Aynadaki suretimizi görmeseydik nasıl bir psikoljiye sahip olurduk? Aynalar var olmasaydı egomuzla nasıl bir ilişkimiz olurdu? Dış görünüşümüzü görmeme, bilmeme hissi ikili ilişkilerimizi nasıl etkilerdi? soruları hücum etti beynime Ayşe Gül Süter‘in eserlerinde kendi ‘illüzyonumu’ izlerken… 

imagedt_galeri-2
Path of Light Sergisi, PG Sanat Galerisi | Fotoğraf: Deniz Tapkan Cengiz

Ayşe Gül Süter’in Eserlerinde Yansıma, Işık ve Devinim

Path of Light Sergisi 

Işık ve renk odaklı bir sergi hazırlığındaydı Ayşe Gül Süter. Ben de hazırlığın sonuna denk geldim. Renkli kürelerden (iç bükey aynalardan) oluşan bu sergide sanatçının ilham kaynağı ışığın kırılmasından gerçekliğin deforme olması fikri… Bu fikir sayesinde amorf yapıdaki maddeler son hallerine evrildiler. Ve karşısına geçtiğimiz zaman bizi illüzyonumuzla buluşturacak bir yapıya büründüler. 

Sonucu görmek için PG Sanat Galerisi’ nde Path of Light sergisini gezebilirsiniz.

Bir Fotoğrafçının Deneyimi

Bu yazının amacı ise daha çok bir fotoğrafçının deneyimi üzerine… Çünkü bu kez -aynı benim yaptığım gibi- ışığın peşine düşmüş bir kadının portresini ve onun eserlerini çekmek üzere yoğunlaştım. 

Renkli İç Bükey Aynalar

Sergiden iki hafta önce Ayşe Gül Süter ile renkli atölyesinde buluştuk. Renkli diyorum çünkü içerisi hücreleri andıran renkli çukur aynalarla doluydu. Ayşe Gül, işlerinden bahsederken biyolojik oluşumlar olduğumuzu hatırlatıyor ve tüm canlıların kürelerden (hücrelerden) oluştuğunu fark ettiğini söylüyor. Esinlendiği yerlerden birisi de burası, yani doğa. Dolayısıyla ‘biyomimikri’ alanına da girmiş oluyoruz. Bu gözle atölyeye baktığım zaman hücreleri görmeye başlıyorum. Üniversitede lam ve lamel arasına koyduğumuz bir damla suda gözlemlediğimiz dünya geliyor aklıma, o görüntüler ve akış. Süter’in aynalarında benzer akışı görüyorum, ben hareket ettikçe. Hareketime bağlı olarak gerçeklik değişiyor ama hiçbir zaman tam olarak gerçeği yansıtmıyor çukur küreler. Ya da belki de bizim ‘gerçek’ olarak etiketlediğimiz şeyin bir yanılsamadan ibaret olduğunu hatırlatıyor bana. Gerçek el değiştiriyor bu aynalarda. Bazen uzun, bazen kısayım, ok atacak bir yaya benziyor şeklim ve hatta bazen aynanın tam karşısında durmama rağmen kendimi görmüyorum. 

Tüm bunları deneyimlerken elimde kameram olduğunu ve bir gözümün de vizör de olduğunu unutmayalım. Çukur kürelerde ışığın ve rengin peşine düştüm, ben yaklaşınca kaçıyor, uzaklaşınca geri geliyor adeta. Işığa hakim olmak hiç kolay değil. Hele ki Süter’in iç bükey aynalarında!

Rengin 3 Boyutu

Işık bize rengi veriyor aslında. Nasıl mı? İçinde tüm renkleri barındırarak ve bazı nesnelerde farklı dalga boylarını emip diğerlerini yansıtarak. Ve bir rengi değerlendirirken aslında 3 kritere bakıyoruz; temel renk, doyma ve parlaklık. Bunlardan ikincisi sergide yoğun olarak bulabileceğiniz bir özellik; doyma. Bu renklerin saflık derecesini belirler. Örneğin bazı kırmızı tonları çok koyu ve yoğundur. Başka bir kırmızı da solgundur. Doyma, renkte ne kadar beyaz ışık görüldüğüyle ilgilidir. Yüzde yüz doyumlu bir renk, sadece temel renkten oluşur yani içinde hiç beyaz ışık yoktur. Örneğin yüzde yüz kırmızı yüksek doyumludur çok güçlü ve enerjik görülür. İşte tam da son cümledeki gibi bakarken size enerji veren kürelerden bahsediyorum. Renklerin psikolojimiz üzerindeki etkisi her zaman konuşulur fakat bir rengi solgun çalışırsanız o etki görülmeyebilir fakat doygun çalışırsanız enerjisini açığa çıkarır. Doyma oranları yüksek olduğu için fotoğrafta da yüksek etkili bir görsel oluşturuyor sanatçının küreleri.

Doyma oranı yüksek kürelerin parlaklığı, gözümüzü kamaştıracak denli fazla. Parlaklık ortam ışığına da bağlıdır fakat aslında rengin gri tonuyla değerlendirilir. Örneğin elektronik görüntünün parlaklığını görebilmek için renkli görüntüyü siyah beyaza dönüştürmek en basit yoldur. 

Bilimden Esinlenmek

Sanatla bilimin buluşması çoğu zaman izleyiciyi yüksek oranda doyuran bir sonuç veriyor. Ayşe Gül Süter’in çukur aynalarında ışığın ve rengin peşine düşmek beni hem zorlayan hem de eğlendiren bir deneyimdi. Temelimin bilim olması, yaptığım işin ışığa bağlı olması beni bu eserlere yakından bakmaya itti. Zorlandığım kısımlar oldu, aynanın içindeki devinimde bazen kendimi bulmaya çalıştığım, bazen de kendimi kaybedip sanatçının imgesine odaklandığım anlar  derin düşünceler bıraktı. Ve bana zamanın en iyi fotoğrafçılarından olan Henri Cartier Bresson’ ın sözlerini hatırlattı; 

“Dünyaya anlam verebilmek için, fotoğrafçının vizörden görünen gerçeğe kendini ait hissetmesi gerekir. Bu tavır yoğunlaşma, zihin disiplini, duyarlılık ve geometri duyusu gerektirir. Fotoğrafçı, fotoğraflarını çekerken sadece öznesine değil, kendisine de saygılı olmalıdır. Aklını, gözünü ve yüreğini aynı hatta koymalıdır.”

Henri Cartier Bresson

Kapak Fotoğrafı: Deniz Tapkan Cengiz

İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan İstanbul Sergi Takvimi