Garipçiler içinde en az bilinen ve muhtemelen en az okunan şair olan Oktay Rifat’ın yeri bambaşkadır. Oktay Rifat, Garip Dönemi sonrasında köşesinde, biraz da sessiz sedasız denebilecek bir şekilde şiirini sürekli yenilemiş; neredeyse her kitabında yeni bir dil ve anlatım biçimi denemiştir. 1956 tarihinde yayınlanan Perçemli Sokak Türkiye’de soyut şiirin manifesto kitaplarından biridir ve Türk Edebiyatı, soyut şiiri, İkinci Yeni ile birlikte bir şekilde Oktay Rifat’a ve bu kitaba borçludur. Birbirinden farklı gibi gözüken ama hepsinin de aynı usta kalemden, büyük bir şairden çıktığı belli olan şiirleri kendini sürekli geliştiren-yenileyen bir edebiyatçının özünde nasıl tutarlı olabileceğini gösterir bize.

Garip Akımı
Garip Akımı | Fotoğraf: blog.iae.org.tr/

Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.
Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!

Oktay Rifat, Elleri Var Özgürlüğün

Şiirin etkisinin geçmişe göre çok azaldığı, neredeyse şiir kitaplarının satmadığı ve dolayısıyla da “Şiir okunuyor mu?” “Şiir günümüz edebiyatının neresinde?” tartışmalarının artık yapılmaya bile gerek duyulmadığı günümüzde; Nisan ayının Türk Şiir tarihindeki önemine çok dikkat eden var mıdır? Nisan ayı Türk Şiiri’nin büyük şairi Oktay Rifat’ın vefat ettiği aydır.

Oktay Rifat vefat ettiği 18 Nisan 1988’den bu yana edebiyat alanının profesyonelleri ve bir avuç nitelikli şiir okuyucu dışında okunuyor ve hatırlanıyor mu? Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değil. Enis Batur’un Oktay Rifat hakkında yapılan bir belgeselde dediği gibi “Günümüz yaşamında şiir kuytulara sıkışmış durumda. İdeolojik nedenlerden dolayı okunanlar dışında Türk Şiiri’nin en iyi şairleri çok az okura ulaşmışlardır.” Oktay Rifat da maalesef Batur’un sözünü ettiği durumundan muzdarip şairlerden biri. Her ne kadar 2014 yılında doğumunun 100. yıldönümünde Yapı Kredi Kültür –Sanat tarafından düzenlenen ‘Elleri Var Özgürlüğün’ başlıklı sergi ile kendisine yönelik ilgide belli bir artış olsa da şairin bugün hak ettiği ilgiyi görmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Oktay Rifat Birinci Yeni’nin, halk arasında daha çok bilinen adı ile Garip’ Akımı’nın en az bilineni olmasına rağmen bence en iyi şairidir. Garipçi üçlüden hemen herkes en çok Orhan Veli’yi bilir ve sever. Orhan Veli, Batur’un sözünü ettiği ideolojik nedenlerden dolayı okunanlar dışında muhtemelen Türk Edebiyatı’nın en bilinen ve sevilen şairidir desek sanırım abartılı olmaz.

 Orhan Veli
Orhan Veli | Fotoğraf: Twitter

Orhan Veli’de doğuştan gelen bir şair yeteneği vardır ve bazıları günlük dilin içinde adeta birer deyim haline gelmiş dizeleri hiç düşünmeden hiçbir zorlama olmadan çıkmış gibidir. Ağdalı olmamasına karşın kendine has bir şairanelik taşırlar. Günlük yaşam ile son derece yoğun bir ilişkisi vardır Orhan Veli şiirinin. Buna bir de açık, içine kolay girilebilen dili, mizahi, kimi zaman erotik bile sayılabilecek tarzıyla şairin çok trajik bir biçimde ve sadece 36 yaşında hayata veda etmesi de eklendiğinde Orhan Veli’nin şiirinin niye bu kadar popüler olduğunu anlaşılabilir.

Orhan Veli’nin büyüklüğünü, onun Modern Türk Şiiri’ndeki dönüştürücü gücünü ve Yahya Kemal, Ahmet Haşim ile son büyük temsilcilerini yetiştiren ‘eski şiir’ sonrası kuşağın en etkili birkaç şairinden biri olduğu gerçeğini yadsımak mümkün değildir. Orhan Veli üzerine konuşmadan, onu olumlu veya olumsuz değerlendirmeden Modern Türk Şiiri üzerine konuşmak söz konusu bile olamaz. Öte yandan Cemal Süreya’nın “Orhan Veli’nin Yanlışı” başlıklı yazısında da ifade ettiği gibi Orhan Veli şiiri eksik bir şiirdir bana göre. O yüzden de Veli’nin şiirine bir türlü ısınamadım. Bunda yine Süreya’nın ifadesi ile eski şiir ile uğraşmaktan kendi sanatının estetiği ile ilgilenmemesinin etkisi büyüktür. Bu eksiklik Orhan Veli’nin estetik bir poetikası olmaması ile sonuçlanmıştır.

