesi planıyla işe alınan Louison’a aşık olmasıyla zaten kabullenemediği bu vahşi duruma isyan ediyor ve tepki gösteriyor.

Julie ve Louison | Fotoğrafı : filmconnoisseur.blogspot

Yer altında yaşayan vejetaryen isyancılardan yardım isteyen Julie, onlarla birlikte Louison’u apartmandan kaçırma planı yapıyor. Burada aslında bir çok distopik eserde gördüğümüz, toplumun yozlaşmasından kendini sıyıran, ahlaki değerleri halen var olan, hayatta kalmak için mücadele eden karakter rolünü Julie’nin üstlendiğini görüyoruz.

youtube play youtube play

Şarküteri, izleyiciye sunduğu bütün ilginçlikler ve farklılıklarıyla çeşitli ödüllerin de sahibi olmuş vizyona girdiği yılda. Fransa’nın Oscar’ı olarak adlandırılan Cesar Ödülleri’nde, en iyi senaryo, en iyi yapım tasarımı, en iyi film, en iyi kurgu ödüllerini kazanmış. Bu bol ödüllü filimin finalinde Julie ve Louison’u görüyoruz, hapsoldukları vahşi hayattan kurtulup, apartmanın çatısında çello ve testere ile müzik yaparlarken… Peki kötülük sona ermiş mi? Yokluktan dolayı yaşanan çürüme ve çöküş devam edecek mi? Yoksa Louison ve Julie’nin mücadelesi bir kurtuluşun başlangıcı mı? Aklımızda bu ve bunlara benzer binbir soru ile filmin sonuna ulaşıyoruz. İzleyen herkeste farklı düşünceler, duygular ve sorular uyandırabilecek bu filmi izlemenizi mutlaka tavsiye ediyorum. Şimdiden iyi seyirler 😊

Kapak Fotoğrafı : filmconnoisseur.blogspot

theMagger Banner

Ali Berk Perçiner’den Dünden Bugüne Korku Sineması