Dünya nüfusu bu kadar kalabalıkken, insanlığın hiç şahit olmadığı bir pandemi dönemi yaşıyoruz. Evde kalmamız gereken bu günlerde, kitaplara her zamankinden daha da yakınız. Ben de bu dönemde ilk yazımı, güzel bir kitap üçlemesi üzerine kurmak istedim. Dostoyevski ya da Tolstoy kadar ön saflarda gelmese de, Rus edebiyatının önemli isimlerinden Maksim Gorki’nin otobiyografik üçlemesi ʺÇocukluğumʺ, ʺEkmeğimi Kazanırkenʺ ve ʺBenim Üniversitelerimʺ, zorlu bir çocukluktan büyük bir yazara dönüşme yolculuğunun erken adımlarına şahit olmamızı sağlıyor. Kesinlikle okumaya değer.

Maksim Gorki
Maksim Gorki | Fotoğraf: rusedebiyati.wordpress.com

Maksim Gorki ve Otobiyografik Üçlemesi

1868’de, Rusya’da dünyaya gelen Aleksey Maksimoviç Peşkov, 24 yaşındayken gazetede yayınlanan ilk öyküsüyle beraber Rusça’da acı anlamına gelen ʺGorkiʺ ismini kullanmaya başlıyor ve o günden sonra Maksim Gorki oluyor. Neden bu ismi seçtiğine gelin birlikte bakalım.

Çocukluğum

İlk kitap ʺÇocukluğumʺ, Maksim henüz 5 yaşındayken, babasının ölüm sahnesiyle başlıyor. Erken yaşta tanıştığı ölümle, büyükannesinin arkasına saklanarak başa çıkmaya çalışan çocuk, annesinin onu görmezden gelmesiyle bir darbe daha yiyor. Yani, daha ilk sayfadan acının ortasına fırlatılıyoruz. Ancak Maksim’in hikayesinde, Rusya’nın karanlık havası gibi çöken acıya hemen hemen her seferinde eşlik eden bir umut ışığı da eksik olmuyor. Kızını ve torununu yanına almaya gelen büyükanne, Maksim’in hayatına bir güneş gibi doğuyor.

Dedesinin ve büyükannesinin yanına taşınan Maksim, burada yeni bir hayat kurmaya çalışıyor. ʺDemir gibi sertʺ olarak tanımladığı annesi; sert, dayakçı ve cimri dedesi ile anlaşmaya çalışırken, ʺonu tanıyana kadar uyuyor gibiydim, o hayatıma girdi, beni uyandırdıʺ dediği büyükannesi en önemli dayanağı oluyor. Çocukluk döneminde bolca hastalığa, ölüme, şiddete, yokluğa, üzüntüye, korkuya, çaresizliğe şahit oluyor. Annesi tarafından bir süre sonra terk edilen, arkadaş edinmekte zorlanan, dedesinden yaptığı yaramazlıklar için kırbaç yiyen bu çocuk; her şeye rağmen evdeki kiracılarla yakın ilişkiler kurup kendisini sevdiriyor, insanlara bağlanıyor, ufak şeylerden mutlu olabiliyor ve şükretmeyi biliyor. Daha küçük yaşlarda, çevresinde yaşananları algılama yeteneğini, din dahil her şeyi sorgulayan aklını, şiir, müzik ve edebiyata merakını ve yeri geldiğinde sokaktaki çocuklarla kavgaya onu şevkle koşturan savaşçı ruhunu gözlemleyebiliyoruz. İşte bunlar, Maksim’i tüm acıların içerisinde ayakta tutuyor. 11 yaşında annesini de kaybeden Maksim, dedesinin ʺgit, insanların arasına karışʺ demesiyle ekmeğini kazanmak üzere hayata atılıyor. İlk kitabı bu cümleyle noktalıyoruz.