Orhan Veli’nin erken ölümü dolayısıyla onun şiirini nasıl geliştirip dönüştürebileceğine dair bir bilgimiz yok. Bu konuda Cemal Süreya ‘’Orhan Veli’nin Yanlışı’’  başlıklı yazısında şöyle der:

‘‘Belki o da yaşasaydı şiirini tam anlamıyla kuracaktı. Kurabilecek miydi acaba? İki yüzlü bir sevgi gösterisi demek olan bu soruyu sormamak daha iyi. O zaman, daha iki yüzlü bir cevapla karşılaşmak mümkündür: şiirini kurmadan ölmemek de şairin bir güçlü yanı değil mi?’’

Melih Cevdet Anday
Melih Cevdet Anday | Fotoğraf: aa.com.tr/

‘Garip’ üçlüsü içinde en çok yaşamış ve dolayısıyla da yazı hayatı en uzun sürmüş olan Melih Cevdet’in şiiri Garip sonrası dönemde neredeyse bilimsel bir şiire dönüşmüştür. Evet, Anday şiirini dönüştürmüş, sürekli bir arayış içinde olmuştur ama onun şiiri de yoğun siyasi ve felsefi bağlamdan beslenir. Melih Cevdet, Garip sonrası ‘felsefi şiir’ adı verilen düşüncel boyutu ön plana çıkan, esinini mitolojiden alan bir poetika izlemiş; şiirle beraber yazın hayatını ağırlıklı olarak gazete köşe yazıları, deneme kitapları, roman ve oyunlarla sürdürmüştür.

İtiraf etmem gerekirse bana ‘zorlama’ bir şiir gelir onunki. Estetik olmaktan çok organik olmaya eğilimlidir; hatta eğilimden öte öyle olmak için uğraşır. ‘Defne Ormanı’ belki de Anday poetikasının en sembol şiiridir: Ekmeğin felsefesi ve felsefenin ekmeği şiirin felsefesi ve felsefenin şiiridir.

Anday’ın bu kadar popüler olmasında ‘ideolojik’ nedenlerin de etkili olduğunu düşünürüm. Melih Cevdet’in bir şair olmaktan çok ‘aydın’ kimliği ile okunduğunu ve ilgi gördüğünü söylemek bile mümkündür bence. Sovyet Rusya (1965), Sosyalist Bir Dünya (1975), Anadolu’da ve Sosyalist Ülkelerde (1977) gibi deneme kitapları sanırım ne demek istediğimin kanıtıdır.

Oktay Rifat
Oktay Rifat | Fotoğraf: Sanat Karavanı

Garipçiler içinde en az bilinen ve muhtemelen en az okunan şair olan Oktay Rifat’ın yeri ise bambaşkadır. Oktay Rifat Garip Dönemi sonrasında köşesinde, biraz da sessiz sedasız denebilecek bir şekilde şiirini sürekli yenilemiş; neredeyse her kitabında yeni bir dil ve anlatım biçimi denemiştir. 1956 tarihinde yayınlanan Perçemli Sokak, Türkiye’de soyut şiirin manifesto kitaplarından biridir ve Türk Edebiyatı, soyut şiiri, İkinci Yeni ile birlikte bir şekilde Oktay Rifat’a ve bu kitaba borçludur. Birbirinden farklı gibi gözüken ama hepsinin de aynı usta kalemden, büyük bir şairden çıktığı belli olan şiirleri kendini sürekli geliştiren-yenileyen bir edebiyatçının özünde nasıl tutarlı olabileceğini gösterir bize.

(…)büyük balık küçük balığı yutar demişler/bok yemişler…/onu sardalyalar düşünsün/sen balık değilsin ki ahmet,/mek parmak mek parmak daha,/sonu selamet…’’ derken de Perçeli Sokak’ta ‘’Ay doğar kuyulara yalınayak/telgrafın tellerinde gemi leşleri’’ dizelerinin imgelem ve hayal zenginliği veya Anış’ın Her dakikasını ayrı hatırlarım/Erenköy’de geçen zamanımın/Rüyama girer bir arada/İstanbul bahar ve Türkân’ım’’ lirik sıcaklığıyla okuyucuya seslenirken de büyük şairdir, farklı tarzlarda ama insanı içine çeken büyülü bir şairane evrenin yaratıcısıdır.

