Sakamato gibi verimli bir bestecinin film müziklerini tanımak için iki albümün, 2016 tarihli Music for Film ve 2021 tarihli Playing Piano, çok önemli olduğunu düşünüyorum. Music for Film, bestecinin en bilinen film müziklerinin geleneksel-klasik piyano ve orkestra uyarlanmasıyla seslendirildiği; bestecinin melodi yaratmadaki ve klasik düzeyde orkestrasyondaki ustalığını ortaya koyduğu bir çalışma. Sadece bu albümü dinlemek bile bestecinin film müziklerinin alanındaki büyüklüğünün ve etkisinin anlaşılmasını sağlayacaktır. Playing Piano albümünde ise Sakamoto kendi müziklerini çalıyor. Çalışma bir bestecinin kendi müziğini yorumlaması açısından çok ilgi çekici bir örnek.

Ryuichi Sakamoto ile ilk karşılaşmam Alejandro González Iñárritu’nun Babel filmi için yaptığı ve filmin dramatik, mutlu mu değil mi net bir karar verilemeyen ama belli bir rahatlama ve huzur sağlayan sonuyla son derece uyumlu müthiş Bibo No Aozoro parçasıyla oldu. Sonrasında da Sakamoto, Greenwood, Burwell, Despat ve Wook gibi yakından takip ettiğim film müzikleri bestecileri arasında girdi. Bestecinin müziği ile daha yakından ilgilenmeye başladım ve elektronikten popa, klasik müzikten ambiantta ve oradan da neo-klasike uzanan türler-arası, türler-üstü müzikal dünyasına bir daha çıkmamak üzere kesin bir giriş yaptım.

Biraz geç tanıştığım müziğiyle son dönem beni en çok etkileyen besteciler arasında yer alan Ryuichi Sakamoto maalesef uzun zamandır mücadele ettiği kansere yenildi ve 28 Mart 2023’de verimli ve yoğun bir çalışmayla çok sayıda film müziği ve stüdyo albümü yaptığı; farklı ülkelerden ve farklı türlerden müzisyenlerle işbirliği içinde dünyanın farklı yerlerinde gerçekleştirdiği konserlerle dolu 71 yıllık bir yaşama veda etti.

Sakamoto, şanslı şekilde, sanat ve kültür ile yakından haşır neşir bir ailede doğdu. Annesi Hiroko Sakamoto piyano öğretmeni; babası Shintano Sakamota da Kore asıllı tanınmış bir gazeteci ve aynı zamanda da amatör bir piyanistti. Bir röportajında II. Dünya Savaşı sonrası Japonyası’nda, Japon bir anne ve Koreli bir babadan olmanın getirdiği zorluklardan bahseder Sakamoto. Aktivizmi (aktif bir çevre aktivistidir), evrensel barış çabalarına verdiği destek ve çok kültürlü/çok uluslu çalışmalar yapması ve müziğinde kültürlerarasılığı yansıtma arzusu bir ölçüde bu zorlukların bir sonucudur.

Ailesinin yönlendirmesiyle üç yaşında piyanoya başlar ve lisede pop müziğe büyük bir duymasına ve hatta bir grup kurmasına karşın ailesinin etkisiyle Tokyo Ulusal Güzel Sanatlar ve Müzik Üniverstesi’nde klasik müzik, bestecilik ve elektronik  müzik alanlarında lisans ve yüksek derecelerini alır.

Sakamoto, örneğin son dönemin en önde gelen film müziği bestecilerinden Jonny Greenwood gibi klasik müzik eğitimi ile müziğe başlayıp, sonrasında popüler müzik sahnesinde isim yapmış; oradan da hem klasik eğitimini hem de popüler müzik alanında elde ettiği tecrübeyi kullanarak çok özgün bir müzik ortaya koymayı başarabilmiş bir bestecidir. Onun müzikal evrimini, besteciliği belirleyen arka planı bilmeyen bir dinleyici Sakamoto’nun 1970ler’in sonunda Japon Pop müziğinin diğer iki önemli ismi Yukihiro Takashi (ki o da yaşamını bu yıl 11 Ocak tarihinde, Sakamoto ile aynı yaşta kaybetti) ve Haruomi Hosono ile beraber kurdukları ve elektronik müziğin öncü avant-garde gruplarından biri olan Yellow Magic Orchestra dönemi  ile günümüzde yaptığı müzik arasında en ufak bir benzerlik bulamayacaktır ve doğaldır ki bu farkın nasıl oluştuğunu -ki benim de besteciye olan ekstra ilgimin bir bölümü de bu meraktan kaynaklanmıştı- merak edecektir.

Grubun neredeyse robotik; bir bilgisayar oyunu, popüler reklam veya televizyon programı müziği estetiği taşıyan aşırı teknolojik ve çoğunlukla çocuksu bir neşe taşıyan bu müziğin yaratılmasına katkı yapan ile en iyi orijinal müzik dalında Oscar aldığı The Lost Emperor filminin yoğun biçimde uzak doğu müziğinden esinlenen epik ve içli senfonik müziğini yapanın aynı adam olması ilk bakışta pek de inandırıcı gelmeyebilir. Öte yandan onu dikkate değer yapan büyük bir müzisyen haline getiren de bu eklektik, bol referanslı ve türler-arası, türler-üstü müziğidir.

