“Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, … 1,565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk… boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”
Daha, Hakan Günday

Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı 2 milyona dayandı, 1 Mart 2015

Mersin’de 333 kaçak göçmen yakalandı,19 Ocak 2015

361 kaçak göçmen yakalandı, 7 Aralık 2014

Akdeniz’de sürüklenen kaçak göçmen gemisi İtalya Limanında, 3 Ocak 2015

Google’da 2 anahtar kelime, her gün görüp da hissizce baktığımız, yüzlerce insanın felaket haberini alt alta diziyor. Kim bu insanlar? Nereye sürükleniyorlar? Bugünlerde bir çok kişinin sadece şikayet sebebi olarak gördüğü sokaklarda yaşayan Suriyeli mültecilerin hikayeleri ne?

UNHCR’ın raporuna göre 2014 yılının ilk yarısında zorla yerinden edilmiş olan 5.5 milyon kişiden, 1.4 milyonu, uluslararası sınırlardan geçerek ülkelerinden kaçıp mülteci oldu, geri kalanı ise kendi ülkeleri içinde yerlerinden edildi. Her geçen gün ağırlaşan Suriye krizinde, ülke içinde insanlar açlıkla boğuşur, siviller hedef alınır ve öldürülürken, toplam Suriyeli mülteci sayısı rekor seviyeye gelerek toplam 3 milyona ulaştı. 2014’ün ilk yarısında 815.000 kişi tahminiyle dünyada en çok Suriyeli mülteci sığınan ülkelerde 3. sıradaydık.

alan

Türkiye’nin İnsan Hakları Gündemi Konferansı’nda paylaşılan verilere göre Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteciler, gündelik yaşamda linçe maruz kalıyorlar. Mülteci nüfusunun yarısını oluşturduğu tahmin edilen çocuklar, sokakta cinsel istismara açık, zorla çalıştırılıyorlar; ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyorlar. Basının söyleminde, “göçmenlerin iş hakkını kısıtladığı, sosyal hakları kısıtladığı, Suriyelilerin hakları çaldığı” öne çıkıyor. Nefrete nefret ekleyip zaten darmadağın olmuş yaşamları daha da kötüleştirmek için elimizden geleni yapıyoruz.

Kumaş Meselesi

Verdiği mesaj ve vuruculuğu bir yana, yaşadığımız toprakları, dolayısıyla da bizi çok yakından ilgilendirdiği için SALT Galata’ya gidip görülmesi gereken Nikolaj Bendix Skyum Larsen’in Düşlerin Sonu enstelasyonu, Avrupa’ya ulaşmak üzere Akdeniz’i geçmeye çalışırken hayatını kaybeden sayısız masum göçmene bir ithaf edilmiş. Enstelasyonu incelerken her  gün sokakta gördüğümüz insanları ve Hakan Günday’ın okuyanının sinirlerini alt üst eden, insan kaçakçılığı ile ilgili romanı Daha’yı düşünüp durdum. Roman, adı üstünde romandı, kurmacaydı ama aslında içinde insanlığa dair can acıtıcı gerçekler barındırıyordu. Günday’ın romanında unutamadığım bir “kumaş meselesi” vardı:

“… Mezhep savaşları da moda gibiydi. Yirmi yılda bir kendini tekrar ederdi. En azından, Ortadoğu’da. Batı’da insanlar kendilerine yakışanı giymeyi çoktan öğrenmiş olduğundan, artık sadece fosil yakıtlar gibi asil renkler için kan döküyorlardı….

Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi her şey, kumaşlarla ilgiliydi. Adalet tanrıçası Justitia’nın göz bağından bayraklara kadar, her şey bir kumaş meselesiydi… Hala çıplak kalabilmiş birkaç Amazon yerlisinin yüzlerindeki o huzur, kumaşsızlıktan geliyordu.”

SALT Galata’daki Düşlerin Sonu’nda, Günday’ın bahsettiği, insanların hayatlarını mezhep, güç, petrol gibi sebeplerden mahveden o berbat kumaşların heykellerine bakıyormuş gibi hissettim. Heykelleri yapan sanatçı, Nikolaj Bendix Skyum Larsen de kumaşlardan yola çıkmış denebilir aslında. Başka işlerinde de mülteciler konusuna değinen Larsen; “Her gün boğulmuş mültecilerin fotoğraflarını görüyordum ve işimle bu konuya dokunmak istedim. Bu insanları bir bir eserle onurlandırarak onların unutulmamalarını sağlamak istedim,” diyor. Larsen, yan yana beyaz pamuk kumaşlara sarılmış mülteci cenazeleri olan bir fotoğraftan yola çıkarak 48 tane kumaşa sarılmış vücut görünümlü heykel tasarlamış. Sanatçı, ceset torbalarını andıran bu heykelleri, tüm yüzeyleri sualtı organizmalarıyla kaplanana kadar denizde bırakmayı, sonrasında da denizin bıraktığı izlerle bir enstalasyon olarak sergilemeyi amaçlayarak heykelleri Güney İtalya’nın Calabria bölgesindeki Pizzo Calabro liman kasabasında denize indirmiş.

