Mamut Art Project, 19 Ekim’de başlayan 2021 edisyonunda daha geniş bir sergileme alanı ve içeriğiyle, fiziksel ve çevrim içi olarak izleyiciyle buluştu. Yapı Kredi bomontiada’nın bahçesi dahil olmak üzere üç mekânına yayılan sergi alanı ve zengin içeriği ile 43 yeni sanatçının eserleri ve “Dreamscapes” adı altında özel bir seçkinin yer aldığı Mamut Art Project, 31 Ekim tarihine dek ziyaretçilerini ağırlamaya devam edecek. Seçkide yer alan Melda Yaramış, Kiki, Ahmet Özcan ve Batınay Ünsür ile sohbet ettik.

Melda Yaramış

Melda Yaramış 

Çalışmanızın omurgasını rüya kavramı oluşturuyor. Eseriniz, beş senedir not ettiğiniz rüyalardan ilham alıyor. Eserin yaratım hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?

Rüyalarımı yazmaya başlamam işlerimin üretim sürecinden bağımsız olarak ortaya çıktı esasen. Uykuda geçen zamanı hayatımdan bir parça, yaşanmışlık ya da o dönemdeki ruhsal durumumu en sâf haliyle gösteren anılar bütünü olarak gördüm. Bir şekilde onları kalıcı belleğimdeki anılarım kadar net hatırlamak istedim. O dönem David Lynch’in “Mulholland Drive” filminden de çok etkilendiğim bir dönemdi. Bu süreçte uyanır uyanmaz rüyalarımdan notlar almaya başladığımda, görüntülerin çok daha berrak olduğunu farkettim. Onları yazmak, unutup tekrar okumak bir süre sonra çok eğlenceli bir aktivite olmaya başladı benim için. Yazdıkça bir sonraki rüyalarımı daha net hatırladığımı, eskisinden daha fazla rüya görmeye (hatırlamaya) başladığımı fark ettim.

Bu benim yıllarca keyif aldığım, sonrasında okurken eğlendiğim, kendimi daha iyi tanımaya başladığım ve insan olmanın tuhaf yanlarını keşfettiğim bir deneyim oldu. İşlerimi üretmeye başladığım noktada, tuhaf nesnelerle, tekinsiz karakterlerle ve absürt olaylarla dolu yetmiş iki tane rüyanın yazılı olduğu bir defter vardı elimde. 

Tüm bu varlıkların üç boyutlu dünyada nasıl görüneceği merakımın peşinden giderek sulu boya, seramik ve çamur gibi malzemeler kullanarak kompozisyonlar kurgulamaya ve üretmeye başladım. 

Melda Yaramış

Rüyalar, rüyalarda görülen imgeler ve hikâyeler bir benlik yansıması olarak okunabilir mi? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kendi yazdığım rüyalardan yola çıkarak kesinlikle birer benlik yansımaları olduğunu söyleyebilirim. Özellikle yıllar önce yazdığım, o an hiç de farkındalığını yaşamadığım rüyalarımı okuduğumda duyduğum bir cümleden, yaşadığım bir olaydan, o anki psikolojik durumumdan ya da tahmin bile edemeyeceğim bir anıdan alıntılar olduğunu görebiliyorum. Karmakarışık kurgulara sahip ve anlamsız gibi görünen senaryoların arkasında insanların benliklerinden birebir izlerin olduğu, bunların kişinin psikolojik ve fiziksel bütünlüğünün yansımaları olduğu okunabilir. 

Bu sene Mamut’ta yer almak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Mamut Art Project benim yıllardır ilgiyle takip ettiğim bir proje. Özellikle genç sanatçılara bir temsil alanı yaratması, sanatın farklı alanlarından sanatçının işlerini izleyebilmek ve onlarla aynı platformda buluşmak adına çok değerli ve keyifliydi benim için.

