Pera Müzesi ve theMagger işbirliğiyle hazırlanan yazı dizisi, 14 Ocak – 1 Şubat tarihleri arasında gerçekleşen “Kahve Bahane, Sinema Şahane!” gösterim programı ile devam ediyor!

Paul Auster ve Wayne Wang'dan "Smoke"
Paul Auster ve Wayne Wang’dan “Smoke”

Ne zamandır iki satır konuşmak istediğiniz, o çok hoşlandığınız hatuna / adama yaklaşmak için ne önerirsiniz? Ya da mesela başınız çatlayacak gibi ağrıyorsa ve bir sonraki kelime ısrarla kağıda dökülmüyorsa, ara vermek için neyi bahane edersiniz? Peki, sokakta yürürken adamın biri hayatınızı kurtarsa ona ne teklif edebilirsiniz? Bütün bu kapıların kilidi, muhabbet bahanesi o koyu renkli sihirli sıvı, Paul Auster’ın zihninin peliküle ilk izdüşümü Smoke / Duman filminde de küçük ama etkili bir rolde.

Paul Auster’ın yazdığı, Wayne Wang’in yönetmenliğini üstlendiği, Berlin’den Gümüş Ayı ödüllü 1995 yapımı Smoke aslında çok iddiasız ve kendi halinde bir film. Harvey Keitel’ın canlandırdığı Auggie Wren’in Brooklyn Cigar Company isimli tütün, tütün ürünleri ve envai çeşit ıvır zıvır dükkanının etrafında dönen filmde pek de bir şey olmuyor. Film bir akışın değil, bir duruşun biçimi. Belki de Auggie’nin nevi şahsına münhasır, şairane karakteri sayesinde, her çeşit insanlık halinin yolu illa ki Brooklyn Cigar Company’e düşer. O sigarasını içer, kahvesini yudumlar, hikayesi olanı anlatmaya yüreklendirir, hikaye arayana cebinden çıkarıp hikayeler verir. Dükkanın hikayesini kaybetmiş müdavimi yazar Paul Benjamin’e (William Hurt) sigara, hayatının aşkı için ağlama fırsatı ve en kıymetlisinden bir Noel hikayesi verir.

Paul Auster ve Wayne Wang'dan "Smoke"
Paul Auster ve Wayne Wang’dan “Smoke”

William Hurt, Harvey Keitel’i karşılıklı döktürürken izlerken yanlarına bir sandalye çekip muhabbete katılma isteğinin önüne geçmek imkansız, ama olacak o kadar. Yaşayan en büyük yazarlardan birinin kelimeleriyle konuşuyorlar birbirleriyle ve bizimle; pek anlatılmayan Amerika’yı anlatıyorlar, fakirlik, ayrımcılık, şiddetin kol gezdiği sokaklar, doğma ihtimali olmayan çocuklar ve çok eskide kalmış kalp ağrıları, orduda, hapiste ya da asgari ücretli bir işte harcanmış hayatlar, başlamadan bitmiş yırtma hayalleri, kirişi kırma girişimleri… Sistemin birilerinin kaybetmesi üzerine kurulduğunu bize hatırlatan onca şey ve her biri kendi kırığını bir yerlere yaslamış onca karakter ile Smoke’un belki de en güçlü yanlarından biri doksanlar ruhunu yakalamak konusundaki başarısı. Smoke, her şeyden önce, özellikle doksanlı yılların ilk yarısında sıkça çekilen, karakterlerine şefkatle yaklaşmak dışında amacı olmayan, sinemanın hikaye anlatma aracı olarak kullanımına dayanan Amerikan bağımsız filmlerinin çok iyi bir örneği. Aynı dönemde Auster’ın yazdıklarına hâkim olanlar için daha da özel hazlar saklıyor. Örneğin, yazarın halen en çok bilinen işlerinden olan New York Üçlemesi’nin son kitabı “Hayaletler”den bir hikayeyi de filmde, Auster’ın ismini de paylaşan, William Hurt’ün canlandırdığı yazar karakterinin ağzından dinliyoruz. Herhangi bir kitabının birebir uyarlaması olmadığı için, sevdiğimiz bir yazarın kafasının içinde dolaştığımız hissi film boyunca bizi bırakmıyor. Auster’ın dünyasına aşina olanlara yabancı gelmeyecek şekilde, küçük küçük öykülerden, birbirini anımsatan anekdotlardan, doğruluğundan emin olamayacağınız şehir efsanelerinden gücünü alıyor. Harvey Keitel’ın üstlendiği hikaye anlatıcısı rolü, hem insanları bir araya getiren dükkanıyla hem de kendi hayatının içinden geçerken hikayelerden güç almasıyla, hatta kamerasıyla gerçek hayatı hikayeye çevirmesiyle önemli. Bilenler bilir, büyük hikayeler ancak güzel hikaye anlatanların başına gelir. Zaten filmin finaline damgasını vuran, Tom Waits harikası Innocent When You Dream eşliğinde izlediğimiz kısa film tadındaki kliple de bir kere daha hikaye anlatıcılığının itibarı iade ediliyor. Ne kadarının doğru olduğu önemli değil, hikaye yeterince güzel olduğu sürece.

Filmin en güzel sahnelerinden birinde hayatını kurtaran genç siyahi çocukla ödeşmek isteyen Paul Benjamin “bırak da hiç değilse bir fincan kahve ısmarlayayım sana” der. Kahve içmediğini söyleyen genç “Rashid” limonataya tav olur. Kahve bahanedir elbet, birbirleriyle hikayelerini paylaşırlar, inişli çıkışlı bir maceranın pimini çekerler. Demem o ki, siz de kendinize ve sevdiğiniz birilerine kahve ısmarlamak için ölümden dönmeyi beklemeyin. Finalde Tom Waits’in sesi duyulduğunda, tam da Aylak Adam’ın bahsettiği “Sinemadan Çıkmış İnsan”a dönüşeceğinizin garantisi benden. Kendinize içimi yumuşak, güzel bir kahve söyleyin. Sokakta durup insanların yüzlerine bakacak zamanı kendinize tanıyın. Hikayeleri sizi bulmasa da, ne gam. O hikayelere ulaşabileceğiniz hissi, güzel hikayelerin güzel insanları bulacağı sezgisi Smoke’tan size kalan en güçlü his. Hiç geçmemesi dileğiyle…