Elektro müziğe olan ilgisi, türlerden bağımsız olarak onun müziğinin deneyselliğini besleyen unsurlardan biridir ama tek başına onun müziğini anlamaya ve açıklamaya yeterli değildir. Gençliğinde pop müzikle uğraşması ve bir yanıyla kariyeri boyunca hiç ilişkisini kesmemiş olması bir yana klasik müzik eğitimi sırasında modernist/avant-garde müziğin önde gelen bestecilerinden Boulez, Stockhousen ve Ligeti ile elektronik/somut müziğin kurucu isimlerinden Xenadis’i yakından incelediği bilinmektedir. Dolayısıyla daha gençlik yıllarında onun  bir pop müzisyeni olamayacağı, onun çok ötesinde bir müziksel kalibreye sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

Sakamoto’nun profesyonel müziğe başladığı Yellow Magic Orchestra grubu 1978-1984 yılları arasında aktif olarak albüm çalışmaları yapmış; üyelerinin kendi solo kariyerlerine devam etmek için 1984’de grup ortak albüm çalışmalarını sonlandırmıştır. Buna karşın üyelerinin kendi deyimleriyle grup dağılmamış, Japonca ‘sankai’ olarak tanımladıkları üzere grubun üyeleri yayılmışlardır. Nitekim grubun üyeleri solo kariyerleri boyunca birbirlerinin çalışmalarına destek vermiş ve ara ara konserler vermek için bir araya gelmişlerdir. Bir başka deyişle Sakamoto’nun solo müzik kariyeri boyunca Yellow Magic Orchestra ile bağı kopmamıştır. Bu bağın kopmamasının onun sonraki çalışmalarında etkisi ne düzeydedir?

Bu soruya net bir cevap vermek zor ancak bestecinin grup dönemine ait bazı elektronik unsurların etkilerini sonrasında gerçekleştirdiği farklı çalışmalarında görmek mümkündür. The Last Emperor’un popüler parçalarından Rain, elektronik/ambiant türlerine referans ile başlar ve birkaç saniye sonra yaylılar ana temayı seslendirerek parçayı klasik bir senfonik çalışmaya dönüştürürler. Sakamoto’nun belki de en çok bilinen ve çalınan yapıtı olan; aynı zamanda David Bowie ile başrolü paylaştığı 1983 tarihli Merry Christmas, Mr. Lawrence için yaptığı ana tema ki vokal versiyonu David Sylvian tarafından Forbidden Colors adıyla seslendirilmiştir, onun türler arası olduğu kadar kültürlerarası bir müzik yaptığının da bir göstergesidir: Yapısı itibariyle elektronik klavye, piyano ve yaylılar düzenlemesiyle batılı pop müzik tarzında bir pop baladıdır ama gerek girişe gerekse de aralara ustaca yerleştirilmiş Uzakdoğu esintileri ile başarılı bir eklektik çalışmadır. 2022 tarihli Alex Heffes ile yaptığı Freeflow çalışması da bu eklektik tarza bir başka iyi örnektir. Bestecinin farklı müzisyenlerle 2021-2022 yılları arasında yaptığı diğer single çalışmaları da müziğindeki son dönede ağırlıklı olarak bu tarzda çalışmalar yaptığını görmek ve anlamak açısından dinlenebilir.

Merry Christmas, Mr. Lawrence ile hem bir besteci hem de bir oyuncu olarak elde ettiği başarı sonrasında Sakamoto, The Last Emperor ile film müziği ve oyunculuk kariyerine devam etmiş; Bertolucci dışında Bryan de Palma, Oliver Stone, Pedro Almodavar ve Alejandro González Iñárritu gibi büyük yönetmenlerle çalışmıştır. Daha sonra Abel Ferrara’nın New Rose Hotel filminde otel yöneticisi rolünü üstlense de oyunculuk kariyerine devam etmemiş; sinema ile ilişkisini film müzikleri aracılığıyla sürdürmüştür. Bir ilginç bilgi, Sakamoto, Madonna’nın 1992 tarihli Erotica albümünde yer alan Rain şarkısı için yapılan ve One Hour Photo ile Never Let Me Go filmlerini de yöneten yönetmen Mark Romanek tarafından çekilen videonun müzik yönetmenliğini yapmış ve videoda bizzat oynamıştır.