Şiir yaşamı boyunca aynı anlayışı sürdürmek elbette kötü bir şey değildir. Pek çok şair bu şekilde aynı tarzda şiirler yazmıştır sanat yaşamı boyunca. Örneğin Attila İlhan’ın neredeyse şiirinde bir değişiklik olmamıştır. Temaları, serbest veya hece vezni ile yazılmaları dışında bize farklı bir tarz sunmazlar. Bu Attila İlhan’ı kötü yapmaz. Nitekim Attila İlhan büyük, çok büyük bir şairdir. Öte yandan bazı şairler vardır ki şiirlerinde ciddi kırılmalar olmuştur ve bu kırılma bir önceki dönemleri ile tamamen farklı bir şiir anlayışıyla sanat yaşamlarını sürdürmelerine yol açmıştır. Behçet Necatigil, Oktay Rifat ile bu tip şairlere en uygun isimdir. 1964’e kadar tamamen anlama dayalı, açık ve deyim yerindeyse yüzeysel bir duyarlılığın lirizmi ile yazmıştır. Hilmi Yavuz’un deyimiyle o tarihe kadar da vasat bir şairdir.

Oktay Rifat
Oktay Rifat | Fotoğraf: haber7.com/

Oktay Rifat’ın da bu bağlamda şiir yaşamı üç temel dönemde incelenebilir. Hilmi Yavuz’un nesne, imge ve dil dönemi olarak ayırdığı bu üç dönemden ilki Garip dönemidir. Bu dönem Oktay Rifat’ın şiir yaşamındaki en vasat dönemidir de denebilir. Tıpkı Orhan Veli ve Melih Cevdet gibi o da günlük dilin, dertlerin peşinde koşmuştur. Öte yandan lirik derinliği ve söyleşinin kuvveti ile diğerlerinden hemen ayrılır ama hala büyük bir şair değildir. Garip sonrasında ise Rifat başka bir yola doğru evirilmiştir ve bizi de ilgilendiren, bir şiir sever olarak hayran bırakan da bu yol, bu yol sonunda vardığı şiir limanı olmuştur.

Ben itiraf etmeliyim ki Oktay Rifat’ı çok geç tanıtım. Uzun süre Garipçi bir şair olarak kaldı benim için. Sonra Fatih’in Resmi şiiri ile karşılaştım. Ne demişler geç olsun güç olmasın…

Şairliği yanında bir de oyun yazarı ve romancı kimliği vardır Oktay Rifat’ın. Her büyük şair gibi düzyazı alanındaki yapıtları biraz gölge kalmıştır denilebilir. Özellikle Yağmur Sıkıntısı ve Çil Horoz gibi oyunları sayesinde saygın bir oyun yazarı olarak kabul edilir. Roman olarak da Bay Lear meraklısı için ilgi çekici olabilir. Joyce tarzında, üslupçu bir şekilde kaleme alınmış, Rifat’ın kendi deyişiyle konusu ‘özellikle uyanıkken görülen düş’ olan bir romandır. Bir Kadının Penceresinden, gerek konusu (kötü bir evlilik içinde bunalmış bir kadın ile devrimci bir gencin yasak aşkı) gerek siyasi-kültürel-toplumsal ve bireysel bağlamı ile tipik bir 1970’ler romanı olsa da Oktay Rifat’ın elinden çıkmış olması, kasvetli ama şairane dili ile standartları yüksek bir okuma vadeder.

Oktay Rifat’ı bugün büyük bir şair yapan ne varsa Fatih’in Resmi hepsinin bir arada toplandığı bir şiirdir ve Oktay Rifat şiirini anlamak için güzel bir başlangıçtır:

Ayasofya kubbesinde ak bir bulut,
Baktım, gitti gider. Bal rengi tesbihim
Kehribar günler, düştü yaprak ve umut,
Güz yağmuru indi camda düğüm düğüm.
Benimdi savrulan kaftanlar, benimdi
Atların boynu, yerinde yeller eser!
Surların taşlarına sürdüm elimi,
Benimdi İstanbul, burçlar bana benzer.
Altın sahanlarda aş yedim, su içtim
Altın kupadan, zorlu Tuna’dan geçtim,
Ben Sultan Mehmet, Avni, tuğlarla yüce.
Bir resimde kaldım cüce, ben değilim,
Sarığım, soğuk kürküm, kokusuz gülüm,
Ararım, aranırım yerde delice.

Kapak fotoğrafı: bilgipesinde.com/

İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan Ahmet Hamdi Tanpınar