zagreb cover

Gece vakti varıyorum Zagreb’e. Yollarda olmanın verdiği alışkanlık ile hiç yabancılık çekmeksizin, yolları biliyormuşçasına tramvaya biniyorum ve şehrin ana meydanına gidiyorum. Noel zamanından kalma bir büyük bir çam ağacı hala meydanda duruyor ve gelenlere güzel bir hoş geldin diyor. İki gece bana ev sahipliği yapacak olan hostel, şehrin en ünlü ve kalabalık sokağı Ilica’da. Sevimli hostele yerleşiyorum ve çabucak sabah olsun diyerek uykuya dalıyorum. Sabah altıda uyanıyorum kendiliğimden ve minik bir kahvaltıdan sonra ver elini Zagreb sokakları.

Bir kere anlaşalım, dümdüz bir şehir değil burası, arada yokuşları var. Ama öylesine keyifli ki bu yokuşları inip çıkmak… Arnavut kaldırımları seviyorsanız hele, hiç sıkılmadan saatlerce yürüyebilirsiniz düzenli ve temiz sokaklarda. İlk durağım St. Mark Meydanı, şehrin en turistik yerlerinden. Sonra biraz kayboluyorum ve şehri yukarıdan izleyebileceğim bir yere geliyorum, ünlü fünikülerin hemen yakınları. Kırmızımtrak çatıları ve hafif sisli havasıyla göz kırpıyor şehir. Sonrasında fünikülere biniyorum ve ta-da! Kaldığım hostelin sokağına varıyorum.

Şehrin turistik mekanlarını gördükten sonra Booksa’ya doğru yol alıyorum. Booksa bir kitap kulübü, sevimli iç dekorasyonu ve sıcak renkleriyle harika bir mekan. Adını “Buksa”dan alıyor, buksa Hırvatça’da hapishane demek. “Keşke her şehirde bir Booksa olsa” derken mutluluğum kısa sürüyor çünkü Booksa’nın nazik çalışanları bana mekanın Pazartesi günleri aslında kapalı olduğunu söylüyor. Orada vakit geçirip yerel dergilere ve yerel sanatçıların işlerine göz atamadığım için biraz üzülüyorum ama görmek de yetiyor açıkçası.

branimirova

Bir sonraki durak Branimirova Caddesi. Bu cadde, yaklaşık 450 metrelik, sokak sanatıyla bezenmiş duvarıyla ünlü. Upuzun duvardaki her eser birbirinden güzel. Yanımdan arabalar geçip giderken ben ağzım açık duvara baka baka yürüyorum, bazen durup uzun uzun bakıyorum. Zagreb’e gidiliyorsa kesinlikle görülmesi gereken bir yer, özellikle de daha alternatif şeyler arayanların seveceği bir cadde.

tolkiens house

Akşam hostelde durmak istemiyorum ve yine sokaklardayım. Dolanırken hiç beklemediğim bir yerin önüne çıkıyorum, Tolkien’s House! İtiraf: Daha önce yazdığı hiçbir şeyi okumadım Tolkien’in. Ama  yine de mekan inanılmaz çekiyor beni ve kendimi içeride buluyorum. Caz çalıyor içeride ve beni direkt fethediyor mekan. Duvarlar zırhlar, kılıçlar, baltalar ve Orta Dünya’ya ait birçok nesneyle dolu. Bana yabancı olmasına rağmen fazlasıyla güzel.

maksimir pavilion

Sondan bir önceki durağım: Maksimir. Güzel, huzurlu ve kocaman bir park Maksimir. Neredeyse 1.5-2 saatimi bu parkta yürüyerek geçiriyorum ve bir kere daha Zagreb’i seviyorum. Etraf o kadar güzel ki insan vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor, bir nevi meditasyon. Zagreb’in sakinleri çok şanslı olsa gerek, şehrin içinde böylesine güzel ve yeşil bir yer olduğu için. Parkın içinde bir de The Pavillion of Echoes var. Parkın içinde kalan tek kameriye burası ve yapıldığı zaman orman perisine adanmış. Uzakta duramıyor ve içeri girip şarkı mırıldanıyorum, yankılanan sesimi dinliyorum.

velvet cafe

Zagreb’teki son durağım, Velvet isimli bir kafe. Ilica’da yürürken ara sokaklardan birinde, bulması biraz zor ama kesinlikle çok güzel. Mekana gri ve yeşil hakim. Mermer masalar, gri sandelyeler, duvar kenarlarında rahat gri koltuklar ve mekan içindeki bitkiler! Sırtımın dönük olduğu duvar çizimlerle kaplı, tavandan sarkan değişik avizeler. Bayılıyorum bu güzel kafeye, kahvemi içip bir saat kadar notlar alıyorum minik defterime ve şehirden ayrılmaya hazırlıyorum kendimi ruhen. Ve bir de söz veriyorum, havalar güzelken tekrar Zagreb’e gelip şehri daha fazla keşfedebilmek için.