Augusto Pinochet, tarihe pek de ilgi duymayanların dahi kulağına çalınmış bir isim aslında. Şili’de 73 yılında düzenlediği darbe ile demokratik yollarla seçilmiş olan başkan Salvador Allende’yi deviren Pinochet, şu an hayatta değil. Ölümü de fantastik bir şekilde gerçekleşmedi, elinden geldiğince uzun yaşadı. Fakat halkına yaşattığı acılar, toplumun hafızasında silinemez bir yer açtı. Hiçbir filmi birbirine benzemeyen Pablo Larrain ise kendinden bekleneni yapıp yine oldukça enteresan bir iş ortaya çıkardı. Bu ‘paralel evren’ hikayesinde Pinochet bir vampir. Darbesinin 50. yılında ölü taklidi yapıp kırsala kaçıp kafa dinlemek isteyen bir vampir hem de…

El Conde | Fotoğraf: Netflix

Film maalesef benim pek de sevdalısı olmadığım bir şekilde, siyah beyaz çekilmiş. Üslubu ve hikayesiyle kontrast yaratma çabasına giren Larrain beni bu anlamda biraz üzdü. Filmin görece yüzeysel alt metni ise daha kabul edilebilir seviyedeydi. Yani yıllarca halkının kanını emerek, arkasındaki Amerikan hükümetinin desteği ile bir yerlere gelebilmiş olan bu adamın bir vampir olarak tasvir edilmesi, hem eğlenceli, ama bir o kadar da bayat gibi… Filmin eleştirilecek çok tarafı var ama Larrain yine de Venedik’ten ödül almayı bildi. Gerçi Ema, Jackie, Spencer gibi filmleriyle Venedik festivalinin gediklisi haline gelmişti halihazırda ama ödül almasını beklediğim bir filmi varsa o da bu değildi sanırım.

Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.

El Conde | Fotoğraf: Netflix

Pinochet’nin çok eskiden doğmuş ve Fransız devriminin taraflarından biri olmuş bir vampir olarak hayal edilmesi ilginç. Bu noktada farklı kültür ve tarihlerle kesişeceğimizi anlamakta zorlanmıyoruz. Fakat yine de insan Margaret Thatcher’ın bu vampirin annesi olarak zuhur etmesi ve akabinde ona barındırdığı bazı ilginç hisleri aktardığı o sahneyi de görmeyi beklemiyorsunuz… Yine de bu küçük şakacı halleri bana çok da batmadı açıkçası. Beni en çok yoran şey, filmin ortasında bütün sülalenin bir rahibe tarafından uzun uzadıya sorgulanması ve bu sahnelerin alabildiğine sündürülmüş olması. Esnemekten derbeder olduğum orta bloktan hiç keyif almadım. Sinematografi bile beni oyunda tutmaya yetmedi. Çoğu siyasi referansı algılayabilmiş olsam da, anlayamadığım dini referanslarla iyice dağıldım gittim.

Ölmek için elinden geleni yapan ama karısı tarafından ölmesin diye gizlice kanla beslenen bu emekli kan emicinin Şili’de Santiago semalarında gezip şöyle bir manzara izlediği anlar biraz enteresan hissettirdi. İnsan ister istemez kendi ülkesine farklı değişkenli bir senaryo aracılığı ile uyarlıyor kafasında… Ben bu filmin biraz daha bol hicivli ve daha yüksek tempolu olmasını bekliyordum. Komedi dozu çok çok az, metafor oranı ise aşırı fazla geldi. Bir süre sonra tamam bitir hoca moduna geçildi ve o dakikadan sonra dikkati toplamak iyice zorlaştı. Yine de Larrain’in yeni filmlerini merakla bekleriz.

 Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: Netflix

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Narcos