Kırık çömlekleri zarafetle tamir etme konusunda dikkat çekici bir Japon sanatı, felsefesi… Daha geniş açıdan olaya yaklaşacak olursak, bizlere kendimizin kırık parçalarını nasıl ele almamız gerektiği hakkında öğretecek çok şeyi olan bir gelenek Kintsugi.

Kintsugi
Kintsugi | Fotoğraf: austinkleon.com

Kintsugi Felsefesi

Kim demiş kırılan objeler daha değersizdir diye? Japonların demediği kesin. İçinde çok derin anlamlar barındıran, anlamaya başladıkça içten içe sizi ele geçiren, hatta tüm yaşananlara bakış açınızı bir nebze olsa da değiştirecek bir Japon sanatı/felsefesinden bahsedeceğim: “Kintsugi”.

Geçtiğimiz yıllarda sıklıkla gündeme gelen bu Japon felsefesine aşina olabilirsiniz. Görmüş, duymuş hatta yaşamına entegre edebilmiş olanlarınız olabilir. Amacım hiç duymamış olanlara bu felsefeyi tanıtmak ve hayatlarımıza ışık hızıyla bu düşünceyi sokabilmek. Kintsugi (Japonca: altın doğrama) veya kintsukuroi (altın onarımı); kırılan nesneleri toz altın, gümüş veya platinle onarma sanatıdır. Kırılan nesnelerin, kırılmışlıklarını görmezden gelmek yerine özellikle daha da belirgin hale getirerek onu, nesnenin kendi tarihinin bir parçası yapar. Kullanılan bu yöntem, hiçbir şeyin aslında gerçekten kırılmadığı antik Japon felsefesine dayanır.

Kintsugi Felsefesini Yaşamımıza Taşımak

Kırılan objelerin kırıldıkları yerden toz altın, gümüş veya platin ile yapıştırılması, bu işlem esnasında kırılan yerlerin gizlenmesi yerine onların daha da ortaya çıkarılması…  Objelerin “ben kırıldım” diye haykırması…

Favori bir bardak veya tabak gibi, insanlar da bazen çatlar. Hatta kırılabilir. Açıkçası, bu olduğunda kendimizi atamayız. Atmamalıyız da. Bunun yerine, lekeleri beğenebilir ve bu yara izlerini kırık çömlekleri güzelleştiren bu Japon uygulaması olan kintsugi (金 継 ぎ) gibi sanata dönüştürmeyi öğrenebiliriz.

Bu işlemi ilk duyduğumda çok hoşuma gitmişti. Objelerin iyileştirilmesinden çıkıp, insanların kırgınlarına gittiğim o birkaç dakikayı iyi hatırlıyorum. Sonraları bu felsefenin hayatımda kalıcı yaklaşımlardan biri olacağını bilmiyordum tabi henüz. Görüntüde “kırgın/ kırılmış” şeyler aslında daha da değerlenmiş, kendilerine bambaşka anılar katmıştı. Yapıştırıldıklarında eskisinden de güzel hale gelen onca obje…. Kırgınlarını onardıktan sonra eskisinden de güzel olan onca insan…  Ortaya çıkan eserler, özgünlüğünü kendi kırılmışlıklarından alıyor. Bu şekilde sadece eski fonksiyonlarını geri kazanmakla kalmıyor üstüne bir de değerleniyor. Bizlere de çok özel bir yaşam dersi sunan neredeyse 500 yıllık bu düşünce, aslında hiçbir şeyin kırılmadığını öğretiyor.

Yokluğa gidiş değil, kırıldığı yerden yoluna devam edebilme sanatı bu. Başka bir deyişle tekrardan var olma çabası. Hatta kendi varoluşunu yaratmak da denebilir. Bu süreç bana, amerikan psikolojisi ve varoluşçu psikoterapinin önde gelen ismi Rollo May’in en temel yapıtlarından biri olan “Yaratma Cesareti” adlı kitabından şu kısmı hatırlattı: ”Parçalanmaya karşı bir mücadeledir yaratıcı süreç: uyum ve bütünleşmeyi doğuracak olan yeni varlık türlerinin varoluşa getirilmesi mücadelesi.” (May bu kitabında, yaratıcılık konusuna bambaşka ve ilginç diyebileceğim bir perspektiften yaklaşır.) Kintsugi sanatı, parçalanmaya karşı başlı başına bir mücadele. Yaratıcı süreci bu şekilde tanımlayan Rollo May acaba bu felsefeden haberdar mıydı çok merak ettim doğrusu… 

Peki Nasıl Ortaya Çıktı Bu Felsefe?

Sanat tarihçilerine göre, Kintsugi yanlışlıkla ortaya çıktı. 15. yüzyılda Komutan Shogun Ashikaga Yoshimasa en sevdiği çay kasesini kırdığında, bu kaseyi tamir için Çin’e gönderdi. Araya metal pimler koymak suretiyle birleştirilmiş olarak kendisine geri gönderilen bu kaseyi beğenmeyen Komutan, işten anlayan ustaları göreve çağırdı. Ustalar, araya tutturulmuş metal pimler için ustalar bir çözüm ürettiler. Çatlağı altın bir cila ile doldular ve böylelikle kaseyi hem benzersiz hem de daha değerli bir hale getirdiler. Bu onarım, kaseyi Shogun’un favorisi haline getirdi ve yepyeni bir Kintsugi sanatı yaratılmış oldu.

Kintsugi, kusurları takdir eden wabi-sabi estetik felsefesinden kaynaklanır. İki ayrı kelimeyken zaman içerisinde birleşen “wabi-sabi”, estetik duyarlılık anlamına gelir. Wabi-sabi anlayışında yaşam, her şeyiyle beraber çok değerlidir. Yani yaşamın hiçbir unsuru “kusur” olarak görülmez.

Shogun Yoshimasa, pekala kırılan çay kasesinin yerine yenisini alabilirdi, ancak onu boşa harcamak istemedi. Yerel zanaatkârlar, o kaseyi kırıldıktan sonra daha güzel hale getirerek, zaman ve kullanımın kase üzerinde dövme yaptığı değişikliklere saygı duydular. Bunların aşınma ve yıpranmayı gizlemeye çalışmak yerine takdir edilebileceğini ve hatta vurgulanabileceğini gösterdiler. Böylelikle bizlere de bir nevi başarısızlıkla baş etmeyi öğreten bu Japon sanatını hediye ettiler. Kırıldığınız yerlerden yolunuza daha güçlü devam edebileceğiniz, nice güzel yıllar diliyorum size.

Kapak Fotoğrafı: Instagram / @laurette.b