02-min

Öncelikle kendinizden biraz bahseder misiniz?

Riva’da, doğa içinde, barınaktan kurtarılan dört köpeğiyle yaşayan, sanatçı bir çiftin heykeltıraş olanıyım. 34 yaşındayım. Eşim müzisyen; Pentagram grubunun solisti, Gökalp Ergen. Bu nedenle heykel yapmadığım zamanlarda onlarla beraber yollarda veya farklı şehirlerde konserlerde oluyorum. Hayatım; heykel, resim, müzik, sinema, hayvanlar ve doğadan ibaret desem yanlış olmaz. 2014 yılından beri “Rusty Blonde” takma adı altında, minyatür heykel, rölyef portre ve figürler yapıyorum.

Rusty Blonde adıyla yaptığınız ilk eser neydi, böyle bir işle devam edebileceğinizi nasıl fark ettiniz? 

Rusty Blonde adı altında yaptığım ve internete yüklediğim ilk iş eşime hediye olarak yaptığım ahşap bir kutuydu. Kutunun üstünde, onun için anlamı olan, özel görseller vardı. Kişiye özel bir şeyler yapma fikri bu şekilde doğdu ve devam etti diyebilirim. Ana malzemem olan polimer kil ile yaptığım ilk iş ise anneme hediye olarak yaptığım bir kolye ucuydu. Onu görenler sipariş vermek istedi ve arkası geldi.

Count Orlok


Öncesinde resim, heykel vs. daha farklı çalışmalar mı yapıyordunuz?

Dedemin ressam olması sebebi ile çok küçük yaşta resim yapmaya başlamıştım. 2001 yılında girdiğim üniversitede, resim ve heykeli birlikte okudum (“Bileşik Sanatlar”) ama okuldan sonra uzun bir süre hiç heykel yapmadım. Araya giren, özel bir televizyon kanalında müzik programı sunuculuğu yaptığım beş senelik bir dönem dışında, resim yapmaya devam etsem de heykele tekrar başlamam 2012’yi buldu. O gün bu gündür aralıksız heykel yapıyorum diyebilirim.

Facebook hesabınızda “to serve and to protect the different worlds” (farklı dünyaları korumak ve hizmet etmek) yazıyor, yaptığınız işlerde de fantastik, hayal ürünü karakterleri çok gerçekçi kılıyorsunuz… Realist bir şekilde yaklaşırken eseri gene de hayal gücünüzle nasıl yoğuruyorsunuz?

Çocukluğumdan beri tüm dünyada kabul gören genel moda akımlarından, tüketime yönelik maddi, manevi her türlü üretim ve fikirden hep kaçınmışımdır. İnsanın kendini özel hissetmesini sağladığından mı bilmiyorum ama bulması zor, herkesin sahip olmadığı kıyafetler, objeler veya eşyalar beni hep daha mutlu etmiştir. Farklı dünyaları korumak ve hizmet etmek cümlesi de bu yüzden benim sloganımdan çok hayat görüşüm diyebilirim. Algılaması ve kabulü zor, amorf veya genelin çirkin olarak sınıflandırdığı şeyleri konu olarak almayı daha çok önemsiyorum. Gerçekçiliği de bu gerçeği vurgulamak için kullanmayı tercih ediyorum.

Tyrion Lannister ( Game of Thrones )


Yapacağınız figürü bulduktan sonraki çalışma evreleriniz nelerdir?

Polimer kil ile yaptığım ilk işten sonra sipariş almaya başladım. Bu yüzden dört senedir sipariş üzerine çalışıyorum. Yine de siparişleri seçerken sevdiğim korku karakterlerini isteyen müşteriler ilk tercihim oluyor. Sinemanın hayatımdaki yeri çok büyük. Her gün mutlaka en az bir film izlemezsem büyük eksiklik hissediyorum. Özellikle de sevdiğim film karakterlerini, yaşayan ve tanıdığım kişilermiş gibi gördüğüm için ortaya çıkan sonuç bir çeşit saygı gösterisi veya karaktere övgü gibi oluyor. Yapacağım karakteri seçtikten sonra bulunduğu filmi on defa izlemiş olsam bile, mutlaka tekrar açıp izlerim. Sonra tüm açılardan görsellerini toplar ve dosyalarım. Yeteri kadar benzediğine karar verene kadar çalışmayı bitirmem. En önemli kısmı da renklendirme ve farklı malzemelerin işin içine girdiği son dokunuşlar.

Kil dışında kullandığınız malzemelerden biraz bahsedebilir misiniz; pirinç, ahşap gibi… Heykeller nasıl hareket edebilir hal alıyor?

