İngiliz rock grubu Muse’un 2018 tarihinde yayınladıkları Simulation Theory’den üç sene sonra  dokuzuncu stüdyo albümleri olan Will of the people Ağustos ayında yayınlandı. NFT olarak da satılan albüm İngiltere’de listelerde bir numaraya çıkan ilk NFT projeli albüm oldu! 

Muse - Will Of The People
Muse – Will Of The People | Fotoğraf: Muse.mu

Albüm hakkında söyleyeceğim ilk şey, içinde barındırdığı on parçanın değişik türlerden esintiler sunuyor olması. Heavy metal’den Synth-pop’a, Dream pop’dan Metalcore’a varan bir çeşitlilikle karşılaşıyorsunuz. Açıkçası farklı türlerden parçalar olması benim hoşuma gitti. New York City’yi düşünün, farklı kültürlerden gelen insanların oluşturduğu bir ortam ama bu çeşitlilik onun özünü oluşturuyor. Bu albüm de bunun gibi. Dikkatimi çeken bir diğer şey, albümdeki çoğu parçanın size başka bir parçayı çağrıştırıyor olması. Kimi hemen anlaşılıyor, kimi belli belirsiz. Bazı şarkılarda da Muse sanki eski albümlerindeki önemli parçaların belirli yerlerini alıp, birleştirip potpuri yapmış. Parçaları incelerken bunlardan bahsedeceğim. Albümdeki sözlere gelince,  distopik gelecek tasvirleri olan Matt Bellamy bu albümde de diktatörlüğün artması, Covid, kapanma ve yangınlar gibi konulardan bahsetmiş.

İlk parça albüme ismini veren “Will Of The People”, Marilyn Manson’un The Beautiful People parçasıyla benzerlik gösteriyor, zaten pek çok yerde bahsedilmiş. Bence açılış parçası olarak zayıf kalmış. İkinci parça Synth-pop esintileri sunan “Compliance”, synthesizer’ı oldum olası seven biri olarak bence albüm bu parçayla güzelleşiyor. Daha önce bahsettiğim çağrıştırmalar devam ediyor ve şarkının ortalarında seksenlerin Kara Şimşek (Knight Rider) dizisinin müziğini duyar gibi oluyorum.

Üçüncü parça “Liberation” bize Queen’i geri getiriyor, özellikle Bohemian Rhapsody’i. Sırada albümün sert parçalarından biri var, “Won’t Stand Down” sert gitar riffleri, bazı yerlerde brutala yakın vokalleriyle bir metal parçası gibi. İlk saniyelerinde bir an “A-ha “Take On Me” mi başlayacak?!” acaba olmuyor da değilsiniz. Beşinci parça “Ghosts (How can i move on)”, bir piyano baladı gibi, Matt Bellamy’nin vokali ve piyanodan oluşuyor. Sırada benim albümdeki favori parçalarımdan “You Make Me Feel Like It’s Halloween” var. Rockwell’in “Somebody’s Watching Me” parçasını andırarak başlıyor, klavye ön planda ve güzel bir gitar solosuna sahip. Klibinde başta Shining olmak üzere bazı korku filmlerine göndermeler var.

Yedinci şarkı albümün diğer sert şarkılarından “Kill Or Be Killed”, sağlam gitar riff’leri ve Matt Bellamy’nin melodik vokaliyle güzel bir parça olmuş. Bu şarkıda da benzerlik bulmak istersek, Rage Against The Machine “Killing In The Name” derim. Sekizinci parça “Verona”, dream pop esintilerinin hakim olduğu bu parça gerek ismi gerek sözleriyle Romeo And Juliet göndermelerine sahip olsa da pandemide kapanma zamanı iki sevgiliyi anlatıyor. Geldik dokuzuncu parça olan “Euphoria”ya, Muse’un eski parçaları alıp birleştirmesinden bahsetmiştim, en bariz olan bu. Vokal kısmı neredeyse “Time Is Running Out” ile aynı, içinde “Bliss”’in melodisi var, zorlarsanız “Muscle Museum”’dan bile esintiler bulabilirsiniz. Albüm, son dönemde dünyadaki olumsuzlukları anlatarak aslında  “ayvayı yedik” anlamını çıkarabileceğimiz gayet eğlenceli bir parça olan “We Are Fucking Fucked” ile bitiyor.

Sonuç olarak Muse’un en iyi albümü olmasa da bence gayet başarılı bir iş çıkarmışlar. Diğer parçalarla olan benzerliklere gelince, bazılarımız yurt dışına seyahate gittiğinde oradan magnet gibi küçük hatıralar alır. Muse da bu albüme çeşitli parçalardan bazı hatıralar katmış diyelim…

Kapak Fotoğrafı: Instagram.com/@muse

İlginizi çekebilir: Ezgi Cenk’ten Parham A.G İle Punk Müzik Üretimi Üzerine