Ekmeğimi Kazanırken

İkinci kitap, ʺEkmeğimi Kazanırkenʺ işte bu ekmek mücadelesini anlatıyor. Kunduracıda çıraklıktan akraba evinde hizmetçiliğe, gemide bulaşıkçılıktan fuar inşaatında çavuşluğa kadar birçok farklı işte çalışıyor Maksim. Hepsinde egolarla, hırsızlıkla, kavgalarla, rutinlikle, yorgunlukla ve tabii yine ölümlerle karşılaşıyor. Tüm bunlara rağmen büyürken, ruhunu da zenginleştirebiliyor, yine insanlarla yakınlık kurabiliyor ve bu insanlarda neşe yaratabilmek için çabalıyor. O dönem, halk arasındaki genel algı kitap okumak kötü bir şeydir şeklinde olmasına rağmen, kitaplara sevdalanıyor, bulduğu her fırsatta kitaplara koşuyor. Tüm imkansızlıklara rağmen, her zaman çevresinde ona kitap verebilecek insanlar buluyor. Bir şeye tutku derecesinde bağlı olduğumuzda şartlar ne olursa olsun ona ulaşabilmek işte böyle bir şey. Gelecekte büyük bir yazar olmanın temellerini sanırım bu yıllarda atıyor Maksim. Dayısından dinlediği bir şarkı, bu erken gençlik dönemindeki hayata yaklaşımını özetliyor:

Kader engel değildir gülüp oynamaya

Bizi iki büklüm edermiş, etsin varsın!

Gülüp oynayacağız biz yine de

Başka türlü yaşamak aptallıktır dünyada!

Benim Üniversitelerim

Üçlemenin son kitabı, ʺBenim Üniversitelerimʺ ise Maksim’in üniversite okumak ümidiyle Kazan şehrine gelmesiyle başlıyor. Büyüdüğü yerden ve büyükannesinden ayrılan Maksim, arkadaşında kalıyor ve tekrar yeni bir hayat kurmaya çabalıyor. Okuma hayaliyle geldiği büyük şehirde sefil hayattan kurtulamıyor ve bir fırında, günde 14 saat çalışmaya başlıyor. Okula gidemiyor, büyükannesini kaybediyor, yine de başını dik tutuyor, kitap okumaya devam ediyor, üniversite öğrencileriyle arkadaşlık ediyor, hayal gücünü genişletiyor. ʺİnsanı, çevresine gösterdiği direncin insan yaptığını çok erken anlamıştım.ʺ diyor ve direniyor. İnsanlara mantıklı, iyi şeyler yayma amacıyla hayata tutunuyor. Ancak, hem uzun süredir aralarında yaşadığı işçiler, hem de yeni yeni tanıştığı üniversite öğrencilerinin yaptıkları kötü şeyler onda hayal kırıklığı yaratıyor ve 19 yaşında intihara kalkışıyor. Sonradan, ʺbunu neden yaptığımı kendim de bilmiyorumʺ dediği intihar girşimi başarısız oluyor, sadece yaralanıyor. Bu olaydan sonra, yine kendisini sevdirmeyi başardığı biri tarafından sahipleniliyor ve onun dükkanında çalışmaya başlıyor. İntiharın utancı yavaş yavaş yendiği bu dönemde köylülerinin acımasızlığı ve zorbalığıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Köylülerin dükkanı ateşe vermesiyle sonlanan bu macera, Maksim için yeni sulara yelken açmak anlamına geliyor.

Maksim Gorki, 45 yaşında yazmaya başladığı ve 10 yılda tamamladığı otobiyografik üçlemesinde, 20’li yaşlarının başına kadar olan hayatını bu şekilde anlatıyor.

Çocukluğum kitabındaki, ʺBiliyor musunuz, çok yalnızım; dünyada hiç kimsem yok! İnsan susar, susar, ama bir gün gelir, ruhunda biriken şeyleri ansızın boşaltmaya başlar…ʺ satırları belki de yakında ortaya çıkacak potansiyelinin ipuçlarını veriyor.

Kapak fotoğrafı: Instagram / @sev.kitaplari

İlginizi çekebilir: Beril Sarıca’dan Dostoyevski