Gerçekçiliği destekleyecek ve sağlamlığı arttıracak farklı malzemeler kullanmaya çalışıyorum. Çelik teller, ahşap, reçine, yapay yünler, kumaş gibi. Heykelleri hareketli yapmak için birçok yöntem olsa da benim en sık kullandığım yöntem, iskeleti bükülebilir çelik tellerden yapmak.

Hannibal Lecter 2 ( The Silence of the Lambs )


Bir “horror art” (korku sanatı) sevdalısı olarak korku ögesinin sizi nasıl eğlendirdiğini ve yaratıcılığa sürüklediğini anlatabilir misiniz? Sizce korku ve sanat nasıl harika bir ikili oluyor?

Korku her türlü bilineni ve bilinmezi kapsadığı için bütün insani değerlerden, kavramlardan bağımsız ve sınırsız. Bu yüzden korku öğesinin var olduğu tüm sanat dalları kuşkusuz çok daha zengin. Korku sineması kostüm, makyaj ve dekor açısından çok daha yaratıcı, korku edebiyatı hikaye anlatımı ve karakterler açısından çok daha özgür vs. Bu her şeyin mümkün olduğu dünyada ufkunuz çok daha geniş oluyor. Özellikle benim gibi çocukluğunda çok fazla korku filmi izlemiş biriyseniz, o yıllardan kalan cesur ve yılmak bilmeyen çocuk yaratıcılığından parçaları hala taşıyabiliyorsunuz.

Sanatın ortaya çıkmasına sebep olan duyguların başında korku geliyor. İlk sanat eserleri olan mağara resimlerinin çoğu; korkuyu, korkulan şeye duyulan saygıyı tasvir etmek için yapılmış. Bu sebeple korku ve sanat birbirlerini hep kapsayan harika bir ikili olmuşlar zaten 🙂

Edward Scissorhands 1


Hayal ürünü olan ile olmayan bir figürün çalışma süreçlerinde farklılık oluyor mu?

Yapım süresini belirleyen birçok faktör var. Hangi karakterin ne kadar sürede benzeyeceğini kestirmek maalesef mümkün olmuyor. Bir de farklı açıdan ne kadar çok referans fotoğrafı varsa, benzerlik de o kadar fazla oluyor ve yapım süresi doğal olarak kısalıyor. Boyut ve detay da tabii ki belirleyici oluyor.

köpek 6

Sanırım bu aralar sipariş kabul etmiyorsunuz… Kendi tasarımınız olan özel bir koleksiyon için çalışmayı düşüneceğinizden bahsetmişsiniz, nasıl bir konsept düşünüyorsunuz?

Dört yıl hiç ara vermeden sipariş üzerine çalıştığım için artık uzun bir ara vermem gerektiğini düşündüm. Nisan 2018’e kadar sipariş listem önceden aldığım siparişlerle zaten dolmuştu. Onlar tamamlanınca, sınırlı sayıda da olsa seri üretime geçmeyi düşünüyorum. Haftalarca uğraştığım bir figürü birden fazla kişiye, çok çok daha uygun fiyatlarla ulaştırma fikri bana daha güzel geliyor. Yine korku temalı, piyasada bulamayacağınız tarzda ufak heykel veya büstler yapabilirim.

Dedeniz sayesinde sanata çok erken yaşta atılmışsınız. Sizce dedenizin galerisi olmasaydı şu anda bu mesleği yapıyor olur muydunuz? Ya da müziğe mi ağırlık verirdiniz? 🙂

Dedemin üzerimdeki etkisi tabii ki çok büyük. Bir çocuk için sanatla iç içe olmak çok önemli ve hayata bakışını çok fazla değiştirebiliyor. Öte yandan sanata yatkın olmanın doğuştan gelen bir dürtü olduğunu da düşünüyorum çünkü ilk resmimi iki yaşında yapmışım. Annemin dediğine göre misafirlikte peçetelere sürekli bir şeyler karalarmışım. Diğer yandan, dayım da 70’li yıllarda aktif olarak müzik yapmış, yarışmalara katılmış bir davulcu. Onun da müzikal açıdan bana etkisi olmuştur mutlaka. O nedenle sorunun net bir cevabını veremesem de, dedemin adıma açtığı o galerinin veya çocukluk yıllarımda içinde bulunduğum sanatsal herhangi bir durumun hayatımdaki yerinin çok büyük olduğunu söyleyebilirim.

