Kitapçıdan içeri, kendime bir kitap seçmek için girdiğimde, yepyeni bir dünyanın içine girmek üzere olduğumu hissederek heyecanlanıyordum. En Çok Satılanlar, En Çok Okunanlar reyonundan geçerken kafamdaki “kime göre en çok okunan, kime göre en çok satılan?” polemiğini duymazlıktan gelerek dikkatimi çeken pembe şirin kitaba yaklaştım: Kayıp Gül.

Kapakta, başlığın altında Serdar Özkan ismi yazmasaydı, bu kitabın çağdaş Amerikan edebiyatı içinde yer aldığına dair iddialara girebilirdim. Çünkü inanılmaz bir şekilde anlatılmış Amerikalı Diana’nın annesi öldükten sonra varlığını öğrenebildiği ikizini İstanbul’da aramaya başladığında güllerle konuşma, gülleri tanıma sanatı. Evet, oldukça mantıklı ve herkes tarafından sevilen, beğenilen biriyken kendisini unutan, başkalarının söylediklerine kulak verip asıl iç çekişmelerinden kaçan bir Amerikalı’dan söz ediliyor kitapta. Ardından İstanbul’un tasvirleriyle süsleniyor sayfalar, Sultanahmet geçiyor gözlerimin önünden; o bahçeler, çiçekler, güller…

Ardından güllerle konuşma, gülleri duymadan bahsediyorlar. Diana ikizine güllerle konuşmayı öğreten, İngilizcesi iyi olan bir kadını arıyor İstanbul sokaklarında. Diana’nın güllerle konuşmak, gülleri dinlemek için olan savaşı giriyor sahneye. Birden kendi kendimi de sorguluyorum. Öyle şey mi olur canım, güller konuşmaz ki! Ama yine de tedirginim ve son sayfasına kadar okumaya çalışıyorum heyecanımı hiç yitirmeden. Diana ile ortak bir psikolojiyi paylaşıyorum aniden. Acaba gerçek miydi kadının söylediği… Kitaba bir göz atalım, içine girelim bahçemizin. İşte gülleri duyma sanatı dersi…

“En başta, gülleri kulağımızla değil, ancak kalbimizle duyabileceğimizi iyi anlamamız lâzım. Her insanın kalbi doğuştan bu yetiye sahiptir aslında. Ama kalpler zamanla sağır olur ve gülleri duyamaz hâle gelir. Güllerin şarkı söyleyişlerine tanık olmak isteyen bir kimse, önce, büyürken kaybettiği bu yetiyi geri kazanmalıdır. Gülleri duymak kolaydır. Çok kolay. Tek yapman gereken, ya unuttuklarını hatırlamak ya da öğrendiklerini unutmak…”

 Kayıp Gül
Kayıp Gül | Fotoğraf: Unsplash / Daniel Jerez

Güllere çevirmenlik yapan kadın, ilerleyen sayfalarda Sarı Çiçek’in söylediklerini Diana’ya şöyle aktarıyor: ”Bu durumun bizi ileride büyük bir felakete sürükleyeceğini kestirememiştik o zaman. Başkalarının sevgisini kazanabilmek için yavaş yavaş kendimizi onların değer yargıları doğrultusunda şekillendirmeye başladık. Onlar gözle görünen özelliklerimize değer verdiklerinden, kokumuza özen göstermeyip dış yüzümüzle ilgilendik daha çok. Daha dik durmaya çalıştık yapay güller gibi, yapraklarımızı daha geç dökmek için çabaladık, hislendiğimizde taç yapraklarımız kırışmasın diye ağlamadık. Ve ihmal edilen kokumuz zamanla uçmaya başladı. Başkalarının beklentisi doğrultusunda şekilden şekile giriyor, renkten renge bürünüyorduk. Büyüyün diyorlardı, büyüyorduk. Açılıp saçılın diyorlardı, açılıp saçılıyorduk. Bizi, önce görmek istedikleri gibi şekillendiriyor, sonra da sanki dünyada eşimiz yokmuş gibi övüyorlardı. Ama aldığımız tüm övgülere rağmen, içten içe sevilmediğimizi hissediyorduk. Bizi kokumuzla ilgilenenler sevebilirdi yalnızca. Çünkü bir gülü gül yapan, kokusudur her şeyden önce. Başkalarının bize karşı duydukları his, olsa olsa “beğeni” olabilirdi.

Bir kez daha gurur duydum bu satırları yazarken. Serdar Özkan’ın edebiyatımıza çok değerli bir katkıda bulunduğunu; farklı kültürleri, aynı döngüde buluşturduğunu düşünüyorum. Şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum.

Kapak fotoğrafı: Instagram / @arzunun.kitapligi

İlginizi çekebilir: BiblioMagger’dan Kitap Önerileri