Kiki

Kiki

Dünyaya bir daha gelmek, yeniden doğum, kendini doğurmak “13 Karede Annemi Öldürdüm” eserinizin temel meseleleri arasında yer alıyor. Ailelerimizle yüzleştiğimiz, çocukluk travmalarımızı fark ettiğimiz erişkin yaşlarda geçmişi ele alış şeklimiz hayatımızın sonraki dönemini etkileyebiliyor. Siz geçmiş sebebiyle hayata küsmek yerine hayatı zorlaştıran anne figürü yerine kendinizi yerleştiriyorsunuz. Bir nevi kendi hayatınızı yeniden kurguluyorsunuz. Eserin yaratım hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?

Üretimin terapi yönünü içselleştirdiğim ve gerçekten hayatımda olumlu etkilerini görmeye başladıktan sonra yüzeye aktardığım konular, figürler hayatıma ve yaşadıklarıma paralel gitmeye başladı. Seriyi yapmaya başladığım zamanlarda aileme “ifşa” olmuştum -drag yaparken sahne fotoğraflarımı buldular-. Zaten trans farkındalık sonrası süreçte, sadece o da değil, aile kavramının ne denli yalan, iki yüzlü ve olumsuz bir yerde konumlanması üzerine sıkça düşünüyordum, çünkü yaşıyordum da bu düşündüğüm şeyleri. Sadece bazı zamanlar o organik bağın olması, sahte de olsa güvende hissettiriyordu ki asla öyle değildi. O süreçte farklı bir bağım olduğunu düşündüğüm biyolojik annemin toksikliğini hayatımın her evresinde hissediyor ve kurtulmak istiyordum fakat kolay olmuyor o durum.

İlk gördüğüm kişi, ilk ve en sık iletiştiğim insan kendisi, ağzına bakıyorsunuz her koşulda. Bırakması en zor bağımlılıklardan belki de. Bunun üzerine bir çözüm yolu ararken, annemi suçlamanın, ona ihtiyaç duyduğum için kendimi yaralamanın bir işe yaramadığını fark edip farklı bir yol çizmeye karar verdim. O da bu seri oldu. Başlarken aklımda sadece anne olarak hissettiğim o kişinin yerine kendimi koyacağım ve 27 yıllık geçen süreçte “travmatik” olarak adlandırılan deneyimlerime bir şekilde farklı ve iyileştirici yaklaşımlar yapacağım dedim. Öyle de oldu. Tıkanık bir borunun tekrar açılması ve akması gibi. Bir yandan da zorunda bırakılmanın verdiği durum bu. O toksikliği hayatımda devam ettiremezdim. 71 cm canavar travesti Kiki ggNash’ın yaşaması için birine veda etmem gerekiyordu o da büyük yer kaplayan toksik annemdi, vedası da edildi. Evlatlarını şutladıkları için bu serüveni yaşadım, e sizler de bu sayede şahit oldunuz, zorunlu ama muhteşem doğumuma.

Kiki

Bu yeniden doğum hikâyesinde tüm rolleri siz üstleniyorsunuz. Doğan, doğuran, doğurtan… Otoportre olarak tanımlayabileceğimiz bu resimlerde yaratık, korkunç, deformasyona uğramış figürler karşımıza çıkıyor. Bu betimlemeyi tercih etmenizin sebebi nedir?

Toplumun bana kendimi bildiğimden beri “öylesin sen” demesi üzerine istemsizce gerçekleşti aslında o figürlerin yaratımı. Temelinde korkutmak ve terörizasyon mevcut; çünkü, trans bir kimlik olarak hayatın çoğu yerinde o figürler gibi hissettirilebiliyorum. Tabii dinamikleri zamanla değiştirdim, korkuyordum ki hâlâ bazen.. Ama artık ben de korkutuyorum. Gerek resimlerimle gerek canavar diye yarattığım drag personamla. 

“13 karede annemi öldürdüm”, zorunda bırakılmışlık üzerine yaptığım bir resim serisi, çünkü hissettiğim hayatı yaşamayı tercih ettiğim anda bu paketi elime veriyorlar, o yüzden tüm roller de bana kaldı, e ben de layığıyla kullandım.