Edgar Allan Poe


Müzik demişken o alandaki son çalışmalarınızı da dinlemek isterim…

Eşim ve en yakın arkadaşımızla birlikte kurduğumuz, “The Nighted Nations” adında, İngilizce sözlü, darkwave tarzında müzik yapan bir grubumuz var ve ben vokal yapıyorum. Aslında bu gruba, üçümüzün birlikte vakit geçirme şekli, anlayışı diyebiliriz. Bir araya geldiğimiz zamanlarda şarkı yapıp, kaydediyoruz. Son zamanlarda, biz Riva’ya taşındığımız için, buluşmak zor oluyor ve bu yüzden askıya alınmış gibi gözüküyor ama devamı gelecektir…

Daha çok yurtdışında tanınıyorsunuz, sizce bu tarz çalışmaların Türkiye’de daha az yapılması ya da tanınır olmamasının sebebi ne? Örneğin anısına obje yaptırma kültürünün burada olmaması bunlardan biri sanırım.

Türkiye’de yaygın olmamasının en büyük nedeni bence sanata veya bu tarz kişisel zevklere ayıracak bir ekonomik yeterliliğin toplumun çoğunluğunda olmaması. İnsanlar hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli asgari harcamaları bile yapamayacak haldeler. Benim üretimlerim haliyle lüks tüketime giriyor. Bununla beraber korku temalı ürünler dünyada bile sınırlı bir kesime hitap ettiği için buradaki ilgi haliyle daha da düşük oluyor.

Artık hayatta olmayan kişiler için yapılan anı heykelleri ise ülkemizde fikir olarak bile korkutucu bulunuyor ki bu korkunun İslamiyet öncesi putperestliğe duyulan nefret ve benzeri birtakım sebepleri olabilir.

İşi daha iyi öğrenmek için özellikle ilk başlarda çokça video izleyip bir şeyler okuduğunuzdan bahsetmişsiniz. Eserler çok zaman aldığından ve herbir aşamasını siz gerçekleştirdiğinizden de olsa gerek, atölye veya Youtube videosu gibi taleplere yetişemiyorsunuz galiba…

Hem vaktim olmuyor, hem de bence öğretmek de ayrı bir yetenek. Açık konuşmam gerekirse çok insan canlısı ve sabırlı bir insan değilim ve bu özellikleri barındırmadan öğretmenlik işine girmenin doğru olduğunu düşünmüyorum haliyle. İnsan hem onu, hem bunu yapayım derken hiçbir işte yeterince iyi olamıyor. Bundan kaçınmak için en doğrusu, bütün dikkatini ve vaktini en iyi yaptığın işe vermek bence.

Bebek 2

Sanat eserlerini daha çok karşımıza geçip seyretmelik bir şey olarak görüyoruz ya da görüyorduk ancak kullanıma açık eserler ve bu şekilde ürünler sunan sanatçılar gitgide daha fazla yer etmeye başladı sanat dünyasında. Özellikle kolyelerinizde bu ön plana çıkıyor mesela. Günlük kullanımı ve pratikliği niçin önemsiyorsunuz?

Tüketilebilir sanat denilen o hiç sevmediğim kavramın sularına girmeden, sanatı tüketmeden sürekli yakında tutabilmek, hatta yanınızda taşıyabilecek kadar yakınlaştırmak fikrini çok seviyorum. İnsan en sevdiği, ona en çok keyif veren şeyleri yakınında ister. Bu sebeple en sevilen kişi, karakter ve objeler konu olduğunda, günlük kullanım ve pratiklikten daha ziyade onları yanında, hatta kalbinin üstünde taşıyabilmenin en uygun yolu, kolye ucu olarak yapmaktı.

Her bir heykelin akrilik halini de şık kutularınızın üzerine çizip, boyayarak aslında her sipariş talebine iki sanat eseriyle karşılık vermiş oluyorsunuz. Bu sizin fikriniz miydi yoksa bir istekle mi ortaya çıktı? 

Aslında,​​ heykelleri renklendirme aşamasında resim yapabiliyor olmak çok işe yarıyor;  yani o yönünüzü de kullanmanız gerekiyor. Öte yandan, ben her yaptığım işte daha ileriye gitmeyi amaç edindim. Hep yeni bir şeyler deneme, ekleme isteği duyuyorum. Bu nedenle, daha önceleri karakterin fotoğraf çıktısını kutu kapağına basarken, zamanla iş akrilik resmini kutu üstüne yapmaya kadar ilerledi. Başlangıcı ise talep üzerine değil, tam aksine bir müşterime sürpriz olsun diye kendi isteğim ile yaparak oldu. Arada müşterilerime hediye veya sürpriz yapmayı da çok seviyorum.

Bu yıl izleyip en çok sevdiğiniz korku filmini bizimle paylaşır mısınız? 

“The Autopsy of Jane Doe”.

Röportaj için çok teşekkür ederim…

İmge Celepçi’ye ve eserlerine Facebook ve Instagram hesaplarından ulaşabilir, Gmail üzerinden de iletişime geçebilirsiniz.