beklerken

Heykeller denizde beklerken, Güney İtalya

Heykeller denizde beklemedeyken sanatçı, işinde birşeylerin eksik olduğunu düşünmüş ve fikirler arasında gidip gelmiş. Larsen kendini sorgularken, sakin Akdeniz iklimine sahip, fırtınanın beklenmedik bir olay olduğu o İtalyan kıyısında haziran ortası birdenbire büyük bir fırtına kopmuş ve heykeller kaybolmuş. Sanatçı, ilk önce fırtınanın işlerini mahvettiğini, emeklerine yazık olduğunu düşünerek oldukça üzülmüş. Fırtınadan sonra bulabildikleri heykelleri toplamaya başladıklarında Larsen’in asistanı Giuseppe Politi, su altında amatör kayıt almak istemiş. Larsen bu kayıtları izledikçe bir aydınlanma yaşamış ve video enstelasyonu fikri geliştirip asistanını farklı çekimler yapma konusunda yönlendirmiş.

Nikolaj Bendix Skyum Larsen, SALT’ta yaptığı konuşmasında işte bu beklenmedik fırtına sayesinde kafasındaki eksiklerin doğa tarafından tamamlandığını anlatıyor. Heykeller acımasız ve beklenmedik bir doğa olayına maruz kalarak mülteciler gibi denize savrulmuş oluyorlar. Bu bağlamda, su altı kayıtları ile heykellerin bir araya geldiği yeni enstelasyonda, hem fiziksel hem de ruhen (gittikleri yerde kabul edilmeme, savrulma, itilme) canları acıyan göçmenler, çok daha güçlü ve vurucu bir şekilde sembolize ediliyor.

Kozadan Kumaşa

rendezvous

Sharjah Bienali, 2005 – Rendezvous

Nikolaj Bendix Skyum Larsen’in göçmen hikayelerine olan ilgisi, 2003 yılında Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Sharjah Bienali’ne davet edilmesiyle başlamış. Bienalde hem eserini sergileyen hem de Arap topraklarında daha fazla vakit geçirmek için teknisyen olarak çalışmaya başlayan Larsen, Hindistan ve Pakistanlı işçilerle arkadaş olup onların hikayelerini dinlemiş. Bu arkadaşlığın sonunda, 2005’te Sharjah Bienali’ne bu işçilerle ailelerini video enstelasyonunda biraraya getirdiği “Rendezvous” ile geri dönmüş. Birleşik Arap Emirlikleri’nde çalışan Hintli işçilerin Hindistan’daki ailelerini bularak kayda alan Larsen, videolar sayesinde birbirinden kilometrelerce uzaklardaki aile bireylerini bir karede buluşturmuş olmuş.

 

ideallad

Larsen, ailelerine bakmak için yabancı ülkelerde kötü şartlarda yıllarca çalışan bir nevi süper kahraman olarak gördüğü işçiler için “Ideal Lad” tanımını yapıyor.

Larsen’in göçmenlere olan ilgisi 2005’ten sonra da devam etmiş ve 2011’de gerçekleşen Folkstone Trienal’ine SALT Beyoğlu’nda da gösterilen Fransa’da bir liman kasabası olan Calais’den İngiltere’ye geçmeye çalışan binlerce göçmenin kasabadaki hayatlarını belgelediği Promised Land (Vadedilmiş Topraklar) filmi ile katılmış. Sonra bu filmi (yine SALT’ta gösterilen) Reflections from Meriç (Meriç’ten Yansımalar) (2013) ve End of Season (Mevsim Sonu) (2014) filmleri izlemiş.

Larsen’in 2011’de katıldığı Selanik Bienali’nde sergilediği Ode to the Perished işi ise End of Dreams’in ilk adımı olarak görülebilir. Yunanistan-Türkiye arasında boğularak hayatını kaybeden göçmenleri simgeleyen ve Selanik’teki Yeni Camii’nin tavanından sarkan heykeller, yeni bir hayatı temsil eden koza şekline benzetilmiş. Larsen, kozaya benzeyen heykellerin hem çok trajik bir yanı olduğunu hem bir umut barındırdığını söylüyor. İnsan kozaları, hep bir kelebeğe dönüşme potansiyelini içlerinde barındırıyorlar. Fakat insanların hikayeleri, kelebeklerinki kadar renkli ve güzel olmuyor ve yolun diğer ucunda, İstanbul’da, kozalar insan kaçakçılığına, fırtınaya, boğulmaya kurban giderek ceset torbaları halinde izleyicileri acımasız gerçeklikleri ile çarpıyorlar. 

odetotheperished02 (1)

Selanik Bienali – Ode to the Perished

Larsen’in Selanik’teki işindeki gibi, romanında Türkiye’den Yunanistan’a geçmeye çalışan mültecileri anlatan Hakan Günday’ın Daha kitabının tanıtım pasajı, sergiyi gezerken aklınızda olsun: “Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor…”

IMG_0531

Düşlerin Sonu, İstanbul