Bu sene Mamut’ta yer almak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Eğlenceli ve heyecanlı bir deneyim oldu/oluyor. Profesyonel düzlemde ilk yer aldığım sergi. Görünürlük için de doğru bir başlangıçlardan birisi.

Ahmet Özcan

Ahmet Özcan

Eseriniz canavar kavramına farklı bir boyut getiriyor. Bakış açımıza göre aslında bir canavarın korkunç yerine sevimli de algılanabileceğinin sinyallerini veriyor. Eserin yaratım hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?

Yaratım sürecim, artık hayatımın ve dolayısıyla eserlerimin öncelikli bir parçası hâline gelmiş olan canavarları başka bir formda, medyada canlandırmak istememle başladı. Artık onları iki boyuttan kurtarıp üçüncü boyuta geçirmek, gerçek dünyada dokunup hissedebileceğim konuma getirmek istedim. “Canavar Çağıran Bayraklar” projesinin ana teması da tam olarak bu zaten; onları var oldukları diğer gerçekliklerden buraya, bizim gerçekliğimize çağırdım. Bugüne kadar kağıtları kesip boyutlu çalışmalar yapmış olsam da hiçbir zaman dikiş makinesinin başına geçip bir canavar dikmeyi, içini doldurup bir kukla-model yapmayı düşünmemiştim. Proje içinde bu benim için yeni olan medyayı da denemek ve insan bedenine benzer bir kurguyla, çağrılmış bir canavarı canlandırmak istedim. Yaptığım kukla, kâğıt işlerdeki diğer canavarların çağrısı ya da bir tür büyüsü sayesinden bu gerçekliğe gelmiş bir ziyaretçi aslında.

Ahmet Özcan

Bu çalışmalar gerçeklikten uzak masal diyarlarını anımsatıyor ve normal-anormal kavramına farklı bir yorum getiriyor. Sizin canavar tanımınız nedir?

“Canavar” olarak tanımlanan şeyleri düşündüğümüzde, aklımıza ilk olarak kötü, korkutucu, tehditkâr, ölümcül, çirkin vb. sıfatlara sahip gerçek ve gerçeküstü varlıklar gelir. Burada tetiklenen elbette insanın temel korkuları (ölüm, acı, bilinmezlik, doğaüstü güçler, tanımlanamayan şeyler vs.). Sıra dışı formlara, korkutucu, çarpıcı görünüme sahip varlıkları da “canavar” olarak tanımlamak çok kolay ve tüm bu tanımlama durumları kültürel, dinsel kodların taşıdığı bir sonuç. Her biçimsiz, her çirkin, her korkutucu varlık yerleşmiş karşılığı ile “canavar” olarak adlandırılamaz. Buradaki çıkmazı yaratan, aslında kötünün, çirkinin, korkutucu olanın öznel yorumlara bağlı oluşudur. Benim canavarları yaratma amacım -ki aslında söz konusu anlamda canavar olmayanlar-, insani tanımlardan özgürleşmek adına bir “tanımsızlık” yaratma çabası üzerine kurulu. Biçimleri ve özellikleri insan tarafından kurgulanan mitolojik, efsanevi, sanat eserlerinde günümüze kadar kurgulanmış, canavarlaştırılmış varlıkların dışında “canavar” tanımına karşılık gelmeyen ve onu ortadan kaldıracak yeni, tanımsız doğaüstü “şeyler” yaratıyorum.

Bu sene Mamut’ta yer almak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Çok keyifli ve heyecan veren bir deneyim oldu benim için, bu sene dördüncü defa başvurmuştum ve sonunda projem kabul edildi. Elbette geriye dönüp baktığımda, geçen senelerde oluşturduğum başvurularımdaki eksikleri, amatörce yapılmış yanlışları görebiliyorum.

Batınay Ünsür

Batınay Ünsür

Çalışmanızda ana akım sinemanın ve gişenin diktatörlüğünde alternatif bir bakış açısı sunuyorsunuz. Eserin yaratım hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?