Sakamoto 1992 Barcelona Olimpiyat Oyunları’nın açılış müziğini de yapmıştır. İspanya’da yapılan ve Akdeniz temalı bir olimpiyat için Sakamoto ilginç bir seçim olarak görülebilir. Öte yandan onun müziğinin eklektik, kültürlerarası ve türler-arası müziğini ve sonraki çalışmalarını anlamak açısından belki de en iyi örnektir. Japon Kodo müziği; yoğun piyano soloların kullanıldığı, elektronik müzik ile çeşnilendirilmiş; klasik film müzikleri, caz ve modernist klasik müzik arasında gezinen etkili ve cüretkar çalışma Sakamoto’yu ve onun ustalığını tanımlaması açısından muhteşemdir.

Sakamoto sonrasında birçok anime ve aralarında Black Mirror’un da olduğu dizilerin müziklerini bestelemiş; Alman müzisyen Carsten Nicolai ile (Alva Noto takma adıyla bilinir) ambiant ve minimalist elektronik alanında albümler yapmış; bu çalışmalar neo-klasik müziğin son dönemde önde gelen çalışmaları arasında yer almıştır. 2015 tarihli ve bence bestecinin en önemli film müziği çalışması olan İnaritu’nun The Revenant filmi müziklerinde Nicolai ile yaptıkları işbirliği filmin atmosferini kuvvetlendiren en önemli unsurlardan biridir. Özellikle ana tema, yarattığı karanlık atmosfer ve boşluk hissi ile son dönemin en dikkat çekici film temaları arasındadır.

Sakamoto müziğinin çeşitliliğine ve hacmine paralel olarak çok verimli bir bestecidir. Film müzikleri ve stüdyo albümleri yanında aralarında Iggy Pop, Youssou N’Dour ve The Beach Boys’un kurucusu Brian Wilson gibi farklı türlerden ve coğrafyalardan müzisyenler ile işbirliği yaptığı çalışmalar da verimine ve müziğinin çeşitliliğine büyük katkıda bulunmuştur.

Bu kadar verimli bir bestecinin film müziklerini tanımak için iki albümün, 2016 tarihli Music for Film ve  2021 tarihli Playing Piano, çok önemli olduğunu düşünüyorum. Music for Film, bestecinin en bilinen film müziklerinin geleneksel-klasik piyano ve orkestra uyarlanmasıyla seslendirildiği; bestecinin melodi yaratmadaki ve klasik düzeyde orkestrasyondaki ustalığını ortaya koyduğu bir çalışma. Sadece bu albümü dinlemek bile bestecinin film müziklerinin alanındaki büyüklüğünün ve etkisinin anlaşılmasını sağlayacaktır. Playing Piano albümünde ise Sakamoto kendi müziklerini çalmaktadır. Çalışma bir bestecinin kendi müziğini yorumlaması açısından çok ilgi çekici bir örnektir. Yaptığı hüzünlü, buğulu ve duygusal yorum Victor Hugo’nun “melankoli hüzünlü olma mutluluğudur” sözünü haklı çıkarırcasına mutlu sonla bitmeyen ama sonunda ermiş bir ‘huzur’ ve tamamlanmış’ bir rahatlama hissiyle ayrıldığımız film sonlarını veya smokin ile katıldığımız bir ziyafetin sonunda puro ve viski eşliğinde dinlerken kristal viski bardağının içinden kesik kesik hayaller şeklinde gözümüzün önünde beliren anıları akla getirir serbest bir çağrışımla. Bu anlamda da duygusal boyutu çok yüksek bir albümdür.

Geleneksel çalışmaları dışında bestecinin neo-classic, deneysel ambiant alanındaki çalışmalarını merak edenler için son albümü 2023 tarihli 12; Alva Noto ile işbirliğinin örneklerinin yer aldığı, Sidney Operası’nda gerçekleştirilen konser kayıtlarının yer aldığı 2019 tarihli Two; bestecinin aralarında Alva Noto, Nilo, Fennesz ve Francesco Tristano gibi neo-classic ve ambiant türünün önde gelen isimleriyle birlikte yaptığı ve Bach’ın müziğine getirdiği farklı yorumla (bu açıdan Vikingur Olafsson’un Reflection çalışmasını andırır) ön plana çıkan 2018 tarihli Glen Gould Gathering albümlerini kesinlikle öneririm. Bestecinin müzikal serüveninin başlangıcı merak edenler ise Yellow Magic Orchestra’nın 1979 tarihli Solid State Survivor çalışmasına bakabilirler.

Başlangıçta Ryuichi Sakamoto’ya ‘hüzünlü bir veda denemesi’ olarak kurguladığım bu yazı klasik bir portre yazısına dönüştü açıkcası. Öte yandan son çeyrek yüzyıla damgasını vurmuş bu müzik dehasını ve mütevazi kişiliği ile hiç de uyumlu olmayan büyüklükteki müziğini biraz da olsa tanıtmış olmanın huzuru ile tamamlıyorum yazımı. Yazımı okuyanlara önerim okurken arka planda bir veda müziği olarak 2022 tarihli Seungju Seo’nun bestecinin Babel için yaptığı müzikten uyarladığı Andataglia çalışmasını dinlemeleri.

Kapak Fotoğrafı: Unknown

İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan Ennio Morricone