Günümüzde yerini 3. dalga kahvecilere bırakan pastane kültürünün İstanbul tarihinde ve şehrin kültür yaşamında oldukça önemli bir yeri vardı. Özellikle Levanten ve gayrimüslim azınlığın ikamet ettiği Pera bölgesi yani Grand rue de Pera, şehirde lüks tüketimin başladığı likörün, çikolatanın Osmanlı insanıyla tanıştığı bir konumdaydı. Bir patisserie veya brasserie’de dostlar ve aile üyeleriyle oturup bir şeyler içmek ve sohbet etmek bir hayli sınıfsaldı çünkü.

markiz1
Markiz Pastanesi, Dışarıdan | Fotoğraf: Karaoren.com

Şehirleşmenin, modernleşmeyle paralel ilerlediği 19. Yüzyılın sonlarında kahvehaneler dışında şehrin yeni bir sosyalleşme mekanı vardı artık, o da patisserie’ler… O dönem dışarıda sosyalleşmek, belki bir öğle yemeği yemek, dadılarının küçük hanım ve beyleri muhallebi yemeğe çıkarması, Fransız tatlıları ve çikolatalarından yiyerek tanıdık simalarla görüşme ve sosyalleşme imkanı, pek çok yenilik gibi yine varlıklı aileler, Avrupa görmüş gayrimüslim vatandaşlar ve yabancılar aracılığıyla şehre gelir. İstanbul’da bugüne kadar varolan pastane kültürünün, gayrimüslim unsurlar ve Doğu Karadeniz’den Rusya ve Polonya’ya gidip dönen ustalar ile ülkeye geldiği de söylenebilir.

Şehrin ünlü pastanelerinden konu açılınca ilk akla gelenler Lebon, Nisuaz, Baltzer, Savoy ve Markiz’dir elbette. Bugün yerinde olmayan bu işletmeler, her ne kadar tatlıcı olarak isimlendirilmişseler de Ali Muhiddin, Hacı Bekir türevi klasik “tatlıcılardan” oldukça farklıydı. Peki nasıldı bu “tatlıcı”lar? Kimlerin uğrak mekanıydı ve şehre ne katıyorlardı? Gelin, şehrin sosyo-kültürel yapısını yeniden şekillendiren, Pera ve çevresinin bugün bile “cool” kalmış çehresini oluşturan, her gün önünden geçip içeriye göz attığımız Markiz Pastanesi’nden ve onunla ilişkili olan Lebon Pastanesi’nden başlayalım.

Lebon Pastanesi

Lebon Pastanesi’nin Fransız Büyükelçiliği’nde pastacıbaşıyken ayrılıp sonra Mösyö Vallauri’nin şekerci dükkanında çalışan Eduard Lebon tarafından kurulduğu sanılsa da kayıtlara göre oğlu Mösyö Lebon tarafından kurulmuş olması daha da olası. 1850’lerde kurulmuş olan Lebon Pastanesi, İstanbul’un en ünlü davet, balo, pastane, şekerci, çay salonu ve lokanta mekanlarından biri olarak anılıyordu. Hatta o dönem ve sonrasında hafızalardan silinmeyecek “Chez Lebon, tout est bon” yani “Lebon’da her şey iyidir.” tekerlemesiyle dillere pelesenk olan bir motto’ya da sahipti. Lebon Pastanesi, Fransız drajeleri, bonbonları, şarapları, garsonları ve hizmet kalitesinin yanısıra Alexandre Vallauri tarafından tasarlanmış iç mekan dizaynı ile de hafızalarda yer edinmiş ve biricikliğini de uzun yıllar korumuştu. Limoges ve Havilland porselenlerinin, Degugis kristallerinin ve Christofle yemek takımlarının yanı sıra 1920’lerde Avrupa’dan getirtilen “Art Nouveau” fayans duvar panoları da Lebon Pastanesi ile bir bütün oluşturuyordu. 

Beyoğlu Pastane Kültürü | Fotoğraf: Pinterest.com

Şehrin modernleşme pratikleri açısından ilklere ev sahipliği yapan Pera’da Lebon Pastanesi öyle vazgeçilmez bir mekan olmuştu ki 19. Yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde edebiyat dünyamızın meşhur simalarının da uğrak yeri olarak anılıyordu. Ahmet Haşim, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamit gibi edebiyatçılarımızın buluşma noktasıydı Lebon Pastanesi. Eskilerin Beyazıt Küllük Kahvesi, yerini her şeyiyle modern Fransız kafesi olan Lebon Pastanesi’ne bıraktı. 

lebonmenu
Lebon Pastanesi’ne ait menü| Fotoğraf: Fakultesanat.com

Ancak Lebon Pastanesi, Passage Oriental’da 1940 yılına kadar yerini koruyabilmiş, daha sonra ise Kumbaracı Yokuşu’ndaki yeni mekanına taşınınca da yerini bugün, boş ve hüzünlü gözlerle İstiklal’de önünden geçtiğimiz Markiz Pastanesi’ne devretmişti. Markiz Pastanesi, ünüyle Lebon Pastanesi’ni unutturup Pera’nın vazgeçilmez pastanesi ve buluşma mekanı olarak anılmaya başlanmıştı. 

Markiz Pastanesi

Markiz Pastanesi’nin Büyüleyici İç Mekanı | Fotoğraf: Karaoren.com

1940 yılına gelindiğinde Lebon Pastanesi, Avedis Ohanyan Çakır tarafından satın alınarak el değiştir ve adı Markiz Pastanesi olur. Çakır, burada ürettiği çikolata ve şekerlemeleri Paris’teki meşhur “Marquise de Sevigne” kalitesinde sunmak istediği için mekana “Markiz” adını verir. İç mekanda vitraylarla bütünleşen “Art Nouveau” seramik panoların mekana kattığı benzersiz hava, şehrin üst ve orta sınıf çevrelerini tatmin eden hizmet anlayışı, nefis tatlı, yemek ve çikolatalarıyla da yıllarca yerini muhafaza eder. Ancak 1980’lere gelindiğinde içinde bulunduğu Şark Aynalı Çarşı Pasajı, bir otomotiv şirketine satılınca kapanır. Kaderine terk edilen mekan 2003’te restore edilip yeniden açılır. Fakat birkaç yıl sonra farklı işletmelerce kullanılan mekan, isminden başka eski ihtişamlı günlerinden bir iz bırakılmamıştır. 2016 yılına gelindiğinde ise yeniden kapanır.

Şimdilerde hüzünlü ve terkedilmiş Markiz’in önünden her geçtiğinizde içeriye bir göz gezdirip, eski güzel günlerini hayal etmeye çalışıyorsanız, yalnız olmadığınızı bilin isterim.

Kapak Fotoğrafı: Fakultesanat.com

İlginizi çekebilir: Umut Hanioğlu’ndan İstanbul’un Art Nouveau Şaheserleri