Her şeyden önce, ortaya bir şey koyabilmek için yüksek bütçeli prodüksiyonlara ihtiyaç duymadığımızı göstermek istedim. Benim için süreç aslında fotoğraf makinem ile sık sık vakit geçirmemle başladı. Vakit geçirdikçe, sanki sinemanın asıl özünü keşfediyormuşum gibi oldu. Sürekli hareket hâlinde olan gerçeklikten, bir parça süreksizliğin kopyasını çıkartmak ve çerçeve içinde ona tekrar tekrar bakmak çok ilgi çekici gelmişti bana. Fotoğraf mantığıyla topladığım hareketli görüntüleri ikinci bir düzlemde, farklı şekillerde yan yana getirmeyi denedim. Bu kopyaları birleştirdikçe anlamın ne kadar da değişken olabileceğini gördüm. Aynı sözcükler gibi. Ortaya bir şeyler çıktıkça defterime yazıyordum. Yazdıkça da bir hikâye şekilleniyordu.

Bir filmin; yazılış, çekim ve kurgu sürecini tek bir sürece indirgedim. Yaptığım şeyin varsayılan sinema mantığına pek de uymadığını düşündüm. Yani ana akım sinemada böyle bir şeye yer yoktu. Çünkü ilk başta ortada bir yazılı metin bile yoktu. Ancak sinemanın tarihini araştırdıkça, özellikle belgesel sinema alanında, bir sürü farklı anlatı denemelerinin olduğunu gözlemledim. Bu da bana, ana akım sinemanın bir alternatifini sunma isteğini ve gücünü vermişti. Özünde görsel ve işitsel algıya hitap eden bir anlatı tarzı olan sinema üzerine düşündükçe; onun çoğunlukla hikaye, karakter, çatışma gibi edebiyat ögelerinden yararlanmasını sinemanın kendi özünden uzak buldum. O kadar fazla olanak ve materyal varken yalnızca belli bir kalıpta ilerlemek bir süre sonra yerinde saymaya yol açıyor bence. Ana akım sinemanın şu an ki tıkanma sebebi de bu olabilir: Başarılı olmuş filmlerin sürekli formülize edilmesi. Farklı bir anlatı biçimini reddetmek. Bunların başlıca sebebi ise gişe kaygısı elbette. Bütün bunların sonucunda kendi özgür ve bağımsız anlatım biçimimi denemek istedim ve ortaya bu eser çıktı.

Batınay Ünsür

Kendinizi yönetmen değil, “toparlayıcı” olarak tanımlıyorsunuz. Bu tanımı açabilir misiniz?

Temelinde topladığım görüntülerin bir araya getirilmesi eylemi var. Bir yazar veya şairin ortaya bir eser koyarken, hafızasına topladığı kelimeleri kullanması gibi; ben de topladığım görüntüleri ve sesleri bir araya getirerek ortaya bir şeyler koymaya çalışıyorum. Bence çoğu eserde bu var zaten. Ayrıca ana akım sinemanın kullandığı terimler yerine farklı bir terim kullanmak istedim. Eğer yeni bir bakış açısı sunmaya çalışıyorsam, yeni bir terim de bulmalıyım. Belki ilerde bu terim yaygınlaşır umuduyla ortaya attım. 

Bu sene Mamut’ta yer almak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Öncelikle anlaşılabileceğim ve kendimi anlatabileceğim böyle bir platformda yer aldığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bunun için de onlara teşekkür ediyorum. Onun haricinde benim ilk sergi deneyimim, oldukça heyecanlı ve gergindim. Ancak, gerek diğer sanatçılar olsun gerek Mamut yetkilileri olsun çok güzel ve samimi bir ortam ile karşılaştım. Bu yüzden gerginliğimi atmam uzun sürmedi. Genel olarak keyifli ve bir bütün olarak ele alınınca, oldukça iyi hazırlanmış bir sergi bence.

Kapak Fotoğrafı: Emir Uzun

İlginizi çekebilir: Burcu Dimili’den Görkemli Yapılar Arasındaki Yalnızlık